Dimitri Kiçikis’in görüşleri ekseninde Türkiye - Yunanistan Federasyonu, Sonuç -3-

Dimitri Kiçikis’in görüşleri ekseninde Türkiye - Yunanistan Federasyonu, Sonuç -3-

Dimitri Kiçikis’in ileri sürdüğü Türkiye-Yunanistan arasında birleşik devlet kurma görüşü uygulanırsa Türkiye ve Yunanistan için muazzam bir jeopolitik dönüşüm ve ortak kazanç ortaya çıkar.

Bir defa her iki taraf, birbirine karşı yaptıkları silahlanma harcamalarından kurtulurlar. 

Özellikle Yunanistan ekonomisi, savunma harcamaları baskısından kurtulur. 

Ege Denizi barış denizi haline gelir, Doğu ve Orta Akdeniz Türkiye’nin kontrolüne girer, Türkiye’nin Fas, Tunus, Cezayir, Libya gibi Osmanlı Toprakları’ndaki nüfuzu artar.

Türkiye’nin Afrika’ya giriş kapıları sonuna kadar açılır.

Kıbrıs sorunu biter. 

Türkiye’nin Adriyatik Denizi’ne çıkmasına Balkanlar’da nüfuz kurmasına, Kosova, Bosna-Hersek, Karadağ Müslümanlarına sahip çıkmasına imkân sağlar. 

Bulgaristan’ın bağımsız bir devlet olarak zayıflamasına bu birliğe katılmak için politika değiştirmesine sebep olur.

Türkiye, fazla nüfusunu Ege Adaları’na aktararak Yunanistan ekonomisini takviye eder, Yunanistan’dan Orta Avrupa’ya olan göçü önler, böylece Yunanistan’ın nüfus kaybı ve ekonomisinin borçlanma vetiresi son bulur.

Dimitri Kiçikis’in tezi şu yönden de doğrudur; Yunanistan bağımsızlığa kavuştuğu günden bu güne kadar bir türlü istikrarlı bir ekonomi kuramadı, kötü yönetim sorunundan kurtulamadı.

Yunanistan yönetiminde, Türkiye’nin etkisinin artması ile birlikte halklar arasındaki husumet zamana yayılarak ortadan kalkar, halklar arası iç içe geçmişlik daha çok Ege Adaları ve Batı Trakya’da yoğunlaşır. 

Karaman göçmeni Hıristiyan Türkler yeniden kendi milli kimliklerine kavuşurlar. (Gagavuzlar gibi)

Yukarıda saydığımız ortak stratejik ve jeopolitik faydaların sağlanması için Avrupa Birliği’nin (AB) çekim gücünü yitirmesi gereklidir. 

Almanya’nın GSMH’sı yaklaşık 4,5, Fransa’nın 3, İtalya’nın 2 ve Hollanda, Belçika, Avusturya, İsviçre gibi ekonomilerin toplam 3 trilyon dolar olduğu bir ortamda AB’nin motor ekonomilerinin toplam gücü 12,5 trilyon dolar iken Türkiye ekonomisi 1 trilyon dolara ulaşmamış yapısı ile çekim gücü oluşturamaz. 

Stratejik ve jeopolitik çekim gücünün oluşması için Türkiye ekonomisinin üretim kapasitesini katlaması 10 yıl içinde 3 trilyon dolarlık bir ekonomik kapasitenin üstüne çıkması gereklidir. 

Şu an Türk ekonomisinin böyle bir çekim gücü yoktur.

Maddi çekim ve alt yapı yoksa stratejik çekim ve birlik olmaz. 

Kaldı ki AB ekonomilerinin çekim gücü Orta Asya’dan Afrika ortalarına kadar gelen bütün göçmenleri Orta Avrupa kapılarına yığıyor. 

Gelen göçmenler Türkiye’yi transit geçit alanı olarak kullanıyor, direkt Avrupa’ya gidiyor.

Demek ki birinci sıkıntı noktası; Türkiye’nin ekonomik cazibesi yoktur, henüz yeterli çekim yoktur, bu durum birliğin kurulmasında en önemli tahdittir.

İkinci husus; Yunan kültürü, Türk-İslam kültürünü etkilemiştir, bu doğrudur. 

