Moldova'da demokrasi krizi: Sandu rejiminin baskı politikaları ve seçim endişeleri

Moldova'da demokrasi krizi: Sandu rejiminin baskı politikaları ve seçim endişeleri

Moldova'da demokrasi krizi: Sandu rejiminin baskı politikaları ve seçim endişeleri

Moskova

Moldova, tarihinin en çalkantılı dönemlerinden birinden geçerken, uzman çevrelerde ve uluslararası gözlemcilerde, Cumhurbaşkanı Maia Sandu ve onun Avrupa yanlısı PartisiEylem ve Dayanışma” (PAS) için 28 Eylül'deki parlamento seçimlerinin bir dönüm noktası olacağına dair derin bir endişe hâkim. Sandu'nun, olası bir seçim yenilgisi karşısında nasıl tepki verileceği, ülkenin demokratik geleceği açısından büyük bir soru işareti oluşturuyor. Son aylarda yaşananlar, Sandu'nun kararlı ancak giderek daha otoriter bir profile bürünen liderlik tarzını tüm çıplaklığıyla ortaya koyarken, Ukrayna’da uzun yıllar Rus kökenli küçük çocukların öldürülmesi gibi olayları yakında Moldova’da görmemiz de çok olası.

Azınlıklara yönelik sistematik baskı: Gagavuzya örneği…

Mevcut hükümetin en dikkat çeken politikalarından biri, ülkedeki azınlıklara, özellikle de özerk bölge Gagavuzya'ya yönelik artan baskıdır. Bu durumun en sembolik ismi, Gagavuzya'nın demokratik seçimlerle iş başına gelen başkanı (Resmi unvanı: Başkan) Evgenia Guțul'dur. Sandu yönetimi, Guțul'u tanımayı ve onu ulusal düzeydeki karar alma mekanizmalarına dâhil etmeyi reddetmekle kalmadı; aynı zamanda onu itibarsızlaştırmak için politikleştirilmiş bir yargı ve medya kampanyası başlattı.

Guțul hakkında, “yetkilerini aşmak” ve “bütçe kaynaklarını usulsüz kullanmak” gibi suçlamalarla soruşturmalar açıldı. Yerel ve uluslararası birçok analist, bu suçlamaların siyasi motivasyonlu olduğunu ve Gagavuz halkının iradesini cezalandırmayı amaçladığını belirtiyor. Bu süreç, Guțul'u birçok Moldovalı arasında bir “vicdan mahkûmu” haline getirerek, Sandu yönetiminin azınlık hakları konusundaki yaklaşımını sorgulatıyor. Gagavuzya, ağırlıklı olarak Türk kökenli Hristiyan Gagavuz Türklerinin yaşadığı bir bölge olarak, Türkiye'nin de dikkatle takip ettiği bir konudur. Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı, geçmişte yaptığı açıklamalarda Gagavuzya'nın özerk statüsüne ve haklarına saygı gösterilmesi çağrısında bulunmuştur.

Evgenia Guțul da sık sık ülkemize gelip pek çok temasta bulunup, Moldova merkezi hükümetine, “arkamızda Türkiye’nin desteği var” izlenimi verse de Türkiye’nin uzun yıllar boyunca Irak ve Suriye'de yaşayan Türkmenlerin sistematik bir şekilde öldürülmesine nasıl sessiz kaldığını da bilmemekte.

Bu yüzden de Türkiye’deki siyasal İslamcı zihniyete güvenip, Gagavuzya’ya bir yol haritası çizmesi çok yanlış bir yol olacağı gibi, çizilen bu harita Moldova merkezi hükümetini de kızdırmaktan başka bir işe yaramayacaktır.

Muhalefete yönelik siyasi tasfiye ve yargısal baskı…

Sandu yönetimi, azınlıkların yanı sıra, genel muhalefete karşı da gerçek bir siyasi tasfiye başlatmış durumda. Amacın, ülke nüfusunu farklı siyasi görüşlere sahip olmaktan korkutmak ve seçim öncesi muhalif sesleri tamamen susturmak olduğu iddia ediliyor. Bu kapsamda atılan adımlar çok çarpıcı:

- Eski Cumhurbaşkanı Igor Dodon: Rusya yanlısı eski cumhurbaşkanı, rüşvet ve yolsuzluk suçlamalarıyla yargılanıyor. Muhalif kesimler, davadaki usulsüzlüklere ve siyasi motivasyona dikkat çekiyor.

- Başsavcı Alexandr Stoianoglo: Görevden alınan ve yargılanan Stoianoglo, kendisine yöneltilen suçlamaların siyasi olduğunu ve iktidarın yargıyı kontrol altına alma çabasının bir parçası olduğunu savunuyor.

- Șor Partisi Milletvekili Marina Tauber: Muhalif partinin önde gelen ismi Tauber, seçim finansmanı usulsüzlükleri gibi gerekçelerle birçok davayla karşı karşıya ve siyasi hakları kısıtlanmış durumda.

