İDO ve özelleştirmede tekelcilik... İDO ve zam!..
İDO ve özelleştirmede tekelcilik... İDO ve zam!..
- 03-09-2024 05:55
- 1541
- 03-09-2024 05:55
- 1541
İDO ve özelleştirmede tekelcilik... İDO ve zam!..
İDO VE ÖZELLEŞTİRMEDE TEKELCİLİK
Türkiye’de birçok başarılı ve başarısız özelleştirme yapıldı. 40 sene sonra bu noktaya gelindi. Kronik sorunlar daha kronik hal aldı.
Küresel sermayeyi elinde tutan Yahudi lobisi, 1980’lerde bir takım aldatıcı kararlar aldı ve pür liberal iktisat politikalarını ileri sürdü. Bunlar özelleştirme ve kamu işletmelerine son veren ekonomik reformlar ve pür liberal politika olarak ortaya çıktı.
Bunlardan en mühim olanı ve hedefi, serbest piyasa şartlarını bozduğunu iddia ettikleri kamu mülkiyeti ve kamu işletmeleriydi.
Küreselcilerin iktisatçısı Milton Friedman’a göre piyasalarda tıkanma olmaması için her şey serbest piyasa tarafından belirlenmelidir. Bunun için bütün kamu mülkleri, kolektif ekonomik varlıklar, serbest piyasa aktörlerine yani özel işletmelere devredilmeliydi.
Kamu borç yükünün artmasında ve dış finansman ihtiyacının karşılanmamasında en büyük suç KİT adı verilen kamu işletmelerinden kaynaklanıyordu. “Bu işletmelerin verimsiz çalışması, aşırı istihdam yükü altında kalmaları, bunları yöneten siyasi karar mercilerinin piyasanın ihtiyaçlarına göre değil, politik kararlara göre yönetmeleri ekonomide tıkanıklığa yol açıyor” deniyordu.
Friedman’a göre; bir kamu teşebbüsü iyi yönetilse bile serbest piyasanın ihtiyaçlarına göre hareket edemez arz ile talep arasında bir boşluk oluşur bu da dış ve iç finansman açığına neden olur. Bu nedenle her şey özelleştirilmelidir, her şey özel sektöre bırakılmalıdır.
Özel kurumlar kâr-zarar anlayışına göre hareket ettiği için ayakta kalması mecburiyeti onu piyasanın ihtiyaçlarına göre üretmeye ve verimli çalışmaya zorlar. Bu da sağlam ve güvenilir bir ekonomi kurmaya sebep olur.
Bir de özelleştirmenin şu yararlarını ile sürüyorlardı. Hatta küresel sermayenin savunucularından Adnan Kahveci, 1980’li yıllarda Milliyet’te yazdığı bir yazıda özelleştirmenin, kamu şirketlerini halka açmanın yararlarından söz ediyor, şunları vadediyordu:
Sermayenin tabana yayılacağını, halkın gelir getiren firmalara ortak olarak yeni gelir kaynaklarına kavuşacağını, piyasa ihtiyaçlarına göre üretim yapılacağını, tam rekabet piyasası üretimde bolluk, kalitede mükemmeliyet ve malda ucuzluk sağlayacaktı. Böylece halk refaha kavuşacaktı. Hele hele sermayenin tabana yayılması, halkta görülmemiş bir zenginlik ve refah yaratacaktı.
Bu görüşlerin ana savunucularından biri de İstanbul Üniversitesi hocalarından Prof. Ahmet Kılıç idi. Ahmet Kılıç, serbest piyasa ekonomisinin faziletlerini anlata anlata bitirememişti.
Yukarıda anlattığım görüşlerin iç tutarlığını analiz etme meselesine girmeyeceğim.
Neticede Türkiye’de iktidara gelen bütün yönetimler, bu görüşe inandı, özelleştirme furyası başladı.
Kamu firmaları, yağma hasanın böreği gibi darmadağın edildi; bedava fiyatlarla satıldı.
KİT arazileri, konut alanı olarak arsaya dönüştü, üretim yapma kapasiteleri sıfırlandı. Sermaye, tabana yayılmadı, mal bolluğu başlamadı, bütçe açıkları kapanmadı, cari açık meselesi çözülmedi, Türk parası konvertibil olmadı, serbest piyasanın otomatik olduğu sanılan mekanizmalarının olmadığı, gelir getiren kamu teşebbüslerinin yabancı sermayeye peşkeş çekildiği, değerlerinin onda biri fiyatlara satıldığı anlaşıldı.