Roma devlet yönetimi, Osmanlı müesseselerini etkilendirmiş ve bir sentez oluşturmuştur. 

Asırlar boyu, nüfus birbirine karışmıştır, genetik yapılar benzerdir. 

Haçlılar’ın İstanbul’u işgali ve yağmalamasından sonra Bizans yönetimi, Türkler’i daha insancıl kabul etmiştir. Bu durum asırlar boyu halklar arasında dostluk ve akrabalık bağlarını artırmıştır. Karışmayı hızlandırmıştır. 

Şunu kabul etmeliyiz ki insanlık asırlar boyu göçlerle, savaşlarla, mecburi iskânlarla birbirine karışmaktadır. 

Birbirine karışma ve göçleri etkileyen en önemli faktör ekonomik çekim gücü, güvenlik ve refahtır. İyi yönetimdir.

Bu yönü ile mesele ele alındığında, Türkiye’nin halen etkileyici bir çekim gücü oluşturduğu söylenemez.

Türkiye’nin 100 yıldan beri uyguladığı Kemalist ulus devlet modeli, evrensel devlet kurmaya müsait değildir. 

Daha bir asır önce anavatanımızın bir parçası ve dünkü vatandaşlarımız olan Suriyeliler’in gelişi bile kimi çevrelerde ‘tehdit’ olarak algılanmış, bunlara karşı husumet dalgası başlatılmıştır. 

Kemalist kültürel inkılâplar, homojen nüfus yapısını öngörmekte, nüfus hareketlerini tehdit olarak algılamaktadır.

Türkiye’nin eski Osmanlı’da, bugün İngiltere, ABD ve Almanya’da olduğu gibi, gelen nüfusu bir potada eritecek evrensel kültür değerleri yoktur, mevcut ideolojisi 19. Yüzyıl ideolojisi olup, çağın ihtiyaç ve değerlerine cevap verememektedir. 

Bu model üzerinden ortak bir yapı, değerler sistemi ve model kuramazsınız.

Türkiye’nin 1400 yıllık ideolojisinin temeli; son Peygamber’in tebliği üzerine inşa edilmiş ve milli Türk kültürü ile kaynaşmış olan “Milli İslami kimlik değerleri”dir. Bu değerleri muhafaza etmezseniz, başkalarının kimlik değerlerinin tesiri altında kalarak erir gider, tarihten silinirsiniz.

Türkiye’nin Avrupa merkezinde bir güç olarak ortaya çıkışı, orada yaşayan soydaş, vatandaş ve diğer kimliklerdeki Müslümanların kimlik değerlerini muhafaza etmesiyle mümkün olacaktır. 

Asimle olan hiçbir vatandaş artık “bizden biri” olarak sayılamaz. Türkiye için bir güç faktörü olarak değerlendirilemez.

Türkler’in, 1300’den itibaren Anadolu ve Balkanlar’daki yayılması 1700’lü yıllara kadar 4 asır boyunca sürmüştür. 

Bu süre içinde iktidara gelmiş olan yükselme devrinin en önemli padişahları Fatih, ll. Beyazıt, Yavuz, Kanuni ve ll. Selim devirlerinde sırf vergi gelirleri düşmesin diye Hıristiyan kitlelerin İslamlaşmasına mani olan dar görüşlü yönetim hatasına düşmüşlerdir. 

Stratejik genişleme ve gönüllü bütünleşme için, siyasi basiret şarttır. 

Bu politikanın tabii sonucu olarak Hıristiyan tebaaya güvenilmediği için askere alınmaması sebebiyle Türk-Müslüman nüfus, asırlar boyu süren savaşlarda kırılmış, ülkenin zenginlikleri onların eline geçmiştir. 

Bununla da kalmamış Hıristiyanların yoğunlukta yaşadığı topraklar elimizden çıkmıştır.

Türkiye, son zamanlarda askeri gücünü artırmaya başlamıştır. 

Batı; son 3 asırdan beri Türkiye’nin karşısına Rusya’yı çıkartmış; Türkiye’nin gücünü zayıflatmıştır. 

Halen Suriye ve Libya’da karşımızda Rusya bulunmaktadır. 

