Rus Milli Güvenlik Doktrinindeki gelişme ve Rusya’nın yeniden imparatorluk kurma hevesi
Rus Milli Güvenlik Doktrinindeki gelişme ve Rusya’nın yeniden imparatorluk kurma hevesi
- 12-03-2022 03:10
- 2931
- 12-03-2022 03:10
- 2931
SSCB dağıldıktan sonraki zihniyet değişimi…
Zbigniew Brzezinski; “Ukrayna’sız bir Rusya, imparatorluk olamaz”
Dmitri Trenin’e göre Rusya, kendini yalnız hisseden kendini tehlikelerle çevrilmiş veya kuşatılmış hisseden, bu nedenle güvenliği öne alan bir devlet felsefesine sahiptir.
Halkı koruyan örgütleyen devlet olduğu için Rus toplumunun hafızasında devletin üstünlüğü ilkesi hâkimdir.
1917 ve 1991 tarihlerinde yaşanan devrim ve iç karışıklıklar, ekonominin çökmesine ve Rusya’nın dağılmasına sebep olduğu için bu hadiseler Rus toplumunu yaralamıştır.
Gene Dmitri Trenin’e göre; “Rusya, Rus tarihi, eski Novgorod ve Kiev Knezliklerinden Moskova Çarlığı’na, St. Petersburg Rusya İmparatorluğu’ndan Sovyetler Birliği’ne ve şimdiki Rusya Federasyonu’na kadar bir süreklilik arz eder. Rusya’nın tekrar tekrar devlet kurarak var olması ender bir durum değil, aksine zaman içinde kendini ispatlanmış tarihsel bir hakikattir.”
Rusya’nın imparatorluk geçmişi hegemon kimliğinin ayrılmaz bir parçası olmuştur.
İmparatorluğun sınırları bir noktada Finlandiya’nın Åland Adaları’ndan Stockholm’e, İran’ın kuzeyinden Çin’in kuzeydoğusuna kadar uzanmıştır.
Sınırlarını genişlettikçe Rusya; Türk, Fin-Ugor halkları ve Moğolların yaşadığı geniş topraklar ile Kafkaslar ve diğer bölgelerdeki çok çeşitli etnik toplulukları bünyesine dâhil etmiştir.
Rusya’nın Almanya ovalarından Yakutistan’a kadar uzanan devasa düzlüklere hâkim olması paranoya seviyesindeki güvenlik anlayışına dayanmaktadır.
Sovyetler döneminde Rusya, devrimci heyecanla dünyanın geri kalanından ayrıldı.
Hakikati temsil eden bir ideolojiye sahip olduğunu sandı.
Bu ideolojiyi bütün dünyaya yaymaya çabaladı.
Süper güçlerin, hâkimiyet mücadelesinde, batı demokrasiyi, hür dünya ve küreselleşmeyi temsil etti.
Ruslar, ‘Demir Perde’ ve ideolojik ilkelliğin merkezi oldu, aralarındaki mücadele bloklar arası kavga olarak gösterildi.
1991’den sonra Sovyetler Birliği’ni ve süper güç statüsünü kaybeden Moskova, bu durumu hazmedemedi.
Şimdi yeniden ayağa kalkmaya; dünya çapında tesirli olmaya ve tek başına güç kazanmaya devam ediyor.
Batılı ülkelerin tepeden baktığı, ‘geri kalmış’ ve ‘barbar’ olarak addettiği ve hep gerilerden gelerek güç yarışına katılan Ruslar, kısmen Asyalı toplumdur. Çünkü bugün ‘büyük güç’ dediğimizde, muazzam bir milli egemenlik duygusuna sahip, dış baskılar karşısında güçlü duran ve dilediğini yapabilen devletleri kastediyoruz.
Geçmişten günümüze Rusya, başkasının hâkimiyeti altına girmek yerine tek başına bağımsız hareket etmeyi tercih eden otoriter bir devlettir.
