Nükleer tehdit ve Anadolu İttifakı

Nükleer tehdit ve Anadolu İttifakı

Nükleer tehdit ve Anadolu İttifakı Nükleer tehdit ve Anadolu İttifakı

Bölgemizde cereyan eden hadiseler, her ne kadar birbirlerinden kopuk olaylar gibi görülseler de bu olaylar, aralarında ciddi etkileşimler olan “müteakip süreçler” gibidirler…

Ukrayna’da patlak veren savaş da bu müteakip süreçlerden biri olarak ortaya çıkmıştır. Zira “Savaş Dinamikleri” mevcut Kapitalist sisteminin en önemli unsurlarından birisidir.

Son asırda 2 büyük “Dünya Savaşı” yaşanılmış olmasına rağmen, halen üzerinde tamamen uzlaşı sağlanmış bir “paylaşım düzeni” tesis edilememiş, birçok bölgede küresel rekabetler ve çatışmalar devam etmektedir.

Anadolu’nunGüney Hattı” sayılan Arap coğrafyasında başlayan iç çatışmalar, Suriye meselesi ile zirve noktasına varmış, uzun vadeli bir çatışma ortamı doğmuştur.

Anadolu’nun “Kuzey Hattı”, Karadeniz kıyılarında ise, önce Kırım meselesi ile başlayan olaylar, bugün Ukrayna’nın işgaline kadar varmıştır.

Rusya/Çin/İran 3’lü Avrasya bloğunun, Atlantik cephesi olan NATO’ya karşı askeri/ticari ve diplomatik olarak etkili olma çabaları, kısmen başarılı gibi görülse de, Avrasya bloğunun hesap edemediği çok kritik bir noktaya gelinmiştir.

Dünya’ya şu an egemen olan Kapitalist tüketim ekonomisi, başta Batı olmak üzere, tüm ülkelere sirayet etmiştir. 

Kendisini halen “Sosyalist” gibi göstermeye çalışan Çin dahi, Kapitalist üretim çarkının en önemli merkezi haline gelmiş, küresel firmalara tedarik sağlamaktadır.

Bugün “Nükleer Silah” kozunu masaya koyan Rusya ise, 1991’de Sovyetler Birliği dağılırken de dünyanın en büyük nükleer silah gücüne sahipti, fakat bu güç, onu dağılmaktan kurtaramamıştır.

Siyasi ve Askeri açıdan tüm alternatifler bittiğinde, zaruri ve hayati

bir seçenek olarak en son dillendirilmesi gereken nükleer silah  kozunu, Ukrayna çatışmasının ilk anlarından itibaren ortaya koyan Rusya, hem kendisinin hem de İran’ın akıbeti açısından vahim bir hataya yol açmıştır.

Son dönemlerde Rusya’nın başta Kırım, Gürcistan, Suriye, Libya, Kazakistan olmak üzere, Güney Amerika ülkelerine varacak şekilde müdahale alanlarını geliştirmiş olması, NATO’nun ise buna karşı “sessiz” gibi durması, NATO açısından uzun vadeli taktiksel bir hamle içindir.

Son olarak ABD’nin Afganistan’dan çekilmesi ile birlikte, NATO’nun zayıfladığını düşünerek cesaretlenen Rusya, bir tuzağa doğru çekilmektedir.

ABD, 2. Dünya Savaşı’nda, bazı cephelerde kayıplar veriyor ve geri çekiliyor gibi görülerek, daha sonra ise gözünü kırpmadan “Atom Bombası” kullanmış bir devlettir.

Bugün, nükleer silah seçeneğini ortaya koyan Rusya olmasına rağmen, bu seçeneğe en yakın ve hevesli odak NATO’dur.

Batı’ya göre daha hantal işleyen Rus teknolojisini ABD ile kıyasladığımızda, ABD’nin hipersonik füze teknolojisi ile pek de yarışılamayacağı açıktır, zira önemli olan elinizde çok sayıda nükleer başlığın olması değil, bu başlıkları yüksek hız ve manevra kabiliyeti ile kusursuz şekilde hedefe yollayabilmenizdir.

