Geleneksel tıp ve Pilput mucizesi -1
Geleneksel tıp ve Pilput mucizesi -1
- 12-11-2021 10:02
- 2470
- 12-11-2021 10:02
- 2470
GELENEKSEL TIP VE PİLPUT MUCİZESİ -l-
Türkiye’de “geleneksel tıp” denince kimileri tarafından “bilim dışı, akıl dışı bir şifa yöntemi” olarak tanımlanmaktadır.
Geçmiş devirlerde, “bir soğanın göbeğine çuvaldız batırıp, duvara asmak, onun kokusunu yaymak; muska yazdırıp boyuna asmak; hocaya gidip suya okutmak…” akla gelen “geleneksel tıp yöntemleri” olduğu söylenir.
Hâlbuki milli kültürümüzdeki geleneksel tıp yöntemi çok farklıdır ve modern batı tıbbının kuruluşuna temel teşkil etmiştir.
Batı, psikolojik problem yaşayan hastaları “içine cin girmiş” diye ateşe atıp yakıyorken, Türkler, Edirne’de ve diğer şehirlerde kurdukları “Daruş Şifa” hastanelerinde, müzikle, telkinle tedavi ediyordu.
Eski Türklerde hastanın adı “hasta”dır, tedavi olduğu yerin adı hastane değil “şifahane”dir. Yani “hastaların doldurulduğu hasta deposu-hasta koğuşu” değil, “şifa bulduğu yer”dir.
Bu ifade bile insan psikolojisi, iyileşme duygusu üzerinde ne derece büyük tesirde bulunuyor, bunu düşünmek lazımdır.
Bizim geleneksel tıbbımızın modern tıbbın atası olduğunu nereden biliyoruz?
İbn-i Sina’nın “El-Kanun fi't-Tıb” isimli tıp kitabı 1820’li yıllara kadar batı üniversitelerinin tıp fakültelerinde temel kitap olarak okutulmuştur.
El-Kanun fi't-Tıb veya Latince ismiyle “Canon medicinae”, Batı'da “Avicenna” olarak da bilinen İbn-i Sina'nın 14 ciltlik tıp ansiklopedisi, ders kitabı olarak okutulmuştur.
8 asır boyunca tıp dünyasına yön vermiş, bugün bile öneminden bir şey kaybetmemiştir.
Bu konuda Tarihçi Ahmet Almaz’ın ilmi çalışmalarına girmeden önce son bir noktaya daha temas edip Dr. Gülten Erdem Ünlü Hanımefendi’nin “El-Kanun fi't-Tıb” bilgisinden hareketle yaptığı “Pilput” isimli gıda takviyesinden söz edeceğim.
Bizde bir söz vardır: “gıdanız ilacınız, ilacınız gıdanız olsun.” Esas ana fikir budur.
Batı tıbbının el yordamı ile bulduğu birçok ‘buluş’ daha sonra yanlış çıkmıştır.
Sigaranın, ciğer hastalıklarına iyi geldiğinden tutunuz da, tereyağının çok zararlı, “nebati yağların çok faydalı” olduğuna dair birçok reklam işitmişsinizdir.
Gene batı tıbbında elinize bir ilaç aldığınızda şunu görürsünüz: Taş şeklinde bir hap, iki üç ürünün karışımından bir şurup, insanın beslenme biçimine uygun olmayan formatta kimyasal yapılar, bağırsakların tanımadığı, doğal olmayan formüller ve binlerce yan tesiri olan, daha açık anlatımla faydadan çok zarar veren ilaçlar.
Dünya tarihi boyunca beslenme alışkanlıkları açısından bir inceleme yaptığınızda, insanların tuz hariç, taş yapı formatında bir şey yemediğine şahit olursunuz.
Peki, bu batının bize dayattığı organik olmayan formattaki haplar ne?
Allah, ayette “her canlının yiyeceğini ayırdık” diyor, herkese bünyesine uygun yiyeceği sevdirmiş; kurdun yediğini inek yemez, kurdun yemediğini akbaba yer, bütün pislikleri de severek domuz yer.
Böyle beslendiler diye o hayvanları kınayacak değiliz.
Allah, “doğal düzen” dediğimiz mükemmel bir sofra kurmuş, herkesin bünyesi ona göre şekillenmiştir. Ne bir şey israf edilir, ne de onun dışına çıkılır.
