Mü’minlerin annesi, Peygamberimizin incisi Hazreti Aişe
Mü’minlerin annesi, Peygamberimizin incisi Hazreti Aişe
- 06-07-2022 06:39
- 4703
- 06-07-2022 06:39
- 4703
Hazreti Peygamber’in hayatında Hazreti Aişe müstesna bir yere sahiptir. O, ilmî şahsiyeti ve sosyal faaliyetleriyle ön plana çıkmış, mü’minlerin bilge annesi ve kadınların öncüsü olmuştur.
Efendimiz aleyhisselam, Hz. Hatice vefat ettikten sonra iki yıl bekâr kalmıştır. Hicret’ten sonra Medine’de Mescid-i Nebevi’nin inşası bitince Efendimize iki oda yapılmıştır. Sonrasında da Efendimiz, Hz. Aişe ile evlenmiştir.
Hz. Aişe, babası Hz. Ebû Bekir’in “es-Sıddîk” lakabıyla tanınması dolayısıyla “Aişe es-Sıddîka”, Hz. Peygamber’in hanımı olma şerefine nail olması ile de “ümmü’l-müminîn” yani müminlerin annesi diye anılmıştır.
Esas mevkiini ve şöhretini Hz. Peygamber ile evlendikten sonra elde etmiştir. Temellerini babasının evinde attığı ilmî seviyesini Hz. Peygamber’le beraber olduğu yıllarda geliştirmiş ve insanlar arasında ilmî bakımdan haklı ve müstesna bir yer elde etmiştir.
Hz. Peygamber, onu Hz. Hatice’den sonra daha çok sever, bunu da ona hissettirirmiş. O, zekâsı, derin anlayışı, güçlü hafızası, ilme olan düşkünlüğü, Kur’ân-ı Kerîm’i ve Hz. Peygamberi en iyi şekilde anlamaya çalışmasıyla dikkat çekiyordu.
Arap dilini maharetle kullanan Hz. Aişe, Arap şiirini ve tarihini bu konularda uzman olan babasından öğrenmişti.
Cahiliye döneminin sosyal durumunu, örf ve âdetlerini de çok iyi biliyordu.
Zekâsı, kabiliyeti, merakı ve Hz. Peygamber ile olan beraberliği sayesinde, Kur’ân’ı ve sünneti en iyi bilen, anlayan ve muhafaza eden sahabilerin başında yer alıyordu.
Hz. Aişe, Kur’ân ile Hz. Peygamber’in hadis-i şerifleri arasında kendi anlayışına göre farklılık arzeden hususları Hz. Peygamber’e sorar ve onunla müzakere ederdi. Aynı zamanda kadınların, bizzat Hz. Peygamber’e soramadıkları meselelerde aracılık vazifesi yapar, ara sıra kadınlara namaz da kıldırırdı.
Hz. Peygamber’e derinden sevgi beslemesinin yanında, ona itaat ve emirlerine dikkat konusunda da diğer kadınlara göre farklılık arz ederdi.
Geceleri namaz kılan, gündüzleri genelde oruçlu olan Hz. Aişe, aynı zamanda bir ahlâk abidesiydi. Kimsenin aleyhinde konuşmayı sevmez, kanaatkâr, mütevazı, vakarlı ve cömert bir kişiliğe sahipti. En önemli özelliklerinden biri de, öksüz ve fakirlerle yakından ilgilenmesi idi.
Rasulullah aleyhisselamın sevgilisi olmak… Hz. Aişe’ye nasip olan yüceler yücesi bir mertebedir. Aynı zamanda bu, ağır yükü olan bir makamdır.
Peygamber hanesinin hanımı olmak büyük bir sorumluluk demekti. Çünkü “seven sevdiğine benzer, sevdiğinin yolundan gider.”
Hz. Aişe’yi ‘Habibetü Rasulullah’ yani ‘Rasulullah’ın Sevgilisi’ yapan bu yürekten sevgiydi belki de..
O zamanlar Hz. Aişe, Peygamberimiz (a.s.) ile yeni evlenmişti. Allah Rasülünün kendisini sevip sevmediğini merak etmekteydi. Ya da kendisini ne kadar ve nasıl sevdiğini. Aişe (r.a.) bu düşüncesini, Peygamber ile (a.s.) konuşmadan edememişti:
- Ey Allah`ın Rasulu, beni seviyor musun?
- Evet, ya Aişe, tabii seviyorum!
Hz. Aişe, dahasını da merak ediyordu. Acaba nasıl seviyordu? Hemen sordu;
- Beni nasıl seviyorsun?
Peygamberimiz (a.s.) sevgi şeklini tanımladı eşine:
- Kördüğüm gibi.