Kaldı ki özelleştirme, esnasında yabancı sermaye o kadar nazlı davrandı ki; “KİT’leri verimli hale getirmeden almayız”, “sizin piyasa kanunlarınıza göre çalışmayız”, “çalışanları kapı dışarı etmezseniz, onları emekli etmezseniz gelmeyiz” gibi ayak diretmelerde bulundular; bu isteklerin hepsini iktidarda olan bütün hükumetlerce kabul edildi.
İş bununla da kalmadı, “eğer piyasaya gireceksek ya monopson durumunda (tek alıcı) veya monopol durumunda (tek satıcı) gireriz” dediler.
“Böyle durumlarda fiyat mekanizması olmaz. Fiyat dayatması olur ve fiyatlar, marjinal kâr seviyelerinde tespit edilir” dense de kimse kimseyi dinlemedi.
Nitekim böyle oldu; devlet, piyasayı kontrol edemez hale geldi. Herkes kafasına göre zam yaptı. Kafasına göre fiyat tespit etti.
İşte anlatacağım konulardan biri de tekel durumunda özelleştirme yapılan İDO meselesidir.
İDO ve ZAM
Geçen hafta Eskihisar’dan vapura binerken minibüsler için gidiş-geliş geçiş ücreti 670 lira idi; dönerken 1230 liraya çıktığını gördüm.
Bir hafta içinde ne değişti?
Ne oldu?
Petrole zam mı geldi, akaryakıt fiyatları mı arttı, asgari ücrete mi zam geldi?
Döviz fiyatları mı arttı?
Ne değişti?
Bu zamlar neye göre yapıldı?
Bu zamlar nereden çıktı?
İstanbul’un gıda ambarı Bursa ve onun batısındaki ovalardır. 10 tonluk bir gıda TIR’ının geçiş ücretini, körfezden dolaşmayla aynı fiyata getirirseniz, fiyatlar düşer mi?
Meyvenin fiyatı daha kamyon sırtında 3 liraya çıkmaz mı?
Köylüden bedavaya alacağınız bir kamyon sebze-meyve daha İstanbul’a gelmeden 6-7 lira maliyet almaz mı?
Efendim tarlada 1 lira pazarda 20 lira gerçeğinin (şikâyetinin) kaynağı ne, sorumlusu kim?
Kim buna sebep oluyor?
Bu konuyu aydınlatmaya çalışacağım:
Dünyanın en ucuz ulaştırma aracı gemidir.
Sonra demiryolu gelir.
İDO’nun “mesafeye göre geçiş ücreti” fiyatı uçaktan pahalıdır. Bir otomobilin karşıdan karşıya geçiş ücreti yüzde 100 kâr marjı ile 100 TL’yi geçmemesi gerekirken neden 500 liradır, 600 liradır? Bunu kim denetleyecek, kim hesap soracak?
İDO, fiyat tespitini tamamen marjinal kâr hesaplarına göre yapmaktadır. Araçların Yenikapı’dan Eskihisar’a gidiş mesafesindeki masraflar veya Körfez’den dolaşmanın maliyetine göre yapmaktadır. Fiyat politikası, tamamen keyfi ve maliyetlerle alakasızdır. Maksimumum kâr hadleri esas alınarak yapılmaktadır.
Burada özelleştirmede yapılan hataların, bir şirketi monopol durumuna getiren kararların ciddi yanlışlıkları vardır.
İşletmeyi limanlarıyla birlikte özelleştiriyorsunuz. Bu olacak bir şey midir?
Zaten o limanların arsa ve arazi değeri 861 milyon doların birkaç on katıdır. Esas özelleştirme değeri 765 milyon dolar +KDV’dir. Bu kamu kurumunun işletme değeri vardır, gemileri vardır, tamir atölyeleri vardır. Bütün bu değerler 765 (KDV ile birlikte 861 milyon) milyon dolar değerin içine sığar mı?
Kaldı ki işletme, monopol durumundadır.
Kapitalizmin kalesi ABD’de bile anti tröst yasalar mevcuttur. Tekelleşmeye asla müsaade edilmez. Fiyatların keyfi tespitine izin verilmez.
Bu nasıl serbest piyasa?
