‘Büyük yalan çöktü’ makalesi üzerine…

‘Büyük yalan çöktü’ makalesi üzerine…

‘Büyük yalan çöktü’ makalesi üzerine… ‘Büyük yalan çöktü’ makalesi üzerine…

Türk Solu”nda, “Bayraktar'la Gizlenmek İstenen Savunma Sanayinde Küme Düştük” (*) başlıklı bir makale yayınlandı; Ali Özsoy imzasıyla, 18 Mart 2022 tarihli bu yazıda; Türk savunma sanayinin geride kaldığını, Bayraktar, SİHA ve türevi cihazların aşırı derecede iktidar medyasına bağlı unsurlar tarafından övüldüğü, aslında Türk savunma sanayinin hiç de öyle göründüğü gibi olmadığı ve geri kaldığı ifade edilmektedir.

Bu fikir ne derece doğrudur?

“SIPRI” kaynaklarını kullanarak ifade ettikleri (İDDİA ETTİKLERİ) tablolar ne kadar gerçeği yansıtıyor, ne kadar çarpıtılmıştır, bunu ortaya koyacağız.

Türkiye, müttefikleri tarafından ihanete uğramıştır.  F-16’lar yenilenmediği -F35 alamadığı için Türk muharip savaş filosu gücünü korumakta zaafa düşmüştür. (Bu durum, İsrail lobisinin tesiri ile meydana gelmiştir. Yazar bunu söylemekten kaçınmış, sanki suç Türkiye’den kaynaklanıyormuş gibi bir intibaa vermiştir.) Lüzumsuz yere parasını S-400’e kaptırarak bunları da kurmamak suretiyle savunma sanayinde ve savunma gücünde önemli ölçüde zafiyet meydana getirildiği iddia edilmektedir.

SIPRI”, Merkezi İsveç’te bulunan SIPRI (Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü) kaynaklarını kastederek Türkiye’nin savunma sanayinde geri kaldığı ifade edilmektedir. Bu fikir ne derece doğrudur, onun analizine geçelim: Türkiye, 2000 öncesi tarihlerde savunma ihtiyaçlarının ancak 25'ini iç kaynaklardan tedarik edebiliyordu. Hâlbuki şimdi bu oran 70 civarına geldiği hatta bunun önümüzdeki 10 yıl içerisinde 95 -100’lere varacağı ifade edilmektedir.

2000'den önce Türk savunma sanayi, ihtiyacın ne kadarını iç kaynaklardan karşılıyordu, bugün durum nedir, bu konuda rakam vermeden eleştiri yapılmıştır.

Ordu dikimevlerinde askeri kıyafet, palaska, şapka ve postal başka bir tedarik zincirinin bulunmadığı 2000’li yıllardan söz ediyoruz.

Ordunun yiyecek ve içecek ihtiyacı yurtiçi kaynaklardan karşılanıyordu.

İç kaynaklardan tedarik ettiğimiz silah ve malzemelere baktığımız zaman, silah üretiminin sadece tüfek ve tabancadan ibaret olduğunu üzülerek görürsünüz.

O tarihlerde Türk harp endüstrisi yani MKE (Makine Kimya Endüstrisi) mermi, fişek ve barut üretiyordu.

Hâlbuki Türkiye, ne Amerika'nın verdiği uçakların büyük çaplı bombalarını yapabiliyordu, ne zırhlı araçları yapabiliyordu, ne zırhlı personel taşıyıcı yapabiliyor, ne hava savunma silahları, ne de İHA- SİHA dediğimiz unsurları yapabiliyordu!

Hiçbirini yapamıyordu.

Yani, bu “makale”, nasıl bir mantıkla yazılmış anlamak mümkün değil?

Şöyle bir çerçevede bir tenkit yapsa kabul ederiz:

Türkiye’nin nükleer silahları olmalı, yapmalı, Türkiye kapsamlı bir hava savunma sistemi kurmalı, niçin şehirlerimiz korunamıyor?

Niçin alçak, orta ve yüksek irtifa hava savunma sistemimiz yoktur? Türkiye kendi uçaklarını en kısa zamanda modernize edip yenileyerek milli imkânlarla uçak yapmalı, Türkiye’nin uzun menzilli balistik füzeleri olmalı, uçak gemileri olmalı, Türkiye’de nükleer harp başlıkları ve bunların atma vasıtalarını yapmalı” dese idi…

O zaman bu tenkidi ciddiye almak gerekirdi.

O zaman diyeceğiz ki “adamlar haklı, yapılması gereken çok iş var”.

Ama adam kalkmış 2000 öncesi yılların savunmasının daha üstün olduğunu övüyor-söylüyor:

Levazım hizmetleri dışında kendi kendine yeterliliği olmayan bir savunma sanayini, “2000 öncesi daha iyi idi” diye anlatmak akıllara ziyan paronoyadır. 

Türk şirketleri savunma sanayinde, 2009'a kadar, SIPRI raporlarında da belirtildiği gibi ilk 100’deki en büyük ihracat yapan savunma şirketleri içerisinde yer almamaktadır.

İlk defa 2010 yılından itibaren ASELSAN yer almıştır.

İlk 100 firma içerisinde 92. sırada, 2012'ye gelindiği zaman ASELSAN 91. sırada, 2014'te ASELSAN 95. sırada, 2016'da ASELSAN 86. sırada, 2018'de ASELSAN 61. sırada, 2019'da ASELSAN 75. sırada, 2020'de ASELSAN 51. sırada yer almıştır.

Türk Solu Dergisi”nin yayınladığı “Türkiye silah ihracatında geriliyor” sözü bir defa SIPRI’nin yayınladığı belge ile aşağıda linkini vereceğim “exsel belgesi” (**) ile yalanlanmaktadır.

