Okumuyoruz! Okuduğumuzu da anlamıyoruz

Okumuyoruz! Okuduğumuzu da anlamıyoruz

Kitap okumada dünyada millet olarak 86. Sıradayız. Toplumumuzun yüzde 39’u hiç kitap okumuyor… 

Anket kuruluşu “İPSOS KMG”nin 2016 yılında Türkiye'nin 34 ilinden 13 bin 799 kişiyle gerçekleştirdiği araştırmanın sonuçlarını içeren “Türkiye'yi Anlama Kılavuzu”na göre toplumun yüzde 39’u hiç kitap okumuyor, yüzde 47'si hiç dergi okumuyor. En sık yapılan aktivite yüzde 85 ile televizyon seyretmek. 

TÜRKİYE OKUDUĞUNU ANLAMIYOR

OECD'de okuduğunu anlama, basit matematik bilgisi, basit problem çözme gibi temel becerilere sahip olmayanların en yüksek olduğu 2 ülke Türkiye (yüzde 39) ve Şili (yüzde41).

Okuduğunu anlamada Japonya ve Finlandiya gibi ülkeler zirvede; biz ise Şili ve Endonezya’yı aşarak sondan 3. sıradayız. Yani Türkiye’deki yetişkinlerin yarısı, ne okuduğunu tam olarak anlıyor ne de basit sayısal işlemlerin ötesine geçebiliyor.

OKUDUĞUMUZU ANLAYAMIYORUZ

Okumayı verimli kılan en önemli etken, anlamadır. 

Okuduğunu anlama becerisi, sadece sözel olarak düşünülmemelidir. 

Bir çocuk, okuduğunu anlamazsa diğer derslerinde de başarılı olamayacaktır. 

Cümleler arasında bağlantı kuramayacak haliyle de mantık yürütemeyecektir.

Anlamamız gereken Kur’an’ı bile anlamadan dinliyor, anlamadan okuyoruz... 

Anlamadan okuyarak hafızlar yetiştiriyoruz, “Kur’an’ı anlamayalım” diye “güzel ses yarışması” yapıyoruz... Bizim ülkede bu garip anlayış hâlâ devam ediyor... Ne yazık ki kültür hayatımızı olumlu yönde reform yaparak, düzenleyecek bir yönetici de şimdiye kadar çıkmadı...

Gerçek okuryazar, okuduğunu anlayan ve anladığını hayata uygulayan kişidir.

Gerek öğretmenlerin gerek ebeveynlerin önemli bir kısmı, okuduğunu anlamayı, metindeki kelimelerin anlamını bilme ile karıştırıyor. Okuduğunu anlama, okunan metindeki bilgilerle önceki bilgiler arasında köprü kurabilmektir. 

Çocuk okuduklarını, ön bilgileri sayesinde de anlamlandırır ve yeni sonuçlar çıkarır ve hayata bakışı da olumlu yönde gelişir.  

ÜNİVERSİTELİ TALEBELERİN DURUMU DA İÇLER ACISI

Üniversitelerin artmasının sosyoekonomik planda faydalı olduğunu söyleyebiliriz, ama bilgi yetersizliği ve uygulamadaki eksiklikler, topluma olan faydasını yok ediyor ve ülkemiz zaman kaybediyor. Kısacası nicelik artarken nitelik eksikliğinin sıkıntısını yaşıyoruz... 

Diploma almak, her zaman yeterli faydayı sağlamıyor... 

Üniversite okuyanların ve işsiz kalanların esas sebeplerine inmek zorundayız... 

İşsizlik konusunda, yetersiz okulları, lisan eksikliğini, kabiliyeti, hayat anlayışını ve tecrübe eksikliklerini yok sayamayız...

Kaliteli ve güçlü okullardan, özel ve devlet üniversitelerinden iyi eğitim alarak mezun olanlar, rahatlıkla iş bulabiliyorlar; tabii ki çalışmak gibi bir sorumluluğu da göze almak zorundalar...

Diğer üniversitelere bakıldığında, üniversite giriş imtihanlarında derece tutturamayanlar sokakta kalmasın diye açılmış yüzlerce okulda yeterince laboratuvar, atölye, öğretim üyesi ve de eğitim kalitesinin olmadığı görülüyor...

Avrupa Birliği’ne girmek için ehliyet ve diploma sayısını artırmak da pek doğru olmamıştır... 

