Ruhlarımız çok geride kaldı! Biraz yavaşlasak mı?

Ruhlarımız çok geride kaldı! Biraz yavaşlasak mı?

Ruhlarımız çok geride kaldı! Biraz yavaşlasak mı? Ruhlarımız çok geride kaldı! Biraz yavaşlasak mı?

RUHLARIMIZ ÇOK GERİDE KALDI. BİRAZ YAVAŞLASAK MI?

“Ara vermeyi öğrenin. Yoksa önemli şeyler size yetişemez” diyor Şair Doung King.

Prof. Dr. Kemal Sayar ise “Yavaşlayın, bu dünyadan sadece bir defa geçeceksiniz” diye uyarıyor bizleri “Yavaşla” adlı kitabında.

Gerçekten de çok hızlı bir trende yaşar gibiyiz.

Geçtiğimiz yerleri ve güzellikleri göremiyoruz.

Ünlü hikayecimiz Mustafa Kutlu’nun bir tavsiyesi geliyor aklıma: “Bir beldeyi, mahalleyi, sokağı, şehri tanımak mı istiyorsunuz; orayı mutlaka yaya dolaşmalısınız. Aman acele etmeyin. Yavaş!”

Hızlının yavaşı yuttuğunu düşünmemiz, yavaşlarsak düşeriz diye korkmamız isteniyor ve yavaşlamayı tembellik, çağdışılık ve teknoloji karşıtlığı olarak algılamamız için ne gerekiyorsa yapılıyor.

Oysa tam aksine, insanlarla, doğayla, sanatla, kültürle, işle, yemekle, kısaca her şeyle, gerçek ve anlamlı ilişkiler kurmak için yavaşlamak gerekiyor.

Bu hızda yaşarken, sakin kalabilmemiz de mümkün olamıyor ve sık sık öfke patlamaları yaşıyoruz.

Hız arttıkça tahammülümüzün sınırlarına da çok çabuk ulaşıyoruz.

Çoğumuz Hızlı ve Öfkeli bireyleriz artık.

Doung King’in “yoksa size yetişemezler” dediği o önemli şeyler; Sabır, tahammül, sakinlik ve huzur olsa gerek.

Dolayısı ile ruhlarımız da aynı dertten muzdarip.

Afrika’da geçen şu olay, bunu çok güzel anlatıyor:

Bir araştırmacı gurup, Afrika’daki kabilelerden biri ile ormanın derinliklerinde bir yolculuk yapar.

Gidecekleri yer, bir haftalık mesafededir.

Aynı zamanda eşsiz bir doğa gezisidir bu. Fakat araştırmacılar gidecekleri yere bir an önce varmak için çok hızlı hareket ederler ve bu doğal güzelliklere ilgi gösteremezler.

Birkaç gün bu hızda ilerledikten sonra bir gün, kabile halkı aniden durur ve yola devam etmek istemezler.

Araştırmacılar buna bir anlam veremezler ve sorarlar:

- Neyi bekliyorsunuz?

Geçilen onca güzellik, yaşanan onca eşsiz anın hiçbirinin farkında olmayan araştırmacılara dönen kabile şefi, şöyle cevap verir:

- Ruhlarımız geride kaldı onları bekliyoruz.

Stephan R. Covey, “Etkili İnsanların Yedi Alışkanlığı” kitabında kişinin kendisini yenilemesini ve geliştirmesini “baltayı bileme alışkanlığı” olarak tanımlamış.

Bu hızlı ve öfkeli halimizle ve yaşadığımız bu hengamede, kendimizi yenilemeyi, diğer bir ifade ile baltamızı bilemeyi de unutuyoruz.

Körelen baltamızla, bileseydik bir saatte kesebileceğimiz ağacı beş saatte keserek, çok fazla yoruluyoruz.

Yeni şeyler öğrenmeye gerek duymadığımız için ve “ekrana fuzuli bakma süremiz” çok uzun olduğu için, zihnimizin tazelenme ihtiyacı da karşılanamıyor.

Bu uğurda sadece zihnimizi değil bedenimizi de ihmal ediyoruz. Oysa ihmal ettiğimiz bu şeyler, bize yürümeyi unutturan arabamızın ihtiyaçlarına gösterdiğimiz özenden, çok daha fazlasını hak ediyor.

Peki bu durumdan nasıl kurtulabiliriz?

İşte size bu konuda çok işinize yarayacak 4 reçete:

Arthur Gordon tarafından yazılan The Turn of The Tide -Gelgitin Dönüşü- isimli hikâye, bu dört reçeteden bahsediyor.

Yazarımız, depresyon, halsizlik ve stres şikayetiyle doktora gider.