Gene günümüzde uzay araştırmaları ile sonsuz evreni keşfetmek için devasa teleskoplarla makro alanda 150 milyar ışık yılı ötedeki küreleri keşfediyoruz, mikro alanda atom altı parçacıklar adını verdiğimiz proton, nötron, elektron gibi yapı taşlarının en küçük biçimi olan kuvarsları gözlemleyebiliyoruz.
Buradaki küçüklük 1’in 10’un üzerine 27 tane sıfır koyarak ve bölerek elde ettiğimiz küçüklüktür.
Yani “10-27” (On üzeri eksi yirmi yedi) bu küçüklük seviyesinde Cern’de (1) parçacık deneyleri yapılmaktadır.
Canlı hayatı “10-24-25” (on üzeri eksi 24-25) aralığında ortaya çıkmaktadır.
Cansız maddeye nasıl can giydirildiğini henüz anlamış değiliz.
Burada yaratıcının sonsuz kudreti karşısında saygı ile eğiliyor, “övgüler olsun Yüce Allahımıza” diyoruz.
Herkese, bitkiye hayvana 2.500 harften oluşan sonsuz kelime ihtiva eden bir genetik şifre yazmış. Kıyamete kadar bu kitabı çözmek ve okumak imkânsız.
Sorun şu; bu genetik şifrenin bize buyurduğu doğrultuda mı hareket edeceğiz, deli dana gibi taştan, kimyasal maddelerden oluşmuş ilaçlar mı kullanacağız?
Diğer bir soru ise şudur; binlerce yan tesiri olan, zararı faydasından fazla olan insanın organik dokusu ile uyuşmayan ilaçları kullanmaya devam mı edeceğiz?
Akıllanıp, Yüce Yaratıcı’nın yaratılış formatına uygun besinleri mi yiyeceğiz, onların organik yapısını değiştirmeyen ilaçlar mı kullanacağız?
İşte bu noktada “Pilput” denilen harika bir gıda takviyesi, bitki özütü, mucizevî bir besin ortaya çıkıyor.
-Devam edecek-
.
Suat Gün, dikGAZETE.com
(1) https://www.mediaclick.com.tr/tr/blog/cern-nedir#:~:text=CERN%2C%20Avrupa%20N%C3%BCkleer%20Ara%C5%9Ft%C4%B1rma%20Merkezi,par%C3%A7ac%C4%B1k%20fizi%C4%9Fi%20laboratuvar%C4%B1%20ayn%C4%B1%20zamanda.
GELENEKSEL TIP VE PİLPUT MUCİZESİ -l-
Türkiye’de “geleneksel tıp” denince kimileri tarafından “bilim dışı, akıl dışı bir şifa yöntemi” olarak tanımlanmaktadır.
Geçmiş devirlerde, “bir soğanın göbeğine çuvaldız batırıp, duvara asmak, onun kokusunu yaymak; muska yazdırıp boyuna asmak; hocaya gidip suya okutmak…” akla gelen “geleneksel tıp yöntemleri” olduğu söylenir.
Hâlbuki milli kültürümüzdeki geleneksel tıp yöntemi çok farklıdır ve modern batı tıbbının kuruluşuna temel teşkil etmiştir.
Batı, psikolojik problem yaşayan hastaları “içine cin girmiş” diye ateşe atıp yakıyorken, Türkler, Edirne’de ve diğer şehirlerde kurdukları “Daruş Şifa” hastanelerinde, müzikle, telkinle tedavi ediyordu.
Eski Türklerde hastanın adı “hasta”dır, tedavi olduğu yerin adı hastane değil “şifahane”dir. Yani “hastaların doldurulduğu hasta deposu-hasta koğuşu” değil, “şifa bulduğu yer”dir.
Bu ifade bile insan psikolojisi, iyileşme duygusu üzerinde ne derece büyük tesirde bulunuyor, bunu düşünmek lazımdır.
Bizim geleneksel tıbbımızın modern tıbbın atası olduğunu nereden biliyoruz?
İbn-i Sina’nın “El-Kanun fi't-Tıb” isimli tıp kitabı 1820’li yıllara kadar batı üniversitelerinin tıp fakültelerinde temel kitap olarak okutulmuştur.
El-Kanun fi't-Tıb veya Latince ismiyle “Canon medicinae”, Batı'da “Avicenna” olarak da bilinen İbn-i Sina'nın 14 ciltlik tıp ansiklopedisi, ders kitabı olarak okutulmuştur.
8 asır boyunca tıp dünyasına yön vermiş, bugün bile öneminden bir şey kaybetmemiştir.
