Duygularımız, mantığımız ve İstanbul seçimi ile diğer bazı gerçekler!

Duygularımız, mantığımız ve İstanbul seçimi ile diğer bazı gerçekler!

Mantık yürütme, rasyonel bir davranıştır. Mantık yürüterek, doğruları akıl yoluyla bulur ve uygularız. Felsefenin temel kurallarından birisi de neden, niçin, nasıl sorularına cevap aranmasıdır.

Akıl yürüterek elde ettiğimiz doğru verileri, hayatımıza uygulamada kullanma becerisini gösterebiliyor muyuz? Ya da kendi hayatımıza baktığımızda mantığımız bize rehberlik ediyor mu?

Rasyonel düşünce, temellerini akıldan, bilimden alan ve deneyler sonucu ispat edilebilir düşüncedir…

Rasyonel düşünce, evrenseldir. Bölgeden bölgeye veya kişiden kişiye değişiklik göstermez. Temellerini somut bilgilerden, deneylerden alan rasyonel düşünce, bilim alanında da vazgeçilmez temel kuralların başında gelir… Mantığımız, her zaman rasyonel düşünceyi kabul eder ve savunur; ancak hayat içinde, (uygulama alanında) tam olarak mantığımızı kullandığımız söylenemez!..

Ne yazık ki insanlar, hayat içinde mantıklarından çok, duygularına göre hareket ederler… Mesela, sigara içen bir insan, sigaranın zararlı olduğunu bilir ama kendi nefsi ve duyguları onu bırakmaya engel olur… Bu durumun çeşitli sebepleri de olsa gerçek budur… Sevdiğimiz birini haksız da olsa müdafaa etme refleksimiz onu kurtarmak için harekete geçer… 

Kısacası mantıkî düşünme eylemi, bizleri rasyonel karar vermeye sevk etmesi gerekirken, çoğu zaman bunun aksi gerçekleşir… 

İNSANLAR, MANTIKLARINDAN ÇOK DUYGULARIYLA HAREKET  EDERLER…

Sayısalcılarla sözelciler arasındaki fark da bu!.. Bir mühendis, hayata bilimsel kalıplar istikametinde bakar; bir edebiyatçı ise bilimsel sonuçlarından çok, sebeplerle -ayrıntılarla- boğuşmayı tercih eder…

Genelde bir mühendis, hırsızlık yapan birinin hak ettiği cezayı almasını ister… Üstelik o kişiye karşı, acımasız bir nefret de geliştirebilir… Bir edebiyatçı ise suçu işleyen kişinin suçu neden, niçin ve nasıl işlediğine bakar… Hatta bir avukat gibi suçluyu masum gösterebilecek sebepleri sergilemeye çalışır…

Kısacası sözelciler, felsefenin soruları olan neden, niçin ve nasıl sorularını sorarak, cevaplar arar… Bir mühendisi ise ayrıntılardan çok, sonuçlar ilgilendirir… Onun için kişinin sonuçta suçlu veya suçsuzluğu önemlidir. Bir edebiyatçı veya bir avukat ise olayın gerçeğine ulaşmak için ayrıntılarla uğraşır.

Ayrıntılar bir mühendis için bir angarya ve zaman kaybı olabilir, edebiyatçı için ise suçluya haklılık kazandırabilecek bir çalışma olarak ortaya çıkar…

Edebiyatçılar, olaylara karşı esneklik gösterirken, mühendisler tavizsiz, kesin ve kararlı duruşlarıyla pratik hayatın gerçeklerini çoğu zaman ıskalarlar.

Mühendislerin mantıkla düşünme yaklaşımları, davranışlarına da yansımaktadır…

Bu yüzden mühendisler sosyal hayat içinde katı ve kesin davranışlarıyla, duygusallıktan uzaklaşarak, kişisel iletişimde de sıkıntılara girebilirler. Farklı fikirlere esneklik göstermeyen mühendisler, aile ve toplumsal hayat içindeki mantığa aykırı davranış biçimlerine direnmeye çalışırlarken, yıpranırlar…

Ünlü yazar Dale Carnegie, otomobiller için ilk yapılan sert (içi dolu) lastiklerin, daha çabuk yıprandığını, içi havayla doldurulan esnek, yumuşak lastiklerin ise uzun müddet dayandığını söylüyor… Arkasından da hayat içinde esnek olmanın, yıpranmamak için gerekli olduğunu belirtiyor…

Ne yazık ki rasyonel davranış ve esnek olmayan kesin tavırlar, çoğu zaman hayat içinde beklentilerimize cevap veremiyor…

***

İSTANBUL BELEDİYE SEÇİMLERİ…

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimi yapıldı… 

Her yerde seçmen oyları hakkında münazara ve sohbetlere şahit olduk… Gazeteciler, araştırma şirketleri, akademisyenler bol bol konuştu…

Konu: Seçmen oyunu niçin A adayına değil de B adayına vermişti?.. 

AK PARTİ ve OLUMSUZ OYLAR

-18 yaş üstü gençler  

-Küskün AK Partililer

-SSK emeklileri

-Memurlar

-Bağımsız seçmen kitlesi

-Etnik ve cemaat temelli toplumsal gruplar

Bu toplulukların çoğunluğunun AK Parti’nin karşısına geçmesi veya AK Parti’ye oy vermemesi, AK Parti adayının işini zora sokmuştur.

Peki niçin bu seçmenlerimiz “AK Parti Adayına oy vermedi” dediğinizde bir çok sebep sıralanacaktır…. Bunların başında bozuk ekonomi, adaletsizlik, yolsuzluk, baskılar vb.

