NBC silahlarının kullanılması halinde hayat nasıl olacaktır? -2
NBC silahlarının kullanılması halinde hayat nasıl olacaktır? -2
- 12-04-2020 10:39
- 38
- 12-04-2020 10:39
- 38
Corona Virüs saldırısı bir ölçüde çok düşük yoğunluklu bir savaş provası olarak düşünülebilir.
Salgın geometrik dizi ile yayılıyor.
1 –>16’ya, 16 –>256’ya; eğer tecrit uygulanmazsa 256, bir sonraki aşamada 4.000 kişiye virüs bulaştırıyor.
On gün içinde, bütün Türkiye virüs kapabiliyor.
Bir ay içinde tenhada kalmış köyler dâhil herkese bulaşıyor.
Bu bulaşma, Allah korusun 82 milyona vardığında ölüm nispeti yüzde 2 varsayılırsa, 1 milyon 600 bin kişinin ölmesi demektir.
Bu kadar hızlı vaka artışına ne hastane, ne doktor ne de mezarlık yetebilir.
Kaldı ki sağlık personeli de hasta oluyor ve ölüyor.
Bu salgını kontrol altına almak için mecburen tecrit uygulanacaktır.
Çaresinin, aşısının bulunması için zaman kazanmaya ihtiyaç vardır.
Şu an harp yok darp yok, bir biyolojik harp saldırısı yaptılar.
Okullar, işletmeler, kısmen kamu kurumları tatil edildi.
Sosyal hareketlilik durduruldu.
Böylece hastalığın bulaşması önlenmeye çalışılıyor.
Böylece iyileşen hastalardan alınan plazma tedavisi ile hasta başına 5 kişinin kurtarılması mümkün oluyor.
Burada da geometrik dizi ile tedavi artışı söz konusu oluyor.
Böylece bu salgın, 3 ay içinde bitip, defolup gidecektir.
Bu süre içinde hasarı en az can kaybı ile atlatmamız lazımdır.
Şu an evlerimizde elektrik var.
Su var, doğalgaz var.
Şehirlerimiz yollarımız, fabrikalarımız var.
Hayat yavaşlatılmış olsa da çalışıyor.
Salgın kontrol altına alınır alınmaz, düğmeye basacağız, bütün üretim alt yapısı çalışacak, kısa zamanda üretimdeki kayıplar telafi edilecek, ekonomi hızlanarak ivme kazanacak.
Hayat yeniden eski temposunu yakalayacak.
Şimdi bu durumun klasik bir muharebe altında nasıl çalışacağını değerlendirelim.
Düşman ülkenin elinde biyolojik ve kimyasal silahlar varsa büyük nüfus merkezlerimize, sanayimizin olduğu yerlere atacak, hava taarruzlarıyla (bunlar uçaklar ve karadan karaya füzelerle olabilir) yolları, elektrik santrallerini, doğalgaz terminallerini, köprüleri, barajları, fabrikaları vuracak.
Bulunduğumuz yerleri terk edemeyeceğiz.
“Arabalarımıza binelim dağlara ormanlara dağılalım”, desek oralarda ne yiyeceğiz, ne içeceğiz, nasıl barınacağız?
Ayrıca bombardıman altında nasıl gideceğiz, benzin bulabilecek miyiz, yollardaki izdiham, düşman hava taarruzları ona imkân vermeyecek, bulaşıcı hastalıklar hızla yayılacak, doktor, hastane bulmak imkânsız hale gelecek.
Evinde otursan, hava saldırıları sebebiyle binalar başımıza yıkılacak.
Oturmazsan gidecek yer yok.
Nasıl bir çaresizlik olduğunu anlatabiliyor muyum?
İkinci Dünya Savaşı’nda ABD-İngiliz Hava Kuvvetleri Bremen, Dresden, Hamburg ve Berlin’i ağır bombardımana tuttu.
13-14 Şubat 1945 tarihinde İngilizler’in öncülüğünde yapılan Dresden Hava Harekâtı’nda kimi tarihçilere göre 150 bin kimilerine göre 200 bin sivil ölmüştür.
Bu harekât, Almanya teslim olmak üzereyken yapılmıştır. "Büyük barış adamı" olarak anılan hani “devleti popomla yönetmiyorum” diyen Winston Churchill'in sorumluluğunda gerçekleşmiştir.
Yangın bombaları iki gün boyunca şehrin tepesine rastgele boşaltılmıştır.