Mesela, bir Finlandiya’da öğretmen olmak o kadar kolay değil... Üniversiteden sonra yüksek ihtisas yapmanız bile sizi kurtarmıyor, üstelik bir sürü aşamadan geçemeden eleniyorsunuz... 

EĞİTİMLİ İNSANLAR,  BUZAĞIYI VE DE EŞEĞİN SIPASINI BİLEMİYOR

Bir televizyon sokak programında sorulan sorulara verilen cevaplar doğrusu çok düşündürücü... 

Üniversiteli çocuğa “Kuzey Irak”ın yeri soruluyor o da cevaplıyor: “Galiba Türkiye’nin kuzeyindedir...”

2019’da Müge Anlı'nın sunduğu “Güven Bana” müsabakasında sığır yavrusunu bilemeyen iki üniversiteli yarışmacının durumunu bütün insanlar hayretle seyretti... 

Sığırın yavrusuna bir ara oğlak,  bir ara da “sıpa” demeleri ilginçti... 

Üstelik hadi diyelim, hiç köyde yaşamadınız, hiç eser de okumadınız veya belgesel de seyretmediniz, Türk kültürüne yerleşmiş ve sosyal hayatta bile birine kızıldığında “eşek sıpası” lafını da mı duymadınız?

Bu ülkede yaşayıp, toplumdan kopuk bir hayat olabilir mi? Demek ki bazı insanlar kendi dünyaları dışındakilere Fransız kalabiliyor... 

Bu biraz da ferdiyetçi yaklaşımların artmasıyla anlaşılabilir bir durum...

Nitekim kültürümüze geçen bu “eşek sıpası” tabirini Müge Anlı, onlara hatırlattı... 

Burada, eşeğin yavrusunun sıpa olduğu zaten ortaya çıkıyor ya da eşekle bir ilişkisi anlaşılıyor...

En azından bu maddeyi şıklardan elemeniz mümkün, ama yorum gerekiyor... Yorum yeteneği olmayan, tabii ki arabayı park ederken geri vitesini yanlış kullanacaktır... Çünkü geri vitesi muhakeme kabiliyeti istiyor... Günümüzdeki mesele de muhakeme kabiliyetinin gelişmemesi, çünkü okumuyoruz veya okuduğumuzu anlayamıyoruz...

İşin ilginç yanı 2013 senesinde de aynı soruyu “Kim Milyoner Olmak İster” programında Kenan Işık soruyor ve üniversiteli yarışmacı “buzağı”nın neyin yavrusu olduğunu bilemiyor...

Bu komiklikleri yaşamak istemiyorsak kalitemizi artırmak zorundayız... Aynı zamanda diğer devletlerde olduğu gibi meslek okullarını da çoğaltmalıyız... 

Meslek okulu derken, hemen İmam Hatip okulları akla gelmesin; ülkemizin kalkınmasına yardım edecek okullardan bahsediyoruz...

EĞİTİM BİR TÜRLÜ DÜZELMİYOR

“PISA”,  en son 2018 yılında yapıldı; çünkü bu uygulama, sürekli yapılan bir değerlendirme değil. 3 yılda bir yapılıyor. “PISA 2018” sonuçları açıklandı. 

Türkiye yine OECD ortalamasının altında kaldı!.. 

Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) tarafından her üç yılda bir düzenlenen ve 15 yaş grubundaki öğrencilerin kazanmış oldukları bilgi ve becerileri değerlendiren PISA testinin 2018 yılı sonuçları açıklandı.

Türkiye’de 15 yaşındaki öğrencilerin yüzde 73’ünü temsil eden 186 farklı okuldan 6 bin 890 öğrenci PISA testine girdi.

PISA 2018 sonuçlarına göre Türkiye’de öğrenciler “okuma, matematik ve fen bilimi” alanlarının tamamında OECD ortalamasının altında kaldı.

37 OECD ülkesi arasında Türkiye, okuma becerilerinde 31’inci, matematik okuryazarlığında 33’üncü, fen biliminde ise 30’uncu oldu.

EVDE KİTAP YOK

Milli Eğitim Bakanlığı'nın OECD işbirliğinde Türkiye çapında 15 yaşında öğrencilerden topladığı verilere göre evinde en fazla 10 kitap olan ailelerin oranı yüzde 27

OKULLARIN YÜZDE 70’İNDE KÜTÜPHANE YOK

Okuduğunu anlamama konusunda ise ilginç bir sonuç alıyoruz... 

