Aşı olana bedava esrar!.. Ve ruhun kapanan pencereleri
Aşı olana bedava esrar!.. Ve ruhun kapanan pencereleri
- 09-08-2021 10:22
- 920
- 09-08-2021 10:22
- 920
Yazımızın başlığı sizi yanıltmasın. Bu yazı bir “aşı karşıtlığı” ya da “aşı savunması” içermiyor. Fakat konumuzla oldukça alakalı. Çünkü konumuz:
Zayıflayan Duyular Ve Duyarlılıklar.
İnsana var olduğunu hissettiren duyuları, Antik filozoflar “ruhun pencereleri” olarak tanımlamışlar. Hepsi çok önemli olmakla birlikte, bilimsel açıklamalarda dokunma duyumuzun, görme, tatma, duyma ve koklama duyularımızdan daha önemli olduğu belirtiliyor.
Gerçekliği hissetmemizi de en çok sağlayan bu duyumuz. Çünkü; gördüğümüz ve duyduğumuz bir ateşin gerçekliğini, acısını ve ağrısını ancak dokunduğumuzda tam anlamıyla hissedebiliyoruz.
İçinde bulunduğumuz dijital çağda internet ve sosyal medyanın da etkisi ile sadece dokunma duyumuz değil ruhun bütün pencereleri kapanma tehlikesi ile karşı karşıya. Diğer bir ifade ile insanın beş duyusu her geçen gün daha da zayıflamakta.
ABD’de bir kaç eyaletin pandemi sürecinde özellikle gençleri aşıya teşvik etmek için “aşı olanlara bedava esrar ve bedava bira” vadettiğine dair haberi geçen hafta “tr.euronews.com" adresinden okuduğumda, uygulamanın çok rağbet görmesine ve gençler için hayatlarının odağındaki tek şeyin eğlence olmasına o toplumlar adına üzülmüştüm.
Bir genci teşvik etmek için ona esrar ve bira vermek, o genci eğlenmekten başka hiçbir şeyin motive edemediğini gösteriyordu.
Bu durumda dünyanın başına gelen bunca kötülüklerin, doğadaki canlılara ve insanlara yönelik katliamların ve çözüm bekleyen sorunların, “esrar ve bira karşılığı aşı olacak” kişinin umurunda olmayacağı acı bir gerçekti.
Fakat aynı gün okuduğum, ülkemizdeki bir lisede iki öğrenci tarafından işlenen “okul müdürü cinayeti” için, Milli Eğitim Müfettişinin hazırladığı “Duygusuz Nesil Tehlikesi”ne dikkat çeken rapor, bana kendi ülkem ve gençlerimiz için daha çok üzülmem ve bu konuya eğilmem gerektiğini hatırlattı.
Yazımızın sonunda kısa bir özetine yer verdiğim bu rapor, 2018 tarihli.
A. Ali Ural’ın bazı gazete haberleri üzerinden, insanoğlunun insanlık serüvenine dair çarpıcı değerlendirmelerde bulunduğu “Makyaj Yapan Ölüler” kitabında, 2004 yılında okuduğum ve unutamadığım “Acı Duymayan Çocuk” başlıklı bir yazı var.
Bir çocuğu, çok ağladığı için doktora götürmek alışıldık bir şeydir fakat çocuğu hiç ağlamadığı için doktora götüren bir anne var bu yazıda.
Doktor, test ve tahlillerden sonra ismi bile ürkütücü olan ve tedavisi olmayan hastalığı açıklıyor: Beşinci Tip Kalıtsal Duyusal Otonom Nöropati. Olay gerçek, yer ABD, çocuk 3 yaşında ve ismi Gabby Gingras. Düştüğünde ağlamıyor, acı duymuyor ve beynine ağrı sinyali gitmediği için kendine zarar veriyor.
Elini, yanan sobanın üzerine koyduğunda annesinin duyduğu et kokusu ile yanmaktan kurtuluyor çocuk.
Beynin ağrı sinyalini alabilmesi ve kişinin ağrı duyabilmesinin ne büyük bir nimet olduğuna atıf yaparak sesleniyor yazar:
“Ey kutsal ağrı!
Saklandığın yerden çık! Yalnız kendimizi değil, çevremizi de yakıp yıkıyoruz!