Dolayısıyla şartlar oluştuğunda gözünü kırpmadan bu seçeneği kullanabilecek olan NATO’ya karşı Rusya, çok hatalı bir zeminde mücadele etmektedir.

Bu durumun İran açısından olumsuz yanı ise, Rusya’nın nükleer tehdidi karşısında tedirgin olan tüm ülkelerin, yarın İran’ınuranyum zenginleştirme programı” ile ilgili ABD’nin yapacağı tüm hamlelerde, tüm bu ülkelerin  ABD’ye küresel bir destek verecek olmalarıdır.

Rusya’nın şu an yarattığı tedirginliğin üzerine, İran’ın da yakın zamanda “nükleer silah” geliştirebileceği propagandasının tekrar alevlenmesi, tüm dikkatleri İran üzerinde toplayacaktır.

Şu an çoğu uzman, bunu göremiyor ama ABD, artık hedef tahtasına İran’ı oturtmuş durumdadır, sadece operasyonun zamanlamasını ayarlamaya çalışmaktadır.

Son aylarda İsrail’in, İran’a ait Suriye’deki tesisleri, ardı ardına hedef alması, buna karşı Rusya’nın fazla ses çıkarmaması da ilginç bir detay olarak düşünülmelidir.

Şayet Rusya, ABD ile daha önceden iddia ettiğimiz gibi zımni bir mutabakat yapmamışsa, yani Ukrayna’ya karşılık ABD’nin İran operasyonu için yeşil ışık yakmamışsa, şu an kendisini zorlayacak bir yola girmiş durumdadır.

Ukrayna’ya Batı’dan gelen silah ve lojistik desteğin artması durumunda Rusya, en başta ortaya hatalı olarak  koyduğu nükleer koza uygun bir hamle yapmak zorunda kalacaktır.

İşte bu sebeple de, bu konudaki ciddiyetini ve caydırıcılığını ispat etmek için, boş bir adaya ya da Kuzey Buz Denizi’ne yakın bir noktaya yüksek tesirli bir “Nükleer Füze” yollama ihtimali vardır.

Ardından da buna misilleme olarak bu defa ABD, dehşet saçan bir “Nükleer Füze” denemesi ile Dünya’yı fiziken sarsacaktır.

Eğer Rusya, bu inadından vazgeçmezse, yani Batı ile olan askeri/ siyasi/ ticari rekabetini olağan araçlarla sürdürmek yerine nükleer seçeneği zorlarsa, Dünya’ya korku ve dehşet saçacak olan yeni bir sürece sebep olacaktır.

Rusya, bu inatlaşmadan vazgeçmediği takdirde, bu tehlikeli süreci durdurabilecek yegane ülke Türkiye’dir.

Türkiye şu an tüm taraflarla yakın ilişkiler içinde iken, bölgenin sigortası olacak şekilde jeopolitik bir konuma da sahipken, tarafları uzlaşmaya zorlayabilir.

Atatürk’ün “Yurtta sulh cihanda sulh” sözünün daha da anlam kazandığı bugünlerde, dünyanın sürüklendiği tehlikeli akıbete karşı Türkiye’nin insiyatif alması zorunlu hale gelmiştir.

Türkiye’deki siyasi kutuplaşmayı bitirip, tüm enerjimizi bölgesel ve küresel barış için harcama vaktimiz gelmiştir.

Dikkat edilirse son yıllarda Türkiye’deki siyasi gerilim arttıkça, buna paralel olarak tüm bölgede ve dünyadaki gerilimler de artmıştır.

Böylesi bir dönemde kutuplaşmayı bitirmek adına gerekirse (Cumhur+Millet) = Anadolu İttifakı şeklinde bir “ulusal mutabakat çerçevesi” oluşturulmalıdır.

Dünyanın ve insanlığın istikbali, Anadolu coğrafyasının vaziyetine ve kaderine bağlıdır.

Bu mühim vaziyet içerisinde öncelikli vazifemiz, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ve Milletinin birlik ve berberlik ruhunu canlandırmak ve uyandırmaktır!