Niçin kaynak gösterdikleri belgeyi çarpıtıyorlar anlamak mümkün değil?!

Yazıda, “Türkiye harp sanayinde ilerlemiyor, ilerlemekte ilgili bir şey yapmadı” deniyor, kaldı ki Türkiye, kendi iç ihtiyacını karşıladıktan sonra ihracata başlayabilir, yapılan da budur.

ABD’nin silah ihracatına baktığımızda Kongre’nin onaylamadığı ülkelere silah ve malzeme satılmamakta, aksine ambargo uygulanmaktadır.

SIPRI’nin yayınladığı belgelere bakıldığında Türkiye’nin savaş sanayi ihracatının 2010 yılından itibaren kademe kademe yükseldiği görülmektedir.

Günümüzde bu rakam, 3 milyar doları aşmış durumdadır.

Türkiye'nin hava ve deniz gücü açısından zaafa düştüğü noktasındaki tenkit mesnetsiz ve yanlıştır.

Türkiye, F-35 projesine 2000’li yıllarda ortak oldu.

Milli savunmasını güçlendirmek için hava taarruz gücü ile birlikte ülke sathının hava saldırılarına karşı korunmasını temin için alçak ve orta irtifa hava savunma sistemleri yapmaya karar verdi.

Türkiye'nin bu tutumuna karşı, İsrail Devleti ve ABD’deki İsrail lobisi çok rahatsız oldu. 

Türkiye’yi her alanda engellemeye karar verdiler.

Türkiye, hava savunma füze imalatı için Çin ile görüşmeye başladı, ABD, Türkiye ve Çin’i tehdit etti, ortak üretimden vazgeçildi.

İsrail lobisi, Türkiye’yi cezalandırmak için fırsat aradı.

Türkiye, hem hava taarruz gücünü hem hava savunma gücünü geliştirmek için milli çalışma başlattı, acil ihtiyaçlar için Rusya’dan S-400’leri aldı.

Bu sırada Yahudi lobisinin eline fırsat geçti Türkiye’yi cezalandırmaya karar verdiler.

S-400’ler NATO sistemleriyle uyumsuz, NATO ülkeleri kafalarına göre silah alamazlar, Rusya hasım güçtür!..” gibi bahaneler ileri sürdüler,

Türkiye’yi kısmi CAATSA yaptırımlarına maruz bıraktılar, F-35 programından çıkarttılar.

Ambargo koydular.

2000’li yılların başına kadar, Türkiye'ye12,7’lik makineli tüfek”ten başka doğru dürüst bir hava savunma silahı veya füzesi verilmemişti,

Türkiye’nin tavanı delikti.

Böyle bir durumda, kendi alçak ve orta irtifa hava savunma silahlarını, Hisar serisi hava savunma silahlarını yapmaya başladı.

Türkiye, “Amerika Birleşik Devletleri uçak vermiyor” diye kendi milli muharip uçağını yapmaya karar verdi.

Türkiye, milli silahlanma programını terk etmiş değil, aksine politik davranarak, ABD’nin husumetini çekmeden milli gayesini gerçekleştirmeye çalışıyor.

Genel olarak Türkiye, 2000-2020 arasını kapsayan bu dönemde, uçak gemisi sayılabilecek nitelikte Anadolu Çıkartma Gemisini yaptı.

Muhtelif boyutlarda hücumbot ve denizaltı yaptı.

Uçakların atma vasıtalarını, seyir füzelerini ve menzillerini, vuruş kabiliyetlerini geliştirdi.

ABD’nin mühimmat tekelinden kurtulmak için bunlar yapıldı.

Her türlü zırhlı araç ve bunların personel taşıyıcıları imal edildi.  F-16’ların modernizasyonu için blok 70’ler verilmediği için Milli Muharip uçağın 2023’de uçurulması ve 2027’den itibaren TSK’nın envanterine girmesi için proje hızlandırıldı.

Uzay araştırmaları programı çerçevesinde Ay’a sert iniş yapacak füze projesi geliştirildi.

Bunun manası nedir?

Türkiye, uzun menzilli balistik füze yapacak imkân kabiliyete ulaşacaktır.

70 yıl boyunca Türk uçak sanayiini ortadan kaldıran masonik- Siyonist çevreleri suçlamak yerine “Türk savunma gücü son 10 yılda zaafa uğradı” demek hezeyandır.

İsrail lobisi şu anda Türkiye'ye karşı düşmanca davrandığı ve silah verilmesini istemediği için ABD’ye ambargo uygulatıyorlar.

Soğuk Savaş döneminde Rusya’ya karşı savunma amaçlı verdikleri silah ve araçlar, doğru dürüst çalışmaz ve yürümezdi.

Iskartaya çıkarttıkları silahları Türkiye’ye veriyorlardı.

O dönem, Türkiye’nin güçlü bir savunma gücü vardı” diyorsanız, ya ahmaksınız ya da savunmanın ne demek olduğunu cehalet seviyesinde bile bilmiyorsunuz demektir.

Soğuk Savaş döneminde, ABD’nin verdiği silahlar, Türk hava savunmasını, Türk Ordusunun caydırıcı gücünü artırmayı değil, aslında dışarıya karşı bağımsız savaş yapabilecek kapasitede bir Ordu kurmayı değil; Amerika'nın- batının sözünü dinleyecek bağımlı bir ordu ve kendi halkını baskı altına alacak, darbelerle milleti tehdit eden bir silahlı güç sistemi tasarlanmıştır.

Anılan makalede, örnek verilirken, aşağıda linki verilen site esas alınarak (SIPRI) yalan yanlış bilgiler verilmektedir.

Ya rakamları bilinçli olarak çarpıtıldı ya da tablo nasıl okunur, bu konu yazar tarafından bilinmemektedir.