Biz acı duymayanlar ahalisi, akan kanımızı boş gözlerle, bir nehir gibi seyrediyor, kopan ayağımıza vitrinlerden ayakkabı beğeniyoruz.”
2018 yılında İzmir Ödemiş Kaymakçı Çok Programlı Lisesi Müdürü Ayhan Kökmen iki öğrencisi tarafından öldürüldü. Bu olayın aydınlatılması için görevlendirilen müfettiş Doğan Ceylan’ın okuyanı sarsacak tespitler içeren raporu özetle şöyle:
“Hayatın gerçeklerinden habersiz, duygusuz ve bencil bir nesil geliyor. Şehitler için gözyaşı döken kendi ana babalarını anlamıyorlar. Başkalarının çocukları için ağlamaya anlam veremiyorlar. Yanı başımızdaki savaşlar, acı çeken çocuklar, ölen on binlerce insan onları hiç ilgilendirmiyor.
Tüm acı gerçekleri çizgi film tadında izliyorlar ve yürekleri hiç acımıyor.
Hayatlarının odağındaki tek şey eğlenmek. Eğlenemedikleri tüm zamanları kendilerine bir işkence olarak görüyorlar. Kendileri için yapılan fedakarlıkların hiç farkında değiller.
…
Kıymet bilmiyorlar ve vefasızlar. Herkesi kendilerine hizmet etmek için yaratılmış görüyorlar. İnsanlara verdikleri değer onların isteklerini yerine getirdikleri oranda.
Hayatlarında eğlenmekten başka amaç olmadığı için artık tek eğlence kaynağına dönüşmüş telefon ve tabletleri elinden alındığında dünyanın sonunun geldiğini zannediyorlar.
…
Çocuklar hayattan bihaber.
Açlık nedir bilmiyorlar, yedikleri önlerinde yemedikleri arkalarında, acıkmalarına fırsat bile vermiyoruz.
Hiç susuz kalmamışlar.
Üç adımlık yolda bile susarlar diye yanımızda içecek taşıyoruz. Üşümesinler, yağmurda ıslanmasınlar, yürümesinler, yorulmasınlar, yokluk nedir bilmesinler istiyoruz ve bunun için kendimizi paralıyoruz.
Varlığın kıymetini anlamalarına imkan vermiyoruz. Daha istemeden her şeyi önlerine sunuyoruz.
Çocuklar hissetmiyor yaşamı.
Açlığı bilmedikleri için açlara acımıyor, üşümek nedir bilmedikleri için sokaktaki evsizleri umursamıyor. Müdahale edilmezse gelecek iyi şeyler getirmeyecek ülkemize.
Bu sorunu devlet derinden hissetmeli. Bu sorunun çözümü için çalıştaylar düzenlenmeli. Okulların duygu eğitimi konusunda rolleri arttırılmalı.”
Müfettişin tespitlerine katılmamak mümkün değil.
Kendisi yokluk görmüş ve belki de bu yüzden ayakları yere sağlam basan bireyler olarak yetişmiş olan bizim nesil, “çocuklarımız yokluk çekmesin” diyerek farkında olmadan onların, ayakları yere değmeyen ve hayatlarının odağında eğlence olan bireyler olmasına neden olduk.
Üstelik “GDO’lu” gıdalarla -Genetiği Değiştirilmiş Organizmalarla- besledik hem kendimizi hem onları. Dolayısı ile bizim de ruhumuzun pencereleri her gün biraz daha kapanmakta.
Artık iyi duyamıyor, iyi göremiyor, iyi tat ve koku alamıyoruz.
Ferasetimizi ve basiretimizi her gün biraz daha kaybetmekteyiz. “Gözleri var görmez, kulakları var duymaz, kalbi var hissetmezler”den olma tehlikesi yanı başımızda. Bu tehlikenin farkında olan A. ALİ URAL tekrar sesleniyor:
“Ey kutsal ağrı, sor: En son ne zaman ağladık! Her gün ama her gün gazetelerimizin sayfalarını (ekranları) yakmayan o soğuk ateşlerle, bedenimizin ve ruhumuzun duyarlılığını nasıl da kundakladık! Artık hiçbir cinnet, cinayet, gasp, tecavüz ve işkence etkilemiyor bizi. Komşumuzun evinden yükselen alevler dokunmuyor evlerimize ve hiçbir haksızlık gözümüzden bir damla yaş çıkartamıyor!”
