Bir Osmanlı bürokratı; Mâbeyn-i Hümayun Başkâtibi Hasan Tahsin Paşa
Bir Osmanlı bürokratı; Mâbeyn-i Hümayun Başkâtibi Hasan Tahsin Paşa
- 26-09-2024 08:18
- 3765
- 26-09-2024 08:18
- 3765
-Sultan 2. Abdülhamid’in Sır Kâtibi Hasan Tahsin Paşa ve İkinci Kâtip Holo İzzet Paşa (sağda)
MÂBEYN-İ HÜMÂYUN BAŞKÂTİBİ HASAN TAHSİN PAŞA -BİR OSMANLI BÜROKRATI-
Osmanlı İmparatorluğu'nun en yetenekli ve aynı zamanda en çalışkan askeri liderlerinden biri olan Hasan Tahsin Paşa, 1859 - 1930 yılları arasında İstanbul'da yaşamış çok değerli bir Osmanlı bürokratıdır. Sultan II. Abdülhamid devrinde Mâbeyn-i Hümâyun Başkâtibi olarak görev yaptığı bilinmektedir. ‘Mabeyn’ kelimesi, Arapça “iki şeyin arası” anlamında olup, saraydaki harem ve selamlığı birbirine bağlayan kısımlar için kullanılırdı.
Mabeyn, padişahın sadrazam, elçi ve diğer ziyaretçileri kabul ettiği bir yerdi. Sultan, yakınında görev yapan memurları seçerken herhangi bir siyasi bağlantısının olmamasına özen gösterirdi.
Hasan Tahsin Paşa’nın babası Mesud Efendi'dir. Esmer tenli olması nedeniyle “Arap Tahsin” veya “Kara Tahsin” olarak da tanınmıştır. Bilinenin aksine Arap değildi Hasan Tahsin Paşa ve dil olarak sadece Osmanlı Türkçesini konuşuyordu. Rüştiye'deki tahsilini tamamladıktan sonra 1870 yılında takriben 13 yaşlarındayken, Sadaret Mektubî Kalemi'ne girmiş ve daha sonra Dahiliye Nezareti Mektubî Kalemi'nde başkâtip olarak görev yapmaya başlamıştır.
Hasan Tahsin Paşa, 7 Temmuz 1888 tarihinde, Bahriye Nezareti Mektupçuluğu görevine atandı. Yeteneği, liyakati ve dürüstlüğü sebebiyle Sultan II. Abdülhamid tarafından 26 Kasım 1894 tarihinde Süreyya Paşa'nın vefatıyla boşalan Mâbeyn Başkâtipliği'ne tayin edildi. Bu görevini 4 Ağustos 1908 tarihine kadar sürdürdü.
Paşa, Mabeyn gibi sürekli yurtdışıyla temasları olan, İstanbul’daki elçiliklerle yazışmaları yürüten bir kurumun başında olmasına rağmen yukarıda bahsettiğimiz gibi Türkçe dışında herhangi bir dil bilmiyordu. Oysa Sultan, ondan daha donanımlı, iyi eğitim almış, yabancı dil bilen pek çok kişi bulabilirdi. Sultan’ın asıl önem verdiği şey; dürüst, sadık, itaatkâr, kısaca söylemek gerekirse güven telkin eden bir memur bulmaktı.
Öte yandan Sadaret’in ve farklı nezaretlerin mektubî kalemlerinde çalışmış tecrübe sahibi, bürokratik işleyişi iyi bilen bir kişi olması, onun tercih edilmesinin diğer önemli sebebiydi. 1908 yılına kadar başkâtip olarak görev yapması, Sultan’ın yönetim anlayışı adına isabetli bir tercih yaptığının göstergesidir.
