Anayasa Mahkemesi’nin terörle mücadeleye olan bakış açısı nedir?

Anayasa Mahkemesi’nin terörle mücadeleye olan bakış açısı nedir?

Anayasa Mahkemesi’nin terörle mücadeleye olan bakış açısı nedir? Anayasa Mahkemesi’nin terörle mücadeleye olan bakış açısı nedir?

ANAYASA MAHKEMESİ'NİN TERÖRLE MÜCADELEYE OLAN BAKIŞ AÇISI NEDİR?

Açıkçası bu sorunun cevabını kendim de alamadım. Kafam oldukça karışık.

Neden derseniz; her ne kadar gündemde pek yer almasa da Anayasa Mahkemesi, geçtiğimiz hafta çok kritik bir karara imza attı.

Türk Ceza Kanunu'ndakiörgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme” suçunu düzenleyen hükmünü iptal etti.

(TCK/220-6) Suça dair ufak bir özet geçecek olursak; örgüt adına suç işleyen kişi, örgütün doğrudan talimatı altında değildir. Ancak, örgütün bu suçu işlenmesini istediğini bilmektedir. Ayrıca, örgüt adına suç işleme suçu ancak silahlı örgütler adına suç işlenmesi halinde olur.

Örgüt, silahlı değilse, örgüt adına suç işleme suçunun hükümleri uygulanamaz.

Silahlı örgüt denildiğinde doğal olarak hepimizin aklına terör örgütleri geliyor.

Ve bu soruyu da sormamız haliyle zaruri oluyor: “Bu karar, FETÖ, PKK ve birçok terör örgütünü ilgilendirecek değil mi? Neden böyle diyorsun avukat hanım” derseniz; belli mi olur yarın bir gün, terör örgütlerinin tanımı falan da değişir, emin olmak istiyorum...

AYM'nin bu kanun maddesini iptal eden kararına devam edelim:

“İlke olarak kişinin, silahlı örgüte üyelikten cezalandırılabilmesi için eylemlerinin sürekliliği, çeşitliliği ve yoğunluğu veya bu özellikler olmasa dahi suçun niteliği ile örgütün amacına ulaşma bakımından ancak örgüt üyeleri tarafından işlenip işlenemeyeceği gözetilmeli; örgütle organik bir bağının bulunduğu ve örgütün hiyerarşik yapısı içinde bilerek ve isteyerek hareket ettiği yeterli bir gerekçeyle gösterilmelidir...”

Başvuru kararlarında, itiraz konusu kuralın, kamu gücünü kullanan organların keyfi davranışlarının önüne geçecek ve kişilerin hukuku bilmelerine yardımcı olacak şekilde erişilebilir ve öngörülebilir olmadığı ileri sürüldü.

Talebi değerlendiren Anayasa Mahkemesi, kararında, itiraza konu kuralın erişilebilir nitelikte kanun hükmü olduğuna, bununla birlikte, kuralın belirli olduğunun söylenebilmesi için uygulamasıyla ortaya çıkacak sonuçların da öngörülebilir olması gerektiğine vurgu yapıldı.

Kararda, kuralın kamu otoritesinin Anayasa ile korunan temel haklara yönelik keyfi müdahalesine karşı koruyucu önlem içerip içermediğinin de belirlenmesi gerektiği ifade edildi.

Yani bu kararla birlikte bireysel özgürlükler, kamu güvenliğinin üstünde tutuldu.

Neyseeee, biraz 'tiyatro' oynayalım ve Anayasa Mahkemesi'nin en son almış olduğu bu karar üzerinden hemen kısa bir 'senaryo' yazalım…

Kamu güvenliğini ikinci plana atalım, bireysel özgürlükleri ön planda tutalım. Aslında hazır senaryo var: Selahattin Demirtaş'ın, 6-7 Ekim Kobane Olayları'na katılım çağrısı, ama biz yine de kendimiz bir senaryo yazalım...

19 yaşında bir erkek şüpheli şahıs düşünün. Pardon, hangi suça göre şüpheli olacak ki vereceğim örnekte?

Neyse...

PKK/KCK silahlı terör örgütü üyesi değil, örgüte henüz yeni katılım sağlamış, herhangi bir terör olayına karışmamış, sabıka kaydı yok, istihbarat, sabotaj ve suikast eğitimini Türkiye sınırları dışındaki Suriye kamplarında tamamlamış…

Kaçak yollarla Türkiye sınırından geçip, Mardin/Nusaybin'de konuşlanmış…

Diyelim ki bu şüpheli şahıs; 2014 Yerel Seçimlerinden sonra Mardin/Nusaybin'de yaklaşık 100 kişiyi "HERKES SOKAKLARA!.. DEMOKRATİK ÖZERK BÖLGELERİMİZİ KORUMAK İÇİN İNSİN, KAYYUMA KARŞI DİRENİŞ!” sloganı ile sokaklara çağırdı.