.
Hüseyin Burak Uçar, dikGAZETE.com
Yazımızın başlığı sizi yanıltmasın. Bu yazı bir “aşı karşıtlığı” ya da “aşı savunması” içermiyor. Fakat konumuzla oldukça alakalı. Çünkü konumuz:
Zayıflayan Duyular Ve Duyarlılıklar.
İnsana var olduğunu hissettiren duyuları, Antik filozoflar “ruhun pencereleri” olarak tanımlamışlar. Hepsi çok önemli olmakla birlikte, bilimsel açıklamalarda dokunma duyumuzun, görme, tatma, duyma ve koklama duyularımızdan daha önemli olduğu belirtiliyor.
Gerçekliği hissetmemizi de en çok sağlayan bu duyumuz. Çünkü; gördüğümüz ve duyduğumuz bir ateşin gerçekliğini, acısını ve ağrısını ancak dokunduğumuzda tam anlamıyla hissedebiliyoruz.
İçinde bulunduğumuz dijital çağda internet ve sosyal medyanın da etkisi ile sadece dokunma duyumuz değil ruhun bütün pencereleri kapanma tehlikesi ile karşı karşıya. Diğer bir ifade ile insanın beş duyusu her geçen gün daha da zayıflamakta.
ABD’de bir kaç eyaletin pandemi sürecinde özellikle gençleri aşıya teşvik etmek için “aşı olanlara bedava esrar ve bedava bira” vadettiğine dair haberi geçen hafta “tr.euronews.com" adresinden okuduğumda, uygulamanın çok rağbet görmesine ve gençler için hayatlarının odağındaki tek şeyin eğlence olmasına o toplumlar adına üzülmüştüm.
Bir genci teşvik etmek için ona esrar ve bira vermek, o genci eğlenmekten başka hiçbir şeyin motive edemediğini gösteriyordu.
Bu durumda dünyanın başına gelen bunca kötülüklerin, doğadaki canlılara ve insanlara yönelik katliamların ve çözüm bekleyen sorunların, “esrar ve bira karşılığı aşı olacak” kişinin umurunda olmayacağı acı bir gerçekti.
Fakat aynı gün okuduğum, ülkemizdeki bir lisede iki öğrenci tarafından işlenen “okul müdürü cinayeti” için, Milli Eğitim Müfettişinin hazırladığı “Duygusuz Nesil Tehlikesi”ne dikkat çeken rapor, bana kendi ülkem ve gençlerimiz için daha çok üzülmem ve bu konuya eğilmem gerektiğini hatırlattı.
Yazımızın sonunda kısa bir özetine yer verdiğim bu rapor, 2018 tarihli.
A. Ali Ural’ın bazı gazete haberleri üzerinden, insanoğlunun insanlık serüvenine dair çarpıcı değerlendirmelerde bulunduğu “Makyaj Yapan Ölüler” kitabında, 2004 yılında okuduğum ve unutamadığım “Acı Duymayan Çocuk” başlıklı bir yazı var.
Bir çocuğu, çok ağladığı için doktora götürmek alışıldık bir şeydir fakat çocuğu hiç ağlamadığı için doktora götüren bir anne var bu yazıda.
Doktor, test ve tahlillerden sonra ismi bile ürkütücü olan ve tedavisi olmayan hastalığı açıklıyor: Beşinci Tip Kalıtsal Duyusal Otonom Nöropati. Olay gerçek, yer ABD, çocuk 3 yaşında ve ismi Gabby Gingras. Düştüğünde ağlamıyor, acı duymuyor ve beynine ağrı sinyali gitmediği için kendine zarar veriyor.
Elini, yanan sobanın üzerine koyduğunda annesinin duyduğu et kokusu ile yanmaktan kurtuluyor çocuk.
Beynin ağrı sinyalini alabilmesi ve kişinin ağrı duyabilmesinin ne büyük bir nimet olduğuna atıf yaparak sesleniyor yazar:
“Ey kutsal ağrı!
Saklandığın yerden çık! Yalnız kendimizi değil, çevremizi de yakıp yıkıyoruz!
Biz acı duymayanlar ahalisi, akan kanımızı boş gözlerle, bir nehir gibi seyrediyor, kopan ayağımıza vitrinlerden ayakkabı beğeniyoruz.”