SIPRI’nin sitesine girip baktığımız zaman durumun yazarın anlattığı gibi olmadığını görürsünüz.

Türkiye, dünya silah ihracatında 2010 yılından sonra ortaya çıkıyor.

Pay almaya başlıyor.

-2002–20 için SIPRI İlk 100 Verileri (Excel)-

-2002–20 için SIPRI İlk 100 için toplam silah satışlarına ilişkin veriler (Excel) (**)

Orada yayınlanan “excel tabloları” (**) bunlardır.

Neden rakamları yanlış okunmuş veya ters okumuş veya okuyamamış, yalan beyanlarda bulunmuştur.

Başkaları bu belgelere bakamaz mı sanmıştır?

Bunu bilmiyoruz!

2010 öncesinde Türkiye'nin silah ihracatı diye bir şey yok, ASELSAN bile sırada yoktur. ABD ve İsrail Yahudi firması var, ondan sonra İngiliz, Fransız, Güney Kore, Kanada, Japonya, Rusya, Hindistan firmaları ağırlıkla silah imalatı ve ihracatı yapıyorlar, Türkiye'nin bu sahaya girmesi 2010 yılından sonra başlıyor. 

2000’li yıllardan sonra AK Parti'nin iktidara geldiğinden itibaren savunma harcamalarının (GSMH) gayri safi milli hâsıla içerisindeki payının düşürülmesinin sebebi şudur:

Daha önceden batıdan alınan bir silah diğerinin 5 misli fiyatla tank, top, uçak, alet edevat alıyorduk. Türkiye’nin savunma harcamaları içindeki payın en büyüğünü silah alımları ve bunların modernizasyonu meydana getiriyordu. Yerli imalat başlayınca bu pay düştü. Silah ve malzemelerin birçoğu Türkiye'de yerli imkânlarla yapıldığı için bunların fiyatları beşte biri miktarına düştüğü için savunma harcamaları nispi olarak düşmüş görünüyor. Ancak savaşan teknik ordu kapsamında muazzam ilerlemeler sağlanıyor.

Silahlar, sayı, menzil, vuruş, çalışma kabiliyeti, hareket siyası, basitlik ve kolay kullanım açısından son derece geliştirilmiştir.  Ordu'nun hareket kabiliyeti vuruş yeteneği bizim subaylık yaptığımız döneme nispetle en az 5 kat artmış durumda ve araçları istenen yere gidebilecek durumda yüksek menzilli 1000 kilometre 1500 kilometre yol yapacak kapasiteye getirilmiştir.

Gene bu yazıda, yalan yanlış olarak yazılan konulardan bir tanesi de “Türkiye'nin ihracatı 380 milyon dolar oldu” diyor, 2021 yılı için…

Türkiye'nin ihracatının 225 milyon dolar olduğu ve sadece dünya silah ihracatının binde biri oranında bile olmayan bir miktar ihracat yapıyoruz” diyor.

Hâlbuki sadece “bir numaralı exsel tablosu”na baktığınızda ASELSAN’ın bile o rakamların çok üstünde ihracat yaptığı görülmektedir.

O tabloya bakıldığı zaman 2020 yılında sadece ASELSAN'ın ihracatı 2 milyar 200 milyon dolar, 2021 senesinde Türkiye'nin diğer firmalarla birlikte İHA- SİHA veya diğer malzeme satışları ile birlikte 3 milyar doları geçmiş olduğu görülür.

Savunma ihracatı sıfırdan 0,7 orana çıkmıştır.

Bu yeterli mi, tabii ki değil, bu oran (ihracat içindeki pay) 10’ları aşmalıdır.

Bütün İslam ülkeleri teşkilat malzeme kadrolarını (TMK) Türk malı silah ile donatmalıdır.

Bu durumda, neden böyle bir yalan yanlış bir yola başvurduklarını SIPRI belgeleri ortadayken, rakamları neden bu kadar çarpıttıklarını anlamış değilim?

Yazar, her halde “hiç kimse tablolara bakmaz” diye düşünmüş olabilir.(!)

Türkiye'nin Bayraktar haricinde İHA ve SİHA üretimi var, araç üretimi var, ağır silah üretimi var, tanksavar silah üretimi var, hava savunma silahları üretimi var.

Tablolara baktığınızda 2000’den 2021’e kadar satılan her malzemenin artığını tablolardan net bir şekilde görebiliyorsunuz, neden rakamlar ve tablolar çarpıtılmaktadır?

Kendilerine, yayınladıkları tabloya tekrar bakmalarını tavsiye ederiz.

Evet, Türkiye, Bayraktar'ın haricinde ANKA, Vestel ve diğer hava savunma ve keşif için silah ve malzemeleri yaptı, yapıyor. Ancak ANKA, daha üstün bir İHA olmasına rağmen belki Bayraktar biraz daha fazla reklam yaparak kendisini tanıttı, Türkiye, belki de teknik sırları korumak için ANKA’nın ihracatını yapmak istememiş olabilir.

İHA ve SİHA ile bir muharip savaş uçağını karşılaştırmak mukayese etmek akıllara ziyan bir konudur.

Çünkü birisi taktik seviyede keşif uçuşu yapar, vuruş yapar. Muharip uçak, kitle halinde kullanıldığında stratejik harekât yapar.

İHA- SİHA nokta hedeflerine taarruz eder ve atış yapar, uzun süreli keşif uçuşları yapar araziyi tarar. Gözetleme yapar, aynı şeyi F -16 ile yaparsanız maliyeti artar, astarı yüzünü geçer.  F -16, 3000 kilometre yol gider. (1500 kilometre gider 1500 kilometre gelir) Ağır mühimmat yükü taşır, büyük çaplı tahrip görevlerini yerine getirir.