Vahim sonuç; Türkiye okuduğunu anlamıyor... 

Anket kuruluşu İPSOS KMG’nin gerçekleştirdiği anketle ilgili bilgileri paylaşan Okul Kütüphanecileri Derneği Başkanı Aydın İleri, okulların yüzde 70'inde kütüphane bulunmadığını, devlet okullarında kütüphaneci olmadığını belirterek, ayrıca evlerde de kitap olmadığını ve Türkiye'nin kitap okumak yerine televizyon seyrettiğini belirtti.        

MEB’NİN ARAŞTIRMASI “ABİDE” YE GÖRE “TÜRKİYE’DE TALEBELERİN YÜZDE 66’SI OKUDUĞUNU ANLAMIYOR”

Milli Eğitim Bakanlığı’nın (MEB) tarafından yapılan Akademik Becerilerin İzlenmesi ve Değerlendirmesi (ABİDE) adlı çalışma verileri yayımladı…

Türkiye genelini kapsayan çalışma, dördüncü ve sekizinci sınıf öğrencilerine dönük yapıldı.

Araştırma sonrasında çok kritik sonuçlar elde edildi. 

Çalışmaya göre öğrencilerin büyük çoğunluğu okuduğunu anlamazken bir milyon çocuğun evinde kitap olmadığı ortaya çıktı.

PISA'nın alternatifi ABİDE araştırmasına göre Türkiye'de öğrencilerin yüzde 66'sı okuduğunu anlamıyor... 

New York Üniversitesi’nde profesör olarak ders veren, çocuk gelişimi ve eğitimi üzerine çalışmalar yapan Selçuk Şirin’e göre Türkiye’de öğrencilerin en büyük sorunu kendi anadilinde okuduğunu anlayamama.

ÖĞRETMENLER NELER YAPIYOR?

Geçenlerde “whatsApp” üzerinden bir arkadaşa gönderdiğim makalelerin okumadığını fark ettim... 

Öğretmen emeklisi arkadaşla mesaj yoluyla bir sohbetimiz oldu... Arkadaşımız, 1978’de amatör tiyatromuzda da yer almıştı... 

Bu arkadaşımız, 1979 senesinde -Ecevit döneminde- hızlandırılmış (sulandırılmış!..) eğitim altında kısa dönemde eğitim enstitüsünden mezun olmuştu... 

Benim eleştirdiğim bir kitabın sadece isminin makalede geçmesiyle, konuyu yanlış anlamıştı... 

Sanki ben, kitabı savunmuşum gibi bir düşünceye kapılmış olmalı ki aramızda bir garip mesajlaşma oldu…

Öğretmen emeklisi: -Sayın Anaral, bu eseri (Beyaz Zambaklar) zamanın Trabzon valisi Nuri Okutan her öğretmene bir tane hediye etmişti. Fakat hala okuyamadım.

Raşit Anaral: -Belli ki makalemi de okumamışsın...

-Sayın hocam, biz de en okumayan kesim, öğretmenlerdir. Ders kitapları hariç...

-Çok yazık...

-Ben de okumazdım; okuma aşkını Gümüşhane’de iken 1967’den 1973’lü  yıllara kadar, Teksas, Tommiks, Zembla, Kinova, Tombraks, Tex, Zagor, Kaptan, Swing, Tarkan, Karaoğlan, Nasrettin Hoca, Keloğlan gibi resimli çizgi romanları okurduk. 

Yoksa okumak hak getire!..

OKUMAYI ANLAMAK VE SEVDİRMEK İÇİN NE YAPILMALI?

ABİDE çalışması,  gerçekten çok amaçlı bir araştırma, öğretmenleri, aileleri, okumayı, anlamayı, eğitimle ilgili ne varsa incelemiş ve sonuç raporu çıkartmış... 

Bu güzel çalışmaların daha da ileri götürülmesini arzuluyoruz...

Yalnız bu araştırmada, en önemli olan “kelime öğrenme” konusu es geçilmiş... 

Türk Dil Kurumu politikasına karşı düşmemek için mi bu önemli ayrıntı ele alınmamış, bilemiyoruz...

TDK’NİN KELİMELERİMİZİ DEĞİŞTİRME ve TASFİYESİ DEVAM EDİYOR

Japonlar, binlerce sene önceki kitaplarını okurken bizler elli sene önce yazılmış eserlerimizi bile anlayamıyoruz!.. 