Üstelik “yazamama sendromu” yaşamaktadır.

Doktor, onun uzun şikâyet listesini dinledikten sonra, fiziksel bir sorun olmadığını anlar ve “Çocukken en mutlu olduğunuz yer neresiydi?” diye sorar.

Cevap şöyledir: “Sahilde… Orada bir yazlık evimiz vardı.”

Doktor, onun o sahile yalnız gidip, 12 saat orada kalıp, vereceği talimatlara uyması gerektiğini söyler.

Öğle yemeği yiyebilecektir fakat, kitap okumaması, radyo dinlememesi, (bugüne uyarlarsak, akıllı telefonunu asla yanına almaması) ve kimseyle konuşmaması gerekmektedir.

Daha sonra yazdığı dört reçeteyi sırayla ve üç saatte bir açmasını söyler.

Gordon, ertesi sabah o sahile gider ve ilk reçeteyi açar…

Reçetede "Dikkatle dinleyin" yazmaktadır.

Doktorun deli olduğunu düşünür; “3 saat boyunca dinlemek de ne demek” diye söylenir.

Önce neyi dinleyeceğini de tam anlayamaz fakat birazdan denizin uğultusu gelir kulağına.

Martıların çığlıklarını fark eder.

Rüzgârda sürüklenen kumların yumuşak hışırtısını bile duyabilmektedir.

Çocukluğundan güzel hatıralar gelir aklına. Ruhunun derinliklerinde, sahildeki seslerin ve sessizliğin verdiği huzuru hisseder ve o anki duygularını şöyle ifade eder:

- Her şeyin durmuş gibi göründüğü küçük bir an var. O sessizlik anında, birbiriyle yarışan düşünceler duruyor ve zihin dinleniyor.

Gordon, uzun zamandır ilk kez güzel görüp güzel düşündüğünü fark eder ve bu ona büyük bir rahatlama sağlar.

İkinci reçetede "Geçmişe uzanmayı deneyin" yazmaktadır.

Neye uzanmayı?” diye sorar kendi kendine.

Çocukluğuna, gençliğine ve mutlu geçen günlerine bir yolculuk yapar sonra.

Bu güzel anılarına yolculuğu sırasında, içinin ısındığını ve mutlu olduğunu hisseder ve ruhunun biraz daha zenginleştiğini fark eder.

Geçmişteki mutluluklara dokunmanın insana güç kattığını düşünür.

Üçüncü reçetesi şöyledir: “Hedeflerinizi gözden geçirin” Bunu okuyunca savunmaya geçer:

- Benim isteklerimde yanlış bir şey yok. Başarılı ve şöhretli olmak istiyorum, sahip olduğumdan daha fazlasını istiyorum, kim istemez ki?

Sonra düşündükçe, daha çok maddi şeylere odaklandığını fark eder. 

İnsanlara yardım etme, katkı sağlama duygusunu kaybetmiştir. Üçüncü reçeteden şu çıkarımı yapar:

- “Bir insanın hedefleri hatalıysa, hiçbir şey doğru olmaz”, sözünün ne kadar doğru olduğunu anladım. İster postacı, berber, sigortacı veya ev kadını olun, ister başka bir şeyle uğraşın, durum değişmez. Başkalarına hizmet ettiğinizi hissettiğiniz sürece işinizi iyi yaparsınız. Kendiniz dışında hiç kimseye yararlı olmuyorsanız, işinizi o kadar iyi yapamazsınız.

Dördüncü ve son reçetede şöyle yazmaktadır: “Endişelerinizi kuma yazın!”

Bir deniz kabuğu parçası alır ve endişelerini kuma yazar.

Bir süre sonra gel-git geldiği için uzaklaşır oradan. Tabii ki gel-git, yazdığı endişeleri silip süpürür.

Kendisi de bir Psikiyatrist olan Prof. Dr. Kemal Sayar’ın “Yavaşla” kitabındaki şu cümleler bu hikâyeyi destekler mahiyette:

“Günümüzde görmenin yerini bakmak, hatta bakmanın yerini göz atmak alıyor. Güzelliği ancak zaman ayırarak fark edebiliriz. Sevmek için zaman ayırmak gerekir. Bilmek için zamana ihtiyaç duyarız. Zamanla olgunlaşırız. Lütfen yavaş gidiniz.”

Hepimizin bu hikayedeki reçeteleri uygulamaya ihtiyaç duyduğu dönemler olmuştur ve olacaktır.

Öyle zamanlarda, kent yaşamının acımasızlığından, gürültüsünden ve karmaşasından, bir günlüğüne olsun uzaklaşıp, doğanın merhametine sığınmak ve bu dört reçeteyi uygulamak mutlaka iyi gelecektir.

