Padişah gibi tadını çıkarmak! Günahların en tatlısı Şerbetli Baklava

Padişah gibi tadını çıkarmak! Günahların en tatlısı Şerbetli Baklava

Padişah gibi tadını çıkarmak! Günahların en tatlısı Şerbetli Baklava Padişah gibi tadını çıkarmak! Günahların en tatlısı Şerbetli Baklava

PADİŞAH GİBİ TADINI ÇIKARMAK

GÜNAHLARIN EN TATLISI

ŞERBETLİ BAKLAVA

Osmanlı Saray mutfağının dillere destan armağanı olan baklava, düğün ve bayram sofralarının baş tacı olmayı sürdürüyor.

Ağzınıza aldığınızda anında dağılan, çıtır-çıtır, ip-incecik yufka hamuruyla buluşturulan padişahlara layık enfes bir lezzettir baklava.

Tadına baktığınızda, aklınızı başınızdan alacak muhteşem bir tatlıdır.

İlaveten ağdalı şerbeti ve cevizli dilimleri ile yiyenlerde şok etkisi yaratır.

Baklavayı her ısırdığınızda sizleri tam damağınızdan vuracak harika bir tatlıdır.

Baklavanın kökeni tam olarak bilinmese bile Anadolu, Orta Doğu, Balkan ve Güney Asya mutfaklarında yer edinmiş önemli bir yufka tatlısıdır.

Dil bilimcileri, baklavanın Türkçebesleme” yani ‘bak-ı’ kökünden türediğini ve diğer dillere de etimolojik olarak buradan geçtiği tezini savunmaktalar.

Diğer taraftan; Sevan Nişanyan ise baklavanın, Arapçabaklawi’ yani “örme zinciri” anlamını taşıyan kelimeden türetildiğini söylemektedir.

Baklava ile ilgili en eski Osmanlı kaydına, Fatih Sultan Mehmet Han’ın dönemine ait “Topkapı Sarayı Mutfak Defteri”nde rastlıyoruz. Bu arşiv kaydına göre; Hicri 878 yılı (1473) Şaban ayında ilk baklavanın pişirildiğini öğreniyoruz. Yaklaşık olarak iki yüzyıl sonra yani 17. Yüzyıl’ın ortalarında Evliya Çelebi, “Seyahatname”sinde, kendisinin Bitlis Bey’in konağında misafir edildiğini ve baklava ikram edildiğini yazıyor.

Ayrıca Osmanlı İmparatorluğu’ndaBaklava Alayı’ denilen hem ulufe ödemelerinin yapıldığı hem de Ramazan ayının on beşinde Hırka-i Şerif ziyaretlerinin gerçekleştirildiği tören kutlamaları yapılmaktaydı.

Bu “Baklava Alayı” geleneği ilk olarak Kanuni Sultan Süleyman zamanında başlatılmış, 1826 Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasına kadar da devam etmiştir.

Osmanlı Sarayı, baklavanın yapımında kullanılan her malzemenin ayrıntısına kadar çok dikkat eder ve hassasiyet gösterirdi.

Tarihi kaynaklardan edindiğimiz bilgilere göre Padişah, baklavacı esnafını, loncaların eliyle dönem dönem kalite kontrolüne tabi tutarmış.

Padişah’ın ve tebaasının kıymet verdiği bu tatlıya, şairler de elbette boş kalmamış ve bu paha biçilmez tatlıyı, şiirlerine ve eserlerine taşımışlar ve baklavaya karşı en iştah açıcı, ağız sulandıran dizelerini kaleme almışlardır.

Bu eser ve şiirlerde genellikle baklava; ‘sevgili’, ‘ayın on dördü’ ve ‘gül’ gibi kavramlar ile eşleştirilmiştir.

Baklavanın tepsisi dolunay ve yuvarlak, kızarıklığı gül kırmızısıdır ki bu da mecazi olarak nimetlerin sultanısevgiliyi’ tasvir etmektedir.

Örnek olarak Lebîb-i Amîdî'nin âşık-sevgili konulu şiirinde, bir benzetme unsuru olarak baklavayı nasıl kullandığını gösterebiliriz:

Eger düşnâm işitsem ol leb-i şîrîn-edâsından

Gelir evfak mezâk-ı câna kaymak baklavasından.” (*)

Yani demektedir ki:

Eğer sevgilinin o tatlı dudağından bana bir küfür işitecek olursam, o küfür bana kaymak baklavasından çok daha tatlı gelir!”