Bu cevap, Hz. Aişe’yi çok sevindirdi. Çünkü kördüğüm açılmazdı; açılmayan, bitmeyen ‘sırlı bir sevgi’ demekti.
Alacağı cevap onu çok mutlu ettiği için Hz Aişe, sık sık sorardı:
- Ey Allah’ın Resulü, kördüğüm ne alemde?
Peygamberimiz (a.s.), Hz. Aişe’yi memnun eden cevabı verdi her defasında:
- İlk günkü gibi.
Peygamber efendimiz, zevcesi Hz. Aişe’yi çok sever, korur kollar, sakınır ve kıskanırmış.
***
KISKANÇLIK!..
Bu yazı, burada noktalanmalıydı aslında, fakat “Kıskançlık” deyince, ve bu hasleti Hz. Peygamber’e de hasredince, çeşitli soru işaretlerine mahal vermemek için, ayrı bir yazı konusu da olabilecek o konuya bir özet sunalım.
Aslında ‘kıskançlık’ çoğunlukla aşk ve sevgi söz konusu olduğunda ortaya çıkan bir duygudur. Başka bir anlamda ise ‘kıskançlık’, kişinin gösterdiği telâş ve endişedir.
Dinî metinlerde ise ‘kıskançlık’ anlamında kullanılan Arapça ‘gayret’ kelimesi, “kişinin kendi mahremini koruması yönünde gösterdiği aşırı duyarlılık”, “izzet-i nefis, şeref ve namusuna zarar verecek durumlardan sakınıp korunmasını sağlayan duygusal tepki”, daha özel olarak da “erkek veya kadının başkasının nefsi ilgisine karşı, kendi eşini koruma ve savunma duygusu” mânasına gelir (İbnü’l-Esîr).
Aynı zamanda bilgi, sanat, nüfuz, güç, mevki gibi toplumun değer verdiği şeylerin elden gitmesi korkusu ve bunları koruyup kollama isteği de genel olarak ‘kıskançlık’ kavramıyla ifade edilir.
İnsanın kendini, evini ve ailesini, ülkesini, kısaca aidiyet ilişkisi olan her şeyi koruma duygusu için de ‘gayret’ kavramı kullanılır. Çünkü bu tabii ve fıtrî bir eğilimdir. Kişinin sevip bağlandığı, değer verdiğini kıskanıp koruma altına alması, onun namus ve iffetini muhafaza etmesi, hiç şüphesiz dinimizce güzel karşılanan bir davranıştır.
Bu sebeple İslâm ahlâkında dengeli bir kıskançlık duygusu asalet, namus, iffet ve mertliğin temeli sayılmış ve bir onur ifadesi olarak kabul edilmiştir. Nitekim ‘gayret’ kelimesi klasik sözlüklerde kısaca “hamiyet” yani değerlere yönelik saldırılara karşı koyma duygusu ve iradesi şeklinde açıklanır.
Gazzâlî hamiyet, izzet-i nefis, kıskançlık duygularını her normal insanın tabiatında bulunan, bir tür savunma mekanizması olan gazap duygusunun akıl ve din ölçüleri çerçevesinde faaliyet göstermesiyle ortaya çıkan erdemler olarak değerlendirmiş ve bu erdemlerden yoksun kalmanın insanlıkta ciddi bir eksiklik olduğunu belirtmiştir.
İmam Gazzâlî, kişinin ‘hamiyet’ duygusunun zayıflaması halinde izzet-i nefsinin de zaafa uğrayacağını, bütün bunların onun kıskançlık duygusundan mahrum kalmasına yol açacağını ifade etmiş, ardından Hz. Peygamber’in ‘kıskanç’ olmakla övündüğünü anlatan hadisi (Buhârî, “Nikâḥ”, 107;) nakletmiştir. Hz. Peygamber’in bazı hadislerinde, bu anlamdaki ‘kıskanma’ üstün bir karakter özelliği olarak zikredilmiş.
İffet ve namusu koruma yönündeki kıskançlığı, kocaya düşen bir görev olarak gören Gazzâlî, bu konuda aşırı gitmeyi de doğru bulmamakta ve orta yolu tavsiye etmektedir. Ona göre, sonu kötülüğe varacak davranışlara göz yummamak gerekir; fakat kadınla ilgili haksız bir kanaatin oluşmasına yol açacak şekilde gereksiz yere vesveseye kapılmak da doğru değildir.
Şu halde, sadece Allah Teâlâ’nın, dininde belirlemiş olduğu özel durumlarda kıskançlık gereklidir. Bu sınırları aşan her kıskançlık, aklın sınırları dışında olup yersiz duygulardan kaynaklanan bir davranıştır.