.

Cengiz Han Güven, dikGAZETE.com

Bölgemizde cereyan eden hadiseler, her ne kadar birbirlerinden kopuk olaylar gibi görülseler de bu olaylar, aralarında ciddi etkileşimler olan “müteakip süreçler” gibidirler…

Ukrayna’da patlak veren savaş da bu müteakip süreçlerden biri olarak ortaya çıkmıştır. Zira “Savaş Dinamikleri” mevcut Kapitalist sisteminin en önemli unsurlarından birisidir.

Son asırda 2 büyük “Dünya Savaşı” yaşanılmış olmasına rağmen, halen üzerinde tamamen uzlaşı sağlanmış bir “paylaşım düzeni” tesis edilememiş, birçok bölgede küresel rekabetler ve çatışmalar devam etmektedir.

Anadolu’nunGüney Hattı” sayılan Arap coğrafyasında başlayan iç çatışmalar, Suriye meselesi ile zirve noktasına varmış, uzun vadeli bir çatışma ortamı doğmuştur.

Anadolu’nun “Kuzey Hattı”, Karadeniz kıyılarında ise, önce Kırım meselesi ile başlayan olaylar, bugün Ukrayna’nın işgaline kadar varmıştır.

Rusya/Çin/İran 3’lü Avrasya bloğunun, Atlantik cephesi olan NATO’ya karşı askeri/ticari ve diplomatik olarak etkili olma çabaları, kısmen başarılı gibi görülse de, Avrasya bloğunun hesap edemediği çok kritik bir noktaya gelinmiştir.

Dünya’ya şu an egemen olan Kapitalist tüketim ekonomisi, başta Batı olmak üzere, tüm ülkelere sirayet etmiştir. 

Kendisini halen “Sosyalist” gibi göstermeye çalışan Çin dahi, Kapitalist üretim çarkının en önemli merkezi haline gelmiş, küresel firmalara tedarik sağlamaktadır.

Bugün “Nükleer Silah” kozunu masaya koyan Rusya ise, 1991’de Sovyetler Birliği dağılırken de dünyanın en büyük nükleer silah gücüne sahipti, fakat bu güç, onu dağılmaktan kurtaramamıştır.

Siyasi ve Askeri açıdan tüm alternatifler bittiğinde, zaruri ve hayati

bir seçenek olarak en son dillendirilmesi gereken nükleer silah  kozunu, Ukrayna çatışmasının ilk anlarından itibaren ortaya koyan Rusya, hem kendisinin hem de İran’ın akıbeti açısından vahim bir hataya yol açmıştır.

Son dönemlerde Rusya’nın başta Kırım, Gürcistan, Suriye, Libya, Kazakistan olmak üzere, Güney Amerika ülkelerine varacak şekilde müdahale alanlarını geliştirmiş olması, NATO’nun ise buna karşı “sessiz” gibi durması, NATO açısından uzun vadeli taktiksel bir hamle içindir.

Son olarak ABD’nin Afganistan’dan çekilmesi ile birlikte, NATO’nun zayıfladığını düşünerek cesaretlenen Rusya, bir tuzağa doğru çekilmektedir.

ABD, 2. Dünya Savaşı’nda, bazı cephelerde kayıplar veriyor ve geri çekiliyor gibi görülerek, daha sonra ise gözünü kırpmadan “Atom Bombası” kullanmış bir devlettir.

Bugün, nükleer silah seçeneğini ortaya koyan Rusya olmasına rağmen, bu seçeneğe en yakın ve hevesli odak NATO’dur.

Batı’ya göre daha hantal işleyen Rus teknolojisini ABD ile kıyasladığımızda, ABD’nin hipersonik füze teknolojisi ile pek de yarışılamayacağı açıktır, zira önemli olan elinizde çok sayıda nükleer başlığın olması değil, bu başlıkları yüksek hız ve manevra kabiliyeti ile kusursuz şekilde hedefe yollayabilmenizdir.

