- 13-04-2016 17:37
- 311
Önder, diyalektik mantık çerçevesinde ele alındığında; Max Weber’in karizmatik hâkimiyet tanımına ters düşmediği görülür. “Karizma taşıyıcısı ve ona inanan halktan oluşan egemenlik.” Bu tanımdaki oluşum, liderin ayrıcalıklı konumuna dikkat çekse de; onda birleşen ve ona bağlı bir halk söz konusudur. Kimin kimden etkilendiği çok açık olmayan ilişkide ortaya çıkan liderlik hâkimiyetinin; Freud’un “ben-ideal” teziyle örtüştüğü kadar, politik gerçekliği ifade eden ‘talep-karşılama’ fikriyle de ayrı düştüğü söylenemez.
Heraklit’in dairesinde ayrışması mümkün olmayan, başlangıç ve son uçun aynı olması gibi, yöneten ve yönetilenin duruş noktalarının iç içe geçiştiği girift bir alanın ortaya çıkışını, yönetimin halkla bütünleşmiş halini gösteren elementler içerir.
Kurulu düzenden hoşnut olmayanların çoğaldığı, toplumsal (ekonomik, güvenlik, politik) kırılganlıkların çözülemediği bir dönemde; rüyası olan, konuşacağı sözü bulunan karizmatik bir şahsiyetin ortaya çıkması ile şekillenmeye başlayan süreç, liderlik hâkimiyeti kurma iradesinin oluşma ve şekillenme prosedürüdür.
Güçlü bir kişiliğin (karizmatik lider) varlığını kabul eden, onun hayallerini gerçekleştirmenin doğru olduğuna inanan grubun çoğalması ile eylem safhasına geçilirken; tek doğru, tek istikamet, tek hedef mottosu altında efsunlaşmış atmosferde, gerçekte sahip olduğu gücü, psikolojik etkiyle sınırları zorlayarak efektifleşir, başarılması zor sınavları atlama kabiliyeti yakalar.
Realitede kendi sahip olduğu değerleri yönetme kabiliyeti olmayan topluluk, bir önderin aracı oluşu sayesinde kritik eşiği aşmayı cemaatleşerek başarabilir. Açık toplum (demokratik) her tür kişi ve fikrin hayat bulabileceği yapı özelliği taşırken, cemaat içe kapalı (sui generis) strüktürleri ile kendi değerlerini vaaz eden öndere ihtiyaç duyar.
Özellikle ‘zor zamanlarda’, lidere ihtiyaç duyulması ve çağrılması rasyonel ölçülerde başaramamanın vermiş olduğu yılgınlık, problemlerin üstesinden gelememenin ezikliğinden kaynaklanır ve adım adım lidere teslimiyete gider.
Öncelikle; kolay zaman hiç olmadı, çünkü insan doğası yaşamı idame ettirebilmek için sürekli mücadele vermek zorunda. Yaşam şartlarını düzene sokmakla yetinmeyen insan; beklenmedik (doğa-suni) afetlere karşı yöntemler geliştirmesi bir yana, kendine yeni uğraş alanları açarak zora karşı bir nevi sportif faaliyetler geliştirerek, kendini sınama yarışına girişmesi (ilerleme fikri) başka boyutlara işaret eder. Aristoteles’in “Motivasyon” incelemesinden yabancı olmadığımız bilgi erişimi, kişinin meraklarına cevap aramalarının, esasen kolay bir deneyim olmadığı yönünde açıklayıcı olmasına rağmen; her zor zamanda kurtarıcı aramak; şartların dayattığı sorunları çözememenin çaresizliği, insanların yetersizliğine işaret niteliğinde gelişmesi, isteksizliğin getirmiş bulunduğu rahatlıkta aramak doğru olur. Aristoteles’e göre: “İnsan, zoru başardıkça, daha iddialı problemleri çözme arzusuna kapılır.”
Bu durumda düşünen insan, kendi sorunlarına çözüm üretme potansiyeline sahip, kendi özgürlüğünü öncelerken; en son ihtiyaç hissedeceği kurum, liderlik müessesesi olacağıdır.