Balkan devletlerinin kuruluşunda ve varlıklarını muhafaza etmelerinde Rusya’nın tesirini göz ardı etmemek gereklidir.

Halen, Yunanistan ve Rusya’nın ortak dini olan “Ortodoksluk”, Balkanlar’da tesirini sürdürmektedir.

Yunanistan’ın Türkiye’nin yörüngesine girmesine mani olmak için Rusya’nın, elinden geleni yapacağı beklenmelidir.

Böyle bir birliğin kuruluşunun gerçekleşmesi, Rusya’nın zayıflamasına, ekonomisinin çökmesine bağlıdır. 

Rusya Federasyonu dağılmadan veya çok zayıflamadan Türk-Yunan birliği gerçekleşemez.

Türkiye’nin savaş yolu ile Ege Adaları ve Yunanistan’ı ele geçirmesine batı dünyası müsaade etmez; Yunanistan’a muazzam ölçüde silah yardımı yaparlar. 

Savaşı, horoz dövüşü şekline getirerek iki tarafın da gücünü tüketirler. 

O halde Dimitri Kiçikis neden “Türk-Yunan federasyonu”nu istiyor?

Neden “olmayacak duaya âmin” diyor?

Dimitri Kiçikis “Royal  Society”nin bir üyesidir. 

Yani İngiliz istihbaratı ve derin devleti tarafından desteklenen bir yapının içindedir. 

Burada şu hesap yapılmaktadır;

Şayet Rusya, Türkiye’yi aşarak Akdeniz’e inerse, batının son iki asırdan beri kurduğu düzen bozulacak, liderlik Rusya’nın eline geçecektir. 

Buna mani olmak için Türk-Yunan federasyonu fikrini gündemde tutarak Rusya’nın Akdeniz’e çıkışına set çekme düşüncesini bir Yunan profesöre söylettirmektedirler. 

Şunu bilelim ki İngiliz devlet aklı, İngiliz derin devleti, şeytana pabucu ters giydirecek kadar kurnaz, diplomasisi, geleceği planlamada, 5-10 hamle ilerisini hesaplayacak kadar derinliğe ve satranç bilgisine sahiptir.

.

Suat Gün, dikGAZETE.com

Dimitri Kiçikis’in ileri sürdüğü Türkiye-Yunanistan arasında birleşik devlet kurma görüşü uygulanırsa Türkiye ve Yunanistan için muazzam bir jeopolitik dönüşüm ve ortak kazanç ortaya çıkar.

Bir defa her iki taraf, birbirine karşı yaptıkları silahlanma harcamalarından kurtulurlar. 

Özellikle Yunanistan ekonomisi, savunma harcamaları baskısından kurtulur. 

Ege Denizi barış denizi haline gelir, Doğu ve Orta Akdeniz Türkiye’nin kontrolüne girer, Türkiye’nin Fas, Tunus, Cezayir, Libya gibi Osmanlı Toprakları’ndaki nüfuzu artar.

Türkiye’nin Afrika’ya giriş kapıları sonuna kadar açılır.

Kıbrıs sorunu biter. 

Türkiye’nin Adriyatik Denizi’ne çıkmasına Balkanlar’da nüfuz kurmasına, Kosova, Bosna-Hersek, Karadağ Müslümanlarına sahip çıkmasına imkân sağlar. 

Bulgaristan’ın bağımsız bir devlet olarak zayıflamasına bu birliğe katılmak için politika değiştirmesine sebep olur.

Türkiye, fazla nüfusunu Ege Adaları’na aktararak Yunanistan ekonomisini takviye eder, Yunanistan’dan Orta Avrupa’ya olan göçü önler, böylece Yunanistan’ın nüfus kaybı ve ekonomisinin borçlanma vetiresi son bulur.

Dimitri Kiçikis’in tezi şu yönden de doğrudur; Yunanistan bağımsızlığa kavuştuğu günden bu güne kadar bir türlü istikrarlı bir ekonomi kuramadı, kötü yönetim sorunundan kurtulamadı.

Yunanistan yönetiminde, Türkiye’nin etkisinin artması ile birlikte halklar arasındaki husumet zamana yayılarak ortadan kalkar, halklar arası iç içe geçmişlik daha çok Ege Adaları ve Batı Trakya’da yoğunlaşır. 