Çağrı sonucu sokaklara çıkan bu 100 kişi tarafından kamu malına zarar verme, kasten adam yaralama, terör örgütü propagandası yapma gibi birçok suç işlendi.

Bu çağrıyı yapan şüpheli şahıs da terör örgütünün bir hücre evinde, olanları bitenleri takip etti, sokakta hiçbir suça karışmadı.

Ardından kamu güvenliğini tehlikeye atan bu olaylar, kolluk kuvvetleri tarafından bastırıldı. 100 kişinin hepsi gözaltına alındı ve hemen tutuklandı.

Peki "KAYYUMA KARŞI DİRENİŞ!" çağrısını yapan şahsa ne oldu?

O da bir sabah hücre evine yapılan baskın ile gözaltına alındı.

"Örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme” suçu yürürlükten kaldırıldığı için de serbest bırakıldı ve elini kolunu sallayarak tekrar aramıza karıştı.

Söylediklerim bazılarının işine gelmeyebilir, fakat durum tam olarak bu!

İvedi bir şekilde hem TERÖRLE MÜCADELE KANUNU'ndaki hem de TÜRK CEZA KANUNU’ndaki bu boşluk, caydırıcı bir kanun maddesi ile doldurulmalıdır.

Aksi takdirde, bu kanun boşluğu üzerinden terör örgütü PKK/KCK'nın saldırıları, daha da tehlikeli bir hal alacaktır.

Güvenlik kavramı, üç genel başlık altında toplanmaktadır. Bunlar; anayasanın güvenliğini ve milli çıkarların devamını temin etmeyi amaçlayan “milli güvenlik”, bireylerin ve kamu düzeninin korunmasını ve kollanmasını hedefleyen yaşam güvenliği noktasındaki “kamu güvenliği” ve bireylerin günlük yaşamlarını sürdürdükleri alan ve zaman dilimleri içerisindeki emniyeti sağlayan “genel asayiş güvenliği” olarak sıralanmaktadır.

Türkiye'de; kamu yönetimlerince; “kamu güvenliği” kavramı, özellikle terör faaliyetlerinin yoğunlaşmasıyla birlikte terör örgütlerine karşı verilen mücadeleden dolayı, genellikle “iç güvenlik” kavramının karşılığında kullanılmaktadır.

Her neyse, sizi teorik kavramlarla boğmak istemem. Sadece kamu güvenliği hakkında ufak bir anekdot, zihninizde şekillensin istedim.

Son olarak da Anayasa Mahkemesi'nin kamu güvenliğine dair bakış açısından kısa birkaç cümle ile bahsetmek istiyorum.

Kamu güvenliği kavramı; Anayasa Mahkemesi'nin bir kararında; “Uygulayıcıların kişisel görüş ve anlayışlarına göre genişleyebilecek, öznel yorumlara elverişli, bu nedenle de keyfiliğe de varabilecek çeşitli ve aşamalı uygulamalara yol açacak genel kavram” şeklinde belirtilmiş.

Keyfilik kadar zaruriliğe dair de birçok örneğin olduğu Türkiye'de, sadece keyfilik çerçevesinde kamu güvenliğini tanımlamak, kamu güvenliğinin otoritesini zedelemiyor mu sizce de?

Şimdi bu soruyu sordum diye muhtemelen “demokrasi katili” filan ilan edileceğim. Ayrıca, "Demokrasinin, ifade özgürlüğünün olmadığı bir ortamda..." ifadesi ile başlayan bir sürü çakma savunmalar ile herkes kendini Sokrates ilan edecek, biliyorum.

Halbuki Sokrates; toplumsal sorunun, devlette ve yasada değil devleti temsil eden, yasaları uygulayanlarda olduğunu değerlendirir.

Bu sebeple; devlet yönetiminde liyakat ve ehliyet sahibi olmayanların, felsefi bilgelikten yoksun gerçek adaletin anlamını bilmeyen insanların, kent-devletleri yönetemeyeceği ve toplumları mutlu edemeyeceği fikri üzerinden demokrasiyi eleştirmiştir.