İnsanın, kıskançlık duygusunun tesiriyle ‘eşinin sırlarını açığa çıkarmaya kalkışması’ da çok büyük bir yanlıştır.
.
Hülya Ayhan, dikGAZETE.com
Hazreti Peygamber’in hayatında Hazreti Aişe müstesna bir yere sahiptir. O, ilmî şahsiyeti ve sosyal faaliyetleriyle ön plana çıkmış, mü’minlerin bilge annesi ve kadınların öncüsü olmuştur.
Efendimiz aleyhisselam, Hz. Hatice vefat ettikten sonra iki yıl bekâr kalmıştır. Hicret’ten sonra Medine’de Mescid-i Nebevi’nin inşası bitince Efendimize iki oda yapılmıştır. Sonrasında da Efendimiz, Hz. Aişe ile evlenmiştir.
Hz. Aişe, babası Hz. Ebû Bekir’in “es-Sıddîk” lakabıyla tanınması dolayısıyla “Aişe es-Sıddîka”, Hz. Peygamber’in hanımı olma şerefine nail olması ile de “ümmü’l-müminîn” yani müminlerin annesi diye anılmıştır.
Esas mevkiini ve şöhretini Hz. Peygamber ile evlendikten sonra elde etmiştir. Temellerini babasının evinde attığı ilmî seviyesini Hz. Peygamber’le beraber olduğu yıllarda geliştirmiş ve insanlar arasında ilmî bakımdan haklı ve müstesna bir yer elde etmiştir.
Hz. Peygamber, onu Hz. Hatice’den sonra daha çok sever, bunu da ona hissettirirmiş. O, zekâsı, derin anlayışı, güçlü hafızası, ilme olan düşkünlüğü, Kur’ân-ı Kerîm’i ve Hz. Peygamberi en iyi şekilde anlamaya çalışmasıyla dikkat çekiyordu.
Arap dilini maharetle kullanan Hz. Aişe, Arap şiirini ve tarihini bu konularda uzman olan babasından öğrenmişti.
Cahiliye döneminin sosyal durumunu, örf ve âdetlerini de çok iyi biliyordu.
Zekâsı, kabiliyeti, merakı ve Hz. Peygamber ile olan beraberliği sayesinde, Kur’ân’ı ve sünneti en iyi bilen, anlayan ve muhafaza eden sahabilerin başında yer alıyordu.
Hz. Aişe, Kur’ân ile Hz. Peygamber’in hadis-i şerifleri arasında kendi anlayışına göre farklılık arzeden hususları Hz. Peygamber’e sorar ve onunla müzakere ederdi. Aynı zamanda kadınların, bizzat Hz. Peygamber’e soramadıkları meselelerde aracılık vazifesi yapar, ara sıra kadınlara namaz da kıldırırdı.
Hz. Peygamber’e derinden sevgi beslemesinin yanında, ona itaat ve emirlerine dikkat konusunda da diğer kadınlara göre farklılık arz ederdi.
Geceleri namaz kılan, gündüzleri genelde oruçlu olan Hz. Aişe, aynı zamanda bir ahlâk abidesiydi. Kimsenin aleyhinde konuşmayı sevmez, kanaatkâr, mütevazı, vakarlı ve cömert bir kişiliğe sahipti. En önemli özelliklerinden biri de, öksüz ve fakirlerle yakından ilgilenmesi idi.
Rasulullah aleyhisselamın sevgilisi olmak… Hz. Aişe’ye nasip olan yüceler yücesi bir mertebedir. Aynı zamanda bu, ağır yükü olan bir makamdır.
Peygamber hanesinin hanımı olmak büyük bir sorumluluk demekti. Çünkü “seven sevdiğine benzer, sevdiğinin yolundan gider.”
Hz. Aişe’yi ‘Habibetü Rasulullah’ yani ‘Rasulullah’ın Sevgilisi’ yapan bu yürekten sevgiydi belki de..
O zamanlar Hz. Aişe, Peygamberimiz (a.s.) ile yeni evlenmişti. Allah Rasülünün kendisini sevip sevmediğini merak etmekteydi. Ya da kendisini ne kadar ve nasıl sevdiğini. Aişe (r.a.) bu düşüncesini, Peygamber ile (a.s.) konuşmadan edememişti:
- Ey Allah`ın Rasulu, beni seviyor musun?
- Evet, ya Aişe, tabii seviyorum!
Hz. Aişe, dahasını da merak ediyordu. Acaba nasıl seviyordu? Hemen sordu;
- Beni nasıl seviyorsun?
Peygamberimiz (a.s.) sevgi şeklini tanımladı eşine:
- Kördüğüm gibi.
Bu cevap, Hz. Aişe’yi çok sevindirdi. Çünkü kördüğüm açılmazdı; açılmayan, bitmeyen ‘sırlı bir sevgi’ demekti.