Sırkâtibi olarak tanımlayabileceğimiz Hasan Tahsin Paşa, Sultan Abdulhamid'in adeta en yakınındaki isimdi. Tüm randevular, kararlar ve programlar evvela Tahsin Paşa'dan geçerek Abdulhamid'e gidiyordu. Tahsin Paşa, göreve başladığında Başkitâbet Dairesinin oldukça düzenli bir çalışma usulü vardı. Muameleler, sistemli ve hızlı bir şekilde adeta makine düzeninde kayıtlara geçiriliyordu. Hiçbir kâğıt, anı kaybolmadığı gibi işlerin sürüncemede kalması veya bir muamelenin gözden kaçması, unutulması mümkün değildi.
Siyah sakallı, kibar ve minyon tipli biri olarak tarif edilen Tahsin Paşa’nın, Sultan’a sadakati ve çalışkanlığı, devrin tanıklarının dikkatini de çekmekteydi.
Tahsin Paşa’nın görev yaptığı yıllarda, saraydaki nüfuz mücadelelerinden bütünüyle uzak durması mümkün değildi. Bu mücadelelerde bazen taraf bazen düşman olarak görülmekteydi. Kimi zaman da bazı devlet görevlileri, içinde bulundukları durum ve vaziyetlerden dolayı Tahsin Paşa’yı sorumlu tutmaktaydılar.
Tahsin Paşa’nın göreve başlamasından bir süre sonra Holo İzzet olarak tanınan İzzet Paşa, Mabeyn ikinci kâtibi olarak atandı. Şam’ın seçkin ailelerinden Abidzâdelere mensup olan İzzet Paşa, becerikliliği ve zekâsıyla kısa sürede Sultan’ın güvenini kazanmayı başarmıştı.
Saraydaki Arapça yazışmalardan sorumlu olan İzzet Paşa, statü olarak yüksek bir mevkide olmamasına rağmen saray çevresinde pek çok konuda etkisi ile nüfuzu hızla artmıştı. Türkçe, Arapça ve Fransızcayı iyi derecede bilen Holo İzzet Paşa, Şam’daki büyük ailelerle Sultan Abdülhamid arasında aracılık yapmakta, aynı zamanda yabancı misyon şefleri arasındaki iletişimi de sağlamaktaydı.
Çok geçmeden İkinci Kâtip İzzet Paşa ile Başkâtip Tahsin Paşa arasında bir rekabet ortaya çıktı. Her iki saray adamını da tanıdığını iddia eden Theodor Herzl, 1901 Mayıs’ında gördüğü Tahsin Paşa’dan “soğuk, kayıtsız biri”; İzzet Paşa’dan ise “her an saldırmaya hazır bir kaplan” olarak bahsetmektedir. İşlerin İzzet Paşa tarafından yürütüldüğünü düşünen Herzl, ikisi arasındaki rekabette İzzet Paşa’yı daha etkin görmekteydi.
Hasan Tahsin ve Holo İzzet beyler, 1902 yılında vezir rütbesi almış ve bundan sonra ‘Paşa’ olarak anılmışlardır. Bu rütbe, sivil memurların elde edeceği son merhale olup askeriyede müşirliğe denkti.
Tahsin ve İzzet paşaların nüfuzları, artık nazırların çoğundan daha güçlüydü. Sultan II. Abdülhamid’i Yıldız Sarayı’nda defalarca ziyaret eden Vambery, İzzet Paşa hakkında şu önemli değerlendirmelerde bulunmuştu;
"Holo İzzet Bey, Sarayın ve ülkenin kaderinin gerçek ve tartışılmaz hâkimidir. Padişah ona Tanrı tarafından yollanmış bir hikmet, zekâ ve devlet adamlığı kaynağı olarak bakmaktadır. İzzet’e sadece devlet mekanizması değil kendi şahsını bile teslim etmiştir. Sabahtan akşama kadar Saray’dan çıkmayan Holo İzzet, Efendisinin oda kapısında yatmaktadır. Elçiler onun küçük odasında birçok saatler geçirdikten sonra ve ancak onun kanalıyla hükümdarla görüşme imkânı bulabilmektedirler.