Sahi, sizin çocukluğunuzda en mutlu olduğunuz yer neresiydi?

.

Hüseyin Burak Uçar, dikGAZETE.com

.

RUHLARIMIZ ÇOK GERİDE KALDI. BİRAZ YAVAŞLASAK MI?

“Ara vermeyi öğrenin. Yoksa önemli şeyler size yetişemez” diyor Şair Doung King.

Prof. Dr. Kemal Sayar ise “Yavaşlayın, bu dünyadan sadece bir defa geçeceksiniz” diye uyarıyor bizleri “Yavaşla” adlı kitabında.

Gerçekten de çok hızlı bir trende yaşar gibiyiz.

Geçtiğimiz yerleri ve güzellikleri göremiyoruz.

Ünlü hikayecimiz Mustafa Kutlu’nun bir tavsiyesi geliyor aklıma: “Bir beldeyi, mahalleyi, sokağı, şehri tanımak mı istiyorsunuz; orayı mutlaka yaya dolaşmalısınız. Aman acele etmeyin. Yavaş!”

Hızlının yavaşı yuttuğunu düşünmemiz, yavaşlarsak düşeriz diye korkmamız isteniyor ve yavaşlamayı tembellik, çağdışılık ve teknoloji karşıtlığı olarak algılamamız için ne gerekiyorsa yapılıyor.

Oysa tam aksine, insanlarla, doğayla, sanatla, kültürle, işle, yemekle, kısaca her şeyle, gerçek ve anlamlı ilişkiler kurmak için yavaşlamak gerekiyor.

Bu hızda yaşarken, sakin kalabilmemiz de mümkün olamıyor ve sık sık öfke patlamaları yaşıyoruz.

Hız arttıkça tahammülümüzün sınırlarına da çok çabuk ulaşıyoruz.

Çoğumuz Hızlı ve Öfkeli bireyleriz artık.

Doung King’in “yoksa size yetişemezler” dediği o önemli şeyler; Sabır, tahammül, sakinlik ve huzur olsa gerek.

Dolayısı ile ruhlarımız da aynı dertten muzdarip.

Afrika’da geçen şu olay, bunu çok güzel anlatıyor:

Bir araştırmacı gurup, Afrika’daki kabilelerden biri ile ormanın derinliklerinde bir yolculuk yapar.

Gidecekleri yer, bir haftalık mesafededir.

Aynı zamanda eşsiz bir doğa gezisidir bu. Fakat araştırmacılar gidecekleri yere bir an önce varmak için çok hızlı hareket ederler ve bu doğal güzelliklere ilgi gösteremezler.

Birkaç gün bu hızda ilerledikten sonra bir gün, kabile halkı aniden durur ve yola devam etmek istemezler.

Araştırmacılar buna bir anlam veremezler ve sorarlar:

- Neyi bekliyorsunuz?

Geçilen onca güzellik, yaşanan onca eşsiz anın hiçbirinin farkında olmayan araştırmacılara dönen kabile şefi, şöyle cevap verir:

- Ruhlarımız geride kaldı onları bekliyoruz.

Stephan R. Covey, “Etkili İnsanların Yedi Alışkanlığı” kitabında kişinin kendisini yenilemesini ve geliştirmesini “baltayı bileme alışkanlığı” olarak tanımlamış.

Bu hızlı ve öfkeli halimizle ve yaşadığımız bu hengamede, kendimizi yenilemeyi, diğer bir ifade ile baltamızı bilemeyi de unutuyoruz.

Körelen baltamızla, bileseydik bir saatte kesebileceğimiz ağacı beş saatte keserek, çok fazla yoruluyoruz.

Yeni şeyler öğrenmeye gerek duymadığımız için ve “ekrana fuzuli bakma süremiz” çok uzun olduğu için, zihnimizin tazelenme ihtiyacı da karşılanamıyor.

Bu uğurda sadece zihnimizi değil bedenimizi de ihmal ediyoruz. Oysa ihmal ettiğimiz bu şeyler, bize yürümeyi unutturan arabamızın ihtiyaçlarına gösterdiğimiz özenden, çok daha fazlasını hak ediyor.

Peki bu durumdan nasıl kurtulabiliriz?

İşte size bu konuda çok işinize yarayacak 4 reçete:

Arthur Gordon tarafından yazılan The Turn of The Tide -Gelgitin Dönüşü- isimli hikâye, bu dört reçeteden bahsediyor.

Yazarımız, depresyon, halsizlik ve stres şikayetiyle doktora gider.

Üstelik “yazamama sendromu” yaşamaktadır.

Doktor, onun uzun şikâyet listesini dinledikten sonra, fiziksel bir sorun olmadığını anlar ve “Çocukken en mutlu olduğunuz yer neresiydi?” diye sorar.

