Devlet ve Millet için ADALET ve LİYAKAT 

Devlet ve Millet için ADALET ve LİYAKAT 

“Adalet” ve Liyakat”… Bu iki kavramın anlamını çok iyi bildiğinizi biliyorum. Herhangi bir açıklama yapma gereği duymuyorum. Lakin çok iyi bildiğimiz bu iki kavramı uygulamada büyük bir sorun yaşıyoruz. 

Bazen teorik çerçevede büyük anlamlar taşıyan kavramlar, pratikte oldukça önemsizleşebiliyor. 

İşte, “Adalet” ve “Liyakat” kavramları da bu belirttiğimiz duruma gayet iyi iki örnek olarak karşımıza çıkıyor. Bu iki kavram, hem uhrevi hem de dünyevi köklere sahiptir.  

Şanlı tarihimizin gurur verici en büyük devletlerinden biri olan Osmanlı Devleti, adalet ve liyakat kavramları üzerinde yükselmiştir. 

Kuruluşundan itibaren “Adalet” ilkesini kendine düstur edinen Osmanlı Devleti ırk, cinsiyet, din, statü ayırmadan dönemin şartlarına göre, herkese adaletli davranmıştır. Hatta hayvanlar bile bundan payını almıştır. 

Hazreti Ömer adaleti” düsturu ile yola çıkan bu devlet gibi, milletimiz de günlük yaşantısında bu ilkeye sadık kalmıştır.

Liyakat” ise 600 yıl gibi asırlar süren bir imparatorluğun temel yapı taşlarındandı. 

Tarihsel kaynaklara baktığımızda dönemin şartlarında milleti ve dini fark etmeksizin Rum’u, Ermeni’si, Musevi’si ve Hristiyan’ının da yeterliliğe sahipse devlet kadrolarında üst makamlara yükselmesi sağlanmıştır. 

İşin hakkını veren yöneticiler sayesinde devlet, 600 yıl boyunca bütün dünyaya hakim olarak varlığını sürdürmüştür.

Oysa günümüze baktığımızda “Adalet” ve “Liyakat” kavramlarının hiçbir değerinin kalmadığını; hatta günlük menfaatler için kullanılan araçlar olduğunu görüyoruz.

Sadece devlet kademelerinde bu iki kavram önemini yitirmemiştir, ayrıca milletimizin günlük yaşantısında da değersizleşmiştir. 

Kimse yöneticinin ya da karşıdakinin adaletli ya da o işin ehli olup olmadığına dikkat etmiyor; kimin adamı olduğunun ötesinde. 

Günlük menfaat peşinde koşan çıkar odaklarına hizmet edenler, her yeri işgal etmektedirler. 

Artık, Devlet büyüklerimizin yönetici seçerken kurumsal hiyerarşi içinden gelen devlet terbiyesi almış, iç işleyişi bilen insanları dikkate alması gerekmektedir. 

Yoksa mühendisin başına gazeteci, gazetecinin başına öğretmen gibi alakasız yöneticilerin iş başına getirilmesi, devlet işleyişini tıkamaktadır. 

Bu saydıklarımız sadece devletimiz için değil, milletimizin oluşturduğu Sivil Toplum Kuruluşları ve Dernekler için de geçerlidir. 

Tarım derneğinin başında Avukat, Ekonomi derneğinin başında Mühendis gibi uyuşmayan yöneticiler geliyor. Baştan aşağı birçok şeyi değiştirmemiz gerekiyor. 

Eğer uzun ömürlü ve güçlü bir devlet yapılanması ile o devletin hafızası isteniyorsa adalet ve liyakat kavramları bu ülkenin parolası olmak zorundadır.

Adalet sadece akıllarda, liyakat ise sadece gönüllerde kalırsa hiç bir zaman eski günlerimizin daha ilerisine de gidemeyiz. 

Artık “Şunun adamı… Bunun adamı…” anlayışını bırakıp, işe layık ve ehil olanı seçme ve atama anlayışına sımsıkı sarılmalıyız. 

İşi ehline verdikten sonra, adalet beklememiz gerekmektedir. Bunun için de birey olarak ilk önce adalet ve ehliyet/liyakat ilkelerini benimsememiz gerekiyor. 

Devletimizin başından, toplumun en alt kesimine kadar bu uygulamayı hayata geçirmeliyiz.

Son söz Lev Tolstoy’dan; “Herkes dünyanın değişmesini istiyor ama kimse kendisini değiştirmeyi düşünmüyor.”