Binlerce senelik tarih ve kültür birikimimiz olan kütüphanelerimizdeki kitaplarımızı, ne yazık ki tercüme etmeden okuyamıyoruz…

Milli Şairimiz Mehmet Akif’in “Safahat” adlı kitabının yeniden Türkçeye tercüme edilmesi, dilimizin ne kadar değiştirildiğini göstermesi açısından manidardır… 

Ne yazık ki kendi “Milli Marşını” sözlüğe bakmadan anlayamayan tek ülke biz olduk…

Türk Dil Kurumunun teşvik ve baskısı sonucunda, kullanılmakta olan mevcut kadim kelimelerimiz (tasfiye yoluyla) atılmış ve de unutturulmuştur.

TDK tarafından “Öz Türkçecilik” adına  “Tasfiyeci uydurmacılık” yapılarak, dilimiz kısırlaştırılmış ve de kabile dili seviyesine düşürülmüştür. Haddizâtında bu uygulama, aynı zamanda dilimizi değiştirme projesidir…

Yahudiler, ölü dilleri İbraniceyi yeniden canlandırdılar... 

Biz ise öz Türkçemizi gün geçtikçe yok etmekteyiz… 

Tarihin geniş tecrübesiyle mücehhez, tabiî ve kadim kelimelerimizi kaybetmekle, düşünce sistemimiz de zayıflatılmıştır… 

Ne yazık ki düşünce hayatımızın zaafa uğraması, geleceğimizi de olumsuz etkiliyor.

Türk cumhuriyetleri, İslam devletleri ve de dünya devletleri ile olan ortak yanlarımızı ve entegrasyonumuzu bozan TDK politikası, aynı zamanda “yabancı kökenli” bahanesiyle, yazı ve konuşma dilinden yaklaşık 50 bin kelimeden fazlasını çöpe atmıştır... 

Bu yüzden ifade eksiklikleri ve okuduğunu anlamama gibi önemli bir eğitimi kaybetmiş durumdayız...

İnsanlar, kelimelerle düşünür; kelimelerle duygu ve düşüncelerini ifade ederler.  

Kelime sayısı arttıkça, düşünce sisteminin de kapasitesi artmaktadır…

Beynimiz öğrendiğimiz her yeni kelimeyle çok daha fazla bilgi ilişkilendirmemize izin vermektedir… Kısacası öğrendiğimiz her kelime, beynimizin nöral ağını etkilemektedir…

Beyin ne kadar çok yeni bilgi alır, zihinsel olarak zorlanırsa bağlantıları da o kadar güçlenir ve de nöronlar arası yeni bağlantıların oluşması yoğunlaşıyor. 

Hafızamızda kayıtlı kelime sayısı ne kadar fazla olursa beyin kapasitemiz de o oranda daha fazla olacaktır.

Bir insan ne kadar çok kelime bilirse zekâsını o nispette iyi kullanır.

Söylenenleri anlamakta, meramını ifade etmekte zorluk çekmez. 

Bir insanın kelime hazinesi zayıfsa, önüne konulan bir kitabı kavrayamaz. İlmi araştırmalarda bulunamaz. Ortaya ilmi ve edebi eserler koyamaz.

Bilimin gerçekleşebilmesi için düşünce sisteminin devreye girmesi kaçınılmazdır. 

Düşünce sisteminin randımanlı çalışması ise felsefe yapmakla mümkündür. Düşünce sistemini harekete geçiremeyen, felsefe yapmayan bir milletin bilim, sanat, edebiyat ve ekonomide gelişmesi de söz konusu olamaz…

Zaten şu anda felsefe, bilim, sanat ve edebiyat yapmadan dünyada ilerlemiş bir ülke de yoktur… 

Kelime sayısı zayıflatılmış bir lisanla felsefe, sanat, edebiyat ve bilim yapmak, eğitim ve sosyokültürel ihtiyacımızı karşılamıyor... 

Eğitimden önce kelime sayısını artırmak için TDK’nin devreden çıkarılarak, dilimizdeki kelime tasfiyesine son vermeliyiz ve 50 senedir atılan kelimeleri geri kazandırmalıyız... 

İsrail binlerce yıl önceki dilini yeniden kazanmayı başarmıştır... 