Cevap şöyledir: “Sahilde… Orada bir yazlık evimiz vardı.”

Doktor, onun o sahile yalnız gidip, 12 saat orada kalıp, vereceği talimatlara uyması gerektiğini söyler.

Öğle yemeği yiyebilecektir fakat, kitap okumaması, radyo dinlememesi, (bugüne uyarlarsak, akıllı telefonunu asla yanına almaması) ve kimseyle konuşmaması gerekmektedir.

Daha sonra yazdığı dört reçeteyi sırayla ve üç saatte bir açmasını söyler.

Gordon, ertesi sabah o sahile gider ve ilk reçeteyi açar…

Reçetede "Dikkatle dinleyin" yazmaktadır.

Doktorun deli olduğunu düşünür; “3 saat boyunca dinlemek de ne demek” diye söylenir.

Önce neyi dinleyeceğini de tam anlayamaz fakat birazdan denizin uğultusu gelir kulağına.

Martıların çığlıklarını fark eder.

Rüzgârda sürüklenen kumların yumuşak hışırtısını bile duyabilmektedir.

Çocukluğundan güzel hatıralar gelir aklına. Ruhunun derinliklerinde, sahildeki seslerin ve sessizliğin verdiği huzuru hisseder ve o anki duygularını şöyle ifade eder:

- Her şeyin durmuş gibi göründüğü küçük bir an var. O sessizlik anında, birbiriyle yarışan düşünceler duruyor ve zihin dinleniyor.

Gordon, uzun zamandır ilk kez güzel görüp güzel düşündüğünü fark eder ve bu ona büyük bir rahatlama sağlar.

İkinci reçetede "Geçmişe uzanmayı deneyin" yazmaktadır.

Neye uzanmayı?” diye sorar kendi kendine.

Çocukluğuna, gençliğine ve mutlu geçen günlerine bir yolculuk yapar sonra.

Bu güzel anılarına yolculuğu sırasında, içinin ısındığını ve mutlu olduğunu hisseder ve ruhunun biraz daha zenginleştiğini fark eder.

Geçmişteki mutluluklara dokunmanın insana güç kattığını düşünür.

Üçüncü reçetesi şöyledir: “Hedeflerinizi gözden geçirin” Bunu okuyunca savunmaya geçer:

- Benim isteklerimde yanlış bir şey yok. Başarılı ve şöhretli olmak istiyorum, sahip olduğumdan daha fazlasını istiyorum, kim istemez ki?

Sonra düşündükçe, daha çok maddi şeylere odaklandığını fark eder. 

İnsanlara yardım etme, katkı sağlama duygusunu kaybetmiştir. Üçüncü reçeteden şu çıkarımı yapar:

- “Bir insanın hedefleri hatalıysa, hiçbir şey doğru olmaz”, sözünün ne kadar doğru olduğunu anladım. İster postacı, berber, sigortacı veya ev kadını olun, ister başka bir şeyle uğraşın, durum değişmez. Başkalarına hizmet ettiğinizi hissettiğiniz sürece işinizi iyi yaparsınız. Kendiniz dışında hiç kimseye yararlı olmuyorsanız, işinizi o kadar iyi yapamazsınız.

Dördüncü ve son reçetede şöyle yazmaktadır: “Endişelerinizi kuma yazın!”

Bir deniz kabuğu parçası alır ve endişelerini kuma yazar.

Bir süre sonra gel-git geldiği için uzaklaşır oradan. Tabii ki gel-git, yazdığı endişeleri silip süpürür.

Kendisi de bir Psikiyatrist olan Prof. Dr. Kemal Sayar’ın “Yavaşla” kitabındaki şu cümleler bu hikâyeyi destekler mahiyette:

“Günümüzde görmenin yerini bakmak, hatta bakmanın yerini göz atmak alıyor. Güzelliği ancak zaman ayırarak fark edebiliriz. Sevmek için zaman ayırmak gerekir. Bilmek için zamana ihtiyaç duyarız. Zamanla olgunlaşırız. Lütfen yavaş gidiniz.”

Hepimizin bu hikayedeki reçeteleri uygulamaya ihtiyaç duyduğu dönemler olmuştur ve olacaktır.

Öyle zamanlarda, kent yaşamının acımasızlığından, gürültüsünden ve karmaşasından, bir günlüğüne olsun uzaklaşıp, doğanın merhametine sığınmak ve bu dört reçeteyi uygulamak mutlaka iyi gelecektir.

Sahi, sizin çocukluğunuzda en mutlu olduğunuz yer neresiydi?

.

Hüseyin Burak Uçar, dikGAZETE.com

.