Dolayısıyla şartlar oluştuğunda gözünü kırpmadan bu seçeneği kullanabilecek olan NATO’ya karşı Rusya, çok hatalı bir zeminde mücadele etmektedir.

Bu durumun İran açısından olumsuz yanı ise, Rusya’nın nükleer tehdidi karşısında tedirgin olan tüm ülkelerin, yarın İran’ınuranyum zenginleştirme programı” ile ilgili ABD’nin yapacağı tüm hamlelerde, tüm bu ülkelerin  ABD’ye küresel bir destek verecek olmalarıdır.

Rusya’nın şu an yarattığı tedirginliğin üzerine, İran’ın da yakın zamanda “nükleer silah” geliştirebileceği propagandasının tekrar alevlenmesi, tüm dikkatleri İran üzerinde toplayacaktır.

Şu an çoğu uzman, bunu göremiyor ama ABD, artık hedef tahtasına İran’ı oturtmuş durumdadır, sadece operasyonun zamanlamasını ayarlamaya çalışmaktadır.

Son aylarda İsrail’in, İran’a ait Suriye’deki tesisleri, ardı ardına hedef alması, buna karşı Rusya’nın fazla ses çıkarmaması da ilginç bir detay olarak düşünülmelidir.

Şayet Rusya, ABD ile daha önceden iddia ettiğimiz gibi zımni bir mutabakat yapmamışsa, yani Ukrayna’ya karşılık ABD’nin İran operasyonu için yeşil ışık yakmamışsa, şu an kendisini zorlayacak bir yola girmiş durumdadır.

Ukrayna’ya Batı’dan gelen silah ve lojistik desteğin artması durumunda Rusya, en başta ortaya hatalı olarak  koyduğu nükleer koza uygun bir hamle yapmak zorunda kalacaktır.

İşte bu sebeple de, bu konudaki ciddiyetini ve caydırıcılığını ispat etmek için, boş bir adaya ya da Kuzey Buz Denizi’ne yakın bir noktaya yüksek tesirli bir “Nükleer Füze” yollama ihtimali vardır.

Ardından da buna misilleme olarak bu defa ABD, dehşet saçan bir “Nükleer Füze” denemesi ile Dünya’yı fiziken sarsacaktır.

Eğer Rusya, bu inadından vazgeçmezse, yani Batı ile olan askeri/ siyasi/ ticari rekabetini olağan araçlarla sürdürmek yerine nükleer seçeneği zorlarsa, Dünya’ya korku ve dehşet saçacak olan yeni bir sürece sebep olacaktır.

Rusya, bu inatlaşmadan vazgeçmediği takdirde, bu tehlikeli süreci durdurabilecek yegane ülke Türkiye’dir.

Türkiye şu an tüm taraflarla yakın ilişkiler içinde iken, bölgenin sigortası olacak şekilde jeopolitik bir konuma da sahipken, tarafları uzlaşmaya zorlayabilir.

Atatürk’ün “Yurtta sulh cihanda sulh” sözünün daha da anlam kazandığı bugünlerde, dünyanın sürüklendiği tehlikeli akıbete karşı Türkiye’nin insiyatif alması zorunlu hale gelmiştir.

Türkiye’deki siyasi kutuplaşmayı bitirip, tüm enerjimizi bölgesel ve küresel barış için harcama vaktimiz gelmiştir.

Dikkat edilirse son yıllarda Türkiye’deki siyasi gerilim arttıkça, buna paralel olarak tüm bölgede ve dünyadaki gerilimler de artmıştır.

Böylesi bir dönemde kutuplaşmayı bitirmek adına gerekirse (Cumhur+Millet) = Anadolu İttifakı şeklinde bir “ulusal mutabakat çerçevesi” oluşturulmalıdır.

Dünyanın ve insanlığın istikbali, Anadolu coğrafyasının vaziyetine ve kaderine bağlıdır.

Bu mühim vaziyet içerisinde öncelikli vazifemiz, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ve Milletinin birlik ve berberlik ruhunu canlandırmak ve uyandırmaktır!

.

Cengiz Han Güven, dikGAZETE.com