.

Umur Tugay Yücel, dikGAZETE.com

“Adalet” ve Liyakat”… Bu iki kavramın anlamını çok iyi bildiğinizi biliyorum. Herhangi bir açıklama yapma gereği duymuyorum. Lakin çok iyi bildiğimiz bu iki kavramı uygulamada büyük bir sorun yaşıyoruz. 

Bazen teorik çerçevede büyük anlamlar taşıyan kavramlar, pratikte oldukça önemsizleşebiliyor. 

İşte, “Adalet” ve “Liyakat” kavramları da bu belirttiğimiz duruma gayet iyi iki örnek olarak karşımıza çıkıyor. Bu iki kavram, hem uhrevi hem de dünyevi köklere sahiptir.  

Şanlı tarihimizin gurur verici en büyük devletlerinden biri olan Osmanlı Devleti, adalet ve liyakat kavramları üzerinde yükselmiştir. 

Kuruluşundan itibaren “Adalet” ilkesini kendine düstur edinen Osmanlı Devleti ırk, cinsiyet, din, statü ayırmadan dönemin şartlarına göre, herkese adaletli davranmıştır. Hatta hayvanlar bile bundan payını almıştır. 

Hazreti Ömer adaleti” düsturu ile yola çıkan bu devlet gibi, milletimiz de günlük yaşantısında bu ilkeye sadık kalmıştır.

Liyakat” ise 600 yıl gibi asırlar süren bir imparatorluğun temel yapı taşlarındandı. 

Tarihsel kaynaklara baktığımızda dönemin şartlarında milleti ve dini fark etmeksizin Rum’u, Ermeni’si, Musevi’si ve Hristiyan’ının da yeterliliğe sahipse devlet kadrolarında üst makamlara yükselmesi sağlanmıştır. 

İşin hakkını veren yöneticiler sayesinde devlet, 600 yıl boyunca bütün dünyaya hakim olarak varlığını sürdürmüştür.

Oysa günümüze baktığımızda “Adalet” ve “Liyakat” kavramlarının hiçbir değerinin kalmadığını; hatta günlük menfaatler için kullanılan araçlar olduğunu görüyoruz.

Sadece devlet kademelerinde bu iki kavram önemini yitirmemiştir, ayrıca milletimizin günlük yaşantısında da değersizleşmiştir. 

Kimse yöneticinin ya da karşıdakinin adaletli ya da o işin ehli olup olmadığına dikkat etmiyor; kimin adamı olduğunun ötesinde. 

Günlük menfaat peşinde koşan çıkar odaklarına hizmet edenler, her yeri işgal etmektedirler. 

Artık, Devlet büyüklerimizin yönetici seçerken kurumsal hiyerarşi içinden gelen devlet terbiyesi almış, iç işleyişi bilen insanları dikkate alması gerekmektedir. 

Yoksa mühendisin başına gazeteci, gazetecinin başına öğretmen gibi alakasız yöneticilerin iş başına getirilmesi, devlet işleyişini tıkamaktadır. 

Bu saydıklarımız sadece devletimiz için değil, milletimizin oluşturduğu Sivil Toplum Kuruluşları ve Dernekler için de geçerlidir. 

Tarım derneğinin başında Avukat, Ekonomi derneğinin başında Mühendis gibi uyuşmayan yöneticiler geliyor. Baştan aşağı birçok şeyi değiştirmemiz gerekiyor. 

Eğer uzun ömürlü ve güçlü bir devlet yapılanması ile o devletin hafızası isteniyorsa adalet ve liyakat kavramları bu ülkenin parolası olmak zorundadır.

Adalet sadece akıllarda, liyakat ise sadece gönüllerde kalırsa hiç bir zaman eski günlerimizin daha ilerisine de gidemeyiz. 

Artık “Şunun adamı… Bunun adamı…” anlayışını bırakıp, işe layık ve ehil olanı seçme ve atama anlayışına sımsıkı sarılmalıyız. 

İşi ehline verdikten sonra, adalet beklememiz gerekmektedir. Bunun için de birey olarak ilk önce adalet ve ehliyet/liyakat ilkelerini benimsememiz gerekiyor. 

Devletimizin başından, toplumun en alt kesimine kadar bu uygulamayı hayata geçirmeliyiz.

Son söz Lev Tolstoy’dan; “Herkes dünyanın değişmesini istiyor ama kimse kendisini değiştirmeyi düşünmüyor.”

.

Umur Tugay Yücel, dikGAZETE.com