Yedinci Mühür filmi üzerine notlar

Yedinci Mühür filmi üzerine notlar

Yedinci Mühür filmi üzerine notlar

Düşünüyorum öyleyse varım” diyerek kendi varlığını ispat eden düşünce, yine böyle bir ispatı Tanrı için de yakalamak ister. Ontolojik olarak kendi varlığını bulan insan, Tanrı hakkında epistemolojik bir kanıtla bunu başarmak ister.

Ne yaparsa “Tanrı vardır” ya da “yoktur” kanaatine ulaşabilir insan?

Bilince mi?

Düşününce mi?

Hissedince mi?

Yoksa bunların hepsinin dışında bilinç dışında bir faaliyetle mi “Tanrı vardır” diyebilir insan?

Ölüm, insanın var oluşundan beri anlamlandırmaya çalıştığı bir çaresizlik hali. Ölüme çare yok, bunu anlayan insan ölüm gerçeği ile baş etmenin çarelerini arar. Aslında her an ölüme bir an daha yaklaşmakta olan bizler, bu çaresizliğe rağmen hayatın güzelliklerini görerek, tadını çıkararak yaşamak için çareler ararız. Belki de bu ölmekten daha zor ve meşakkatli olandır.

Bergman'ınYedinci Mühür” filmi, bahsettiğim bu zor süreç için çareler sunan bir film. Filmde savaştan dönen bir şövalyenin, ölüm meleği ile yaptığı bir anlaşma söz konusu.

Şövalye, biraz daha zaman ister Azrail'den. Ve ona satranç oynamayı teklif eder. Oyunun sonu bellidir yani aslında; “aşağıdan yukarıdan yolun sonu görünüyor”dur fakat o zaman kazanmak ister.

Azrail kabul eder bu teklifi ve şövalyenin çaresizliğe karşı umudu, Tanrı'yı bilmeye ya da inanmaya karşı onu bilememe ya da inkâr etme gibi ikilemleri başlar. Tanrı hakkında sürekli bir zihinsel çaba içine girer.

- Neden sessiz?

- Nerede bulabilirim?

- Kimden bilgi edinebilirim hakkında?

Çaresizce bu sorularını sorar papaza, ölmekte olan bir kıza, Azrail'e, yardımcısı Jön'e ve kendine.

Onu bilebilir mi, ona inanabilir mi, onu hissedebilir mi yoksa tüm bu bilinç eylemleri çare vermez de Tanrı, onu bilinç dışında kendi mi bulur?

Aslında insan Tanrıyı bulamaz da bilinciyle Tanrı mı insana kendini gösterir onun bilinç dışında?

Belki de sorulması gereken soru budur.

Bilincini Tanrı’nın üzerine yoğunlaştıran kişinin, bunu bilinci ile başarması mümkün değildir fakat ona ödül olarak bilinç dışında zuhur eder Tanrı.

Belki de “aramakla bulunmaz fakat bulanlar sadece arayanlardır” denilen durumdur bu.

Ya da Allah'ın ayetlerinden çıkarılabilecek şu mesajla kastettiği budur; “sizin her şeyinizi bilirim fakat sizin benim hakkımda bilginiz benim size öğrettiğim ya da izin verdiğim kadardır.” (Bakara 255 ve Taha 110)

Bu yüzdendir inanan, bilen, hisseden, sezen insanın Tanrı’yı ispat edememesi. Çünkü ispat etmek, kişinin kendi yaptığı bir eylemin varlığını ortaya koymaktır fakat bu, yani Tanrı’nın bilinç dışına müdahale etmesi, insanın fiili değildir ki ispat edebilsin.

O bu durumda sadece izleyicidir. Tıpkı filmdeki tiyatro oyuncusu mutlu bir ailesi olan Jof gibi. Kendi isteği dışında görünür ona Tanrı ya da ona ait figürler. Meryem, İsa, Azrail gibi…

Bu yüzdendir mutluluğu, yaşam sevinci, neşesi, safça coşkusu, eşine ve oğluna şefkati, en zor anlarında bile umudu...

Biz küçükken, kardeşim bir sabah kahvaltıda rüyasını anlatmıştı. Rüyasında babamın da olduğu bir olay geçiyordu. Annem kardeşime gayrı ihtiyari “yaa gerçekten mi” dedi.

O da “evet anne, babam da vardı; istersen ona da sor, değil mi baba” demişti ve hepimiz gülüşmüştük.

İşte “Tanrı’ya inanıyorum ama ispat edemiyorum” dememizin temelinde de bu haleti ruhiye var.

O bize görünüyor. İsterseniz ona sorun.

Biz nasıl ispat edelim?

.

Sevim Korkmaz, dikGAZETE.com

...