Bu olağanüstü adamın kurnazlığı, zekâsı, bellek gücü ve çok yönlülüğü beni de şaşırttı. İzzet, rakibi olabileceği her kişiyi Padişahtan titizlikle uzak tutmaktadır… İzzet, sadece Saray’da ve Bâbıâli’de değil tüm Osmanlı İmparatorluğu’nda en nefret edilen kişi olmuştur. Ne var ki şu anda kimse ona zarar verecek durumda değildir." (*)
Vambery’in bu ifadeleri, Padişah nezdinde Tahsin ve İzzet paşalar arasındaki rekabette İzzet’i daha itibarlı bir noktaya koymaktadır. İki güçlü kâtip arasındaki yaşanan rekabet nazırlar, vekiller, paşalar ve diğer devlet adamlarının ikisinden birini tercih etmesine sebep olmaktaydı.
Benzer bir karşılaştırmayı Mabeyn mütercimlerinden İsmail Müştak Bey de yapmıştır. İsmail Müştak, Tahsin Paşa’yı “durgun, karşısında çekinilmeden konuşabilecek ancak zeki olmayan”, İzzet Paşa’yı ise “hareketli bir yapıya sahip ve inceleyici bakışları olan birisi” şeklinde tarif etmiştir.
Tahsin Paşa’nın namazlarını kılıp, orucunu tuttuğunu ve saraydaki dindar kişilerden biri olduğunu söyleyen İsmail Müştak Bey, buna karşılık İkinci Kâtip İzzet Paşa’nın oruç ve namazla hiç ilgisinin olmadığını belirttikten sonra bu durumun Sultan nezdinde bir fark yaratmadığını, Sultan’ın görevlileri dindar olup olmadığına göre değil, sadakatine göre değerlendirdiğini ifade etmiştir. Aynı kâtibe göre; Tahsin Paşa, Sultan’ın aynasıydı. Sultan ne derse uygular ve onu doğru kabul ederdi. Onun gözü, Sultan’ın gözüyle görür, kulakları Sultan’ın kulaklarına göre işitirdi. Hisleri ve zevki de Sultan’ınkine göre şekillenirdi.
Sultan II. Abdülhamid’in tahta çıktıktan sonra uzun süre stratejik görevler için doğru kişileri bulmanın çabası içerisinde olduğu aşikar. Güven telkin eden kişileri bulunca da uzun yıllar bunlardan yararlanmasını bilmiştir. İşte bu dönemde uzun süre görev yapan devlet adamlarından biri de Hasan Tahsin Paşa olmuştur.
Nitekim Tahsin Paşa, görevi boyunca dönemin birçok tanığının da ifade ettiği üzere Sultan’a sadakatini ortaya koydu ve Sultan tarafından takdir gördü. Hasan Paşa’nın, İkinci Kâtip Holo İzzet Paşa ile hiçbir zaman rekabet dışında siyasi bir kavgası da olmadı. Büyük ihtimalle onu 14 yıl boyunca Mabeyn Başkâtipliği görevinde tutan bir diğer özelliği de buydu. Sessiz sedasız dikkat çekmeden işini yapıyordu.
Hasan Tahsin Paşa, sarayın vitrininde bir manken misali verilen rolü oynarken Holo İzzet Paşa’nın ikinci kâtip olması hasebiyle geri planda kalıp sadece yeri geldiğinde Sultan’ı yönlendirebilecek kadar aktif bir rol oynayabiliyordu.
Sultan’nın hamiyetli vefâdar Sırkâtibi Hasan Tahsin Paşa, 22 Ocak 1933’te dünyaya gözlerini yumdu.
Hasan Tahsin Paşa için büyük bir cenaze töreni ya da devlet merasimi yapılmadı. Hayatta iken Sultan Abdulhamid'e dair not aldığı hatıralarını öylesine derli toplu ve güzel kaleme almıştı ki, en büyük Abdulhamid düşmanları dahi bu çalışmayı takdir ile andılar.
.
Hülya Ayhan, dikGAZETE.com
(*) Öke, Mim Kemal, Saraydaki Casus, Gizli Belgeler Abdülhamid Devri ve İngiliz Ajanı
Yahudi Vambery, Hikmet Neşriyat, İstanbul 1991, S. 164-165. Belleten, Ağustos 2022,Cilt: 86/Sayı 306.