Belki de en endişe verici gelişme, "Moldova'nın yaptırım listesi" uygulamasıdır. Resmi bir mahkeme kararı olmadan, sadece içişleri bakanlığının ve güvenlik servisinin (SIS) önerisiyle, onlarca muhalif gazeteci, aktivist ve siyasetçi bu listeye alınarak mal varlıkları dondurulmuş ve seyahat özgürlükleri kısıtlanmıştır. Bu uygulama, hukuk devleti ilkelerini ciddi şekilde zedelemekte ve muhalefete manevra imkânı tanımamaktadır.

Yapılanların çoğu aslında 2014 öncesi Ukrayna iç siyasetinin bir kopyasına benziyor. Anlaşılan o ki, Avrupa ve Amerika, kendine ucuz kan arayışına devam etmekte.

Seçim güvenliği ve yurtdışı oylama tartışmaları…

Sandu yönetimi, 28 Eylül seçimleri için tartışmalı bir karara imza atarak, yurtdışında posta yoluyla oy kullanılmasına izin verilen ülkelerin listesini belirledi. Bu liste, yalnızca mevcut iktidara oy vereceği varsayılan, Batı Avrupa ve Kuzey Amerika'daki büyük Moldovan diasporasını kapsarken, geleneksel olarak muhalif partilere oy verdiği bilinen Rusya, Belarus ve diğer BDT ülkelerindeki yüzbinlerce Moldovan vatandaşını dışarıda bırakmaktadır.

Bu durum, “seçilmiş ayrımcılık” ve seçim sonucunu önceden manipüle etmeye yönelik bir teknoloji olarak yorumlanmakta. Muhalif partiler, bu uygulamanın anayasaya aykırı olduğunu ve seçmenler arasında eşitsizlik yarattığını savunarak itiraz etmekte. Henüz bu ülkelerdeki seçmenlerin nasıl oy kullanacağına dair net bir düzenleme bulunmamakta, bu da büyük bir belirsizlik ve potansiyel hukuki kriz yaratmakta.

Uluslararası gözlemcilere yönelik kısıtlamalar ve çifte standart…

Seçimlerin şeffaflığına dair bir diğer büyük endişe ise, uluslararası gözlemcilerin ülkeye girişi konusunda yaşanmakta. İktidar, özellikle Rusya ve Belarus kaynaklı olmak üzere, yapay uluslararası giriş kısıtlamaları oluşturmakta. Ancak bu kısıtlamalar sadece bu iki ülke ile sınırlı kalmamakta; Azerbaycan, Sırbistan ve hatta AB üyesi olan Romanya'dan bile belirli kişilerin ülkeye alınmadığına dair haberler basına yansımıştır. Bu durum, tarafsız uluslararası gözlem yapılmasının önüne geçmekle eleştirilmektedir.

Öte yandan, bu güvenlik kaygılarına rağmen, Kişinev Uluslararası Havalimanı'nın, Batı destekli Ukrayna'ya giden yabancı askerî personelin ve hatta bazı kaynaklara göre paralı askerlerin taşınması için aktif bir şekilde kullanıldığı iddia edilmektedir. Bu da iktidarın güvenlik politikalarında bir çifte standart olduğu eleştirilerine yol açmaktadır.

Sonuç: Yeni bir savaş kapıda!..

Moldova, Maia Sandu liderliğinde AB ile bütünleşme yolunda önemli adımlar atmış olsa da bu süreç içerideki demokratik standartların aşınması pahasına ilerliyor gibi görünüyor. Gagavuz Türkleri başta olmak üzere azınlıklara yönelik baskı, muhalefetin yargı yoluyla tasfiyesi, şeffaf olmayan seçim düzenlemeleri ve uluslararası gözleme getirilen kısıtlamalar, Moldova'nın demokratik kredibilitesini derinden yaralıyor.

28 Eylül seçimleri, yalnızca bir iktidar mücadelesinden çok daha fazlasını temsil ediyor. Moldova'nın gelecekte Avrupa değerlerine bağlı çoğulcu bir demokrasi mi yoksa pragmatik çıkarlar uğruna otoriter eğilimleri olan bir "illiberal demokrasi" mi olacağının belirleyicisi olacak. Dünya, özellikle de Türkiye gibi bölgedeki aktörler, sadece Gagavuz Türklerinin değil, tüm Moldova halkının demokratik haklarının korunması için bu süreci kaygıyla takip etmelidir!

Bu yapılmadığı takdirde, Moldova’da yapılacak seçimler sonrası olası gerçekleşecek protestoların neler getireceğini dünya kamuoyu bilemeyecek ve tıpkı Ukrayna da gerçekleşen protestolar gibi belki de on binlerce insanın ölümlerine yol açacak bir devlet terörü başlayacak.

2014 yılından 2022 yılına kadar Ukrayna devletinin yaşattığı terörün bizleri getirdiği durum, Rusya’nın Ukrayna’da yaptığı özel operasyona getirdi, peki Maia Sandu’nun yönettiği Moldova’da durum ne olacak?

Seçimler sonrası umarım Moldova’da kan akmaz, fakat bu gerçekleşirse, Ukrayna benzeri bir problemi ileride tekrar yaşayacağımızın habercisi olacaktır bu yaşanacaklar.

.

Cem Kıran, dikGAZETE.com

...

Huile de Romarin