EKONOMİ: 

Sebep gösterilen ekonomi abartıldığı kadar kötü müydü?.. 

1999 senesinde (Ecevit dönemi) Cumhuriyet tarihinin en düşük büyümesi yaşandı, ekonomi tamamen çöktü 750 bin dolar için Lüksemburg gibi nüfusu Esenyurt’tan daha az olan bir devletten borç para istedik… Ecevit dönemindeki faizlere ve enflasyona bakıldığında, yaklaşık olarak şimdiki faizlerin on katıydı… Buna rağmen insanlar, Ecevit’ten bu kadar nefret etmemişti… 

ADALET:

Yine AK Parti öncesi sık sık partiler kapatılıyordu… Üniversitelerde eğitim yapan çocuklarımız başörtülü diye eğitim hakları elinden alınıyordu… Bu da yetmiyor, başörtüsünü açıkça savunanlar, hapislere atılıyor, haksızca büyük cezalara çarptırıyorlardı… Hatta  milletvekili olarak (başörtülü olarak) meclise giren kadın milletvekili, Başbakan Ecevit tarafından “Bu hanıma haddini bildirin” denilerek, milletvekillerini harekete geçirip, bayan milletvekilini -linç girişimiyle birlikte-  meclisten kovduruyordu.

Yine canı yananlar dışında, kimse Ecevit’ten nefret etmemişti… 

YOLSUZLUK:

Türkiye’nin en büyük yolsuzluğu, yine eski Başbakan Ecevit döneminde yapılmıştır... 

22 banka batmış, 65 milyar dolar hortumlanmıştı… Sorumsuzca yapılan çalışmalar, 2001 senesinde daha da büyük yolsuzluk ve krizlere sebep olmuştur… Buna rağmen, Ecevit’ten nefret eden insanlar ön planda değildi; ya da sesleri yeterince çıkmıyordu… Bu yolsuzlukların bedelini daha sonra iktidara gelen AK Parti iktidarı ödemiş ve Türkiye’nin bağımsızlığı için IMF’nin borcunu da ödemiş ve ülkeden kovmuştur. 

BASKILAR:

Yine baskılara baktığımızda, dindar kesime, vakıflarına, derneklerine, yayın evlerine, gazetelere ve gazetecilere yapılan baskılara AK Parti öncesi laikçi, Kemalist, sosyalist kesimlerden hiç bir tepki gelmiyordu… Günümüzde ise Cumhurbaşkanını eleştirmek şöyle dursun, hakarete varan yazılar kolayca yazılabiliyor… Hatta Cumhurbaşkanlığı gibi saygı gösterilmesi gereken bir makama ve Cumhurbaşkanı’nın şahsına karşı hakaretlere varan yazılar yayınlanıyordu…                                           

Üstelik -yavuz hırsız hesabı- Cumhurbaşkanı’na “diktatör” diyecek kadar kurnaz bir yaklaşımda bulunuyorlardı… Bu solcu ve komünist taktikler, şablonlaşmış sloganlarla, günümüzde de halen devam etmektedir…

Ulusal devletin dezavantajlarına rağmen günümüzde özgürlükler alabildiğince geniş… Hiçbir televizyon ve gazete kapanmıyor… Hiçbir film yasaklanmıyor. Şarkılar, Türküler yasak edilmiyor… Herkes istediği gibi konuşabiliyor… Herkes istediği ismi çocuğuna koyabiliyor.

Terör konusuna gelince, ülkemiz için çok hassas ve yok edilmesi elzem bir konu!.. 

Dünyanın hiçbir devleti terör hareketine destek verenleri affetmez… Anında onu etkisiz hale getirir… Teröre hoş görü gösterilemez, çünkü o zaman da toplumun hepsi zarar görür… Terör destekçisi, ister gazeteci isterse başka meslek sahipleri olsun, bu pratik ve siyasi gerçek değişmez…

Teröre taviz de verilemez, çünkü tavizler, daha büyük zararlara yol açar.

Terör ve yolsuzluğa bulaşmış olan kişi veya örgütlerle devletin mücadele etmesi gerekiyor… 

Ülke ve insanların güvenliği için yapılanları baskı olarak çarpıtmak veya tenkit etmek, vatanseverlikle bağdaşmamaktadır… Terörle ilgisi olmayan hiç kimseyi devlet rahatsız etmez; zaten buna hukuk da müsaade etmez…

Az da olsa yanlışlıkla zarar görenler de olabilir, fakat derhal düzeltilir…

SEÇİMDE NEFRET VEYA DUYGULAR…

Yukarıda sayılanlar, son derece önemli parametrelerdir. 

Seçimleri belirleyen unsurların başında gelen sebepleri hiçbir zaman yok sayamayız… Ancak bu unsurların, abartıldığı gibi olmadığı da ufak bir araştırmayla anlaşılabilir.

Üstelik;

Cumhuriyet tarihinde 96 senede yapılmayan gelişmeler, AK Parti zamanında yapılmıştır… Yerli Pilotsuz uçaklar, uydular, hızlı trenler, duble yollar, Marmaraylar, Avrupa’nın en uzun tünelleri, hava Alanları, asma köprüler, yerli tanklar, helikopterler, yeni silahlar vb… Hastaneler yenilenmiş, devasa adalet sarayları yapılmıştır…

Petrole sahip olmayan Türkiye, enerjinin aktarıldığı önemli bir köprü olmuştur. Doğrusu AK Parti döneminde saymakla bitmeyen devasa işler yapıldı… Mantık olarak bakıldığında ülkesini sevenlerin çoğunun oyunu AK Parti’ye vermesi gerekiyor… Ama pratik hayatın gerçekleri böyle mi? 