Rus milli hafızasında Rusya’nın dış politikasının realpolitik ilkelere göre oluşturulduğu, tek değerin güç ve irade olduğunu ifade eden bir anlayış mevcuttur.
Dmitri Trenin’e göre; “Zayıflar yenilir, korkaklar sindirilir. Dengeli bir dış politika, ulusal çıkarlara hizmete eder, temkin ve pragmatizmi gerekli kılar.” 1991 sonra Rus dış politikasının temeli budur.
Rus milli güvenlik anlayışına göre; Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin mevcut hali, uluslararası sorunları çözmek için en ideal modeldir:
“Bu şekilde Rusya isteklerini diğer devletlere dayatamasa da kendi çıkarlarına karşı aleyhte bir kararın alınmasına da müsaade etmemiş oluyor.”
Komünizmin acı hatıralarını unutmayan Rus liderlere göre, tüm ideolojiler birer kandırmacadan ibarettir ve ‘yüksek değerler’ hep aldatıcıdır.
Uluslararası ilişkilerin tabiatına yönelik Rus şüpheciliği, temel felsefedir ‘Batının ikiyüzlülüğü’ algısı bu felsefenin temelidir.
Rusya, Amerika’nın yakın çevresindeki askeri varlık ve faaliyetlerinden oldukça rahatsız.
Ve Rusya, ABD’nin komşu ülkelerle arasındaki tarihi ve güncel anlaşmazlıkları kışkırtmaya yönelik verdiği desteğe karşı son derece temkinli ve hassastır.
Ukrayna’nın Rusya’dan ayrılması, uzun tarihi süreçte en zor ve en sancılı olaylardan biri olarak karşımıza çıkıyor.
Bu açıdan bakıldığında, bu kopuş, bir dış politika meselesi olarak görülebilir. Ancak, gerçek anlamda bir Rusya-Ukrayna ayrımının yaşanması ve bunun Rusya’da kabul görmesi yıllar ve nesiller boyunca sürebilir.
Rus toplumu, SSCB dağıldığından beri bu durumu kabullenememiştir.
Tam tersine; Ukrayna açısından ulus inşa süreci, Rusya’ya dair her şeyin reddine ve Rusya’yla tüm bağların koparılmasına dayanıyor.
Zbigniew Brzezinski’nin o meşhur “Ukrayna’sız bir Rusya, imparatorluk olamaz” sözlerinin ışığında düşünüldüğünde Rus milli güvenlik zihniyeti Ukrayna’nın anavatana katılması olarak değerlendirilmekte, büyük güç olmanın hakiki sırrı olarak görülmektedir.
Hitler’in 1941’deki ani saldırısına karşı topyekûn Rus ve Ukrayna halkı direnmiş, halen bunların hatırası canlı olarak yaşamaktadır.
Ukrayna’sız bir güvenlik mimarisi kurulamaz.
Bu nedenle Ukrayna, Rus hâkimiyet alanı içinde yer almalıdır.
Ukrayna’nın batı bloku içinde yer alması kabul edilemez.
Bu nedenle Kremlin ve müttefikleri ‘Amerikan tehdidi’ni Rus milliyetçilik ve vatanseverliğini tahrik etmek üzere kullanmaya devam edeceklerdir.
Buna karşılık, ABD politik karar alıcıları, düşmansız yapamaz, mutlaka bir ötekine ihtiyaç duyar.
Amerikan siyasal karar alıcılarının bir ‘düşman’ olarak Rusya’ya ihtiyacı vardır.
Halen SSCB’nin yerine geçecek bir düşman bulunamamıştır.
Bu durumda Rusya’nın zayıflatılması için yaptırımların artarak devam etmesi gerekecektir.
Meselenin düğüm noktası Zbigniew Brzezinski’nin “Ukrayna’sız bir Rusya, imparatorluk olamaz” fikrine gelip dayanıyor.
ABD, Rusya’yı çökertmek için Ukrayna’ya hâkim olmaya, Rusya’da gücünü pekiştirmek için Ukrayna’ya saldırmaya devam ediyor.