Muharip uçaklar, havada en fazla bir -iki saat kalır.

İHA-SİHA 24 saat uçabilir.

Her silahın taktik kullanımı, maliyeti, görevi farklıdır.

İHA-SİHA’ya dayalı bir hava kuvveti kuramazsınız ama onlarsız tam fonksiyonlu bir hava gücü meydana getiremezsiniz.

Her silah, taktik ve teknik kullanımına göre değer kazanır.

Piyade tüfeği, ateş gücü itibariyle füzeye eşdeğer değildir.

Bu “piyade silahına lüzum kalmamıştır” anlamına gelmez.

Tabiatta karıncadan, kelebeğe, çekirgeden, ata, tavuğa, domuza, aslana, balığa yani her türlü canlıya rastlıyoruz.

Herkesin bir işi bir görevi bir fonksiyonu var.

Muharebe alanı da böyledir, fonksiyonel bütünlük arz eder.

Her türlü silaha ve teşkilata ihtiyaç vardır.

Kaldı ki muharebe gücünün en önemli test sahası muharebe ve harekât alanıdır:

Türk ordusunun kabiliyetini; Fırat Kalkanı, Barış Pınarı, Zeytin Dalı harekâtlarında gördük. Karabağ’ın alınmasında Azerbaycan Ordusunun kazandığı zafer bu durumu perçinledi. Buna rağmen, “Türk savunma sanayi gerilemiştir” demek hezeyandır.;

Türkiye, F -35 projesine ortak olduğu zaman 10-15 milyar dolar para kazanacağını düşünüyordu” ifadesinin ne manaya geldiğini anlayamadım. 

Eğer “Yahudiler bu parayı sana yedirmez” manasında söylüyorsa bu ifadeye yazıklar olsun derim.

Türkiye, F-35 proje ve taahhütlerinden kendisi vazgeçmedi ki; Yahudi lobisi, ABD’yi kışkırtarak çıkarttı. 

Türkiye, F -35 pilot kursuna pilot gönderdi, teknik personel gönderdi, orada eğitimleri tamamlandı, ondan sonra kursiyerleri geri gönderdiler, uçakları vermediler.

Bahane olarak da “S-400’leri Rusya'dan neden aldınız”, dediler.

S-400 hava savunma silahı ile F- 35'in bir bağlantısı yoktur.  Yani onun görevi ayrı onun görevi ayrıdır. 

S-400 bir hava savunma silahıdır, taarruz silahı değildir. Savunma gücünü artırır.

O zaman şu sonuç ortaya çıkıyor, müttefikler Türkiye’nin tavanının açık olmasını istiyorlar, Türkiye’nin zaafa düşmesini istiyorlar. Nitekim Türkiye, müttefiklerden Petriot istedi vermediler, Çin’den hava savunma silahı almak istedi bırakmadılar, yaptırmadılar.

Muharip uçakları, hava savunma görevlerinde kullanırsanız gücü israf edersiniz.

Etkili bir muharebe gücü için tesirli bir hava savunması şarttır.

Düşmanın hava meydanlarını vuramaması için hava savunma kalkanına ihtiyaç vardır. 

Kendi şehirlerini, ana vatan topraklarını, önemli sanayi tesislerini koruyabilmesi için bir ülkenin hava savunma kalkanına acil ihtiyacı vardır.

Amerika'dan müttefiklerinden istiyorsun, verilmiyor.

Parasıyla kiraladığımız Petriotleri tam ihtiyaç anında topladı götürdüler.

İspanya’dan, Hollanda’dan kiraladığımız Petriot taburları bir iş yapmadan geldi, gitti. Hani bir laf var; “el şeyi ile gerdeğe girilmez” diye…

Makalede geçen, “F-35’in maliyeti 10 yıllık silah ihracatının üstündedir” (fazla) sözü akıllara ziyan mantıksız bir ifadedir.

Bir defa SIPRI raporuna bakıldığı zaman, Türkiye'nin son 10 yıldaki ihracatı 1 milyar dolardan 3 milyar dolara kadar çıkmış olduğunu görürsünüz.

Ortalama 2 milyar dolar desek 10 yılda, 20 milyar dolar eder.

F-35’in Türkiye'ye maliyetinin, Türkiye'de üretilen uçak parçalarından dolayı bir buçuk milyar dolar olduğunu biliyoruz.  Bu rakam, “10 milyar dolar” olarak nasıl okunmuştur, bunu anlamak mümkün değildir.

Türkiye'de hiç kimse “Bayraktar varken ve ANKA varken hava silahlarına ihtiyacımız yoktur”, diye bir ifade kullanmamıştır.

Havacılık teknolojilerini bilen herkes de bilir ki; hava taarruz gücü başkadır, hava savunma gücü başkadır, hava keşif gücü ve taktik hedeflere taarruz gücü başkadır, stratejik hava gücü başkadır.

İnsansız hava uçuş sistemleri Türkiye’nin hava imkân ve kabiliyetlerine güç katmıştır.

Müttefiklerimizin vermediği boşluğu kapatmıştır.

HİSAR serisi hava savunma sistemlerinin devreye girmesiyle birlikte, Türkiye’nin tavanı delik olan hava sahası, kısmi koruma altına alınacaktır.

Türkiye, sadece İHA-SİHA alanında çalışmıyor ki, birçok kara, hava ve deniz silahları üzerinde çalışıyor.

Yapılan çalışmalar, takdir edileceğine çarpıtılarak anlatılması üzüntü vericidir.

.