İstanbul Belediye Başkanlığı Seçimleri’nde gerçekten AK Parti’nin sözde hatalı uyguladığı ekonomi, adalet, baskı ve yolsuzluklar mı belirleyici oldu?..  Şayet gerçekte seçimleri bu unsurlar belirlemişse, bu davranış mantıklı bir tepki olarak alınabilirdi.

Ben, İstanbul Belediyesi Seçimleri’nde rasyonel bir mantığın devreye tamamen girmediğini ve seçimi -daha çok- duygusallığın belirlediği kanaati taşıyorum.

Peki, nereden bu kanaate vardım?.. 

İstanbul için önemli iki aday ortaya çıkmış ve sizden oy isteniyor… 

Mantık olarak, İstanbul’a en iyi hizmeti yapacak bir adaya oy verilmesi rasyonel bir davranış olacaktı.

İSTANBUL ADAYLARI

Ekrem İmamoğlu: 

İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi mezunu… Mesleği: Müteahhit…

İmamoğlu, bir dönem Beylikdüzü Belediyesi başkanlığı yaptı… CHP’li olan İmamoğlu, CHP’nin başını çektiği Millet İttifakı’ndan adaylığını koydu…

CHP, İyi Parti, DP ve Sadet Parti’sinin desteği ile bu İttifak’ın desteğini alan İmamoğlu, İstanbul Büyükşehir Başkanlığı’na seçildi.

Binali Yıldırım:

İstanbul Teknik Üniversitesi Gemi İnşa ve Deniz Bilimleri Fakültesi'nden mezun oldu ve aynı bölümde yüksek lisans yaptı.

1990-1991 yılları arasında İsveç'te bulunan Uluslararası Denizcilik Örgütü'nde ihtisas eğitimi aldı. 

1994-2000 yılları arasında İstanbul Büyükşehir Belediyesi İstanbul Deniz Otobüsleri İşletmeleri’nde Genel Müdürlük görevinde bulundu.

İstanbul'a kazandırılan toplam 29 iskele/terminal, 22 deniz otobüsü ve 4 feribotla İDO'yu alanında dünyanın en büyük şirketleri arasına soktu.

1999 yılında deniz toplu taşımacılığı ve turizme katkılarından dolayı uluslararası "Skal Kulübü" tarafından verilen kalite ödülüne layık görüldü.

Ulaştırma Bakanlığı yapan Binali Yıldırım, kısa zamanda Türkiye’nin çehresini değiştiren, duble yollara, köprüler ve tünellere, hava alanlarına imzasını attı…

Marmaraylar, Avrasya tünelleri onun gayretlerinin sonucunda ortaya çıktı.

Bakanlığı döneminde gerçekleştirdiği önemli projeler: 

- 2003 – 2013 yılları arasında 17.500 km bölünmüş yol inşaatı 

- 2002 yılında 26 adet olan aktif havalimanı sayısının 55’e çıkarılması

- Ankara – Eskişehir, Ankara – Konya, Ankara – İstanbul Yüksek Hızlı Tren projeleri

- Marmaray projesi ile İstanbul’un Asya ve Avrupa yakalarının denizaltından demiryolu ile birbirine bağlanması,

- İstanbul’un iki yakasını denizin altından birbirine bağlayan Avrasya Tüneli

- 3. Boğaz Köprüsü

- İstanbul – İzmir Otoyolu ve dünyanın en uzun asma köprülerinden biri olan İzmit Körfez Geçişi Köprüsü

- 1213 km Yüksek Hızlı Tren demiryolu hattı inşası, 9350 km konvansiyonel demiryolu hattının yenilenmesi 

- Avrupa’nın en büyük konteyner limanlarından biri olan Çandarlı Limanı

- Dünya’nın en büyük havalimanlarından biri olacak olan İstanbul 3. Havalimanı 

- Dünyada %5 büyüyen havacılık sektöründe, Türkiye’de %15 lik büyümesi.

SONUÇ:

TBMM Başkanlığı’na da seçilen Binali Yıldırım’ın tecrübesinin büyüklüğü de Türkiye’ye sağladığı faydalar da İstanbul seçiminde kendine yeterince fayda sağlayamamıştır.

İstanbul’da yaşayan bir seçmenin Binali Yıldırım’ı Belediye Başkanı olarak seçmesi mantıklı bir yaklaşım olacaktı. 

Binali Yıldırım, AK Parti iktidarını da arkasına aldığında büyük projeleri de rahatlıkla yapabilecekti… Bütün bu gerçeklere rağmen, Binali Yıldırım’ın oy kaybedişi, hiçbir mantığa sığdırılacak bir hadise değildi...

Ayrıca son televizyon tartışmasında Binali Yıldırım’ın ağır başlılığı ve dürüstlüğüne de şahit olduk… Rakibinin ise yalan söylemleri ve tribünlere oynamasına bütün seyirciler şahit olmuştur… 

Bütün bu durum tespitleri ortada iken, insanların oylarını yine de daha çok sevdiklerini söyledikleri nispeten daha genç adaya yöneltmelerinin mantıkla bağdaşan hiçbir yönü bulunmamaktadır.

Burada “Seçmen mantığını kullandı” demek, çok da tutarlı olmaz… Ve de rasyonaliteye uymaz…O halde seçime asıl tesir eden unsur nedir?.. Duygularımız!..