Biz neden yapmayalım?

.

Raşit Anaral, dikGAZETE.com

Kitap okumada dünyada millet olarak 86. Sıradayız. Toplumumuzun yüzde 39’u hiç kitap okumuyor… 

Anket kuruluşu “İPSOS KMG”nin 2016 yılında Türkiye'nin 34 ilinden 13 bin 799 kişiyle gerçekleştirdiği araştırmanın sonuçlarını içeren “Türkiye'yi Anlama Kılavuzu”na göre toplumun yüzde 39’u hiç kitap okumuyor, yüzde 47'si hiç dergi okumuyor. En sık yapılan aktivite yüzde 85 ile televizyon seyretmek. 

TÜRKİYE OKUDUĞUNU ANLAMIYOR

OECD'de okuduğunu anlama, basit matematik bilgisi, basit problem çözme gibi temel becerilere sahip olmayanların en yüksek olduğu 2 ülke Türkiye (yüzde 39) ve Şili (yüzde41).

Okuduğunu anlamada Japonya ve Finlandiya gibi ülkeler zirvede; biz ise Şili ve Endonezya’yı aşarak sondan 3. sıradayız. Yani Türkiye’deki yetişkinlerin yarısı, ne okuduğunu tam olarak anlıyor ne de basit sayısal işlemlerin ötesine geçebiliyor.

OKUDUĞUMUZU ANLAYAMIYORUZ

Okumayı verimli kılan en önemli etken, anlamadır. 

Okuduğunu anlama becerisi, sadece sözel olarak düşünülmemelidir. 

Bir çocuk, okuduğunu anlamazsa diğer derslerinde de başarılı olamayacaktır. 

Cümleler arasında bağlantı kuramayacak haliyle de mantık yürütemeyecektir.

Anlamamız gereken Kur’an’ı bile anlamadan dinliyor, anlamadan okuyoruz... 

Anlamadan okuyarak hafızlar yetiştiriyoruz, “Kur’an’ı anlamayalım” diye “güzel ses yarışması” yapıyoruz... Bizim ülkede bu garip anlayış hâlâ devam ediyor... Ne yazık ki kültür hayatımızı olumlu yönde reform yaparak, düzenleyecek bir yönetici de şimdiye kadar çıkmadı...

Gerçek okuryazar, okuduğunu anlayan ve anladığını hayata uygulayan kişidir.

Gerek öğretmenlerin gerek ebeveynlerin önemli bir kısmı, okuduğunu anlamayı, metindeki kelimelerin anlamını bilme ile karıştırıyor. Okuduğunu anlama, okunan metindeki bilgilerle önceki bilgiler arasında köprü kurabilmektir. 

Çocuk okuduklarını, ön bilgileri sayesinde de anlamlandırır ve yeni sonuçlar çıkarır ve hayata bakışı da olumlu yönde gelişir.  

ÜNİVERSİTELİ TALEBELERİN DURUMU DA İÇLER ACISI

Üniversitelerin artmasının sosyoekonomik planda faydalı olduğunu söyleyebiliriz, ama bilgi yetersizliği ve uygulamadaki eksiklikler, topluma olan faydasını yok ediyor ve ülkemiz zaman kaybediyor. Kısacası nicelik artarken nitelik eksikliğinin sıkıntısını yaşıyoruz... 

Diploma almak, her zaman yeterli faydayı sağlamıyor... 

Üniversite okuyanların ve işsiz kalanların esas sebeplerine inmek zorundayız... 

İşsizlik konusunda, yetersiz okulları, lisan eksikliğini, kabiliyeti, hayat anlayışını ve tecrübe eksikliklerini yok sayamayız...

Kaliteli ve güçlü okullardan, özel ve devlet üniversitelerinden iyi eğitim alarak mezun olanlar, rahatlıkla iş bulabiliyorlar; tabii ki çalışmak gibi bir sorumluluğu da göze almak zorundalar...

Diğer üniversitelere bakıldığında, üniversite giriş imtihanlarında derece tutturamayanlar sokakta kalmasın diye açılmış yüzlerce okulda yeterince laboratuvar, atölye, öğretim üyesi ve de eğitim kalitesinin olmadığı görülüyor...

Avrupa Birliği’ne girmek için ehliyet ve diploma sayısını artırmak da pek doğru olmamıştır... 