Suat Gün, dikGAZETE.com

(*) (Makale: https://www.turksolu.com.tr/bayraktar-ile-gizlenmek-istenen-savunma-sanayinde-de-kume-dustuk/)

(**) https://www.sipri.org/databases/armsindustry

-2002–20 için SIPRI İlk 100 Verileri (Excel)

-2002–20 için SIPRI İlk 100 için toplam silah satışlarına ilişkin veriler (Excel)

 

Türk Solu”nda, “Bayraktar'la Gizlenmek İstenen Savunma Sanayinde Küme Düştük” (*) başlıklı bir makale yayınlandı; Ali Özsoy imzasıyla, 18 Mart 2022 tarihli bu yazıda; Türk savunma sanayinin geride kaldığını, Bayraktar, SİHA ve türevi cihazların aşırı derecede iktidar medyasına bağlı unsurlar tarafından övüldüğü, aslında Türk savunma sanayinin hiç de öyle göründüğü gibi olmadığı ve geri kaldığı ifade edilmektedir.

Bu fikir ne derece doğrudur?

“SIPRI” kaynaklarını kullanarak ifade ettikleri (İDDİA ETTİKLERİ) tablolar ne kadar gerçeği yansıtıyor, ne kadar çarpıtılmıştır, bunu ortaya koyacağız.

Türkiye, müttefikleri tarafından ihanete uğramıştır.  F-16’lar yenilenmediği -F35 alamadığı için Türk muharip savaş filosu gücünü korumakta zaafa düşmüştür. (Bu durum, İsrail lobisinin tesiri ile meydana gelmiştir. Yazar bunu söylemekten kaçınmış, sanki suç Türkiye’den kaynaklanıyormuş gibi bir intibaa vermiştir.) Lüzumsuz yere parasını S-400’e kaptırarak bunları da kurmamak suretiyle savunma sanayinde ve savunma gücünde önemli ölçüde zafiyet meydana getirildiği iddia edilmektedir.

SIPRI”, Merkezi İsveç’te bulunan SIPRI (Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü) kaynaklarını kastederek Türkiye’nin savunma sanayinde geri kaldığı ifade edilmektedir. Bu fikir ne derece doğrudur, onun analizine geçelim: Türkiye, 2000 öncesi tarihlerde savunma ihtiyaçlarının ancak 25'ini iç kaynaklardan tedarik edebiliyordu. Hâlbuki şimdi bu oran 70 civarına geldiği hatta bunun önümüzdeki 10 yıl içerisinde 95 -100’lere varacağı ifade edilmektedir.

2000'den önce Türk savunma sanayi, ihtiyacın ne kadarını iç kaynaklardan karşılıyordu, bugün durum nedir, bu konuda rakam vermeden eleştiri yapılmıştır.

Ordu dikimevlerinde askeri kıyafet, palaska, şapka ve postal başka bir tedarik zincirinin bulunmadığı 2000’li yıllardan söz ediyoruz.

Ordunun yiyecek ve içecek ihtiyacı yurtiçi kaynaklardan karşılanıyordu.

İç kaynaklardan tedarik ettiğimiz silah ve malzemelere baktığımız zaman, silah üretiminin sadece tüfek ve tabancadan ibaret olduğunu üzülerek görürsünüz.

O tarihlerde Türk harp endüstrisi yani MKE (Makine Kimya Endüstrisi) mermi, fişek ve barut üretiyordu.

Hâlbuki Türkiye, ne Amerika'nın verdiği uçakların büyük çaplı bombalarını yapabiliyordu, ne zırhlı araçları yapabiliyordu, ne zırhlı personel taşıyıcı yapabiliyor, ne hava savunma silahları, ne de İHA- SİHA dediğimiz unsurları yapabiliyordu!

Hiçbirini yapamıyordu.

Yani, bu “makale”, nasıl bir mantıkla yazılmış anlamak mümkün değil?

Şöyle bir çerçevede bir tenkit yapsa kabul ederiz:

Türkiye’nin nükleer silahları olmalı, yapmalı, Türkiye kapsamlı bir hava savunma sistemi kurmalı, niçin şehirlerimiz korunamıyor?

Niçin alçak, orta ve yüksek irtifa hava savunma sistemimiz yoktur? Türkiye kendi uçaklarını en kısa zamanda modernize edip yenileyerek milli imkânlarla uçak yapmalı, Türkiye’nin uzun menzilli balistik füzeleri olmalı, uçak gemileri olmalı, Türkiye’de nükleer harp başlıkları ve bunların atma vasıtalarını yapmalı” dese idi…

O zaman bu tenkidi ciddiye almak gerekirdi.

O zaman diyeceğiz ki “adamlar haklı, yapılması gereken çok iş var”.

Ama adam kalkmış 2000 öncesi yılların savunmasının daha üstün olduğunu övüyor-söylüyor:

Levazım hizmetleri dışında kendi kendine yeterliliği olmayan bir savunma sanayini, “2000 öncesi daha iyi idi” diye anlatmak akıllara ziyan paronoyadır. 

Türk şirketleri savunma sanayinde, 2009'a kadar, SIPRI raporlarında da belirtildiği gibi ilk 100’deki en büyük ihracat yapan savunma şirketleri içerisinde yer almamaktadır.

İlk defa 2010 yılından itibaren ASELSAN yer almıştır.

İlk 100 firma içerisinde 92. sırada, 2012'ye gelindiği zaman ASELSAN 91. sırada, 2014'te ASELSAN 95. sırada, 2016'da ASELSAN 86. sırada, 2018'de ASELSAN 61. sırada, 2019'da ASELSAN 75. sırada, 2020'de ASELSAN 51. sırada yer almıştır.

Türk Solu Dergisi”nin yayınladığı “Türkiye silah ihracatında geriliyor” sözü bir defa SIPRI’nin yayınladığı belge ile aşağıda linkini vereceğim “exsel belgesi” (**) ile yalanlanmaktadır.

Niçin kaynak gösterdikleri belgeyi çarpıtıyorlar anlamak mümkün değil?!