Yapılan devasa işler, seçmeni pek de ilgilendirmiyor… 

O halde seçimde yalnız, sosyoekonomik şartlardan veya ülke kalkınmasıyla ilgili gerekçelerden bahsedilmesi de yeterli olmuyor…

Anlaşılan duygularımız, mantığımızdan daha çok devrede oluyor… İyi de aynı duyguları neden Binali Yıldırım’a göstermedik?.. 

Aslında “İstanbul Seçimleri”nde hedeflenen Binali Yıldırım değil, AK Parti hükümeti ve Tayip Erdoğan olmuştur…

Sayın Cumhurbaşkanımız Tayip Erdoğan’ın oyunu da sürekli aşağı çeken AK Parti olmuştur… AK Parti’nin gençliğe veremediği eğitim ve kültür, emeklilere uyguladığı itici politika, makam sahibi liyakatsiz ve beceriksiz yöneticilerin kendilerine destek verenlere karşı vefasızlığı, topluma ve kişilere karşı sevimsiz davranış biçimleri bu seçimin belirleyici unsurları olmuştur…

Ne yazık ki AK Parti, sadece gençleri ihmal etmemiş, kendisine gönül veren birçok insanı da küstürmüştür… 

Halkın gerçek taleplerini kulak ardı eden AK Parti Hükümeti döneminde haksızlıkların önlenememesi bir tarafa, bazı kurum ve kuruluşların sorumsuz faaliyetlerine seyirci kalınması da kabul edilemez bir gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır.

TDK ise bu kurumların başında geliyor… TDK’nin “dil tasfiyeciliği”ne neden müdahale edilemediği de anlaşılmış değil…

Atatürk, 1932 - 1935 yılları arasında çevresinin etkisinde kalarak tasfiyecilik ve uydurmacılığa dayanan dil anlayışını denemiş, zamanla bunun dili çıkmaza soktuğunu fark edince de “tabii yol” dediği yaşanan, tabiî Türkçe’ye dönerek bundan vazgeçmiştir… 

Atatürk’e rağmen, İsmet İnönü zamanında Türk Dil Kurumu, hükümetten gördüğü yardım ve destekle çalışmalarına devam etmiş ve ikinci bir “sadeleşme” dalgası başlatmıştır… CHP’nin tek parti yönetiminde dil bilimine aykırı, ırkçı dil politikası olan özleştirme, devlet politikası olarak tekrar devreye girmiştir.

Günümüzde ise tasfiyeci dil anlayışı hala sürdürülmektedir. 

TDK, kendi başına kimsenin müdahale edemediği bir kurum haline gelmiş, sanki kültür ve tarihimizi yok etmekle meşgul bir durumdadır… Siyasilerimiz bile TDK’nin tasfiyeciliğini destekler hale gelmişler…

Muhafazakâr Televizyonlar, siyasiler ve aydınlarımız da “Olanak, olasılık, koşul, anımsamak…” gibi kelimeleri yaygınlaştırdıktan sonra “cevap” kelimesini tasfiye edip, çöpe atmak gayretiyle “yanıt” kelimesini yaygınlaştırma gayreti içerisindeler... Sonuçta dilimiz, kelimeler atılarak zayıflatılmıştır… 

Ne yazık ki gençlik, 30-40 sene önce yazılan eserleri dahi kütüphanelerde okuyamaz hale gelmiştir… 

Günümüzdeki gençliğin, günlük konuşma dilindeki kelime sayısı 300’e kadar düşürülmüştür… Gençlerimiz, TDK’nin zayıflattığı dille kendini ifade edemez hale gelmiştir… Okullardaki kitaplar ise, tamamen “solcu gençler” yetiştirecek içeriktedir.

2017 - Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü'nün (UNESCO) verilerine göre Türkiye, kitap okuma oranında dünyada 86'ncı sırada… Kısacası sosyal medyada “geyik yapmak”tan başka bir işe yaramayan bir gençlikten kültürel zenginlik ve kalite bekleyemeyiz…

Günümüzdeki gençlerin çoğu rasyonel bir mantıktan yoksun yetiştiriliyor…

Bu nitelikteki bir gençliğe ahlak ve de bilimsel eğitim vermek de mümkün değildir… 

Gençliği kurtarmak için önce dil meselesini çözmek esastır… 

Aksi takdirde, gençliğin sağdan-soldan aldığı yüzeysel bilgilerle “sosyal medya silahşörlüğü” yapmasından başka bir meziyet bekleyemeyiz…

ŞİKAYETLERİN CUMHURBAŞKANI’NA ULAŞTIRILAMAMASI…

Şikâyetlerimiz ve dileklerimiz -etrafındaki güvenlik çemberinden dolayı- Cumhurbaşkanımıza bir türlü ulaşmıyor…  

Cumhurbaşkanımız, toplumdaki sıkıntıları, çevresindeki insanların verdiği raporlardan öğrenmek zorunda kalıyor… Bu raporların ne derece gerçeği yansıttığı tartışılır. 

Ne yazık ki Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi'ne (CİMER) girmek için bile isim ve kimlik numarası yetmiyor, (bankalar gibi) şikâyetini ulaştıracak vatandaşa “analık kızlık soyadı” sorulması, vatandaşın Cumhurbaşkanımıza ulaşmasını zorlaştırmak için yapılmış engelleri açıkça göstermektedir… 

Maalesef Cumhurbaşkanımızla iletişimde bulunmak, çağımızda internet kanalıyla şeffaf ve kolay bir şekilde yapılamıyor… Böyle olunca birçok şikâyet, bilinemediği için çözüm de üretilemiyor. 

Bu açıdan AK Parti, suçluyu muhalefetten çok, kendi bünyesinde aramalıdır…

.