Karaman göçmeni Hıristiyan Türkler yeniden kendi milli kimliklerine kavuşurlar. (Gagavuzlar gibi)

Yukarıda saydığımız ortak stratejik ve jeopolitik faydaların sağlanması için Avrupa Birliği’nin (AB) çekim gücünü yitirmesi gereklidir. 

Almanya’nın GSMH’sı yaklaşık 4,5, Fransa’nın 3, İtalya’nın 2 ve Hollanda, Belçika, Avusturya, İsviçre gibi ekonomilerin toplam 3 trilyon dolar olduğu bir ortamda AB’nin motor ekonomilerinin toplam gücü 12,5 trilyon dolar iken Türkiye ekonomisi 1 trilyon dolara ulaşmamış yapısı ile çekim gücü oluşturamaz. 

Stratejik ve jeopolitik çekim gücünün oluşması için Türkiye ekonomisinin üretim kapasitesini katlaması 10 yıl içinde 3 trilyon dolarlık bir ekonomik kapasitenin üstüne çıkması gereklidir. 

Şu an Türk ekonomisinin böyle bir çekim gücü yoktur.

Maddi çekim ve alt yapı yoksa stratejik çekim ve birlik olmaz. 

Kaldı ki AB ekonomilerinin çekim gücü Orta Asya’dan Afrika ortalarına kadar gelen bütün göçmenleri Orta Avrupa kapılarına yığıyor. 

Gelen göçmenler Türkiye’yi transit geçit alanı olarak kullanıyor, direkt Avrupa’ya gidiyor.

Demek ki birinci sıkıntı noktası; Türkiye’nin ekonomik cazibesi yoktur, henüz yeterli çekim yoktur, bu durum birliğin kurulmasında en önemli tahdittir.

İkinci husus; Yunan kültürü, Türk-İslam kültürünü etkilemiştir, bu doğrudur. 

Roma devlet yönetimi, Osmanlı müesseselerini etkilendirmiş ve bir sentez oluşturmuştur. 

Asırlar boyu, nüfus birbirine karışmıştır, genetik yapılar benzerdir. 

Haçlılar’ın İstanbul’u işgali ve yağmalamasından sonra Bizans yönetimi, Türkler’i daha insancıl kabul etmiştir. Bu durum asırlar boyu halklar arasında dostluk ve akrabalık bağlarını artırmıştır. Karışmayı hızlandırmıştır. 

Şunu kabul etmeliyiz ki insanlık asırlar boyu göçlerle, savaşlarla, mecburi iskânlarla birbirine karışmaktadır. 

Birbirine karışma ve göçleri etkileyen en önemli faktör ekonomik çekim gücü, güvenlik ve refahtır. İyi yönetimdir.

Bu yönü ile mesele ele alındığında, Türkiye’nin halen etkileyici bir çekim gücü oluşturduğu söylenemez.

Türkiye’nin 100 yıldan beri uyguladığı Kemalist ulus devlet modeli, evrensel devlet kurmaya müsait değildir. 

Daha bir asır önce anavatanımızın bir parçası ve dünkü vatandaşlarımız olan Suriyeliler’in gelişi bile kimi çevrelerde ‘tehdit’ olarak algılanmış, bunlara karşı husumet dalgası başlatılmıştır. 

Kemalist kültürel inkılâplar, homojen nüfus yapısını öngörmekte, nüfus hareketlerini tehdit olarak algılamaktadır.

Türkiye’nin eski Osmanlı’da, bugün İngiltere, ABD ve Almanya’da olduğu gibi, gelen nüfusu bir potada eritecek evrensel kültür değerleri yoktur, mevcut ideolojisi 19. Yüzyıl ideolojisi olup, çağın ihtiyaç ve değerlerine cevap verememektedir. 

Bu model üzerinden ortak bir yapı, değerler sistemi ve model kuramazsınız.