Bu ne biçim özelleştirme?
Konuya devam edeceğiz…
.
Suat Gün, dikGAZETE.com
.
İDO ve özelleştirmede tekelcilik... İDO ve zam!..
İDO VE ÖZELLEŞTİRMEDE TEKELCİLİK
Türkiye’de birçok başarılı ve başarısız özelleştirme yapıldı. 40 sene sonra bu noktaya gelindi. Kronik sorunlar daha kronik hal aldı.
Küresel sermayeyi elinde tutan Yahudi lobisi, 1980’lerde bir takım aldatıcı kararlar aldı ve pür liberal iktisat politikalarını ileri sürdü. Bunlar özelleştirme ve kamu işletmelerine son veren ekonomik reformlar ve pür liberal politika olarak ortaya çıktı.
Bunlardan en mühim olanı ve hedefi, serbest piyasa şartlarını bozduğunu iddia ettikleri kamu mülkiyeti ve kamu işletmeleriydi.
Küreselcilerin iktisatçısı Milton Friedman’a göre piyasalarda tıkanma olmaması için her şey serbest piyasa tarafından belirlenmelidir. Bunun için bütün kamu mülkleri, kolektif ekonomik varlıklar, serbest piyasa aktörlerine yani özel işletmelere devredilmeliydi.
Kamu borç yükünün artmasında ve dış finansman ihtiyacının karşılanmamasında en büyük suç KİT adı verilen kamu işletmelerinden kaynaklanıyordu. “Bu işletmelerin verimsiz çalışması, aşırı istihdam yükü altında kalmaları, bunları yöneten siyasi karar mercilerinin piyasanın ihtiyaçlarına göre değil, politik kararlara göre yönetmeleri ekonomide tıkanıklığa yol açıyor” deniyordu.
Friedman’a göre; bir kamu teşebbüsü iyi yönetilse bile serbest piyasanın ihtiyaçlarına göre hareket edemez arz ile talep arasında bir boşluk oluşur bu da dış ve iç finansman açığına neden olur. Bu nedenle her şey özelleştirilmelidir, her şey özel sektöre bırakılmalıdır.
Özel kurumlar kâr-zarar anlayışına göre hareket ettiği için ayakta kalması mecburiyeti onu piyasanın ihtiyaçlarına göre üretmeye ve verimli çalışmaya zorlar. Bu da sağlam ve güvenilir bir ekonomi kurmaya sebep olur.
Bir de özelleştirmenin şu yararlarını ile sürüyorlardı. Hatta küresel sermayenin savunucularından Adnan Kahveci, 1980’li yıllarda Milliyet’te yazdığı bir yazıda özelleştirmenin, kamu şirketlerini halka açmanın yararlarından söz ediyor, şunları vadediyordu:
Sermayenin tabana yayılacağını, halkın gelir getiren firmalara ortak olarak yeni gelir kaynaklarına kavuşacağını, piyasa ihtiyaçlarına göre üretim yapılacağını, tam rekabet piyasası üretimde bolluk, kalitede mükemmeliyet ve malda ucuzluk sağlayacaktı. Böylece halk refaha kavuşacaktı. Hele hele sermayenin tabana yayılması, halkta görülmemiş bir zenginlik ve refah yaratacaktı.
Bu görüşlerin ana savunucularından biri de İstanbul Üniversitesi hocalarından Prof. Ahmet Kılıç idi. Ahmet Kılıç, serbest piyasa ekonomisinin faziletlerini anlata anlata bitirememişti.
Yukarıda anlattığım görüşlerin iç tutarlığını analiz etme meselesine girmeyeceğim.
Neticede Türkiye’de iktidara gelen bütün yönetimler, bu görüşe inandı, özelleştirme furyası başladı.
Kamu firmaları, yağma hasanın böreği gibi darmadağın edildi; bedava fiyatlarla satıldı.
KİT arazileri, konut alanı olarak arsaya dönüştü, üretim yapma kapasiteleri sıfırlandı. Sermaye, tabana yayılmadı, mal bolluğu başlamadı, bütçe açıkları kapanmadı, cari açık meselesi çözülmedi, Türk parası konvertibil olmadı, serbest piyasanın otomatik olduğu sanılan mekanizmalarının olmadığı, gelir getiren kamu teşebbüslerinin yabancı sermayeye peşkeş çekildiği, değerlerinin onda biri fiyatlara satıldığı anlaşıldı.