Raşit Anaral, dikGAZETE.com

Twitter'da bizi takip edin: @rasitanaral , @dikgazete

Mantık yürütme, rasyonel bir davranıştır. Mantık yürüterek, doğruları akıl yoluyla bulur ve uygularız. Felsefenin temel kurallarından birisi de neden, niçin, nasıl sorularına cevap aranmasıdır.

Akıl yürüterek elde ettiğimiz doğru verileri, hayatımıza uygulamada kullanma becerisini gösterebiliyor muyuz? Ya da kendi hayatımıza baktığımızda mantığımız bize rehberlik ediyor mu?

Rasyonel düşünce, temellerini akıldan, bilimden alan ve deneyler sonucu ispat edilebilir düşüncedir…

Rasyonel düşünce, evrenseldir. Bölgeden bölgeye veya kişiden kişiye değişiklik göstermez. Temellerini somut bilgilerden, deneylerden alan rasyonel düşünce, bilim alanında da vazgeçilmez temel kuralların başında gelir… Mantığımız, her zaman rasyonel düşünceyi kabul eder ve savunur; ancak hayat içinde, (uygulama alanında) tam olarak mantığımızı kullandığımız söylenemez!..

Ne yazık ki insanlar, hayat içinde mantıklarından çok, duygularına göre hareket ederler… Mesela, sigara içen bir insan, sigaranın zararlı olduğunu bilir ama kendi nefsi ve duyguları onu bırakmaya engel olur… Bu durumun çeşitli sebepleri de olsa gerçek budur… Sevdiğimiz birini haksız da olsa müdafaa etme refleksimiz onu kurtarmak için harekete geçer… 

Kısacası mantıkî düşünme eylemi, bizleri rasyonel karar vermeye sevk etmesi gerekirken, çoğu zaman bunun aksi gerçekleşir… 

İNSANLAR, MANTIKLARINDAN ÇOK DUYGULARIYLA HAREKET  EDERLER…

Sayısalcılarla sözelciler arasındaki fark da bu!.. Bir mühendis, hayata bilimsel kalıplar istikametinde bakar; bir edebiyatçı ise bilimsel sonuçlarından çok, sebeplerle -ayrıntılarla- boğuşmayı tercih eder…

Genelde bir mühendis, hırsızlık yapan birinin hak ettiği cezayı almasını ister… Üstelik o kişiye karşı, acımasız bir nefret de geliştirebilir… Bir edebiyatçı ise suçu işleyen kişinin suçu neden, niçin ve nasıl işlediğine bakar… Hatta bir avukat gibi suçluyu masum gösterebilecek sebepleri sergilemeye çalışır…

Kısacası sözelciler, felsefenin soruları olan neden, niçin ve nasıl sorularını sorarak, cevaplar arar… Bir mühendisi ise ayrıntılardan çok, sonuçlar ilgilendirir… Onun için kişinin sonuçta suçlu veya suçsuzluğu önemlidir. Bir edebiyatçı veya bir avukat ise olayın gerçeğine ulaşmak için ayrıntılarla uğraşır.

Ayrıntılar bir mühendis için bir angarya ve zaman kaybı olabilir, edebiyatçı için ise suçluya haklılık kazandırabilecek bir çalışma olarak ortaya çıkar…

Edebiyatçılar, olaylara karşı esneklik gösterirken, mühendisler tavizsiz, kesin ve kararlı duruşlarıyla pratik hayatın gerçeklerini çoğu zaman ıskalarlar.

Mühendislerin mantıkla düşünme yaklaşımları, davranışlarına da yansımaktadır…

Bu yüzden mühendisler sosyal hayat içinde katı ve kesin davranışlarıyla, duygusallıktan uzaklaşarak, kişisel iletişimde de sıkıntılara girebilirler. Farklı fikirlere esneklik göstermeyen mühendisler, aile ve toplumsal hayat içindeki mantığa aykırı davranış biçimlerine direnmeye çalışırlarken, yıpranırlar…

Ünlü yazar Dale Carnegie, otomobiller için ilk yapılan sert (içi dolu) lastiklerin, daha çabuk yıprandığını, içi havayla doldurulan esnek, yumuşak lastiklerin ise uzun müddet dayandığını söylüyor… Arkasından da hayat içinde esnek olmanın, yıpranmamak için gerekli olduğunu belirtiyor…

Ne yazık ki rasyonel davranış ve esnek olmayan kesin tavırlar, çoğu zaman hayat içinde beklentilerimize cevap veremiyor…

***

İSTANBUL BELEDİYE SEÇİMLERİ…

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimi yapıldı… 

Her yerde seçmen oyları hakkında münazara ve sohbetlere şahit olduk… Gazeteciler, araştırma şirketleri, akademisyenler bol bol konuştu…

Konu: Seçmen oyunu niçin A adayına değil de B adayına vermişti?.. 

AK PARTİ ve OLUMSUZ OYLAR

-18 yaş üstü gençler  

-Küskün AK Partililer

-SSK emeklileri

-Memurlar

-Bağımsız seçmen kitlesi

-Etnik ve cemaat temelli toplumsal gruplar

Bu toplulukların çoğunluğunun AK Parti’nin karşısına geçmesi veya AK Parti’ye oy vermemesi, AK Parti adayının işini zora sokmuştur.

Peki niçin bu seçmenlerimiz “AK Parti Adayına oy vermedi” dediğinizde bir çok sebep sıralanacaktır…. Bunların başında bozuk ekonomi, adaletsizlik, yolsuzluk, baskılar vb.

EKONOMİ: 

Sebep gösterilen ekonomi abartıldığı kadar kötü müydü?.. 