Yazıda, “Türkiye harp sanayinde ilerlemiyor, ilerlemekte ilgili bir şey yapmadı” deniyor, kaldı ki Türkiye, kendi iç ihtiyacını karşıladıktan sonra ihracata başlayabilir, yapılan da budur.

ABD’nin silah ihracatına baktığımızda Kongre’nin onaylamadığı ülkelere silah ve malzeme satılmamakta, aksine ambargo uygulanmaktadır.

SIPRI’nin yayınladığı belgelere bakıldığında Türkiye’nin savaş sanayi ihracatının 2010 yılından itibaren kademe kademe yükseldiği görülmektedir.

Günümüzde bu rakam, 3 milyar doları aşmış durumdadır.

Türkiye'nin hava ve deniz gücü açısından zaafa düştüğü noktasındaki tenkit mesnetsiz ve yanlıştır.

Türkiye, F-35 projesine 2000’li yıllarda ortak oldu.

Milli savunmasını güçlendirmek için hava taarruz gücü ile birlikte ülke sathının hava saldırılarına karşı korunmasını temin için alçak ve orta irtifa hava savunma sistemleri yapmaya karar verdi.

Türkiye'nin bu tutumuna karşı, İsrail Devleti ve ABD’deki İsrail lobisi çok rahatsız oldu. 

Türkiye’yi her alanda engellemeye karar verdiler.

Türkiye, hava savunma füze imalatı için Çin ile görüşmeye başladı, ABD, Türkiye ve Çin’i tehdit etti, ortak üretimden vazgeçildi.

İsrail lobisi, Türkiye’yi cezalandırmak için fırsat aradı.

Türkiye, hem hava taarruz gücünü hem hava savunma gücünü geliştirmek için milli çalışma başlattı, acil ihtiyaçlar için Rusya’dan S-400’leri aldı.

Bu sırada Yahudi lobisinin eline fırsat geçti Türkiye’yi cezalandırmaya karar verdiler.

S-400’ler NATO sistemleriyle uyumsuz, NATO ülkeleri kafalarına göre silah alamazlar, Rusya hasım güçtür!..” gibi bahaneler ileri sürdüler,

Türkiye’yi kısmi CAATSA yaptırımlarına maruz bıraktılar, F-35 programından çıkarttılar.

Ambargo koydular.

2000’li yılların başına kadar, Türkiye'ye12,7’lik makineli tüfek”ten başka doğru dürüst bir hava savunma silahı veya füzesi verilmemişti,

Türkiye’nin tavanı delikti.

Böyle bir durumda, kendi alçak ve orta irtifa hava savunma silahlarını, Hisar serisi hava savunma silahlarını yapmaya başladı.

Türkiye, “Amerika Birleşik Devletleri uçak vermiyor” diye kendi milli muharip uçağını yapmaya karar verdi.

Türkiye, milli silahlanma programını terk etmiş değil, aksine politik davranarak, ABD’nin husumetini çekmeden milli gayesini gerçekleştirmeye çalışıyor.

Genel olarak Türkiye, 2000-2020 arasını kapsayan bu dönemde, uçak gemisi sayılabilecek nitelikte Anadolu Çıkartma Gemisini yaptı.

Muhtelif boyutlarda hücumbot ve denizaltı yaptı.

Uçakların atma vasıtalarını, seyir füzelerini ve menzillerini, vuruş kabiliyetlerini geliştirdi.

ABD’nin mühimmat tekelinden kurtulmak için bunlar yapıldı.

Her türlü zırhlı araç ve bunların personel taşıyıcıları imal edildi.  F-16’ların modernizasyonu için blok 70’ler verilmediği için Milli Muharip uçağın 2023’de uçurulması ve 2027’den itibaren TSK’nın envanterine girmesi için proje hızlandırıldı.

Uzay araştırmaları programı çerçevesinde Ay’a sert iniş yapacak füze projesi geliştirildi.

Bunun manası nedir?

Türkiye, uzun menzilli balistik füze yapacak imkân kabiliyete ulaşacaktır.

70 yıl boyunca Türk uçak sanayiini ortadan kaldıran masonik- Siyonist çevreleri suçlamak yerine “Türk savunma gücü son 10 yılda zaafa uğradı” demek hezeyandır.

İsrail lobisi şu anda Türkiye'ye karşı düşmanca davrandığı ve silah verilmesini istemediği için ABD’ye ambargo uygulatıyorlar.

Soğuk Savaş döneminde Rusya’ya karşı savunma amaçlı verdikleri silah ve araçlar, doğru dürüst çalışmaz ve yürümezdi.

Iskartaya çıkarttıkları silahları Türkiye’ye veriyorlardı.

O dönem, Türkiye’nin güçlü bir savunma gücü vardı” diyorsanız, ya ahmaksınız ya da savunmanın ne demek olduğunu cehalet seviyesinde bile bilmiyorsunuz demektir.

Soğuk Savaş döneminde, ABD’nin verdiği silahlar, Türk hava savunmasını, Türk Ordusunun caydırıcı gücünü artırmayı değil, aslında dışarıya karşı bağımsız savaş yapabilecek kapasitede bir Ordu kurmayı değil; Amerika'nın- batının sözünü dinleyecek bağımlı bir ordu ve kendi halkını baskı altına alacak, darbelerle milleti tehdit eden bir silahlı güç sistemi tasarlanmıştır.

Anılan makalede, örnek verilirken, aşağıda linki verilen site esas alınarak (SIPRI) yalan yanlış bilgiler verilmektedir.

Ya rakamları bilinçli olarak çarpıtıldı ya da tablo nasıl okunur, bu konu yazar tarafından bilinmemektedir.

SIPRI’nin sitesine girip baktığımız zaman durumun yazarın anlattığı gibi olmadığını görürsünüz.