Mesela, bir Finlandiya’da öğretmen olmak o kadar kolay değil... Üniversiteden sonra yüksek ihtisas yapmanız bile sizi kurtarmıyor, üstelik bir sürü aşamadan geçemeden eleniyorsunuz... 

EĞİTİMLİ İNSANLAR,  BUZAĞIYI VE DE EŞEĞİN SIPASINI BİLEMİYOR

Bir televizyon sokak programında sorulan sorulara verilen cevaplar doğrusu çok düşündürücü... 

Üniversiteli çocuğa “Kuzey Irak”ın yeri soruluyor o da cevaplıyor: “Galiba Türkiye’nin kuzeyindedir...”

2019’da Müge Anlı'nın sunduğu “Güven Bana” müsabakasında sığır yavrusunu bilemeyen iki üniversiteli yarışmacının durumunu bütün insanlar hayretle seyretti... 

Sığırın yavrusuna bir ara oğlak,  bir ara da “sıpa” demeleri ilginçti... 

Üstelik hadi diyelim, hiç köyde yaşamadınız, hiç eser de okumadınız veya belgesel de seyretmediniz, Türk kültürüne yerleşmiş ve sosyal hayatta bile birine kızıldığında “eşek sıpası” lafını da mı duymadınız?

Bu ülkede yaşayıp, toplumdan kopuk bir hayat olabilir mi? Demek ki bazı insanlar kendi dünyaları dışındakilere Fransız kalabiliyor... 

Bu biraz da ferdiyetçi yaklaşımların artmasıyla anlaşılabilir bir durum...

Nitekim kültürümüze geçen bu “eşek sıpası” tabirini Müge Anlı, onlara hatırlattı... 

Burada, eşeğin yavrusunun sıpa olduğu zaten ortaya çıkıyor ya da eşekle bir ilişkisi anlaşılıyor...

En azından bu maddeyi şıklardan elemeniz mümkün, ama yorum gerekiyor... Yorum yeteneği olmayan, tabii ki arabayı park ederken geri vitesini yanlış kullanacaktır... Çünkü geri vitesi muhakeme kabiliyeti istiyor... Günümüzdeki mesele de muhakeme kabiliyetinin gelişmemesi, çünkü okumuyoruz veya okuduğumuzu anlayamıyoruz...

İşin ilginç yanı 2013 senesinde de aynı soruyu “Kim Milyoner Olmak İster” programında Kenan Işık soruyor ve üniversiteli yarışmacı “buzağı”nın neyin yavrusu olduğunu bilemiyor...

Bu komiklikleri yaşamak istemiyorsak kalitemizi artırmak zorundayız... Aynı zamanda diğer devletlerde olduğu gibi meslek okullarını da çoğaltmalıyız... 

Meslek okulu derken, hemen İmam Hatip okulları akla gelmesin; ülkemizin kalkınmasına yardım edecek okullardan bahsediyoruz...

EĞİTİM BİR TÜRLÜ DÜZELMİYOR

“PISA”,  en son 2018 yılında yapıldı; çünkü bu uygulama, sürekli yapılan bir değerlendirme değil. 3 yılda bir yapılıyor. “PISA 2018” sonuçları açıklandı. 

Türkiye yine OECD ortalamasının altında kaldı!.. 

Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) tarafından her üç yılda bir düzenlenen ve 15 yaş grubundaki öğrencilerin kazanmış oldukları bilgi ve becerileri değerlendiren PISA testinin 2018 yılı sonuçları açıklandı.

Türkiye’de 15 yaşındaki öğrencilerin yüzde 73’ünü temsil eden 186 farklı okuldan 6 bin 890 öğrenci PISA testine girdi.

PISA 2018 sonuçlarına göre Türkiye’de öğrenciler “okuma, matematik ve fen bilimi” alanlarının tamamında OECD ortalamasının altında kaldı.

37 OECD ülkesi arasında Türkiye, okuma becerilerinde 31’inci, matematik okuryazarlığında 33’üncü, fen biliminde ise 30’uncu oldu.

EVDE KİTAP YOK

Milli Eğitim Bakanlığı'nın OECD işbirliğinde Türkiye çapında 15 yaşında öğrencilerden topladığı verilere göre evinde en fazla 10 kitap olan ailelerin oranı yüzde 27

OKULLARIN YÜZDE 70’İNDE KÜTÜPHANE YOK

Okuduğunu anlamama konusunda ise ilginç bir sonuç alıyoruz... 

