POSTACI KAPIYI İKİ KERE ÇALAR, KAYYIM BİR KERE
POSTACI KAPIYI İKİ KERE ÇALAR, KAYYIM BİR KERE
- 24-11-2015 19:51
- 692
- 24-11-2015 19:51
- 692
Berberler ayna ile barışık insanlardır.
Sabah akşam yüzleşirler kendileriyle.
Her aynaya bakan insanın sorduğu soruları gündelik sorarlar kendilerine.
Bakacak yüzleri vardır ve berberlik de utanılacak bir meslek değildir.
Bu nedenle, duvarda asılı ustalık belgem, basın kartımdan daha az şerefli değildir benim için.
Eski meslektaşlarım da dahil olmak üzere, son günlerde bir kısım Prof. ve entellektüelin sırf aynayla yüzleşmemek için TV’lere darmadağınık çıktıklarını müşahade etmekteyim.
Stüdyoya adeta oynadığı oyundan kalkıp yetişmiş gibi...
Bir de rest çekmeleri yok mu...
Tıraşa gelen meslektaşlarım zaman zaman yazacakları kitaplar hakkında birikim ve tecrübelerimden yararlanmak maksadıyla fikirlerime başvururlar.
Kimine önsöz, kimine son söz...
“Konu”su, “Tema”sı... Naçizane yardımcı olmaya çalışırım.
Söylemesi ayıp “Mephisto”nun raflarında tecrübemin ışığıyla aydınlanan onlarca kitap vardır.
“Sayemde basın dünyasında kitapsız yazar kalmadı” desem yeridir.
İstisnası “Ya Bizdensin,Ya da...” ismi ile yeni çıkan bir kitap!
Ve tanımadığım bir yazar.
Yeni jenerasyondan olmalı.
Öncelikle, oturup kendi başına resmen kitap yazan bu bayan arkadaşı tebrik etmek istiyorum.
Kitabın içeriğine ilişkin kendisiyle yapılan röportajda;
“-Medya’nın özgür olmadığını, kuşatma altında olduğunu...
-Korktuklarını; korkunca da gazetecilik yapamadıklarını...
-Gazeteden atılanların başka bir meslek yapamayacağını...” derc etmiş.
Öncelikle, medya mensubu olmama rağmen ekmeğimi berberlikten kazandığımı derc ederek başlamak isterim.
Dört duvar arasında sıkışıp kalan berberlerin İfade özgürlüğü bağlamında düşüncelerini derc etmesini anlayışla karşılayacağını ümid ederek “Ülkesinin bir tiran tarafından yönetildiğine iman etmiş” o arkadaşıma sormak isterim:
“Gizlenme gereksinimi duymadan 'Tiran'ına galiz küfürler sallama özgürlüğünün olduğu bir ülke varmı?
Varsa o ülkenin diktatörlükle yönetildiği iddia edilebilir mi?”
De ki vatandaş, şahsına yönelik kişisel hukuki haklarını kullanmamalı mı!
Daha dün, kim sesini çıkaracak olsa hakkında bir ihbar mektubu, dinleme kararı, doğruca özel yetkili savcıya!..
Artık Silivri mi olur... Kırklareli mi... Örgüt mü!.. Çete mi!.. Allah bilir!..
İçinden yıpranarak geçtiğimiz bu süreçleri es geçerek bugünü değerlendirmeniz eksik ve yanlıştır.
Dolayısıyla duayen bir medya mensubu olarak sektörel analizlerinizin gerçeklerden uzak olduğunu ifade etmek isterim.
Gazetecilik ve basın emekçiliği derken;
Masa başında, Bilgisayardan akan ajans haberlerine konmak için bekleşirken “Tweet”leşen ve halkla iletişim fukarası güruhtan mı söz ediyorsunuz!
Ya da oluşturulacak algıyı besleyici yazınsal - görsel materyalleri teminden öte bir şeyden mi!
Seçilen resimlerin altına-üstüne, ilginç-alakasız başlıklar ve spot yazılar döşenip okuyucuya “TIK”latarak işi götürmeye çalışmak mıdır gazetecilik!