Türkiye, dünya silah ihracatında 2010 yılından sonra ortaya çıkıyor.

Pay almaya başlıyor.

-2002–20 için SIPRI İlk 100 Verileri (Excel)-

-2002–20 için SIPRI İlk 100 için toplam silah satışlarına ilişkin veriler (Excel) (**)

Orada yayınlanan “excel tabloları” (**) bunlardır.

Neden rakamları yanlış okunmuş veya ters okumuş veya okuyamamış, yalan beyanlarda bulunmuştur.

Başkaları bu belgelere bakamaz mı sanmıştır?

Bunu bilmiyoruz!

2010 öncesinde Türkiye'nin silah ihracatı diye bir şey yok, ASELSAN bile sırada yoktur. ABD ve İsrail Yahudi firması var, ondan sonra İngiliz, Fransız, Güney Kore, Kanada, Japonya, Rusya, Hindistan firmaları ağırlıkla silah imalatı ve ihracatı yapıyorlar, Türkiye'nin bu sahaya girmesi 2010 yılından sonra başlıyor. 

2000’li yıllardan sonra AK Parti'nin iktidara geldiğinden itibaren savunma harcamalarının (GSMH) gayri safi milli hâsıla içerisindeki payının düşürülmesinin sebebi şudur:

Daha önceden batıdan alınan bir silah diğerinin 5 misli fiyatla tank, top, uçak, alet edevat alıyorduk. Türkiye’nin savunma harcamaları içindeki payın en büyüğünü silah alımları ve bunların modernizasyonu meydana getiriyordu. Yerli imalat başlayınca bu pay düştü. Silah ve malzemelerin birçoğu Türkiye'de yerli imkânlarla yapıldığı için bunların fiyatları beşte biri miktarına düştüğü için savunma harcamaları nispi olarak düşmüş görünüyor. Ancak savaşan teknik ordu kapsamında muazzam ilerlemeler sağlanıyor.

Silahlar, sayı, menzil, vuruş, çalışma kabiliyeti, hareket siyası, basitlik ve kolay kullanım açısından son derece geliştirilmiştir.  Ordu'nun hareket kabiliyeti vuruş yeteneği bizim subaylık yaptığımız döneme nispetle en az 5 kat artmış durumda ve araçları istenen yere gidebilecek durumda yüksek menzilli 1000 kilometre 1500 kilometre yol yapacak kapasiteye getirilmiştir.

Gene bu yazıda, yalan yanlış olarak yazılan konulardan bir tanesi de “Türkiye'nin ihracatı 380 milyon dolar oldu” diyor, 2021 yılı için…

Türkiye'nin ihracatının 225 milyon dolar olduğu ve sadece dünya silah ihracatının binde biri oranında bile olmayan bir miktar ihracat yapıyoruz” diyor.

Hâlbuki sadece “bir numaralı exsel tablosu”na baktığınızda ASELSAN’ın bile o rakamların çok üstünde ihracat yaptığı görülmektedir.

O tabloya bakıldığı zaman 2020 yılında sadece ASELSAN'ın ihracatı 2 milyar 200 milyon dolar, 2021 senesinde Türkiye'nin diğer firmalarla birlikte İHA- SİHA veya diğer malzeme satışları ile birlikte 3 milyar doları geçmiş olduğu görülür.

Savunma ihracatı sıfırdan 0,7 orana çıkmıştır.

Bu yeterli mi, tabii ki değil, bu oran (ihracat içindeki pay) 10’ları aşmalıdır.

Bütün İslam ülkeleri teşkilat malzeme kadrolarını (TMK) Türk malı silah ile donatmalıdır.

Bu durumda, neden böyle bir yalan yanlış bir yola başvurduklarını SIPRI belgeleri ortadayken, rakamları neden bu kadar çarpıttıklarını anlamış değilim?

Yazar, her halde “hiç kimse tablolara bakmaz” diye düşünmüş olabilir.(!)

Türkiye'nin Bayraktar haricinde İHA ve SİHA üretimi var, araç üretimi var, ağır silah üretimi var, tanksavar silah üretimi var, hava savunma silahları üretimi var.

Tablolara baktığınızda 2000’den 2021’e kadar satılan her malzemenin artığını tablolardan net bir şekilde görebiliyorsunuz, neden rakamlar ve tablolar çarpıtılmaktadır?

Kendilerine, yayınladıkları tabloya tekrar bakmalarını tavsiye ederiz.

Evet, Türkiye, Bayraktar'ın haricinde ANKA, Vestel ve diğer hava savunma ve keşif için silah ve malzemeleri yaptı, yapıyor. Ancak ANKA, daha üstün bir İHA olmasına rağmen belki Bayraktar biraz daha fazla reklam yaparak kendisini tanıttı, Türkiye, belki de teknik sırları korumak için ANKA’nın ihracatını yapmak istememiş olabilir.

İHA ve SİHA ile bir muharip savaş uçağını karşılaştırmak mukayese etmek akıllara ziyan bir konudur.

Çünkü birisi taktik seviyede keşif uçuşu yapar, vuruş yapar. Muharip uçak, kitle halinde kullanıldığında stratejik harekât yapar.

İHA- SİHA nokta hedeflerine taarruz eder ve atış yapar, uzun süreli keşif uçuşları yapar araziyi tarar. Gözetleme yapar, aynı şeyi F -16 ile yaparsanız maliyeti artar, astarı yüzünü geçer.  F -16, 3000 kilometre yol gider. (1500 kilometre gider 1500 kilometre gelir) Ağır mühimmat yükü taşır, büyük çaplı tahrip görevlerini yerine getirir.

Muharip uçaklar, havada en fazla bir -iki saat kalır.

İHA-SİHA 24 saat uçabilir.