Türkiye’nin 1400 yıllık ideolojisinin temeli; son Peygamber’in tebliği üzerine inşa edilmiş ve milli Türk kültürü ile kaynaşmış olan “Milli İslami kimlik değerleri”dir. Bu değerleri muhafaza etmezseniz, başkalarının kimlik değerlerinin tesiri altında kalarak erir gider, tarihten silinirsiniz.

Türkiye’nin Avrupa merkezinde bir güç olarak ortaya çıkışı, orada yaşayan soydaş, vatandaş ve diğer kimliklerdeki Müslümanların kimlik değerlerini muhafaza etmesiyle mümkün olacaktır. 

Asimle olan hiçbir vatandaş artık “bizden biri” olarak sayılamaz. Türkiye için bir güç faktörü olarak değerlendirilemez.

Türkler’in, 1300’den itibaren Anadolu ve Balkanlar’daki yayılması 1700’lü yıllara kadar 4 asır boyunca sürmüştür. 

Bu süre içinde iktidara gelmiş olan yükselme devrinin en önemli padişahları Fatih, ll. Beyazıt, Yavuz, Kanuni ve ll. Selim devirlerinde sırf vergi gelirleri düşmesin diye Hıristiyan kitlelerin İslamlaşmasına mani olan dar görüşlü yönetim hatasına düşmüşlerdir. 

Stratejik genişleme ve gönüllü bütünleşme için, siyasi basiret şarttır. 

Bu politikanın tabii sonucu olarak Hıristiyan tebaaya güvenilmediği için askere alınmaması sebebiyle Türk-Müslüman nüfus, asırlar boyu süren savaşlarda kırılmış, ülkenin zenginlikleri onların eline geçmiştir. 

Bununla da kalmamış Hıristiyanların yoğunlukta yaşadığı topraklar elimizden çıkmıştır.

Türkiye, son zamanlarda askeri gücünü artırmaya başlamıştır. 

Batı; son 3 asırdan beri Türkiye’nin karşısına Rusya’yı çıkartmış; Türkiye’nin gücünü zayıflatmıştır. 

Halen Suriye ve Libya’da karşımızda Rusya bulunmaktadır. 

Balkan devletlerinin kuruluşunda ve varlıklarını muhafaza etmelerinde Rusya’nın tesirini göz ardı etmemek gereklidir.

Halen, Yunanistan ve Rusya’nın ortak dini olan “Ortodoksluk”, Balkanlar’da tesirini sürdürmektedir.

Yunanistan’ın Türkiye’nin yörüngesine girmesine mani olmak için Rusya’nın, elinden geleni yapacağı beklenmelidir.

Böyle bir birliğin kuruluşunun gerçekleşmesi, Rusya’nın zayıflamasına, ekonomisinin çökmesine bağlıdır. 

Rusya Federasyonu dağılmadan veya çok zayıflamadan Türk-Yunan birliği gerçekleşemez.

Türkiye’nin savaş yolu ile Ege Adaları ve Yunanistan’ı ele geçirmesine batı dünyası müsaade etmez; Yunanistan’a muazzam ölçüde silah yardımı yaparlar. 

Savaşı, horoz dövüşü şekline getirerek iki tarafın da gücünü tüketirler. 

O halde Dimitri Kiçikis neden “Türk-Yunan federasyonu”nu istiyor?

Neden “olmayacak duaya âmin” diyor?

Dimitri Kiçikis “Royal  Society”nin bir üyesidir. 

Yani İngiliz istihbaratı ve derin devleti tarafından desteklenen bir yapının içindedir. 

Burada şu hesap yapılmaktadır;

Şayet Rusya, Türkiye’yi aşarak Akdeniz’e inerse, batının son iki asırdan beri kurduğu düzen bozulacak, liderlik Rusya’nın eline geçecektir. 

Buna mani olmak için Türk-Yunan federasyonu fikrini gündemde tutarak Rusya’nın Akdeniz’e çıkışına set çekme düşüncesini bir Yunan profesöre söylettirmektedirler. 

Şunu bilelim ki İngiliz devlet aklı, İngiliz derin devleti, şeytana pabucu ters giydirecek kadar kurnaz, diplomasisi, geleceği planlamada, 5-10 hamle ilerisini hesaplayacak kadar derinliğe ve satranç bilgisine sahiptir.

.

Suat Gün, dikGAZETE.com