Kes, yapıştır, yorumla!..
Yarın atılacak manşet, bugün atılanın izdüşümü, bu mudur gazetecilik!
Bu ise, ver dağıtıma!
Mümkünse faturayı yüksek kessin!
“On bin” ise, “Yüz bin!..” gibi...
Basın’ın hali bu! Ben sadece ilan ediyorum.
Kanıksanan ve "etik açıdan" irdelenmesi gereken ise yalnızca bu değil tabii ki.
Gazetecilik, “Patronun meslek dışı iş ve işlemlerini takip ve aklama” ile eş anlamlı hale gelmişken...
- “Ben gazeteciyim, soru sorarım...”
Yalan!..
Bağımsız karar verebilme yetisine sahipmiş gibi konuşmuşsun, buna Henry Bird bile güler.
Bir film şeridi gibi akıyor zaman...
Haber atlatmaya çalışan muhabir arkadaşlar geldi gözümün önüne.
Emek ve alınteriyle yoğurdukları haberleri, koşturarak gazeteye yetiştirmeye çalışan cefakar meslektaşlarım...
Fırından çıkan taze bir ekmek gibi kokladığımız gazeteler.
Hele de koltuğunun altına yerleştirdiği “deste”nin sıcaklığı ve:
“Yazıyooor!..” nidasıyla avazı çıktığı kadar bağırarak Sirkeci’den İstanbul’un cadde ve sokaklarına akan gazete satıcıları.
Ergin’in sesi, Katırcıoğlu’nun argosu...
(Burada duygusallaştım!..)
Hülasa, keyfimden mesleği bırakıp berberliğe başlamadım.
Konuyu değiştiriyorum.
Altın yumurtlayan Koza İpek Holding’in TV ve gazetelerine Kayyım atanmış!
Konjonktürel bir “Zaman”lama...
Olmasaydı eğer; delikanlılığın kitabını yazmış edası ile yine “Dumanlı ağbi”miz, “niv-cörsi”yi de peşine takarak kesin Holding'in kapısına dayanmıştı.
“Kimmiş o kayyım, gel bakayım!..”
Oysa şimdi; Paralelliğin doğasından gelen doğal bir soru dolaşıyor ortalıkta: “Bize Neden Kıydınız?”
- Hayır, biz size kıymadık! Sizden iktibas ettik!
- Yalan! Yalan söylüyorsunuz.
- Hayır, doğru! Biz sizin en çok yalanı gevelemenizi, bir de fantastik kurgularınızı sevdik...
***
Malum, kariyerinin başlangıcında sürekli ağlayıp hoşgörü vaaz eden, aşkla çoğalmaya çalışan hoca, şimdilerde sükuneti orta yerinden yırtmak için ha-bire yırtınıyor.
Eklem sorunları nedeniyle eskisi gibi Yargı’ya Polis’e eklemlenemedikçe ezberini yitirip öfkesine hakim olamayan Feto, açılacak olan bütün kasaların anahtarını yanında taşırken, hakkında dava açılan imam ve savcılar bir bir sınırları aşıyor.
İlginçtir, içini boşalttıkları her neyse, kendileri doldurmadığı sürece bas bas bağırıyorlar.
Hizmet adına toplanan “Himmet”in üzerine kumarbaz imamları kayyım atar ve aynı kaynaktan senatörlere seçim kıyakları yaparken değirmenin suyunu sorgulamayanların, kayyımların maaşı üzerinden spekülatif yayınlar yapması gerçekten ilginç değil mi!
Olan, kendilerini gözden kaçırmak sorunsalıyla, kılıktan kılığa girmek zorunda kalan bürokratlara olmuştur.
“İnandığınız gibi yaşamıyorsanız yaşadığınız gibi inanmaya başlarsınız!..”
Badem bıyığını kazıtıp dükkanımdan yumurta gibi çıkanların sayısı her geçen gün artıyor.
Bir şakirdin, badem bıyıklı natürel halinden eser yok şimdi.
Yazık değil mi!..
*
Müşteri geldi, sonra devam ederim.
