Türkiye…

Dünya ve üzerinde yaşayanlar zor zamanlar geçiriyor. 

Bir insan vücudu düşünelim. Zararlı besinler ile her gününü geçirip, soluduğu havanın kirli olduğu, yaşamak için vücudunun dinlenme zamanından fedakârlık edip, dünyada var olmaya çalışan…

Sonuç; bağışıklık sistemi zayıflamış, yaşamak için elinden geleni ve hatta çevresini bile hiçe sayar hale gelen bir ruh hali.

İşte yaşadığımız dünya bize nimetler sunarken, her sabah mavi gökyüzü, temiz havası ve içme suyu ile karşılarken, bizler ne yaptık?

Bizler Tanrı tarafından insanlığa döşek yapılan ve hizmetine verilen dünyanın bağışıklık sistemini bozmak için elimizden geleni yaptık-yapıyoruz. 

Sadece dünyaya düşman değiliz. Dünya üzerinde bizlerle birlikte yaşayan hayvanlara, ağaçlara bitkilere, hatta balıkların yaşam alanı olan denizlere düşman olduk. 

İnsanoğlu, dünyada yaşayan en vahşi canlı. Kendi kendinin egosunu tatmin etmek için hemen bir yafta yakıştırmış kendine “medeni-uygar” ve bu yaftaya kendisi de inanmış (!)

Medenilik ve uygarlık, başkasının yaşam hakkına saygı göstermek ile olur. Biz dünya insanları olarak kendimizden başka bu dünyada yaşayan canlılara saygılı mıyız?

**

Dünyanın en güzel jeo-politiğinde olan ülkemiz “Türkiye”, dört mevsimi, etrafını saran denizleri, bağrından akan serin ve içince ferahlatıcı akan suları ile cennet bir yer. 

Dünyayı el birliği ile kirlettiğimiz diğer insanlarla beraber, bu cennet vatanın eko-sitemini de bozduk. Akarsularımızın üzerine elektrik santralleri yaptık. Ve o alanın ve coğrafyanın yağış başta olmak üzere mevsimsel dengesi ile oynadık. Sonra ise felaketler ardı ardını takip etti. Ve neticede “Tanrı’nın işine karışılmaz…” dedik. 

Evet Yaratıcının işine karışılmaz elbet. Lakin Yaratıcının, bize emanet ettiğine de karışmak, O’nun işine burnumuzu soktuğumuz anlamına gelmez mi?

Ülkemiz kalkınacak” diye, her karış toprağımızı betona boğduk. Verimli tarım yapılacak toprak alanlarımızın çoğunun üzerine beton döktük. 

Fabrikalara teşvik verdik; kimyasal atıklarını akarsulara ve denizlere boşaltmalarına göz yumduk.

Milli üretim yapacağız ve diğer ülkeler ile yarışacağız” diye ülkemizin ormanlarını kesip, toprağın altında madenler aradık.

Tüm bunları yaparken “ülke politikası” diye bir kılıf geçirdik, kamufle ettik. 

Ülkemizde bulunan insanların açlığı, yoksulluğu ile ilgilenir gibi görünüp, insanlarımızın refah seviyesini artıracağımıza, yabancı konuklara - misafirlere yurdumuzu açtık. 

Dünyanın neresinde bir iç çatışma olsa, hemen işlerine burnumuzu sokup, ülkemizi istedikleri gibi yol geçen hanı olarak kullanmalarına müsaade ettik-ediyoruz. 

Düşünün, bu kadar olumsuzlukları halen bağrında barındırıp, tükenmeden ayakta duran ülke “Türkiye”. 