.
-Sultan 2. Abdülhamid’in Sır Kâtibi Hasan Tahsin Paşa ve İkinci Kâtip Holo İzzet Paşa (sağda)
MÂBEYN-İ HÜMÂYUN BAŞKÂTİBİ HASAN TAHSİN PAŞA -BİR OSMANLI BÜROKRATI-
Osmanlı İmparatorluğu'nun en yetenekli ve aynı zamanda en çalışkan askeri liderlerinden biri olan Hasan Tahsin Paşa, 1859 - 1930 yılları arasında İstanbul'da yaşamış çok değerli bir Osmanlı bürokratıdır. Sultan II. Abdülhamid devrinde Mâbeyn-i Hümâyun Başkâtibi olarak görev yaptığı bilinmektedir. ‘Mabeyn’ kelimesi, Arapça “iki şeyin arası” anlamında olup, saraydaki harem ve selamlığı birbirine bağlayan kısımlar için kullanılırdı.
Mabeyn, padişahın sadrazam, elçi ve diğer ziyaretçileri kabul ettiği bir yerdi. Sultan, yakınında görev yapan memurları seçerken herhangi bir siyasi bağlantısının olmamasına özen gösterirdi.
Hasan Tahsin Paşa’nın babası Mesud Efendi'dir. Esmer tenli olması nedeniyle “Arap Tahsin” veya “Kara Tahsin” olarak da tanınmıştır. Bilinenin aksine Arap değildi Hasan Tahsin Paşa ve dil olarak sadece Osmanlı Türkçesini konuşuyordu. Rüştiye'deki tahsilini tamamladıktan sonra 1870 yılında takriben 13 yaşlarındayken, Sadaret Mektubî Kalemi'ne girmiş ve daha sonra Dahiliye Nezareti Mektubî Kalemi'nde başkâtip olarak görev yapmaya başlamıştır.
Hasan Tahsin Paşa, 7 Temmuz 1888 tarihinde, Bahriye Nezareti Mektupçuluğu görevine atandı. Yeteneği, liyakati ve dürüstlüğü sebebiyle Sultan II. Abdülhamid tarafından 26 Kasım 1894 tarihinde Süreyya Paşa'nın vefatıyla boşalan Mâbeyn Başkâtipliği'ne tayin edildi. Bu görevini 4 Ağustos 1908 tarihine kadar sürdürdü.
Paşa, Mabeyn gibi sürekli yurtdışıyla temasları olan, İstanbul’daki elçiliklerle yazışmaları yürüten bir kurumun başında olmasına rağmen yukarıda bahsettiğimiz gibi Türkçe dışında herhangi bir dil bilmiyordu. Oysa Sultan, ondan daha donanımlı, iyi eğitim almış, yabancı dil bilen pek çok kişi bulabilirdi. Sultan’ın asıl önem verdiği şey; dürüst, sadık, itaatkâr, kısaca söylemek gerekirse güven telkin eden bir memur bulmaktı.
Öte yandan Sadaret’in ve farklı nezaretlerin mektubî kalemlerinde çalışmış tecrübe sahibi, bürokratik işleyişi iyi bilen bir kişi olması, onun tercih edilmesinin diğer önemli sebebiydi. 1908 yılına kadar başkâtip olarak görev yapması, Sultan’ın yönetim anlayışı adına isabetli bir tercih yaptığının göstergesidir.
Sırkâtibi olarak tanımlayabileceğimiz Hasan Tahsin Paşa, Sultan Abdulhamid'in adeta en yakınındaki isimdi. Tüm randevular, kararlar ve programlar evvela Tahsin Paşa'dan geçerek Abdulhamid'e gidiyordu. Tahsin Paşa, göreve başladığında Başkitâbet Dairesinin oldukça düzenli bir çalışma usulü vardı. Muameleler, sistemli ve hızlı bir şekilde adeta makine düzeninde kayıtlara geçiriliyordu. Hiçbir kâğıt, anı kaybolmadığı gibi işlerin sürüncemede kalması veya bir muamelenin gözden kaçması, unutulması mümkün değildi.