Alacağı cevap onu çok mutlu ettiği için Hz Aişe, sık sık sorardı:
- Ey Allah’ın Resulü, kördüğüm ne alemde?
Peygamberimiz (a.s.), Hz. Aişe’yi memnun eden cevabı verdi her defasında:
- İlk günkü gibi.
Peygamber efendimiz, zevcesi Hz. Aişe’yi çok sever, korur kollar, sakınır ve kıskanırmış.
***
KISKANÇLIK!..
Bu yazı, burada noktalanmalıydı aslında, fakat “Kıskançlık” deyince, ve bu hasleti Hz. Peygamber’e de hasredince, çeşitli soru işaretlerine mahal vermemek için, ayrı bir yazı konusu da olabilecek o konuya bir özet sunalım.
Aslında ‘kıskançlık’ çoğunlukla aşk ve sevgi söz konusu olduğunda ortaya çıkan bir duygudur. Başka bir anlamda ise ‘kıskançlık’, kişinin gösterdiği telâş ve endişedir.
Dinî metinlerde ise ‘kıskançlık’ anlamında kullanılan Arapça ‘gayret’ kelimesi, “kişinin kendi mahremini koruması yönünde gösterdiği aşırı duyarlılık”, “izzet-i nefis, şeref ve namusuna zarar verecek durumlardan sakınıp korunmasını sağlayan duygusal tepki”, daha özel olarak da “erkek veya kadının başkasının nefsi ilgisine karşı, kendi eşini koruma ve savunma duygusu” mânasına gelir (İbnü’l-Esîr).
Aynı zamanda bilgi, sanat, nüfuz, güç, mevki gibi toplumun değer verdiği şeylerin elden gitmesi korkusu ve bunları koruyup kollama isteği de genel olarak ‘kıskançlık’ kavramıyla ifade edilir.
İnsanın kendini, evini ve ailesini, ülkesini, kısaca aidiyet ilişkisi olan her şeyi koruma duygusu için de ‘gayret’ kavramı kullanılır. Çünkü bu tabii ve fıtrî bir eğilimdir. Kişinin sevip bağlandığı, değer verdiğini kıskanıp koruma altına alması, onun namus ve iffetini muhafaza etmesi, hiç şüphesiz dinimizce güzel karşılanan bir davranıştır.
Bu sebeple İslâm ahlâkında dengeli bir kıskançlık duygusu asalet, namus, iffet ve mertliğin temeli sayılmış ve bir onur ifadesi olarak kabul edilmiştir. Nitekim ‘gayret’ kelimesi klasik sözlüklerde kısaca “hamiyet” yani değerlere yönelik saldırılara karşı koyma duygusu ve iradesi şeklinde açıklanır.
Gazzâlî hamiyet, izzet-i nefis, kıskançlık duygularını her normal insanın tabiatında bulunan, bir tür savunma mekanizması olan gazap duygusunun akıl ve din ölçüleri çerçevesinde faaliyet göstermesiyle ortaya çıkan erdemler olarak değerlendirmiş ve bu erdemlerden yoksun kalmanın insanlıkta ciddi bir eksiklik olduğunu belirtmiştir.
İmam Gazzâlî, kişinin ‘hamiyet’ duygusunun zayıflaması halinde izzet-i nefsinin de zaafa uğrayacağını, bütün bunların onun kıskançlık duygusundan mahrum kalmasına yol açacağını ifade etmiş, ardından Hz. Peygamber’in ‘kıskanç’ olmakla övündüğünü anlatan hadisi (Buhârî, “Nikâḥ”, 107;) nakletmiştir. Hz. Peygamber’in bazı hadislerinde, bu anlamdaki ‘kıskanma’ üstün bir karakter özelliği olarak zikredilmiş.
İffet ve namusu koruma yönündeki kıskançlığı, kocaya düşen bir görev olarak gören Gazzâlî, bu konuda aşırı gitmeyi de doğru bulmamakta ve orta yolu tavsiye etmektedir. Ona göre, sonu kötülüğe varacak davranışlara göz yummamak gerekir; fakat kadınla ilgili haksız bir kanaatin oluşmasına yol açacak şekilde gereksiz yere vesveseye kapılmak da doğru değildir.
Şu halde, sadece Allah Teâlâ’nın, dininde belirlemiş olduğu özel durumlarda kıskançlık gereklidir. Bu sınırları aşan her kıskançlık, aklın sınırları dışında olup yersiz duygulardan kaynaklanan bir davranıştır.
İnsanın, kıskançlık duygusunun tesiriyle ‘eşinin sırlarını açığa çıkarmaya kalkışması’ da çok büyük bir yanlıştır.