Vahim sonuç; Türkiye okuduğunu anlamıyor... 

Anket kuruluşu İPSOS KMG’nin gerçekleştirdiği anketle ilgili bilgileri paylaşan Okul Kütüphanecileri Derneği Başkanı Aydın İleri, okulların yüzde 70'inde kütüphane bulunmadığını, devlet okullarında kütüphaneci olmadığını belirterek, ayrıca evlerde de kitap olmadığını ve Türkiye'nin kitap okumak yerine televizyon seyrettiğini belirtti.        

MEB’NİN ARAŞTIRMASI “ABİDE” YE GÖRE “TÜRKİYE’DE TALEBELERİN YÜZDE 66’SI OKUDUĞUNU ANLAMIYOR”

Milli Eğitim Bakanlığı’nın (MEB) tarafından yapılan Akademik Becerilerin İzlenmesi ve Değerlendirmesi (ABİDE) adlı çalışma verileri yayımladı…

Türkiye genelini kapsayan çalışma, dördüncü ve sekizinci sınıf öğrencilerine dönük yapıldı.

Araştırma sonrasında çok kritik sonuçlar elde edildi. 

Çalışmaya göre öğrencilerin büyük çoğunluğu okuduğunu anlamazken bir milyon çocuğun evinde kitap olmadığı ortaya çıktı.

PISA'nın alternatifi ABİDE araştırmasına göre Türkiye'de öğrencilerin yüzde 66'sı okuduğunu anlamıyor... 

New York Üniversitesi’nde profesör olarak ders veren, çocuk gelişimi ve eğitimi üzerine çalışmalar yapan Selçuk Şirin’e göre Türkiye’de öğrencilerin en büyük sorunu kendi anadilinde okuduğunu anlayamama.

ÖĞRETMENLER NELER YAPIYOR?

Geçenlerde “whatsApp” üzerinden bir arkadaşa gönderdiğim makalelerin okumadığını fark ettim... 

Öğretmen emeklisi arkadaşla mesaj yoluyla bir sohbetimiz oldu... Arkadaşımız, 1978’de amatör tiyatromuzda da yer almıştı... 

Bu arkadaşımız, 1979 senesinde -Ecevit döneminde- hızlandırılmış (sulandırılmış!..) eğitim altında kısa dönemde eğitim enstitüsünden mezun olmuştu... 

Benim eleştirdiğim bir kitabın sadece isminin makalede geçmesiyle, konuyu yanlış anlamıştı... 

Sanki ben, kitabı savunmuşum gibi bir düşünceye kapılmış olmalı ki aramızda bir garip mesajlaşma oldu…

Öğretmen emeklisi: -Sayın Anaral, bu eseri (Beyaz Zambaklar) zamanın Trabzon valisi Nuri Okutan her öğretmene bir tane hediye etmişti. Fakat hala okuyamadım.

Raşit Anaral: -Belli ki makalemi de okumamışsın...

-Sayın hocam, biz de en okumayan kesim, öğretmenlerdir. Ders kitapları hariç...

-Çok yazık...

-Ben de okumazdım; okuma aşkını Gümüşhane’de iken 1967’den 1973’lü  yıllara kadar, Teksas, Tommiks, Zembla, Kinova, Tombraks, Tex, Zagor, Kaptan, Swing, Tarkan, Karaoğlan, Nasrettin Hoca, Keloğlan gibi resimli çizgi romanları okurduk. 

Yoksa okumak hak getire!..

OKUMAYI ANLAMAK VE SEVDİRMEK İÇİN NE YAPILMALI?

ABİDE çalışması,  gerçekten çok amaçlı bir araştırma, öğretmenleri, aileleri, okumayı, anlamayı, eğitimle ilgili ne varsa incelemiş ve sonuç raporu çıkartmış... 

Bu güzel çalışmaların daha da ileri götürülmesini arzuluyoruz...

Yalnız bu araştırmada, en önemli olan “kelime öğrenme” konusu es geçilmiş... 

Türk Dil Kurumu politikasına karşı düşmemek için mi bu önemli ayrıntı ele alınmamış, bilemiyoruz...

TDK’NİN KELİMELERİMİZİ DEĞİŞTİRME ve TASFİYESİ DEVAM EDİYOR

Japonlar, binlerce sene önceki kitaplarını okurken bizler elli sene önce yazılmış eserlerimizi bile anlayamıyoruz!.. 