Siyah sakallı, kibar ve minyon tipli biri olarak tarif edilen Tahsin Paşa’nın, Sultan’a sadakati ve çalışkanlığı, devrin tanıklarının dikkatini de çekmekteydi.
Tahsin Paşa’nın görev yaptığı yıllarda, saraydaki nüfuz mücadelelerinden bütünüyle uzak durması mümkün değildi. Bu mücadelelerde bazen taraf bazen düşman olarak görülmekteydi. Kimi zaman da bazı devlet görevlileri, içinde bulundukları durum ve vaziyetlerden dolayı Tahsin Paşa’yı sorumlu tutmaktaydılar.
Tahsin Paşa’nın göreve başlamasından bir süre sonra Holo İzzet olarak tanınan İzzet Paşa, Mabeyn ikinci kâtibi olarak atandı. Şam’ın seçkin ailelerinden Abidzâdelere mensup olan İzzet Paşa, becerikliliği ve zekâsıyla kısa sürede Sultan’ın güvenini kazanmayı başarmıştı.
Saraydaki Arapça yazışmalardan sorumlu olan İzzet Paşa, statü olarak yüksek bir mevkide olmamasına rağmen saray çevresinde pek çok konuda etkisi ile nüfuzu hızla artmıştı. Türkçe, Arapça ve Fransızcayı iyi derecede bilen Holo İzzet Paşa, Şam’daki büyük ailelerle Sultan Abdülhamid arasında aracılık yapmakta, aynı zamanda yabancı misyon şefleri arasındaki iletişimi de sağlamaktaydı.
Çok geçmeden İkinci Kâtip İzzet Paşa ile Başkâtip Tahsin Paşa arasında bir rekabet ortaya çıktı. Her iki saray adamını da tanıdığını iddia eden Theodor Herzl, 1901 Mayıs’ında gördüğü Tahsin Paşa’dan “soğuk, kayıtsız biri”; İzzet Paşa’dan ise “her an saldırmaya hazır bir kaplan” olarak bahsetmektedir. İşlerin İzzet Paşa tarafından yürütüldüğünü düşünen Herzl, ikisi arasındaki rekabette İzzet Paşa’yı daha etkin görmekteydi.
Hasan Tahsin ve Holo İzzet beyler, 1902 yılında vezir rütbesi almış ve bundan sonra ‘Paşa’ olarak anılmışlardır. Bu rütbe, sivil memurların elde edeceği son merhale olup askeriyede müşirliğe denkti.
Tahsin ve İzzet paşaların nüfuzları, artık nazırların çoğundan daha güçlüydü. Sultan II. Abdülhamid’i Yıldız Sarayı’nda defalarca ziyaret eden Vambery, İzzet Paşa hakkında şu önemli değerlendirmelerde bulunmuştu;
"Holo İzzet Bey, Sarayın ve ülkenin kaderinin gerçek ve tartışılmaz hâkimidir. Padişah ona Tanrı tarafından yollanmış bir hikmet, zekâ ve devlet adamlığı kaynağı olarak bakmaktadır. İzzet’e sadece devlet mekanizması değil kendi şahsını bile teslim etmiştir. Sabahtan akşama kadar Saray’dan çıkmayan Holo İzzet, Efendisinin oda kapısında yatmaktadır. Elçiler onun küçük odasında birçok saatler geçirdikten sonra ve ancak onun kanalıyla hükümdarla görüşme imkânı bulabilmektedirler.