Her iki taraf da Brzezinski’nin stratejik görüşüne aldanarak yanlış yapmaya devam ediyor.
.
Suat Gün, dikGAZETE.com
SSCB dağıldıktan sonraki zihniyet değişimi…
Zbigniew Brzezinski; “Ukrayna’sız bir Rusya, imparatorluk olamaz”
Dmitri Trenin’e göre Rusya, kendini yalnız hisseden kendini tehlikelerle çevrilmiş veya kuşatılmış hisseden, bu nedenle güvenliği öne alan bir devlet felsefesine sahiptir.
Halkı koruyan örgütleyen devlet olduğu için Rus toplumunun hafızasında devletin üstünlüğü ilkesi hâkimdir.
1917 ve 1991 tarihlerinde yaşanan devrim ve iç karışıklıklar, ekonominin çökmesine ve Rusya’nın dağılmasına sebep olduğu için bu hadiseler Rus toplumunu yaralamıştır.
Gene Dmitri Trenin’e göre; “Rusya, Rus tarihi, eski Novgorod ve Kiev Knezliklerinden Moskova Çarlığı’na, St. Petersburg Rusya İmparatorluğu’ndan Sovyetler Birliği’ne ve şimdiki Rusya Federasyonu’na kadar bir süreklilik arz eder. Rusya’nın tekrar tekrar devlet kurarak var olması ender bir durum değil, aksine zaman içinde kendini ispatlanmış tarihsel bir hakikattir.”
Rusya’nın imparatorluk geçmişi hegemon kimliğinin ayrılmaz bir parçası olmuştur.
İmparatorluğun sınırları bir noktada Finlandiya’nın Åland Adaları’ndan Stockholm’e, İran’ın kuzeyinden Çin’in kuzeydoğusuna kadar uzanmıştır.
Sınırlarını genişlettikçe Rusya; Türk, Fin-Ugor halkları ve Moğolların yaşadığı geniş topraklar ile Kafkaslar ve diğer bölgelerdeki çok çeşitli etnik toplulukları bünyesine dâhil etmiştir.
Rusya’nın Almanya ovalarından Yakutistan’a kadar uzanan devasa düzlüklere hâkim olması paranoya seviyesindeki güvenlik anlayışına dayanmaktadır.
Sovyetler döneminde Rusya, devrimci heyecanla dünyanın geri kalanından ayrıldı.
Hakikati temsil eden bir ideolojiye sahip olduğunu sandı.
Bu ideolojiyi bütün dünyaya yaymaya çabaladı.
Süper güçlerin, hâkimiyet mücadelesinde, batı demokrasiyi, hür dünya ve küreselleşmeyi temsil etti.
Ruslar, ‘Demir Perde’ ve ideolojik ilkelliğin merkezi oldu, aralarındaki mücadele bloklar arası kavga olarak gösterildi.
1991’den sonra Sovyetler Birliği’ni ve süper güç statüsünü kaybeden Moskova, bu durumu hazmedemedi.
Şimdi yeniden ayağa kalkmaya; dünya çapında tesirli olmaya ve tek başına güç kazanmaya devam ediyor.
Batılı ülkelerin tepeden baktığı, ‘geri kalmış’ ve ‘barbar’ olarak addettiği ve hep gerilerden gelerek güç yarışına katılan Ruslar, kısmen Asyalı toplumdur. Çünkü bugün ‘büyük güç’ dediğimizde, muazzam bir milli egemenlik duygusuna sahip, dış baskılar karşısında güçlü duran ve dilediğini yapabilen devletleri kastediyoruz.
Geçmişten günümüze Rusya, başkasının hâkimiyeti altına girmek yerine tek başına bağımsız hareket etmeyi tercih eden otoriter bir devlettir.
Rus milli hafızasında Rusya’nın dış politikasının realpolitik ilkelere göre oluşturulduğu, tek değerin güç ve irade olduğunu ifade eden bir anlayış mevcuttur.