2018 yılında İzmir Ödemiş Kaymakçı Çok Programlı Lisesi Müdürü Ayhan Kökmen iki öğrencisi tarafından öldürüldü. Bu olayın aydınlatılması için görevlendirilen müfettiş Doğan Ceylan’ın okuyanı sarsacak tespitler içeren raporu özetle şöyle:
“Hayatın gerçeklerinden habersiz, duygusuz ve bencil bir nesil geliyor. Şehitler için gözyaşı döken kendi ana babalarını anlamıyorlar. Başkalarının çocukları için ağlamaya anlam veremiyorlar. Yanı başımızdaki savaşlar, acı çeken çocuklar, ölen on binlerce insan onları hiç ilgilendirmiyor.
Tüm acı gerçekleri çizgi film tadında izliyorlar ve yürekleri hiç acımıyor.
Hayatlarının odağındaki tek şey eğlenmek. Eğlenemedikleri tüm zamanları kendilerine bir işkence olarak görüyorlar. Kendileri için yapılan fedakarlıkların hiç farkında değiller.
…
Kıymet bilmiyorlar ve vefasızlar. Herkesi kendilerine hizmet etmek için yaratılmış görüyorlar. İnsanlara verdikleri değer onların isteklerini yerine getirdikleri oranda.
Hayatlarında eğlenmekten başka amaç olmadığı için artık tek eğlence kaynağına dönüşmüş telefon ve tabletleri elinden alındığında dünyanın sonunun geldiğini zannediyorlar.
…
Çocuklar hayattan bihaber.
Açlık nedir bilmiyorlar, yedikleri önlerinde yemedikleri arkalarında, acıkmalarına fırsat bile vermiyoruz.
Hiç susuz kalmamışlar.
Üç adımlık yolda bile susarlar diye yanımızda içecek taşıyoruz. Üşümesinler, yağmurda ıslanmasınlar, yürümesinler, yorulmasınlar, yokluk nedir bilmesinler istiyoruz ve bunun için kendimizi paralıyoruz.
Varlığın kıymetini anlamalarına imkan vermiyoruz. Daha istemeden her şeyi önlerine sunuyoruz.
Çocuklar hissetmiyor yaşamı.
Açlığı bilmedikleri için açlara acımıyor, üşümek nedir bilmedikleri için sokaktaki evsizleri umursamıyor. Müdahale edilmezse gelecek iyi şeyler getirmeyecek ülkemize.
Bu sorunu devlet derinden hissetmeli. Bu sorunun çözümü için çalıştaylar düzenlenmeli. Okulların duygu eğitimi konusunda rolleri arttırılmalı.”
Müfettişin tespitlerine katılmamak mümkün değil.
Kendisi yokluk görmüş ve belki de bu yüzden ayakları yere sağlam basan bireyler olarak yetişmiş olan bizim nesil, “çocuklarımız yokluk çekmesin” diyerek farkında olmadan onların, ayakları yere değmeyen ve hayatlarının odağında eğlence olan bireyler olmasına neden olduk.
Üstelik “GDO’lu” gıdalarla -Genetiği Değiştirilmiş Organizmalarla- besledik hem kendimizi hem onları. Dolayısı ile bizim de ruhumuzun pencereleri her gün biraz daha kapanmakta.
Artık iyi duyamıyor, iyi göremiyor, iyi tat ve koku alamıyoruz.
Ferasetimizi ve basiretimizi her gün biraz daha kaybetmekteyiz. “Gözleri var görmez, kulakları var duymaz, kalbi var hissetmezler”den olma tehlikesi yanı başımızda. Bu tehlikenin farkında olan A. ALİ URAL tekrar sesleniyor:
“Ey kutsal ağrı, sor: En son ne zaman ağladık! Her gün ama her gün gazetelerimizin sayfalarını (ekranları) yakmayan o soğuk ateşlerle, bedenimizin ve ruhumuzun duyarlılığını nasıl da kundakladık! Artık hiçbir cinnet, cinayet, gasp, tecavüz ve işkence etkilemiyor bizi. Komşumuzun evinden yükselen alevler dokunmuyor evlerimize ve hiçbir haksızlık gözümüzden bir damla yaş çıkartamıyor!”
.
Hüseyin Burak Uçar, dikGAZETE.com