Her silahın taktik kullanımı, maliyeti, görevi farklıdır.

İHA-SİHA’ya dayalı bir hava kuvveti kuramazsınız ama onlarsız tam fonksiyonlu bir hava gücü meydana getiremezsiniz.

Her silah, taktik ve teknik kullanımına göre değer kazanır.

Piyade tüfeği, ateş gücü itibariyle füzeye eşdeğer değildir.

Bu “piyade silahına lüzum kalmamıştır” anlamına gelmez.

Tabiatta karıncadan, kelebeğe, çekirgeden, ata, tavuğa, domuza, aslana, balığa yani her türlü canlıya rastlıyoruz.

Herkesin bir işi bir görevi bir fonksiyonu var.

Muharebe alanı da böyledir, fonksiyonel bütünlük arz eder.

Her türlü silaha ve teşkilata ihtiyaç vardır.

Kaldı ki muharebe gücünün en önemli test sahası muharebe ve harekât alanıdır:

Türk ordusunun kabiliyetini; Fırat Kalkanı, Barış Pınarı, Zeytin Dalı harekâtlarında gördük. Karabağ’ın alınmasında Azerbaycan Ordusunun kazandığı zafer bu durumu perçinledi. Buna rağmen, “Türk savunma sanayi gerilemiştir” demek hezeyandır.;

Türkiye, F -35 projesine ortak olduğu zaman 10-15 milyar dolar para kazanacağını düşünüyordu” ifadesinin ne manaya geldiğini anlayamadım. 

Eğer “Yahudiler bu parayı sana yedirmez” manasında söylüyorsa bu ifadeye yazıklar olsun derim.

Türkiye, F-35 proje ve taahhütlerinden kendisi vazgeçmedi ki; Yahudi lobisi, ABD’yi kışkırtarak çıkarttı. 

Türkiye, F -35 pilot kursuna pilot gönderdi, teknik personel gönderdi, orada eğitimleri tamamlandı, ondan sonra kursiyerleri geri gönderdiler, uçakları vermediler.

Bahane olarak da “S-400’leri Rusya'dan neden aldınız”, dediler.

S-400 hava savunma silahı ile F- 35'in bir bağlantısı yoktur.  Yani onun görevi ayrı onun görevi ayrıdır. 

S-400 bir hava savunma silahıdır, taarruz silahı değildir. Savunma gücünü artırır.

O zaman şu sonuç ortaya çıkıyor, müttefikler Türkiye’nin tavanının açık olmasını istiyorlar, Türkiye’nin zaafa düşmesini istiyorlar. Nitekim Türkiye, müttefiklerden Petriot istedi vermediler, Çin’den hava savunma silahı almak istedi bırakmadılar, yaptırmadılar.

Muharip uçakları, hava savunma görevlerinde kullanırsanız gücü israf edersiniz.

Etkili bir muharebe gücü için tesirli bir hava savunması şarttır.

Düşmanın hava meydanlarını vuramaması için hava savunma kalkanına ihtiyaç vardır. 

Kendi şehirlerini, ana vatan topraklarını, önemli sanayi tesislerini koruyabilmesi için bir ülkenin hava savunma kalkanına acil ihtiyacı vardır.

Amerika'dan müttefiklerinden istiyorsun, verilmiyor.

Parasıyla kiraladığımız Petriotleri tam ihtiyaç anında topladı götürdüler.

İspanya’dan, Hollanda’dan kiraladığımız Petriot taburları bir iş yapmadan geldi, gitti. Hani bir laf var; “el şeyi ile gerdeğe girilmez” diye…

Makalede geçen, “F-35’in maliyeti 10 yıllık silah ihracatının üstündedir” (fazla) sözü akıllara ziyan mantıksız bir ifadedir.

Bir defa SIPRI raporuna bakıldığı zaman, Türkiye'nin son 10 yıldaki ihracatı 1 milyar dolardan 3 milyar dolara kadar çıkmış olduğunu görürsünüz.

Ortalama 2 milyar dolar desek 10 yılda, 20 milyar dolar eder.

F-35’in Türkiye'ye maliyetinin, Türkiye'de üretilen uçak parçalarından dolayı bir buçuk milyar dolar olduğunu biliyoruz.  Bu rakam, “10 milyar dolar” olarak nasıl okunmuştur, bunu anlamak mümkün değildir.

Türkiye'de hiç kimse “Bayraktar varken ve ANKA varken hava silahlarına ihtiyacımız yoktur”, diye bir ifade kullanmamıştır.

Havacılık teknolojilerini bilen herkes de bilir ki; hava taarruz gücü başkadır, hava savunma gücü başkadır, hava keşif gücü ve taktik hedeflere taarruz gücü başkadır, stratejik hava gücü başkadır.

İnsansız hava uçuş sistemleri Türkiye’nin hava imkân ve kabiliyetlerine güç katmıştır.

Müttefiklerimizin vermediği boşluğu kapatmıştır.

HİSAR serisi hava savunma sistemlerinin devreye girmesiyle birlikte, Türkiye’nin tavanı delik olan hava sahası, kısmi koruma altına alınacaktır.

Türkiye, sadece İHA-SİHA alanında çalışmıyor ki, birçok kara, hava ve deniz silahları üzerinde çalışıyor.

Yapılan çalışmalar, takdir edileceğine çarpıtılarak anlatılması üzüntü vericidir.

.

Suat Gün, dikGAZETE.com

(*) (Makale: https://www.turksolu.com.tr/bayraktar-ile-gizlenmek-istenen-savunma-sanayinde-de-kume-dustuk/)

(**) https://www.sipri.org/databases/armsindustry

-2002–20 için SIPRI İlk 100 Verileri (Excel)

-2002–20 için SIPRI İlk 100 için toplam silah satışlarına ilişkin veriler (Excel)