1999 senesinde (Ecevit dönemi) Cumhuriyet tarihinin en düşük büyümesi yaşandı, ekonomi tamamen çöktü 750 bin dolar için Lüksemburg gibi nüfusu Esenyurt’tan daha az olan bir devletten borç para istedik… Ecevit dönemindeki faizlere ve enflasyona bakıldığında, yaklaşık olarak şimdiki faizlerin on katıydı… Buna rağmen insanlar, Ecevit’ten bu kadar nefret etmemişti… 

ADALET:

Yine AK Parti öncesi sık sık partiler kapatılıyordu… Üniversitelerde eğitim yapan çocuklarımız başörtülü diye eğitim hakları elinden alınıyordu… Bu da yetmiyor, başörtüsünü açıkça savunanlar, hapislere atılıyor, haksızca büyük cezalara çarptırıyorlardı… Hatta  milletvekili olarak (başörtülü olarak) meclise giren kadın milletvekili, Başbakan Ecevit tarafından “Bu hanıma haddini bildirin” denilerek, milletvekillerini harekete geçirip, bayan milletvekilini -linç girişimiyle birlikte-  meclisten kovduruyordu.

Yine canı yananlar dışında, kimse Ecevit’ten nefret etmemişti… 

YOLSUZLUK:

Türkiye’nin en büyük yolsuzluğu, yine eski Başbakan Ecevit döneminde yapılmıştır... 

22 banka batmış, 65 milyar dolar hortumlanmıştı… Sorumsuzca yapılan çalışmalar, 2001 senesinde daha da büyük yolsuzluk ve krizlere sebep olmuştur… Buna rağmen, Ecevit’ten nefret eden insanlar ön planda değildi; ya da sesleri yeterince çıkmıyordu… Bu yolsuzlukların bedelini daha sonra iktidara gelen AK Parti iktidarı ödemiş ve Türkiye’nin bağımsızlığı için IMF’nin borcunu da ödemiş ve ülkeden kovmuştur. 

BASKILAR:

Yine baskılara baktığımızda, dindar kesime, vakıflarına, derneklerine, yayın evlerine, gazetelere ve gazetecilere yapılan baskılara AK Parti öncesi laikçi, Kemalist, sosyalist kesimlerden hiç bir tepki gelmiyordu… Günümüzde ise Cumhurbaşkanını eleştirmek şöyle dursun, hakarete varan yazılar kolayca yazılabiliyor… Hatta Cumhurbaşkanlığı gibi saygı gösterilmesi gereken bir makama ve Cumhurbaşkanı’nın şahsına karşı hakaretlere varan yazılar yayınlanıyordu…                                           

Üstelik -yavuz hırsız hesabı- Cumhurbaşkanı’na “diktatör” diyecek kadar kurnaz bir yaklaşımda bulunuyorlardı… Bu solcu ve komünist taktikler, şablonlaşmış sloganlarla, günümüzde de halen devam etmektedir…

Ulusal devletin dezavantajlarına rağmen günümüzde özgürlükler alabildiğince geniş… Hiçbir televizyon ve gazete kapanmıyor… Hiçbir film yasaklanmıyor. Şarkılar, Türküler yasak edilmiyor… Herkes istediği gibi konuşabiliyor… Herkes istediği ismi çocuğuna koyabiliyor.

Terör konusuna gelince, ülkemiz için çok hassas ve yok edilmesi elzem bir konu!.. 

Dünyanın hiçbir devleti terör hareketine destek verenleri affetmez… Anında onu etkisiz hale getirir… Teröre hoş görü gösterilemez, çünkü o zaman da toplumun hepsi zarar görür… Terör destekçisi, ister gazeteci isterse başka meslek sahipleri olsun, bu pratik ve siyasi gerçek değişmez…

Teröre taviz de verilemez, çünkü tavizler, daha büyük zararlara yol açar.

Terör ve yolsuzluğa bulaşmış olan kişi veya örgütlerle devletin mücadele etmesi gerekiyor… 

Ülke ve insanların güvenliği için yapılanları baskı olarak çarpıtmak veya tenkit etmek, vatanseverlikle bağdaşmamaktadır… Terörle ilgisi olmayan hiç kimseyi devlet rahatsız etmez; zaten buna hukuk da müsaade etmez…

Az da olsa yanlışlıkla zarar görenler de olabilir, fakat derhal düzeltilir…

SEÇİMDE NEFRET VEYA DUYGULAR…

Yukarıda sayılanlar, son derece önemli parametrelerdir. 

Seçimleri belirleyen unsurların başında gelen sebepleri hiçbir zaman yok sayamayız… Ancak bu unsurların, abartıldığı gibi olmadığı da ufak bir araştırmayla anlaşılabilir.

Üstelik;

Cumhuriyet tarihinde 96 senede yapılmayan gelişmeler, AK Parti zamanında yapılmıştır… Yerli Pilotsuz uçaklar, uydular, hızlı trenler, duble yollar, Marmaraylar, Avrupa’nın en uzun tünelleri, hava Alanları, asma köprüler, yerli tanklar, helikopterler, yeni silahlar vb… Hastaneler yenilenmiş, devasa adalet sarayları yapılmıştır…

Petrole sahip olmayan Türkiye, enerjinin aktarıldığı önemli bir köprü olmuştur. Doğrusu AK Parti döneminde saymakla bitmeyen devasa işler yapıldı… Mantık olarak bakıldığında ülkesini sevenlerin çoğunun oyunu AK Parti’ye vermesi gerekiyor… Ama pratik hayatın gerçekleri böyle mi? 