Aslında kamu güvenliği, demokrasi önünde bir set değildir. Şayet yasalar, uygulayıcılar tarafından objektif bir şekilde uygulanabilirse kamu güvenliği ve bireysel özgürlük dengesi de sağlanabilirse; toplum, demokrasiyi hissedecektir.

Birey merkezli düşünürken, kamu güvenliğini bir adım geride bıraktığınızda demokrasiye bir katkı sunmuş olmuyorsunuz. Aksine, kamu güvenliği ve birey arasında toplumsal bir denge sağladığınızda tam olarak demokrasiyi ve özgürlüğü sağlamış oluyorsunuz.

Kamu güvenliği sağlanmadan, bireyler hangi özgürlüğü yaşayacak?

Şahsen bu durumu anlayabilmiş değilim.

Örnek verecek olursak; 2015 yılında “hendek” ve “barikatoperasyonlarında, kamu güvenliği sağlanmasaydı bugün Mardin/Nusaybin'de Beyazsu'nun yanında dibek kahvesi içebilecek miydik?

Hakkari/Cilo Yaylası'nda dağcılık ve kamp faaliyetleri düzenlenebilecek miydi?

Şırnak/Kato Dağı'ndaki müzik festivallerine herkes gönül rahatlığıyla katılabilecek miydi?

Terörle mücadele; kamu güvenliğinin zorunlu bir unsurudur. Bu sebeple Anayasa Mahkemesi, terörle mücadeleyi ilgilendiren bireysel başvuruların taleplerini değerlendirirken, ifade ve birey özgürlüğünden ziyade bu zorunlu unsuru göz önünde değerlendirirse daha makul olur diye düşünüyorum.

Ayrıca Anayasa Mahkemesi'ne bu konulardan bireysel başvuru talebinde bulunup, ardından Avrupa ülkelerine siyasi iltica talebinde bulunanlar, gidecekleri ülkelerde kamu güvenliğinin her şeyden ön planda tutulduğunu bilmiyorlar sanırım.

Neyse…

Bizler avukatız hem serbest meslek erbabıyız hem de kamu hizmetini yerine getiriyoruz. Savunma makamını temsil ederken sorgulama gücümüzü, üzerimizdeki cübbeden yani kamu hizmetinden alıyoruz. Anayasa Mahkemesi'nin bu kararını, bir kamu hizmeti görevlisi olarak kendi açımdan sorgulamak istedim.

Saygılarımla...

.

Avukat Ayşenaz Çimen, dikGAZETE.com

ANAYASA MAHKEMESİ'NİN TERÖRLE MÜCADELEYE OLAN BAKIŞ AÇISI NEDİR?

Açıkçası bu sorunun cevabını kendim de alamadım. Kafam oldukça karışık.

Neden derseniz; her ne kadar gündemde pek yer almasa da Anayasa Mahkemesi, geçtiğimiz hafta çok kritik bir karara imza attı.

Türk Ceza Kanunu'ndakiörgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme” suçunu düzenleyen hükmünü iptal etti.

(TCK/220-6) Suça dair ufak bir özet geçecek olursak; örgüt adına suç işleyen kişi, örgütün doğrudan talimatı altında değildir. Ancak, örgütün bu suçu işlenmesini istediğini bilmektedir. Ayrıca, örgüt adına suç işleme suçu ancak silahlı örgütler adına suç işlenmesi halinde olur.

Örgüt, silahlı değilse, örgüt adına suç işleme suçunun hükümleri uygulanamaz.

Silahlı örgüt denildiğinde doğal olarak hepimizin aklına terör örgütleri geliyor.

Ve bu soruyu da sormamız haliyle zaruri oluyor: “Bu karar, FETÖ, PKK ve birçok terör örgütünü ilgilendirecek değil mi? Neden böyle diyorsun avukat hanım” derseniz; belli mi olur yarın bir gün, terör örgütlerinin tanımı falan da değişir, emin olmak istiyorum...

AYM'nin bu kanun maddesini iptal eden kararına devam edelim:

“İlke olarak kişinin, silahlı örgüte üyelikten cezalandırılabilmesi için eylemlerinin sürekliliği, çeşitliliği ve yoğunluğu veya bu özellikler olmasa dahi suçun niteliği ile örgütün amacına ulaşma bakımından ancak örgüt üyeleri tarafından işlenip işlenemeyeceği gözetilmeli; örgütle organik bir bağının bulunduğu ve örgütün hiyerarşik yapısı içinde bilerek ve isteyerek hareket ettiği yeterli bir gerekçeyle gösterilmelidir...”

