- 26-09-2018 09:04
- 524
-1 Mart 2016'da, aynı başlık altında bu site ve bu sütunda yayımlanan yazıyı, bu sefer de eğitim sistemine yönelik olumlu beklentilerin olduğu ve sosyal medya yoluyla yayılan çeşitli pervasızlıkların da gündemde olduğu şu günler için bir kere daha sunuyoruz. Yazılarına uzunca bir süredir ara vererek kitap çalışmalarına yönelen yazarımız Yavuz Yıldırım'ın pek çok satırının altı çizilerek okunası bu yazısını, değerinden hiçbir şey kaybetmemesi sebebiyle ve okuyamayanların da olduğunu görerek/bilerek, okuyanların ise yeniden okuması gerektiğine inanarak bir daha aynen yayınlıyoruz.-
:
Çocukluk günlerinden itibaren alınan eğitimin temel hedefi, toplumla yaşama kurallarına uyum sağlamayı öğrenmektir. Bizim buna “tahammül etmeyi öğrenmek” dememek için hiçbir nedenimiz bulunmuyor.
Eş eşine, ebeveynler çocuklarına uyum ararken; çocukların, buyurucu anne-babasına tahammül etmeleri ise göz ardı edilen gerçekliktir.
Toplum teorilerinin (anarşizm dışında) beraberce yaşamak üzerine kurulmuş olmasının en büyük nedeni, dar alanda geniş hareket imkanı yaratmaktır. Birlikte yaşam; yaşanabilir coğrafyayla sınırlar çizmesinin yanı sıra, duyguların ve özgürlüklerin de sıkışmışlık halini yansıtır.
Otoriter yapılanmanın, buyurgan yöneticilerine uyum sağlayan topluluk üyelerine ihtiyaç duyması; sosyalizasyonun her aşamasında edilgenliği öğrenmiş bireylerin çok fazla alternatiflerinin bulunmaması ile karşılanabilen nesnellikten kaynaklanırken, teori gereği bu tipolojiyi üretme kapasitesini sürekli doyasıya kullanmasını şart koşar, başka olana per se (bizatihi / özü itibariyle) izin veremez.
Otoriteye izin verildikçe; birey özgürlükleri otoritenin izin verdiği ölçülerde gelişen, çığırından çıkmadan uyumun pekişmesine sebep olan unsura dönüşür.
Özgürlüklerin bağımlılık çerçevesi içerisinde hayat bulması, edilgenliğin içselleştirilmesine ve dolayısı ile tek boyutlu düşünme mekanizmasının girdabına teslimiyet noktasına ulaştırır. Özgürlüğün bu tanımını; bireysel özgürlükten çok, topluluk özgürlüğü (ya da pozitiv özgürlük) olarak adlandırmak mümkün oluyor.
Kurulu sistemin yürümesi için elzem görülen bireyin topluma uyumunun böylesi dar bir çerçevede hayat bulmasının sebebi; bir taraftan otoritenin bireylere duyduğu derin kuşku iken diğer taraftan bireylerin çok fazla gelişmemiş özgün kişiliklerinin buna temel neden olduğu görülür.
Bireylerin, kendi inisiyatifleri ile oluşturacakları karakterleri, hesaplanamayan bir potansiyel olduğundan, kurulu otoriter düzenlere tehdit anlamı taşır.
Spengler, paranın karaktersiz oluşundan dolayı geniş kullanım alanı bulduğu ve yine özelliksiz (nötr) oluşundan dolayı herkesin kabullendiği olguya vurgu yapıyordu. Rober Musil’in bunu insan karakterine denemesi ayrı bir boyuttur.
Halbuki, filozofların iddiaları: “İnsanın değişmeyen/değişmeyecek karakteri, kendi içinde olan cevherin dışavurumu” olması gerekiyordu.
Değişkenlik arz eden insan yapıları, düşünür ve toplum bilimcilerini başka arayışlara yöneltirken, bunun insan yönetiminin kolaylaşması ve toplumsal uyumun gerçekleşmesi saikindan hareket ediliyordu.
Oysa, her insanın parmak izinin farklı olduğu kadar, değişik vasıflar edinen ve oluşturulan sıfatlar (atributlar) bu teorileri yalanlıyordu. İnsan entitesi temel ortak özellik olarak kabul gördüğünde, değişik renklerin ortaya çıkması, farklı boyutların hayat bulması anlamı taşıdığı gibi, biteviye sürdürülen kopyacılığın da sonlanması demektir.
Taklitçiliğin sonlandırılması, yeni deneyimlere izin verilmesinden geçer. Yeni olana karşı olmak, gelenekçiliğin temel unsuru olmakla birlikte; bir yanıyla korkunun sembolize edilişi, diğer taraftan da rehavetin ürettiği yan (refakatçi) unsurlardır.
Toplumların oluşmasına gerek koşulan uyum, kendi dinamizmi içerisinde gelişirken, bunun özel bir çabayla daha fazla teşvik edilmesi, anlaşılabilir olmaktan uzak varsayımın nahoş tadıdır. Bireyselliğe izin verilmedikçe oluşacak toplumsal gelecek tasarımları eksik kalacak, toplumsal dinamizm akamete uğrayacak ve neticeleri herkesi etkileyen unsurlar olmaya devam edecektir.
Her bireyin kendi haklarını kullanma özgürlüğü geliştiğinde, oluşacak toplumsal yapı, bu gerçeklik çerçevesinde gelişen normalliğe ulaşacaktır. Bu yapılanmada herhangi bir otoriteye ihtiyaç duyulmadan, rasyonellik ölçüleri insan entitesini merkezine alan yeni oluşuma fırsat tanıyacaktır.
Bireyin kendini tamamlaması (entelechia) mümkün olamayacağından, yaşamı boyunca kendi çelişkileriyle mücadele etmek zorundadır.
Bu mücadele bir yandan kendi gelişimi için gerekli bir prosedür, aynı zamanda toplumsal yapı için de yararlı bir üretkenlik demektir.
Bireyin hadiseleri bilinçli hale getirerek üzerinde düşünüp kararlara varması, kendine olan özgüvenini artıran unsur olacağından, kendi şuur yapısında kırılgan olmayan karar mekanizmaları oluşacak ve bu mekanizma sayesinde daha hızlı kararlar alma, teferruatlara (metodolojiye) takılmadan rutinleşen gidişat berraklaşacak, daha az hata yapacaktır.
Bireylerin çabası olmadan toplumun bir ileri seviyeye ulaşması söz konusu olamaz.
Toplumsal beklentiler oluşurken bireyler tarafından hayata eklenen unsurlar, bir bakıma ortak üretim anlamına gelir, çünkü her kabule mazhar olan gelişme, toplumun hazırlamış olduğu sosyolojiden kaynaklanır. Bireyselleşen toplum, kendi geliştirmiş olduğu konseptle beraberce yaşamayı da öğrenecektir.
.
Yavuz Yıldırım, dikGAZETE.com