Şehirlerde ne olduğu, neler yaşandığı aşağıdaki resimlerde görülmektedir.
*
*
*
Şu an evimizde rahat rahat oturuyoruz.
Devlet, evimize maske dahil yiyecek, içecek getiriyor, ambülanslar hastaları hastanelere taşıyor.
Marketler açık, alışveriş yapıyoruz, bir kaç günlük yiyecek stoklarımız mevcut.
Elektriğimiz olduğu için buzdolabı çalışıyor, yiyeceklerimiz bozulmuyor.
Yemeklerimizi pişirip yiyebiliyoruz, doğalgazımız var.
Suyumuz var, elektriğimiz var.
Böyle bir ortamı, bir de nükleer silahların kullanıldığı şartlarda bir hayal edelim.
Nasıl bir çaresizlik içinde olacağımızı düşünelim.
Tepemizde 300 derece sıcaklıkla esen 280 Km/Saat hızdaki rüzgârların, kasırgaların, radyasyon fırtınasının, İstanbul’daki patlamanın ışığının Ankara’dan görüldüğü bir dehşet sahnesini, yüzlerce uçağın napalm, yangın bombası, seyreltilmiş uranyum bombaları kullandığı bir ortamda nasıl hayatta kalacağımızı, nasıl yıkılan binanın enkazından kurtulmaya çalışacağımızı düşünelim!..
Şu an, Batı’nın elinde bütün bu zulüm vasıtalarının binlercesi on binlercesi var.
Bunları İkinci Dünya Savaşı’nda birbirlerine karşı hunharca kullanmış olmanın tecrübesi ve tekrar tekrar kullanacaklarına dair o zalim karakter yapısı var.
Bize ve çocuklarımıza acıyacaklarını sanıyorsak aldanıyoruz.
Bilelim ki; yüz binlerce insanın ölümü pahasına virüs üretip bunu insanlığa karşı alçakça kullanan gücün, insan hayatını hiçe saydığı, Allah’tan korkmadığı açıkça bellidir.
Kuran-ı Kerim bize açıkça emrediyor; “Düşmanınızdan daha iyi silahlarla silahlanın. Hazırlıklı olun, hazırlanın…” diyor.
Bundan sonraki yazımda “Silahlanma politikamız ne olmalıdır” onu yazacağım.
.
Suat Gün, dikGAZETE.com
Corona Virüs saldırısı bir ölçüde çok düşük yoğunluklu bir savaş provası olarak düşünülebilir.
Salgın geometrik dizi ile yayılıyor.
1 –>16’ya, 16 –>256’ya; eğer tecrit uygulanmazsa 256, bir sonraki aşamada 4.000 kişiye virüs bulaştırıyor.
On gün içinde, bütün Türkiye virüs kapabiliyor.
Bir ay içinde tenhada kalmış köyler dâhil herkese bulaşıyor.
Bu bulaşma, Allah korusun 82 milyona vardığında ölüm nispeti yüzde 2 varsayılırsa, 1 milyon 600 bin kişinin ölmesi demektir.
Bu kadar hızlı vaka artışına ne hastane, ne doktor ne de mezarlık yetebilir.
Kaldı ki sağlık personeli de hasta oluyor ve ölüyor.
Bu salgını kontrol altına almak için mecburen tecrit uygulanacaktır.
Çaresinin, aşısının bulunması için zaman kazanmaya ihtiyaç vardır.
Şu an harp yok darp yok, bir biyolojik harp saldırısı yaptılar.
Okullar, işletmeler, kısmen kamu kurumları tatil edildi.
Sosyal hareketlilik durduruldu.
Böylece hastalığın bulaşması önlenmeye çalışılıyor.
Böylece iyileşen hastalardan alınan plazma tedavisi ile hasta başına 5 kişinin kurtarılması mümkün oluyor.
Burada da geometrik dizi ile tedavi artışı söz konusu oluyor.
Böylece bu salgın, 3 ay içinde bitip, defolup gidecektir.
Bu süre içinde hasarı en az can kaybı ile atlatmamız lazımdır.
Şu an evlerimizde elektrik var.
Su var, doğalgaz var.
Şehirlerimiz yollarımız, fabrikalarımız var.
Hayat yavaşlatılmış olsa da çalışıyor.
Salgın kontrol altına alınır alınmaz, düğmeye basacağız, bütün üretim alt yapısı çalışacak, kısa zamanda üretimdeki kayıplar telafi edilecek, ekonomi hızlanarak ivme kazanacak.