Kaldı ki özelleştirme, esnasında yabancı sermaye o kadar nazlı davrandı ki; “KİT’leri verimli hale getirmeden almayız”, “sizin piyasa kanunlarınıza göre çalışmayız”, “çalışanları kapı dışarı etmezseniz, onları emekli etmezseniz gelmeyiz” gibi ayak diretmelerde bulundular; bu isteklerin hepsini iktidarda olan bütün hükumetlerce kabul edildi.
İş bununla da kalmadı, “eğer piyasaya gireceksek ya monopson durumunda (tek alıcı) veya monopol durumunda (tek satıcı) gireriz” dediler.
“Böyle durumlarda fiyat mekanizması olmaz. Fiyat dayatması olur ve fiyatlar, marjinal kâr seviyelerinde tespit edilir” dense de kimse kimseyi dinlemedi.
Nitekim böyle oldu; devlet, piyasayı kontrol edemez hale geldi. Herkes kafasına göre zam yaptı. Kafasına göre fiyat tespit etti.
İşte anlatacağım konulardan biri de tekel durumunda özelleştirme yapılan İDO meselesidir.
İDO ve ZAM
Geçen hafta Eskihisar’dan vapura binerken minibüsler için gidiş-geliş geçiş ücreti 670 lira idi; dönerken 1230 liraya çıktığını gördüm.
Bir hafta içinde ne değişti?
Ne oldu?
Petrole zam mı geldi, akaryakıt fiyatları mı arttı, asgari ücrete mi zam geldi?
Döviz fiyatları mı arttı?
Ne değişti?
Bu zamlar neye göre yapıldı?
Bu zamlar nereden çıktı?
İstanbul’un gıda ambarı Bursa ve onun batısındaki ovalardır. 10 tonluk bir gıda TIR’ının geçiş ücretini, körfezden dolaşmayla aynı fiyata getirirseniz, fiyatlar düşer mi?
Meyvenin fiyatı daha kamyon sırtında 3 liraya çıkmaz mı?
Köylüden bedavaya alacağınız bir kamyon sebze-meyve daha İstanbul’a gelmeden 6-7 lira maliyet almaz mı?
Efendim tarlada 1 lira pazarda 20 lira gerçeğinin (şikâyetinin) kaynağı ne, sorumlusu kim?
Kim buna sebep oluyor?
Bu konuyu aydınlatmaya çalışacağım:
Dünyanın en ucuz ulaştırma aracı gemidir.
Sonra demiryolu gelir.
İDO’nun “mesafeye göre geçiş ücreti” fiyatı uçaktan pahalıdır. Bir otomobilin karşıdan karşıya geçiş ücreti yüzde 100 kâr marjı ile 100 TL’yi geçmemesi gerekirken neden 500 liradır, 600 liradır? Bunu kim denetleyecek, kim hesap soracak?
İDO, fiyat tespitini tamamen marjinal kâr hesaplarına göre yapmaktadır. Araçların Yenikapı’dan Eskihisar’a gidiş mesafesindeki masraflar veya Körfez’den dolaşmanın maliyetine göre yapmaktadır. Fiyat politikası, tamamen keyfi ve maliyetlerle alakasızdır. Maksimumum kâr hadleri esas alınarak yapılmaktadır.
Burada özelleştirmede yapılan hataların, bir şirketi monopol durumuna getiren kararların ciddi yanlışlıkları vardır.
İşletmeyi limanlarıyla birlikte özelleştiriyorsunuz. Bu olacak bir şey midir?
Zaten o limanların arsa ve arazi değeri 861 milyon doların birkaç on katıdır. Esas özelleştirme değeri 765 milyon dolar +KDV’dir. Bu kamu kurumunun işletme değeri vardır, gemileri vardır, tamir atölyeleri vardır. Bütün bu değerler 765 (KDV ile birlikte 861 milyon) milyon dolar değerin içine sığar mı?
Kaldı ki işletme, monopol durumundadır.
Kapitalizmin kalesi ABD’de bile anti tröst yasalar mevcuttur. Tekelleşmeye asla müsaade edilmez. Fiyatların keyfi tespitine izin verilmez.
Bu nasıl serbest piyasa?
Bu ne biçim özelleştirme?
Konuya devam edeceğiz…
.
Suat Gün, dikGAZETE.com