Bu konuda Tarihçi Ahmet Almaz’ın ilmi çalışmalarına girmeden önce son bir noktaya daha temas edip Dr. Gülten Erdem Ünlü Hanımefendi’nin “El-Kanun fi't-Tıb” bilgisinden hareketle yaptığı “Pilput” isimli gıda takviyesinden söz edeceğim.
Bizde bir söz vardır: “gıdanız ilacınız, ilacınız gıdanız olsun.” Esas ana fikir budur.
Batı tıbbının el yordamı ile bulduğu birçok ‘buluş’ daha sonra yanlış çıkmıştır.
Sigaranın, ciğer hastalıklarına iyi geldiğinden tutunuz da, tereyağının çok zararlı, “nebati yağların çok faydalı” olduğuna dair birçok reklam işitmişsinizdir.
Gene batı tıbbında elinize bir ilaç aldığınızda şunu görürsünüz: Taş şeklinde bir hap, iki üç ürünün karışımından bir şurup, insanın beslenme biçimine uygun olmayan formatta kimyasal yapılar, bağırsakların tanımadığı, doğal olmayan formüller ve binlerce yan tesiri olan, daha açık anlatımla faydadan çok zarar veren ilaçlar.
Dünya tarihi boyunca beslenme alışkanlıkları açısından bir inceleme yaptığınızda, insanların tuz hariç, taş yapı formatında bir şey yemediğine şahit olursunuz.
Peki, bu batının bize dayattığı organik olmayan formattaki haplar ne?
Allah, ayette “her canlının yiyeceğini ayırdık” diyor, herkese bünyesine uygun yiyeceği sevdirmiş; kurdun yediğini inek yemez, kurdun yemediğini akbaba yer, bütün pislikleri de severek domuz yer.
Böyle beslendiler diye o hayvanları kınayacak değiliz.
Allah, “doğal düzen” dediğimiz mükemmel bir sofra kurmuş, herkesin bünyesi ona göre şekillenmiştir. Ne bir şey israf edilir, ne de onun dışına çıkılır.
Gene günümüzde uzay araştırmaları ile sonsuz evreni keşfetmek için devasa teleskoplarla makro alanda 150 milyar ışık yılı ötedeki küreleri keşfediyoruz, mikro alanda atom altı parçacıklar adını verdiğimiz proton, nötron, elektron gibi yapı taşlarının en küçük biçimi olan kuvarsları gözlemleyebiliyoruz.
Buradaki küçüklük 1’in 10’un üzerine 27 tane sıfır koyarak ve bölerek elde ettiğimiz küçüklüktür.
Yani “10-27” (On üzeri eksi yirmi yedi) bu küçüklük seviyesinde Cern’de (1) parçacık deneyleri yapılmaktadır.
Canlı hayatı “10-24-25” (on üzeri eksi 24-25) aralığında ortaya çıkmaktadır.
Cansız maddeye nasıl can giydirildiğini henüz anlamış değiliz.
Burada yaratıcının sonsuz kudreti karşısında saygı ile eğiliyor, “övgüler olsun Yüce Allahımıza” diyoruz.
Herkese, bitkiye hayvana 2.500 harften oluşan sonsuz kelime ihtiva eden bir genetik şifre yazmış. Kıyamete kadar bu kitabı çözmek ve okumak imkânsız.
Sorun şu; bu genetik şifrenin bize buyurduğu doğrultuda mı hareket edeceğiz, deli dana gibi taştan, kimyasal maddelerden oluşmuş ilaçlar mı kullanacağız?
Diğer bir soru ise şudur; binlerce yan tesiri olan, zararı faydasından fazla olan insanın organik dokusu ile uyuşmayan ilaçları kullanmaya devam mı edeceğiz?
Akıllanıp, Yüce Yaratıcı’nın yaratılış formatına uygun besinleri mi yiyeceğiz, onların organik yapısını değiştirmeyen ilaçlar mı kullanacağız?
İşte bu noktada “Pilput” denilen harika bir gıda takviyesi, bitki özütü, mucizevî bir besin ortaya çıkıyor.
-Devam edecek-
.
Suat Gün, dikGAZETE.com
(1) https://www.mediaclick.com.tr/tr/blog/cern-nedir#:~:text=CERN%2C%20Avrupa%20N%C3%BCkleer%20Ara%C5%9Ft%C4%B1rma%20Merkezi,par%C3%A7ac%C4%B1k%20fizi%C4%9Fi%20laboratuvar%C4%B1%20ayn%C4%B1%20zamanda.