Binlerce senelik tarih ve kültür birikimimiz olan kütüphanelerimizdeki kitaplarımızı, ne yazık ki tercüme etmeden okuyamıyoruz…

Milli Şairimiz Mehmet Akif’in “Safahat” adlı kitabının yeniden Türkçeye tercüme edilmesi, dilimizin ne kadar değiştirildiğini göstermesi açısından manidardır… 

Ne yazık ki kendi “Milli Marşını” sözlüğe bakmadan anlayamayan tek ülke biz olduk…

Türk Dil Kurumunun teşvik ve baskısı sonucunda, kullanılmakta olan mevcut kadim kelimelerimiz (tasfiye yoluyla) atılmış ve de unutturulmuştur.

TDK tarafından “Öz Türkçecilik” adına  “Tasfiyeci uydurmacılık” yapılarak, dilimiz kısırlaştırılmış ve de kabile dili seviyesine düşürülmüştür. Haddizâtında bu uygulama, aynı zamanda dilimizi değiştirme projesidir…

Yahudiler, ölü dilleri İbraniceyi yeniden canlandırdılar... 

Biz ise öz Türkçemizi gün geçtikçe yok etmekteyiz… 

Tarihin geniş tecrübesiyle mücehhez, tabiî ve kadim kelimelerimizi kaybetmekle, düşünce sistemimiz de zayıflatılmıştır… 

Ne yazık ki düşünce hayatımızın zaafa uğraması, geleceğimizi de olumsuz etkiliyor.

Türk cumhuriyetleri, İslam devletleri ve de dünya devletleri ile olan ortak yanlarımızı ve entegrasyonumuzu bozan TDK politikası, aynı zamanda “yabancı kökenli” bahanesiyle, yazı ve konuşma dilinden yaklaşık 50 bin kelimeden fazlasını çöpe atmıştır... 

Bu yüzden ifade eksiklikleri ve okuduğunu anlamama gibi önemli bir eğitimi kaybetmiş durumdayız...

İnsanlar, kelimelerle düşünür; kelimelerle duygu ve düşüncelerini ifade ederler.  

Kelime sayısı arttıkça, düşünce sisteminin de kapasitesi artmaktadır…

Beynimiz öğrendiğimiz her yeni kelimeyle çok daha fazla bilgi ilişkilendirmemize izin vermektedir… Kısacası öğrendiğimiz her kelime, beynimizin nöral ağını etkilemektedir…

Beyin ne kadar çok yeni bilgi alır, zihinsel olarak zorlanırsa bağlantıları da o kadar güçlenir ve de nöronlar arası yeni bağlantıların oluşması yoğunlaşıyor. 

Hafızamızda kayıtlı kelime sayısı ne kadar fazla olursa beyin kapasitemiz de o oranda daha fazla olacaktır.

Bir insan ne kadar çok kelime bilirse zekâsını o nispette iyi kullanır.

Söylenenleri anlamakta, meramını ifade etmekte zorluk çekmez. 

Bir insanın kelime hazinesi zayıfsa, önüne konulan bir kitabı kavrayamaz. İlmi araştırmalarda bulunamaz. Ortaya ilmi ve edebi eserler koyamaz.

Bilimin gerçekleşebilmesi için düşünce sisteminin devreye girmesi kaçınılmazdır. 

Düşünce sisteminin randımanlı çalışması ise felsefe yapmakla mümkündür. Düşünce sistemini harekete geçiremeyen, felsefe yapmayan bir milletin bilim, sanat, edebiyat ve ekonomide gelişmesi de söz konusu olamaz…

Zaten şu anda felsefe, bilim, sanat ve edebiyat yapmadan dünyada ilerlemiş bir ülke de yoktur… 

Kelime sayısı zayıflatılmış bir lisanla felsefe, sanat, edebiyat ve bilim yapmak, eğitim ve sosyokültürel ihtiyacımızı karşılamıyor... 

Eğitimden önce kelime sayısını artırmak için TDK’nin devreden çıkarılarak, dilimizdeki kelime tasfiyesine son vermeliyiz ve 50 senedir atılan kelimeleri geri kazandırmalıyız... 

İsrail binlerce yıl önceki dilini yeniden kazanmayı başarmıştır... 

Biz neden yapmayalım?

.

Raşit Anaral, dikGAZETE.com