Tanrı tarafından kut’sanmış Türk Milletinin yurdu. Lakin son zamanlarda sokakta ve caddelerde Türk’e rastlamak da zor. Devlet, Türkleri koruma altına almalı (!)…

Eğitim kurumlarında yabancı dil olarak önerilen dil “İngilizce”dir. Türkiye’de yaşamak istiyor ve insanlar ile anlaşmak istiyorsanız, İngilizce başta olmak üzere, Arapça, Farsça, Almanca, Fransızca, Peştuca, Urduca bilmeniz gerekmektedir… Türkçe bilmek Türkiye’de bir şey ifade etmemekte (!)…

Ülkemiz ve vatanımız doğal afetler başta olmak üzere Ortadoğu bataklığına doğru hızla koşmakta. 

Küresel akıl sahipleri, ülkemizi taşeron olarak kullandıklarını, ulusal düşünce yazılarında belirtmekteler. Arap coğrafyası dahil olmak üzere, Orta Doğu merkezli alana doğru sürükleniyor, güç kaybediyoruz. 

İnanç olarak, Müslümanlığın 1001 çeşit tarikat yapısının barındığı bu topraklar, ileriki zaman diliminde ülkemizi ve yönetimini zor duruma düşürebilir. 

Günümüzde “Ensar-Muhacir” sözcüğüne milli gelirimizden 100 Milyar dolar harcadık-harcıyoruz. 

Komşularımız dahil olmak üzere, yapılan hataların faturasını neden Türk Milleti ve ülkemiz ödemektedir?

Ülkemiz gençleri, gelecekten hiçbir umut beklemez hale geldiler. Ülkemizde yüksekokul diplomalı işsiz yığınlar bulunmakta. Bunlar yetmezmiş gibi bir de yediği, içtiği, kültürü aynı olmayan insanları bakmakla yükümlü kılındılar. 

Avrupa ülkeleri, ekonomileri iyi iken neden, yöneticileri hata yapan milletlere kendi kapılarını açmaz? Ya da biz neden açıyoruz? 

Dünya zaten kriz halinde, sağlık sorunları var, küresel iklim değişikliği var, biz halen “Türk Milleti merhametlidir” nağmeleri söyleyen yöneticileri koyun gibi dinliyoruz. Türk Milleti sadece kendi milletine merhametli olmalı. Aksi halde tarihin çöplüğüne gark olacak…

**

Dış dünya haber kaynaklarını ve analizlerini okuduğumuz vakit, ülkemiz ve yönetimi konusunda olumlu olmayan güncel haberlere şahitlik ediyoruz. Ekonomimiz kötü durumda. Ve kendimizi, Amerika, Almanya, Fransa, İngiltere gibi ülkelerle kıyaslıyoruz (!) Komedi burada, dünya sağlık salgını başladığı vakit bu ülkeler hazinelerinin kapısını vatandaşlarına sonuna kadar açtılar. Peki biz ne yaptık? Yardım kampanyası ve bankalarda kredi ve teşvikler verdik. Şimdi verilen kredi ve teşviklerin ödenme zamanı geldi. Ödeyen olacak mı? (!)

Ülkemiz yöneticilerine buradan seslenmek istiyorum. Ülkemiz iyi yönetilmemekte. Zengin, daha zengin olmakta; fakir ise daha fakir. Gelir adaletsizliğinden, hukukun üstünlüğü dahil zaafa uğramış durumdayız.

Şahsi fikrim olarak, tüm bunları liyakatsizce yapan ve aynı odaklar tarafından kuşatılmış bir Cumhurbaşkanımız bulunmakta. 

Devletin başında bulunan Cumhurbaşkanımız dahil, devlet terbiyesi almış, liyakat ehli makam sahiplerimiz bu kişileri sarfınazar etmeli, işleri ehline vermelidir. Aksi halde Türkiyemiz, bir çıkmaza doğru sürüklenmeye devam edip, kutuplaşma ve gerginlikler çok daha köşeli bir vaziyet alacaktır.

İşimiz Allah’a kaldığı için; “Tanrı Türk Milletini Korusun ve Yüceltsin!” demekten başka çare göremiyorum.

Saygılarımla

.

Emrah Bekçi, dikGAZETE.com

-Yazar / Yönetmen-

...