MEDYA BERBERİ
Ahmet Beyaz, dikGAZETE.com için yazdı
Ahmet Beyaz, dikGAZETE.com için yazdı
Berberler ayna ile barışık insanlardır.
Sabah akşam yüzleşirler kendileriyle.
Her aynaya bakan insanın sorduğu soruları gündelik sorarlar kendilerine.
Bakacak yüzleri vardır ve berberlik de utanılacak bir meslek değildir.
Bu nedenle, duvarda asılı ustalık belgem, basın kartımdan daha az şerefli değildir benim için.
Eski meslektaşlarım da dahil olmak üzere, son günlerde bir kısım Prof. ve entellektüelin sırf aynayla yüzleşmemek için TV’lere darmadağınık çıktıklarını müşahade etmekteyim.
Stüdyoya adeta oynadığı oyundan kalkıp yetişmiş gibi...
Bir de rest çekmeleri yok mu...
Tıraşa gelen meslektaşlarım zaman zaman yazacakları kitaplar hakkında birikim ve tecrübelerimden yararlanmak maksadıyla fikirlerime başvururlar.
Kimine önsöz, kimine son söz...
“Konu”su, “Tema”sı... Naçizane yardımcı olmaya çalışırım.
Söylemesi ayıp “Mephisto”nun raflarında tecrübemin ışığıyla aydınlanan onlarca kitap vardır.
“Sayemde basın dünyasında kitapsız yazar kalmadı” desem yeridir.
İstisnası “Ya Bizdensin,Ya da...” ismi ile yeni çıkan bir kitap!
Ve tanımadığım bir yazar.
Yeni jenerasyondan olmalı.
Öncelikle, oturup kendi başına resmen kitap yazan bu bayan arkadaşı tebrik etmek istiyorum.
Kitabın içeriğine ilişkin kendisiyle yapılan röportajda;
“-Medya’nın özgür olmadığını, kuşatma altında olduğunu...
-Korktuklarını; korkunca da gazetecilik yapamadıklarını...
-Gazeteden atılanların başka bir meslek yapamayacağını...” derc etmiş.
Öncelikle, medya mensubu olmama rağmen ekmeğimi berberlikten kazandığımı derc ederek başlamak isterim.
Dört duvar arasında sıkışıp kalan berberlerin İfade özgürlüğü bağlamında düşüncelerini derc etmesini anlayışla karşılayacağını ümid ederek “Ülkesinin bir tiran tarafından yönetildiğine iman etmiş” o arkadaşıma sormak isterim:
“Gizlenme gereksinimi duymadan 'Tiran'ına galiz küfürler sallama özgürlüğünün olduğu bir ülke varmı?
Varsa o ülkenin diktatörlükle yönetildiği iddia edilebilir mi?”
De ki vatandaş, şahsına yönelik kişisel hukuki haklarını kullanmamalı mı!
Daha dün, kim sesini çıkaracak olsa hakkında bir ihbar mektubu, dinleme kararı, doğruca özel yetkili savcıya!..
Artık Silivri mi olur... Kırklareli mi... Örgüt mü!.. Çete mi!.. Allah bilir!..
İçinden yıpranarak geçtiğimiz bu süreçleri es geçerek bugünü değerlendirmeniz eksik ve yanlıştır.
Dolayısıyla duayen bir medya mensubu olarak sektörel analizlerinizin gerçeklerden uzak olduğunu ifade etmek isterim.
Gazetecilik ve basın emekçiliği derken;
Masa başında, Bilgisayardan akan ajans haberlerine konmak için bekleşirken “Tweet”leşen ve halkla iletişim fukarası güruhtan mı söz ediyorsunuz!
Ya da oluşturulacak algıyı besleyici yazınsal - görsel materyalleri teminden öte bir şeyden mi!
Seçilen resimlerin altına-üstüne, ilginç-alakasız başlıklar ve spot yazılar döşenip okuyucuya “TIK”latarak işi götürmeye çalışmak mıdır gazetecilik!
Kes, yapıştır, yorumla!..
Yarın atılacak manşet, bugün atılanın izdüşümü, bu mudur gazetecilik!