Bir de 16. Yüzyılda, Edirneli ismi meçhul bir şair tarafından baklavanın macerasını anlatan bir gazel:

(1) Ter börek sûretde lezzetde şeker börek dahı

      Ter güllâc-ı nâzük ü şîrîne beñzer baklavâ

(2) Vaslı şîrîn yâre beñzer bagrı yufka ‘âşıka

      Budurur memdûh-ı halk oldugı ekser baklavâ

(3) Nûr u fer virür temâşâsı anuñ çeşm ü dile

       Dâyimâ olsa nazarda mâh-peyker baklavâ

(4) Gün gibi her gün nazardan eksük olmasa dürüst

       Meclisi her gâh devr itse müdevver baklavâ

(5) Añılur gerçî ki ter pâlûde vü nâzük gülâc

      Rûze-dâra yegdür anlardan mukarrer baklavâ

(6) Nitekim el-mü’minü halvayun îcâbı ile

       İdeler iftâr İslâm ehli yekser baklavâ

(7) Dâyimâ şîrîn suhen cânâneler cem’i ile

      Olmaya bezmüñden eksük nâzük ü ter baklavâ

Yani der ki:

(1) Görünüşçe taze böreğe, lezzetçe şekerli böreğe; tazece nazlı ve şirin güllaca benzeyen baklava!

(2) Ona kavuşma, aynen sevgiliye kavuşmaya, bağrı yufka aşığa benzer; baklavanın halk arasında beğenilmesinin temel sebebi budur.

(3) Eğer gözlerimiz daima o ay yüzlü baklavaya bakacak olursa, baklavayı seyretmek hem göze hem gönle nur ve fer verir.

(4) N’olurdu baklava, güneş gibi hiç gözlerimizden eksik olmasaydı ve her dem meclislerimizde ikram edilseydi!

(5) Gerçi herkes palude ve güllaç tatlılarını anar, ama oruç tutanlar için hiçbir şey baklavanın yerini tutmaz!

(6) Mü’min olanlar her zaman “Mü’minler tatlıdır” sözü gereğince, Müslümanlar, iftarda oruçlarını çoğunlukla baklava ile açarlar.

(7) Dâima, tatlı dilli sevgililerle beraber, meclisinden taze ve tatlı baklavalar hiç eksik olmasın! (**)

Eh ne diyelim o zaman…

Afiyetle yiyene şifa olsun…

.

Hülya Ayhan, dikGAZETE.com

(*) Orhan Kurtoğlu: "lebib-divani", sf. 550-

(**) Sibel Üst, "Edirneli meçhul divani”, sf. 284

PADİŞAH GİBİ TADINI ÇIKARMAK

GÜNAHLARIN EN TATLISI

ŞERBETLİ BAKLAVA

Osmanlı Saray mutfağının dillere destan armağanı olan baklava, düğün ve bayram sofralarının baş tacı olmayı sürdürüyor.

Ağzınıza aldığınızda anında dağılan, çıtır-çıtır, ip-incecik yufka hamuruyla buluşturulan padişahlara layık enfes bir lezzettir baklava.

Tadına baktığınızda, aklınızı başınızdan alacak muhteşem bir tatlıdır.

İlaveten ağdalı şerbeti ve cevizli dilimleri ile yiyenlerde şok etkisi yaratır.

Baklavayı her ısırdığınızda sizleri tam damağınızdan vuracak harika bir tatlıdır.

Baklavanın kökeni tam olarak bilinmese bile Anadolu, Orta Doğu, Balkan ve Güney Asya mutfaklarında yer edinmiş önemli bir yufka tatlısıdır.

Dil bilimcileri, baklavanın Türkçebesleme” yani ‘bak-ı’ kökünden türediğini ve diğer dillere de etimolojik olarak buradan geçtiği tezini savunmaktalar.

Diğer taraftan; Sevan Nişanyan ise baklavanın, Arapçabaklawi’ yani “örme zinciri” anlamını taşıyan kelimeden türetildiğini söylemektedir.

Baklava ile ilgili en eski Osmanlı kaydına, Fatih Sultan Mehmet Han’ın dönemine ait “Topkapı Sarayı Mutfak Defteri”nde rastlıyoruz. Bu arşiv kaydına göre; Hicri 878 yılı (1473) Şaban ayında ilk baklavanın pişirildiğini öğreniyoruz. Yaklaşık olarak iki yüzyıl sonra yani 17. Yüzyıl’ın ortalarında Evliya Çelebi, “Seyahatname”sinde, kendisinin Bitlis Bey’in konağında misafir edildiğini ve baklava ikram edildiğini yazıyor.