Başvuru kararlarında, itiraz konusu kuralın, kamu gücünü kullanan organların keyfi davranışlarının önüne geçecek ve kişilerin hukuku bilmelerine yardımcı olacak şekilde erişilebilir ve öngörülebilir olmadığı ileri sürüldü.

Talebi değerlendiren Anayasa Mahkemesi, kararında, itiraza konu kuralın erişilebilir nitelikte kanun hükmü olduğuna, bununla birlikte, kuralın belirli olduğunun söylenebilmesi için uygulamasıyla ortaya çıkacak sonuçların da öngörülebilir olması gerektiğine vurgu yapıldı.

Kararda, kuralın kamu otoritesinin Anayasa ile korunan temel haklara yönelik keyfi müdahalesine karşı koruyucu önlem içerip içermediğinin de belirlenmesi gerektiği ifade edildi.

Yani bu kararla birlikte bireysel özgürlükler, kamu güvenliğinin üstünde tutuldu.

Neyseeee, biraz 'tiyatro' oynayalım ve Anayasa Mahkemesi'nin en son almış olduğu bu karar üzerinden hemen kısa bir 'senaryo' yazalım…

Kamu güvenliğini ikinci plana atalım, bireysel özgürlükleri ön planda tutalım. Aslında hazır senaryo var: Selahattin Demirtaş'ın, 6-7 Ekim Kobane Olayları'na katılım çağrısı, ama biz yine de kendimiz bir senaryo yazalım...

19 yaşında bir erkek şüpheli şahıs düşünün. Pardon, hangi suça göre şüpheli olacak ki vereceğim örnekte?

Neyse...

PKK/KCK silahlı terör örgütü üyesi değil, örgüte henüz yeni katılım sağlamış, herhangi bir terör olayına karışmamış, sabıka kaydı yok, istihbarat, sabotaj ve suikast eğitimini Türkiye sınırları dışındaki Suriye kamplarında tamamlamış…

Kaçak yollarla Türkiye sınırından geçip, Mardin/Nusaybin'de konuşlanmış…

Diyelim ki bu şüpheli şahıs; 2014 Yerel Seçimlerinden sonra Mardin/Nusaybin'de yaklaşık 100 kişiyi "HERKES SOKAKLARA!.. DEMOKRATİK ÖZERK BÖLGELERİMİZİ KORUMAK İÇİN İNSİN, KAYYUMA KARŞI DİRENİŞ!” sloganı ile sokaklara çağırdı.

Çağrı sonucu sokaklara çıkan bu 100 kişi tarafından kamu malına zarar verme, kasten adam yaralama, terör örgütü propagandası yapma gibi birçok suç işlendi.

Bu çağrıyı yapan şüpheli şahıs da terör örgütünün bir hücre evinde, olanları bitenleri takip etti, sokakta hiçbir suça karışmadı.

Ardından kamu güvenliğini tehlikeye atan bu olaylar, kolluk kuvvetleri tarafından bastırıldı. 100 kişinin hepsi gözaltına alındı ve hemen tutuklandı.

Peki "KAYYUMA KARŞI DİRENİŞ!" çağrısını yapan şahsa ne oldu?

O da bir sabah hücre evine yapılan baskın ile gözaltına alındı.

"Örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme” suçu yürürlükten kaldırıldığı için de serbest bırakıldı ve elini kolunu sallayarak tekrar aramıza karıştı.

Söylediklerim bazılarının işine gelmeyebilir, fakat durum tam olarak bu!

İvedi bir şekilde hem TERÖRLE MÜCADELE KANUNU'ndaki hem de TÜRK CEZA KANUNU’ndaki bu boşluk, caydırıcı bir kanun maddesi ile doldurulmalıdır.

Aksi takdirde, bu kanun boşluğu üzerinden terör örgütü PKK/KCK'nın saldırıları, daha da tehlikeli bir hal alacaktır.

Güvenlik kavramı, üç genel başlık altında toplanmaktadır. Bunlar; anayasanın güvenliğini ve milli çıkarların devamını temin etmeyi amaçlayan “milli güvenlik”, bireylerin ve kamu düzeninin korunmasını ve kollanmasını hedefleyen yaşam güvenliği noktasındaki “kamu güvenliği” ve bireylerin günlük yaşamlarını sürdürdükleri alan ve zaman dilimleri içerisindeki emniyeti sağlayan “genel asayiş güvenliği” olarak sıralanmaktadır.

