Müfredat ve hayat

Müfredat ve hayat

Müfredat ve hayat

Gebe develer başıboş bırakıldığı zaman...”

Müfredatın konuşulduğu şu günlerde, en fazla eleştiri “müfredatın aklı ve bilimi değil değerler adı altında dini ve manevi bakış açısını önceliyor” olması konusunda yapılıyor. Tüm branşlar hakkında konuşmam doğru olmaz, bu yüzden kendi branşım olan Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi üzerine fikirlerimi söyleyeceğim.

Öncelikle, bu ülkede din eğitimi almış olanların, bu ülkenin resmi okullarında dinini öğrenmenin, İmam Hatip ve İlahiyat okumanın yaşamlarına ne kattığını anlatmıyor oluşlarını hayretle gözlemliyorum. Kimse içten ve samimi olarak bu eğitimin öneminden bahsetmiyor.

Sloganik söylemler çatışıyor durmadan.

Müfredat değişiyor, her beş yılda olduğu gibi. Şimdi adına neden ‘Maarif’ dendi herkesin farklı fikri var.

Müfredat konusunda kendi alanım Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi olduğu için 4. sınıftan 12. sınıfa kadar okudum tüm müfredatı ve eleştirilerimi resmi ve gayrı resmi yollarla gerekli mercilere ilettim.

Bu yüzden bu konuda sosyal medyada yazmayı düşünmüyordum, hem etik de olmazdı. Fakat Nevşin Mengü, programına bir eğitimci konuk etti geçenlerde. Yarım saat süren konuşmalarını izledim. Söylenilenleri duyunca kendi adıma tarihe not düşmek vacip oldu.

Öncelikle delilsiz konuşuyordu müfredatı, bilimden uzak olmakla eleştiren eğitimci konuk.

Hangi dersin hangi ünitesinde hangi kazanım olduğunu neden söylemiyor soruları geliyor akla izlerken.

Kendi alanımda konuşacağım dedim ama şunu demeden geçemeyeceğim.
Kut’ül Amare yenilgidir diyor sayın eğitimci ve neden müfredatta olduğunu eleştiriyor. Kut’ül Amare yenilgidir evet ama İngilizler için. Kut’ül Amare’nin adını neden yeni duyduk?

25 yıldır öğretmenim. 47 yaşındayım. 7 yaşından beri okula gidiyorum. Kut’ül Âmare’yi son birkaç yıldır biliyorum.

Neden?..

Din kültürü öğretmeni olarak müfredatı ben de eleştirdim evet ama programda özellikle İmam Hatipler hakkında söylenilenlere susmak artık haksızlık olurdu.

İmam Hatipliyim ben. Hukuk Fakültesi de okuyabilecek puanla İlahiyat okudum. Hepimiz gibi hayatın zorluklarını epeyce yaşadım. Programda Fen Lisesine göre epeyce geride kalmış denilen İmam Hatip eğitimimde aldığım manevi, ruhsal, inanca dair kazanımlarımla tutunuyorum hayata...

Unutmayın, eğitimde ilk sıralardaki dünya ülkeleri intihar oranlarında da ilk sıralarda.

Yapmayın!..

Hükümet her şeyi çok güzel yapmıyor eğitimde, bunun farkındayım. Millî Eğitim Bakanlığı’naMillî ‘Eziyet’ Bakanlığı” (*) demiş ve bu başlıkla bir yazı bile yazmış bir öğretmenim. Ama İmam Hatiplerle ve bahsettiğim diğer hususlarda söylenilenlere itirazımı yazmak zorunda hissettim kendimi.

En çok da çocukları ve gençleri düşünerek.

İmam Hatip ruhu aslında, aslına dönüş, “ilim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir" düsturunun yeni deyimiyle “hayatı anlamlandırma”nın, milli eğitime yansıması, kurumsallaşmasıdır.

İmam Hatip eğitimi almış bir öğretmen olarak mesleğime ve branşıma bakışımı bir dersimden de örnek vererek anlatmak istiyorum.

Öğretmenlik, “bilgi üretim müessesi” değildir. Doğru. Fakat öğretmen, sürekli değişen ve gelişen bilimsel alanı takip etmek ve onu çocukların seviyesine göre anlatmayı öğrenmek zorundadır. Bu da bir üretim; bunun ötesinde bir sanattır.

Kendi branşımdan örnek vereyim, din kültürü dersinde bir konuyu 10 yaşındaki muhatabınızla 16 yaşındaki muhatabınıza anlatmak arasında o kadar fark var ki...

Bir derste 8. Sınıflardan birinde ‘kıyamet’ ile ilgili sorular soruldu epey. Ben de Tekvir suresini okudum mealen. Açıklarken şu ayeti anlamadı çocuklar: “Gebe develer başıboş bırakıldığı zaman...” bu, öğrenciler için pek bir şey ifade etmedi.

Ben de şöyle yorum yaptım, tüm sınıf pür dikkat ve biraz da şaşkın dinledi:

Güneş dürüldüğü,

Yıldızlar döküldüğü,

Denizler kaynatıldığı,

Kapının önünde en değerli, son model arabanı gözünün görmediği,

Oğluna gösterdiği sevgi ve değeri, kızına göstermeyip, onu manen diri diri toprağa gömmenin versiyonlarını yaşatan adamın kızıyla yüzleştirildiği,

Herkesin amel defteri açılıp kendisine takdim edildiği,
(Facebook hesaplarının açıldığı,
Fake hesap sahiplerine hesap sorulduğu,
Mesenger konuşmalarının ortaya döküldüğü,
Flash bellekte yüklü hayatını dev ekranda “izle bakalım”     denildiğinde)

Herkes kendisiyle başbaşa kalacaktır... 

Öğretmenlik bilgi üretim işi değildir, bilgiyi aktarmak da değildir.

Öğretmen bilmeyi seven, doğru bilgiye giden sürecin yakın takipçisi ve bu süreci, muhatabı olduğu yaş grubuna nasıl indirgeyip sevdireceğini planlayan, en önemlisi de bu bilgiyi bir adım öteye götürme, geliştirme hususunda öğrencileri motive eden bir sanatkardır.

Bence bu, bilgi üreten, odasında, laboratuarında sessiz-sakin kendi alanında çalışan bir akademisyen veya üst aklın yaptığından çok daha fazlasıdır.

Duam odur ki; bir öğretmen olarak, Rabbim bu ülkenin öğrencilerini müfredat hazırlayıp askıya çıkaran, binlerce görüş alıp, hiçbirini haklı bulmayarak hiçbir değişiklik yapmayan ve hiçbir dönüt vermeyen yöneticilerin ve müfredatı delilsiz, sloganik söylemlerle eleştiren herkesin zararlarından korusun.

Onlara hakkaniyetli samimi, dürüst her şeye rağmen korkmadan konuşan, başına gelenlere rağmen ve hatta başına gelecekleri de az çok tahmin eden ama yine de konuşan, korkusuz öğretmenler ve yöneticiler nasip eylesin...

.

Sevim Korkmaz, dikGAZETE.com

(*) Millî ‘Eziyet’ Bakanlığı

https://www.dikgazete.com/yazi/milli-eziyet-bakanligi-5038.html

...