Bu olağanüstü adamın kurnazlığı, zekâsı, bellek gücü ve çok yönlülüğü beni de şaşırttı. İzzet, rakibi olabileceği her kişiyi Padişahtan titizlikle uzak tutmaktadır… İzzet, sadece Saray’da ve Bâbıâli’de değil tüm Osmanlı İmparatorluğu’nda en nefret edilen kişi olmuştur. Ne var ki şu anda kimse ona zarar verecek durumda değildir." (*)
Vambery’in bu ifadeleri, Padişah nezdinde Tahsin ve İzzet paşalar arasındaki rekabette İzzet’i daha itibarlı bir noktaya koymaktadır. İki güçlü kâtip arasındaki yaşanan rekabet nazırlar, vekiller, paşalar ve diğer devlet adamlarının ikisinden birini tercih etmesine sebep olmaktaydı.
Benzer bir karşılaştırmayı Mabeyn mütercimlerinden İsmail Müştak Bey de yapmıştır. İsmail Müştak, Tahsin Paşa’yı “durgun, karşısında çekinilmeden konuşabilecek ancak zeki olmayan”, İzzet Paşa’yı ise “hareketli bir yapıya sahip ve inceleyici bakışları olan birisi” şeklinde tarif etmiştir.
Tahsin Paşa’nın namazlarını kılıp, orucunu tuttuğunu ve saraydaki dindar kişilerden biri olduğunu söyleyen İsmail Müştak Bey, buna karşılık İkinci Kâtip İzzet Paşa’nın oruç ve namazla hiç ilgisinin olmadığını belirttikten sonra bu durumun Sultan nezdinde bir fark yaratmadığını, Sultan’ın görevlileri dindar olup olmadığına göre değil, sadakatine göre değerlendirdiğini ifade etmiştir. Aynı kâtibe göre; Tahsin Paşa, Sultan’ın aynasıydı. Sultan ne derse uygular ve onu doğru kabul ederdi. Onun gözü, Sultan’ın gözüyle görür, kulakları Sultan’ın kulaklarına göre işitirdi. Hisleri ve zevki de Sultan’ınkine göre şekillenirdi.
Sultan II. Abdülhamid’in tahta çıktıktan sonra uzun süre stratejik görevler için doğru kişileri bulmanın çabası içerisinde olduğu aşikar. Güven telkin eden kişileri bulunca da uzun yıllar bunlardan yararlanmasını bilmiştir. İşte bu dönemde uzun süre görev yapan devlet adamlarından biri de Hasan Tahsin Paşa olmuştur.
Nitekim Tahsin Paşa, görevi boyunca dönemin birçok tanığının da ifade ettiği üzere Sultan’a sadakatini ortaya koydu ve Sultan tarafından takdir gördü. Hasan Paşa’nın, İkinci Kâtip Holo İzzet Paşa ile hiçbir zaman rekabet dışında siyasi bir kavgası da olmadı. Büyük ihtimalle onu 14 yıl boyunca Mabeyn Başkâtipliği görevinde tutan bir diğer özelliği de buydu. Sessiz sedasız dikkat çekmeden işini yapıyordu.
Hasan Tahsin Paşa, sarayın vitrininde bir manken misali verilen rolü oynarken Holo İzzet Paşa’nın ikinci kâtip olması hasebiyle geri planda kalıp sadece yeri geldiğinde Sultan’ı yönlendirebilecek kadar aktif bir rol oynayabiliyordu.
Sultan’nın hamiyetli vefâdar Sırkâtibi Hasan Tahsin Paşa, 22 Ocak 1933’te dünyaya gözlerini yumdu.
Hasan Tahsin Paşa için büyük bir cenaze töreni ya da devlet merasimi yapılmadı. Hayatta iken Sultan Abdulhamid'e dair not aldığı hatıralarını öylesine derli toplu ve güzel kaleme almıştı ki, en büyük Abdulhamid düşmanları dahi bu çalışmayı takdir ile andılar.
.
Hülya Ayhan, dikGAZETE.com
(*) Öke, Mim Kemal, Saraydaki Casus, Gizli Belgeler Abdülhamid Devri ve İngiliz Ajanı
Yahudi Vambery, Hikmet Neşriyat, İstanbul 1991, S. 164-165. Belleten, Ağustos 2022,Cilt: 86/Sayı 306.