Hayat yeniden eski temposunu yakalayacak.
Şimdi bu durumun klasik bir muharebe altında nasıl çalışacağını değerlendirelim.
Düşman ülkenin elinde biyolojik ve kimyasal silahlar varsa büyük nüfus merkezlerimize, sanayimizin olduğu yerlere atacak, hava taarruzlarıyla (bunlar uçaklar ve karadan karaya füzelerle olabilir) yolları, elektrik santrallerini, doğalgaz terminallerini, köprüleri, barajları, fabrikaları vuracak.
Bulunduğumuz yerleri terk edemeyeceğiz.
“Arabalarımıza binelim dağlara ormanlara dağılalım”, desek oralarda ne yiyeceğiz, ne içeceğiz, nasıl barınacağız?
Ayrıca bombardıman altında nasıl gideceğiz, benzin bulabilecek miyiz, yollardaki izdiham, düşman hava taarruzları ona imkân vermeyecek, bulaşıcı hastalıklar hızla yayılacak, doktor, hastane bulmak imkânsız hale gelecek.
Evinde otursan, hava saldırıları sebebiyle binalar başımıza yıkılacak.
Oturmazsan gidecek yer yok.
Nasıl bir çaresizlik olduğunu anlatabiliyor muyum?
İkinci Dünya Savaşı’nda ABD-İngiliz Hava Kuvvetleri Bremen, Dresden, Hamburg ve Berlin’i ağır bombardımana tuttu.
13-14 Şubat 1945 tarihinde İngilizler’in öncülüğünde yapılan Dresden Hava Harekâtı’nda kimi tarihçilere göre 150 bin kimilerine göre 200 bin sivil ölmüştür.
Bu harekât, Almanya teslim olmak üzereyken yapılmıştır. "Büyük barış adamı" olarak anılan hani “devleti popomla yönetmiyorum” diyen Winston Churchill'in sorumluluğunda gerçekleşmiştir.
Yangın bombaları iki gün boyunca şehrin tepesine rastgele boşaltılmıştır.
Şehirlerde ne olduğu, neler yaşandığı aşağıdaki resimlerde görülmektedir.
*
*
*
Şu an evimizde rahat rahat oturuyoruz.
Devlet, evimize maske dahil yiyecek, içecek getiriyor, ambülanslar hastaları hastanelere taşıyor.
Marketler açık, alışveriş yapıyoruz, bir kaç günlük yiyecek stoklarımız mevcut.
Elektriğimiz olduğu için buzdolabı çalışıyor, yiyeceklerimiz bozulmuyor.
Yemeklerimizi pişirip yiyebiliyoruz, doğalgazımız var.
Suyumuz var, elektriğimiz var.
Böyle bir ortamı, bir de nükleer silahların kullanıldığı şartlarda bir hayal edelim.
Nasıl bir çaresizlik içinde olacağımızı düşünelim.
Tepemizde 300 derece sıcaklıkla esen 280 Km/Saat hızdaki rüzgârların, kasırgaların, radyasyon fırtınasının, İstanbul’daki patlamanın ışığının Ankara’dan görüldüğü bir dehşet sahnesini, yüzlerce uçağın napalm, yangın bombası, seyreltilmiş uranyum bombaları kullandığı bir ortamda nasıl hayatta kalacağımızı, nasıl yıkılan binanın enkazından kurtulmaya çalışacağımızı düşünelim!..
Şu an, Batı’nın elinde bütün bu zulüm vasıtalarının binlercesi on binlercesi var.
Bunları İkinci Dünya Savaşı’nda birbirlerine karşı hunharca kullanmış olmanın tecrübesi ve tekrar tekrar kullanacaklarına dair o zalim karakter yapısı var.
Bize ve çocuklarımıza acıyacaklarını sanıyorsak aldanıyoruz.
Bilelim ki; yüz binlerce insanın ölümü pahasına virüs üretip bunu insanlığa karşı alçakça kullanan gücün, insan hayatını hiçe saydığı, Allah’tan korkmadığı açıkça bellidir.
Kuran-ı Kerim bize açıkça emrediyor; “Düşmanınızdan daha iyi silahlarla silahlanın. Hazırlıklı olun, hazırlanın…” diyor.
Bundan sonraki yazımda “Silahlanma politikamız ne olmalıdır” onu yazacağım.
.
Suat Gün, dikGAZETE.com