Ayrıca Osmanlı İmparatorluğu’ndaBaklava Alayı’ denilen hem ulufe ödemelerinin yapıldığı hem de Ramazan ayının on beşinde Hırka-i Şerif ziyaretlerinin gerçekleştirildiği tören kutlamaları yapılmaktaydı.

Bu “Baklava Alayı” geleneği ilk olarak Kanuni Sultan Süleyman zamanında başlatılmış, 1826 Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasına kadar da devam etmiştir.

Osmanlı Sarayı, baklavanın yapımında kullanılan her malzemenin ayrıntısına kadar çok dikkat eder ve hassasiyet gösterirdi.

Tarihi kaynaklardan edindiğimiz bilgilere göre Padişah, baklavacı esnafını, loncaların eliyle dönem dönem kalite kontrolüne tabi tutarmış.

Padişah’ın ve tebaasının kıymet verdiği bu tatlıya, şairler de elbette boş kalmamış ve bu paha biçilmez tatlıyı, şiirlerine ve eserlerine taşımışlar ve baklavaya karşı en iştah açıcı, ağız sulandıran dizelerini kaleme almışlardır.

Bu eser ve şiirlerde genellikle baklava; ‘sevgili’, ‘ayın on dördü’ ve ‘gül’ gibi kavramlar ile eşleştirilmiştir.

Baklavanın tepsisi dolunay ve yuvarlak, kızarıklığı gül kırmızısıdır ki bu da mecazi olarak nimetlerin sultanısevgiliyi’ tasvir etmektedir.

Örnek olarak Lebîb-i Amîdî'nin âşık-sevgili konulu şiirinde, bir benzetme unsuru olarak baklavayı nasıl kullandığını gösterebiliriz:

Eger düşnâm işitsem ol leb-i şîrîn-edâsından

Gelir evfak mezâk-ı câna kaymak baklavasından.” (*)

Yani demektedir ki:

Eğer sevgilinin o tatlı dudağından bana bir küfür işitecek olursam, o küfür bana kaymak baklavasından çok daha tatlı gelir!”

Bir de 16. Yüzyılda, Edirneli ismi meçhul bir şair tarafından baklavanın macerasını anlatan bir gazel:

(1) Ter börek sûretde lezzetde şeker börek dahı

      Ter güllâc-ı nâzük ü şîrîne beñzer baklavâ

(2) Vaslı şîrîn yâre beñzer bagrı yufka ‘âşıka

      Budurur memdûh-ı halk oldugı ekser baklavâ

(3) Nûr u fer virür temâşâsı anuñ çeşm ü dile

       Dâyimâ olsa nazarda mâh-peyker baklavâ

(4) Gün gibi her gün nazardan eksük olmasa dürüst

       Meclisi her gâh devr itse müdevver baklavâ

(5) Añılur gerçî ki ter pâlûde vü nâzük gülâc

      Rûze-dâra yegdür anlardan mukarrer baklavâ

(6) Nitekim el-mü’minü halvayun îcâbı ile

       İdeler iftâr İslâm ehli yekser baklavâ

(7) Dâyimâ şîrîn suhen cânâneler cem’i ile

      Olmaya bezmüñden eksük nâzük ü ter baklavâ

Yani der ki:

(1) Görünüşçe taze böreğe, lezzetçe şekerli böreğe; tazece nazlı ve şirin güllaca benzeyen baklava!

(2) Ona kavuşma, aynen sevgiliye kavuşmaya, bağrı yufka aşığa benzer; baklavanın halk arasında beğenilmesinin temel sebebi budur.

(3) Eğer gözlerimiz daima o ay yüzlü baklavaya bakacak olursa, baklavayı seyretmek hem göze hem gönle nur ve fer verir.

(4) N’olurdu baklava, güneş gibi hiç gözlerimizden eksik olmasaydı ve her dem meclislerimizde ikram edilseydi!

(5) Gerçi herkes palude ve güllaç tatlılarını anar, ama oruç tutanlar için hiçbir şey baklavanın yerini tutmaz!

(6) Mü’min olanlar her zaman “Mü’minler tatlıdır” sözü gereğince, Müslümanlar, iftarda oruçlarını çoğunlukla baklava ile açarlar.

(7) Dâima, tatlı dilli sevgililerle beraber, meclisinden taze ve tatlı baklavalar hiç eksik olmasın! (**)

Eh ne diyelim o zaman…

Afiyetle yiyene şifa olsun…

.

Hülya Ayhan, dikGAZETE.com

(*) Orhan Kurtoğlu: "lebib-divani", sf. 550-

(**) Sibel Üst, "Edirneli meçhul divani”, sf. 284