Dmitri Trenin’e göre; “Zayıflar yenilir, korkaklar sindirilir. Dengeli bir dış politika, ulusal çıkarlara hizmete eder, temkin ve pragmatizmi gerekli kılar.” 1991 sonra Rus dış politikasının temeli budur.
Rus milli güvenlik anlayışına göre; Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin mevcut hali, uluslararası sorunları çözmek için en ideal modeldir:
“Bu şekilde Rusya isteklerini diğer devletlere dayatamasa da kendi çıkarlarına karşı aleyhte bir kararın alınmasına da müsaade etmemiş oluyor.”
Komünizmin acı hatıralarını unutmayan Rus liderlere göre, tüm ideolojiler birer kandırmacadan ibarettir ve ‘yüksek değerler’ hep aldatıcıdır.
Uluslararası ilişkilerin tabiatına yönelik Rus şüpheciliği, temel felsefedir ‘Batının ikiyüzlülüğü’ algısı bu felsefenin temelidir.
Rusya, Amerika’nın yakın çevresindeki askeri varlık ve faaliyetlerinden oldukça rahatsız.
Ve Rusya, ABD’nin komşu ülkelerle arasındaki tarihi ve güncel anlaşmazlıkları kışkırtmaya yönelik verdiği desteğe karşı son derece temkinli ve hassastır.
Ukrayna’nın Rusya’dan ayrılması, uzun tarihi süreçte en zor ve en sancılı olaylardan biri olarak karşımıza çıkıyor.
Bu açıdan bakıldığında, bu kopuş, bir dış politika meselesi olarak görülebilir. Ancak, gerçek anlamda bir Rusya-Ukrayna ayrımının yaşanması ve bunun Rusya’da kabul görmesi yıllar ve nesiller boyunca sürebilir.
Rus toplumu, SSCB dağıldığından beri bu durumu kabullenememiştir.
Tam tersine; Ukrayna açısından ulus inşa süreci, Rusya’ya dair her şeyin reddine ve Rusya’yla tüm bağların koparılmasına dayanıyor.
Zbigniew Brzezinski’nin o meşhur “Ukrayna’sız bir Rusya, imparatorluk olamaz” sözlerinin ışığında düşünüldüğünde Rus milli güvenlik zihniyeti Ukrayna’nın anavatana katılması olarak değerlendirilmekte, büyük güç olmanın hakiki sırrı olarak görülmektedir.
Hitler’in 1941’deki ani saldırısına karşı topyekûn Rus ve Ukrayna halkı direnmiş, halen bunların hatırası canlı olarak yaşamaktadır.
Ukrayna’sız bir güvenlik mimarisi kurulamaz.
Bu nedenle Ukrayna, Rus hâkimiyet alanı içinde yer almalıdır.
Ukrayna’nın batı bloku içinde yer alması kabul edilemez.
Bu nedenle Kremlin ve müttefikleri ‘Amerikan tehdidi’ni Rus milliyetçilik ve vatanseverliğini tahrik etmek üzere kullanmaya devam edeceklerdir.
Buna karşılık, ABD politik karar alıcıları, düşmansız yapamaz, mutlaka bir ötekine ihtiyaç duyar.
Amerikan siyasal karar alıcılarının bir ‘düşman’ olarak Rusya’ya ihtiyacı vardır.
Halen SSCB’nin yerine geçecek bir düşman bulunamamıştır.
Bu durumda Rusya’nın zayıflatılması için yaptırımların artarak devam etmesi gerekecektir.
Meselenin düğüm noktası Zbigniew Brzezinski’nin “Ukrayna’sız bir Rusya, imparatorluk olamaz” fikrine gelip dayanıyor.
ABD, Rusya’yı çökertmek için Ukrayna’ya hâkim olmaya, Rusya’da gücünü pekiştirmek için Ukrayna’ya saldırmaya devam ediyor.
Her iki taraf da Brzezinski’nin stratejik görüşüne aldanarak yanlış yapmaya devam ediyor.