İstanbul Belediye Başkanlığı Seçimleri’nde gerçekten AK Parti’nin sözde hatalı uyguladığı ekonomi, adalet, baskı ve yolsuzluklar mı belirleyici oldu?..  Şayet gerçekte seçimleri bu unsurlar belirlemişse, bu davranış mantıklı bir tepki olarak alınabilirdi.

Ben, İstanbul Belediyesi Seçimleri’nde rasyonel bir mantığın devreye tamamen girmediğini ve seçimi -daha çok- duygusallığın belirlediği kanaati taşıyorum.

Peki, nereden bu kanaate vardım?.. 

İstanbul için önemli iki aday ortaya çıkmış ve sizden oy isteniyor… 

Mantık olarak, İstanbul’a en iyi hizmeti yapacak bir adaya oy verilmesi rasyonel bir davranış olacaktı.

İSTANBUL ADAYLARI

Ekrem İmamoğlu: 

İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi mezunu… Mesleği: Müteahhit…

İmamoğlu, bir dönem Beylikdüzü Belediyesi başkanlığı yaptı… CHP’li olan İmamoğlu, CHP’nin başını çektiği Millet İttifakı’ndan adaylığını koydu…

CHP, İyi Parti, DP ve Sadet Parti’sinin desteği ile bu İttifak’ın desteğini alan İmamoğlu, İstanbul Büyükşehir Başkanlığı’na seçildi.

Binali Yıldırım:

İstanbul Teknik Üniversitesi Gemi İnşa ve Deniz Bilimleri Fakültesi'nden mezun oldu ve aynı bölümde yüksek lisans yaptı.

1990-1991 yılları arasında İsveç'te bulunan Uluslararası Denizcilik Örgütü'nde ihtisas eğitimi aldı. 

1994-2000 yılları arasında İstanbul Büyükşehir Belediyesi İstanbul Deniz Otobüsleri İşletmeleri’nde Genel Müdürlük görevinde bulundu.

İstanbul'a kazandırılan toplam 29 iskele/terminal, 22 deniz otobüsü ve 4 feribotla İDO'yu alanında dünyanın en büyük şirketleri arasına soktu.

1999 yılında deniz toplu taşımacılığı ve turizme katkılarından dolayı uluslararası "Skal Kulübü" tarafından verilen kalite ödülüne layık görüldü.

Ulaştırma Bakanlığı yapan Binali Yıldırım, kısa zamanda Türkiye’nin çehresini değiştiren, duble yollara, köprüler ve tünellere, hava alanlarına imzasını attı…

Marmaraylar, Avrasya tünelleri onun gayretlerinin sonucunda ortaya çıktı.

Bakanlığı döneminde gerçekleştirdiği önemli projeler: 

- 2003 – 2013 yılları arasında 17.500 km bölünmüş yol inşaatı 

- 2002 yılında 26 adet olan aktif havalimanı sayısının 55’e çıkarılması

- Ankara – Eskişehir, Ankara – Konya, Ankara – İstanbul Yüksek Hızlı Tren projeleri

- Marmaray projesi ile İstanbul’un Asya ve Avrupa yakalarının denizaltından demiryolu ile birbirine bağlanması,

- İstanbul’un iki yakasını denizin altından birbirine bağlayan Avrasya Tüneli

- 3. Boğaz Köprüsü

- İstanbul – İzmir Otoyolu ve dünyanın en uzun asma köprülerinden biri olan İzmit Körfez Geçişi Köprüsü

- 1213 km Yüksek Hızlı Tren demiryolu hattı inşası, 9350 km konvansiyonel demiryolu hattının yenilenmesi 

- Avrupa’nın en büyük konteyner limanlarından biri olan Çandarlı Limanı

- Dünya’nın en büyük havalimanlarından biri olacak olan İstanbul 3. Havalimanı 

- Dünyada %5 büyüyen havacılık sektöründe, Türkiye’de %15 lik büyümesi.

SONUÇ:

TBMM Başkanlığı’na da seçilen Binali Yıldırım’ın tecrübesinin büyüklüğü de Türkiye’ye sağladığı faydalar da İstanbul seçiminde kendine yeterince fayda sağlayamamıştır.

İstanbul’da yaşayan bir seçmenin Binali Yıldırım’ı Belediye Başkanı olarak seçmesi mantıklı bir yaklaşım olacaktı. 

Binali Yıldırım, AK Parti iktidarını da arkasına aldığında büyük projeleri de rahatlıkla yapabilecekti… Bütün bu gerçeklere rağmen, Binali Yıldırım’ın oy kaybedişi, hiçbir mantığa sığdırılacak bir hadise değildi...

Ayrıca son televizyon tartışmasında Binali Yıldırım’ın ağır başlılığı ve dürüstlüğüne de şahit olduk… Rakibinin ise yalan söylemleri ve tribünlere oynamasına bütün seyirciler şahit olmuştur… 

Bütün bu durum tespitleri ortada iken, insanların oylarını yine de daha çok sevdiklerini söyledikleri nispeten daha genç adaya yöneltmelerinin mantıkla bağdaşan hiçbir yönü bulunmamaktadır.

Burada “Seçmen mantığını kullandı” demek, çok da tutarlı olmaz… Ve de rasyonaliteye uymaz…O halde seçime asıl tesir eden unsur nedir?.. Duygularımız!..

Yapılan devasa işler, seçmeni pek de ilgilendirmiyor… 

O halde seçimde yalnız, sosyoekonomik şartlardan veya ülke kalkınmasıyla ilgili gerekçelerden bahsedilmesi de yeterli olmuyor…

Anlaşılan duygularımız, mantığımızdan daha çok devrede oluyor… İyi de aynı duyguları neden Binali Yıldırım’a göstermedik?.. 