Türkiye'de; kamu yönetimlerince; “kamu güvenliği” kavramı, özellikle terör faaliyetlerinin yoğunlaşmasıyla birlikte terör örgütlerine karşı verilen mücadeleden dolayı, genellikle “iç güvenlik” kavramının karşılığında kullanılmaktadır.

Her neyse, sizi teorik kavramlarla boğmak istemem. Sadece kamu güvenliği hakkında ufak bir anekdot, zihninizde şekillensin istedim.

Son olarak da Anayasa Mahkemesi'nin kamu güvenliğine dair bakış açısından kısa birkaç cümle ile bahsetmek istiyorum.

Kamu güvenliği kavramı; Anayasa Mahkemesi'nin bir kararında; “Uygulayıcıların kişisel görüş ve anlayışlarına göre genişleyebilecek, öznel yorumlara elverişli, bu nedenle de keyfiliğe de varabilecek çeşitli ve aşamalı uygulamalara yol açacak genel kavram” şeklinde belirtilmiş.

Keyfilik kadar zaruriliğe dair de birçok örneğin olduğu Türkiye'de, sadece keyfilik çerçevesinde kamu güvenliğini tanımlamak, kamu güvenliğinin otoritesini zedelemiyor mu sizce de?

Şimdi bu soruyu sordum diye muhtemelen “demokrasi katili” filan ilan edileceğim. Ayrıca, "Demokrasinin, ifade özgürlüğünün olmadığı bir ortamda..." ifadesi ile başlayan bir sürü çakma savunmalar ile herkes kendini Sokrates ilan edecek, biliyorum.

Halbuki Sokrates; toplumsal sorunun, devlette ve yasada değil devleti temsil eden, yasaları uygulayanlarda olduğunu değerlendirir.

Bu sebeple; devlet yönetiminde liyakat ve ehliyet sahibi olmayanların, felsefi bilgelikten yoksun gerçek adaletin anlamını bilmeyen insanların, kent-devletleri yönetemeyeceği ve toplumları mutlu edemeyeceği fikri üzerinden demokrasiyi eleştirmiştir.

Aslında kamu güvenliği, demokrasi önünde bir set değildir. Şayet yasalar, uygulayıcılar tarafından objektif bir şekilde uygulanabilirse kamu güvenliği ve bireysel özgürlük dengesi de sağlanabilirse; toplum, demokrasiyi hissedecektir.

Birey merkezli düşünürken, kamu güvenliğini bir adım geride bıraktığınızda demokrasiye bir katkı sunmuş olmuyorsunuz. Aksine, kamu güvenliği ve birey arasında toplumsal bir denge sağladığınızda tam olarak demokrasiyi ve özgürlüğü sağlamış oluyorsunuz.

Kamu güvenliği sağlanmadan, bireyler hangi özgürlüğü yaşayacak?

Şahsen bu durumu anlayabilmiş değilim.

Örnek verecek olursak; 2015 yılında “hendek” ve “barikatoperasyonlarında, kamu güvenliği sağlanmasaydı bugün Mardin/Nusaybin'de Beyazsu'nun yanında dibek kahvesi içebilecek miydik?

Hakkari/Cilo Yaylası'nda dağcılık ve kamp faaliyetleri düzenlenebilecek miydi?

Şırnak/Kato Dağı'ndaki müzik festivallerine herkes gönül rahatlığıyla katılabilecek miydi?

Terörle mücadele; kamu güvenliğinin zorunlu bir unsurudur. Bu sebeple Anayasa Mahkemesi, terörle mücadeleyi ilgilendiren bireysel başvuruların taleplerini değerlendirirken, ifade ve birey özgürlüğünden ziyade bu zorunlu unsuru göz önünde değerlendirirse daha makul olur diye düşünüyorum.

Ayrıca Anayasa Mahkemesi'ne bu konulardan bireysel başvuru talebinde bulunup, ardından Avrupa ülkelerine siyasi iltica talebinde bulunanlar, gidecekleri ülkelerde kamu güvenliğinin her şeyden ön planda tutulduğunu bilmiyorlar sanırım.

Neyse…

Bizler avukatız hem serbest meslek erbabıyız hem de kamu hizmetini yerine getiriyoruz. Savunma makamını temsil ederken sorgulama gücümüzü, üzerimizdeki cübbeden yani kamu hizmetinden alıyoruz. Anayasa Mahkemesi'nin bu kararını, bir kamu hizmeti görevlisi olarak kendi açımdan sorgulamak istedim.

Saygılarımla...

.

Avukat Ayşenaz Çimen, dikGAZETE.com