Bu ise, ver dağıtıma!
Mümkünse faturayı yüksek kessin!
“On bin” ise, “Yüz bin!..” gibi...
Basın’ın hali bu! Ben sadece ilan ediyorum.
Kanıksanan ve "etik açıdan" irdelenmesi gereken ise yalnızca bu değil tabii ki.
Gazetecilik, “Patronun meslek dışı iş ve işlemlerini takip ve aklama” ile eş anlamlı hale gelmişken...
- “Ben gazeteciyim, soru sorarım...”
Yalan!..
Bağımsız karar verebilme yetisine sahipmiş gibi konuşmuşsun, buna Henry Bird bile güler.
Bir film şeridi gibi akıyor zaman...
Haber atlatmaya çalışan muhabir arkadaşlar geldi gözümün önüne.
Emek ve alınteriyle yoğurdukları haberleri, koşturarak gazeteye yetiştirmeye çalışan cefakar meslektaşlarım...
Fırından çıkan taze bir ekmek gibi kokladığımız gazeteler.
Hele de koltuğunun altına yerleştirdiği “deste”nin sıcaklığı ve:
“Yazıyooor!..” nidasıyla avazı çıktığı kadar bağırarak Sirkeci’den İstanbul’un cadde ve sokaklarına akan gazete satıcıları.
Ergin’in sesi, Katırcıoğlu’nun argosu...
(Burada duygusallaştım!..)
Hülasa, keyfimden mesleği bırakıp berberliğe başlamadım.
Konuyu değiştiriyorum.
Altın yumurtlayan Koza İpek Holding’in TV ve gazetelerine Kayyım atanmış!
Konjonktürel bir “Zaman”lama...
Olmasaydı eğer; delikanlılığın kitabını yazmış edası ile yine “Dumanlı ağbi”miz, “niv-cörsi”yi de peşine takarak kesin Holding'in kapısına dayanmıştı.
“Kimmiş o kayyım, gel bakayım!..”
Oysa şimdi; Paralelliğin doğasından gelen doğal bir soru dolaşıyor ortalıkta: “Bize Neden Kıydınız?”
- Hayır, biz size kıymadık! Sizden iktibas ettik!
- Yalan! Yalan söylüyorsunuz.
- Hayır, doğru! Biz sizin en çok yalanı gevelemenizi, bir de fantastik kurgularınızı sevdik...
***
Malum, kariyerinin başlangıcında sürekli ağlayıp hoşgörü vaaz eden, aşkla çoğalmaya çalışan hoca, şimdilerde sükuneti orta yerinden yırtmak için ha-bire yırtınıyor.
Eklem sorunları nedeniyle eskisi gibi Yargı’ya Polis’e eklemlenemedikçe ezberini yitirip öfkesine hakim olamayan Feto, açılacak olan bütün kasaların anahtarını yanında taşırken, hakkında dava açılan imam ve savcılar bir bir sınırları aşıyor.
İlginçtir, içini boşalttıkları her neyse, kendileri doldurmadığı sürece bas bas bağırıyorlar.
Hizmet adına toplanan “Himmet”in üzerine kumarbaz imamları kayyım atar ve aynı kaynaktan senatörlere seçim kıyakları yaparken değirmenin suyunu sorgulamayanların, kayyımların maaşı üzerinden spekülatif yayınlar yapması gerçekten ilginç değil mi!
Olan, kendilerini gözden kaçırmak sorunsalıyla, kılıktan kılığa girmek zorunda kalan bürokratlara olmuştur.
“İnandığınız gibi yaşamıyorsanız yaşadığınız gibi inanmaya başlarsınız!..”
Badem bıyığını kazıtıp dükkanımdan yumurta gibi çıkanların sayısı her geçen gün artıyor.
Bir şakirdin, badem bıyıklı natürel halinden eser yok şimdi.
Yazık değil mi!..
*
Müşteri geldi, sonra devam ederim.
MEDYA BERBERİ
Ahmet Beyaz, dikGAZETE.com için yazdı
Ahmet Beyaz, dikGAZETE.com için yazdı