Aslında “İstanbul Seçimleri”nde hedeflenen Binali Yıldırım değil, AK Parti hükümeti ve Tayip Erdoğan olmuştur…

Sayın Cumhurbaşkanımız Tayip Erdoğan’ın oyunu da sürekli aşağı çeken AK Parti olmuştur… AK Parti’nin gençliğe veremediği eğitim ve kültür, emeklilere uyguladığı itici politika, makam sahibi liyakatsiz ve beceriksiz yöneticilerin kendilerine destek verenlere karşı vefasızlığı, topluma ve kişilere karşı sevimsiz davranış biçimleri bu seçimin belirleyici unsurları olmuştur…

Ne yazık ki AK Parti, sadece gençleri ihmal etmemiş, kendisine gönül veren birçok insanı da küstürmüştür… 

Halkın gerçek taleplerini kulak ardı eden AK Parti Hükümeti döneminde haksızlıkların önlenememesi bir tarafa, bazı kurum ve kuruluşların sorumsuz faaliyetlerine seyirci kalınması da kabul edilemez bir gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır.

TDK ise bu kurumların başında geliyor… TDK’nin “dil tasfiyeciliği”ne neden müdahale edilemediği de anlaşılmış değil…

Atatürk, 1932 - 1935 yılları arasında çevresinin etkisinde kalarak tasfiyecilik ve uydurmacılığa dayanan dil anlayışını denemiş, zamanla bunun dili çıkmaza soktuğunu fark edince de “tabii yol” dediği yaşanan, tabiî Türkçe’ye dönerek bundan vazgeçmiştir… 

Atatürk’e rağmen, İsmet İnönü zamanında Türk Dil Kurumu, hükümetten gördüğü yardım ve destekle çalışmalarına devam etmiş ve ikinci bir “sadeleşme” dalgası başlatmıştır… CHP’nin tek parti yönetiminde dil bilimine aykırı, ırkçı dil politikası olan özleştirme, devlet politikası olarak tekrar devreye girmiştir.

Günümüzde ise tasfiyeci dil anlayışı hala sürdürülmektedir. 

TDK, kendi başına kimsenin müdahale edemediği bir kurum haline gelmiş, sanki kültür ve tarihimizi yok etmekle meşgul bir durumdadır… Siyasilerimiz bile TDK’nin tasfiyeciliğini destekler hale gelmişler…

Muhafazakâr Televizyonlar, siyasiler ve aydınlarımız da “Olanak, olasılık, koşul, anımsamak…” gibi kelimeleri yaygınlaştırdıktan sonra “cevap” kelimesini tasfiye edip, çöpe atmak gayretiyle “yanıt” kelimesini yaygınlaştırma gayreti içerisindeler... Sonuçta dilimiz, kelimeler atılarak zayıflatılmıştır… 

Ne yazık ki gençlik, 30-40 sene önce yazılan eserleri dahi kütüphanelerde okuyamaz hale gelmiştir… 

Günümüzdeki gençliğin, günlük konuşma dilindeki kelime sayısı 300’e kadar düşürülmüştür… Gençlerimiz, TDK’nin zayıflattığı dille kendini ifade edemez hale gelmiştir… Okullardaki kitaplar ise, tamamen “solcu gençler” yetiştirecek içeriktedir.

2017 - Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü'nün (UNESCO) verilerine göre Türkiye, kitap okuma oranında dünyada 86'ncı sırada… Kısacası sosyal medyada “geyik yapmak”tan başka bir işe yaramayan bir gençlikten kültürel zenginlik ve kalite bekleyemeyiz…

Günümüzdeki gençlerin çoğu rasyonel bir mantıktan yoksun yetiştiriliyor…

Bu nitelikteki bir gençliğe ahlak ve de bilimsel eğitim vermek de mümkün değildir… 

Gençliği kurtarmak için önce dil meselesini çözmek esastır… 

Aksi takdirde, gençliğin sağdan-soldan aldığı yüzeysel bilgilerle “sosyal medya silahşörlüğü” yapmasından başka bir meziyet bekleyemeyiz…

ŞİKAYETLERİN CUMHURBAŞKANI’NA ULAŞTIRILAMAMASI…

Şikâyetlerimiz ve dileklerimiz -etrafındaki güvenlik çemberinden dolayı- Cumhurbaşkanımıza bir türlü ulaşmıyor…  

Cumhurbaşkanımız, toplumdaki sıkıntıları, çevresindeki insanların verdiği raporlardan öğrenmek zorunda kalıyor… Bu raporların ne derece gerçeği yansıttığı tartışılır. 

Ne yazık ki Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi'ne (CİMER) girmek için bile isim ve kimlik numarası yetmiyor, (bankalar gibi) şikâyetini ulaştıracak vatandaşa “analık kızlık soyadı” sorulması, vatandaşın Cumhurbaşkanımıza ulaşmasını zorlaştırmak için yapılmış engelleri açıkça göstermektedir… 

Maalesef Cumhurbaşkanımızla iletişimde bulunmak, çağımızda internet kanalıyla şeffaf ve kolay bir şekilde yapılamıyor… Böyle olunca birçok şikâyet, bilinemediği için çözüm de üretilemiyor. 

Bu açıdan AK Parti, suçluyu muhalefetten çok, kendi bünyesinde aramalıdır…

.

Raşit Anaral, dikGAZETE.com

Twitter'da bizi takip edin: @rasitanaral , @dikgazete