Lidere ihtiyaç duyulması; bir taraftan kendi görevlerini yerine getirmeyen rahat insanların, kendi yüklerini bir başkasına yükleme çabası, diğer taraftan da, sorunları sırtlanabilecek bir lider yaratma prosedürü olduğu, başka bir yandan da, kendi gizli emellerini, ideallerini projeksiyon yöntemi ile gerçekleştirme çabası, lider yaratma arzusunun temel argümanlarıdır. Kendi özgüvenini kaybetmiş, yahut hiç sahip olamamış insanların lider arayışlarında diğer önem arz eden faktör, kendi benine inanan, bir nevi zihin narsistine, -ki siz bunu kendi beniyle sınırlanmış kişi olarak okuyun- ihtiyaç duyulmasıdır.
Başlangıç fikirleri önemsendiğinden, halkın düşünemedikleri, ya da vatandaşların düşündükleri halde ifade ve gerçekleştirme şansı yakalayamadıkları tasarımlarını dile getirerek kendine liderlik pozisyonuna getiren bireyin, zihin narsistliğine yolculuğu, hem cemaat tarafından teşvik edilir, hem de sahip olduğu konumun etkisinde kalması ile mümkün olur. Liderin kendi yetilerine inanmaya başlaması, düşünce ve davranışlarının doğrulanması, liderin egosunu artırır, yegane gerçeğin kendi adresinde bulunduğuna kendisi de inanarak, belki hiç tamir edilemeyecek hataların akışını sağlar.
Bunların dışında, zayıf karakterlerin güçlü şahsiyete bağlanma ihtiyacı, “ben-ideal” düşüncesinden kaynaklanır. Hedef sahibi olma öğesi durumuna geçen, izlenecek yolun ve metotların fikri yapısını oluşturan ‘ben üstü’, gerçekte kendinin olmayan ideallerin benimsenmesi, dahası onların mutlak gerçek olduğunun içselleştirilmesi anlamında, zayıf şahsiyetin kuvvetli olana teslimiyeti anlamı taşır.
Yol gösterici, kılavuz anlamına gelen Führer (dux), dar anlamda, bilmediğimiz bir noktadan başka bir noktaya geçişe yardım sağlayan kişidir. Bilinmez alanın coğrafyayla sınırlı olmayışı; fikir, psikolojik, sosyolojik ve politik dünyada da önderlere ihtiyaç duyulması, yetersizlik duygusunun galebe çaldığı anların zafiyeti, diğer bir bakımdan da kendi beninin üstünlük kazanma isteğinden kaynaklanabilir. İşte tam bu noktada başlayan ben-ideal, kendinde bulunmayan hasletlerin bir liderde olacağı düşüncesiyle, onun fikirlerini sahiplenme eğiliminden doğan üstünlük kurma inancı olduğu görülür.
Kendi benini yükseltme arzusundaki bireyin bir lider arayışı ve onu araçsallaştırması, aradaki mesafeyi nötrleyerek, sahici olmayan kişi yaratıcılığı, diğer bir deyişle suni bir yaşam dünyasının kuruluşu, harmonik ilişki ve inanışların hüküm sürmesi arzusunun gerçekleşmesi isteğidir.
Kendimize örnek aldığımız Atina Demokrasisi, liderliğe geçit vermemek için mevki yetkisini bir yılla sınırlaması ve rotasyon prensibi gereği bir kişinin bir tek defa seçilmesi; üzerinde düşünülmesi gereken husustur.
Lider adayının yüksek egoya sahip kişi olması, düşünce ve icraatlarını sorunlu hale getirir, çünkü bu adaylar eleştirel zihne sahip olmadıkları gibi, gelen eleştirilere de açık değildirler. Kendi doğrularına inanan ve vaaz eden bu şahsiyetlerin, bu doğruların şüphe götürmesi durumunda, geliştirmiş oldukları dünya elimine olur, geride yıkımdan başka hiçbir şey kalmaz, medeniyet tarihi bunun örnekleriyle doludur.
Eleştirel mantığın, varlığını sürdürdüğü ortamda, ciddi anlamda liderlik kültü gelişmemesi gerekirdi…
Yavuz Yıldırım, dikGAZETE.com