Tecrübe sahibi definecilerden ‘Hazine Arama’ tavsiyeleri!

Tecrübe sahibi definecilerden ‘Hazine Arama’ tavsiyeleri!

Tecrübe sahibi definecilerden ‘Hazine Arama’ tavsiyeleri! Tecrübe sahibi definecilerden ‘Hazine Arama’ tavsiyeleri!

TECRÜBE SAHİBİ DEFİNECİLERDEN “HAZİNE ARAMA” TAVSİYELERİ! 

Yüklü bir mirası, har vurup harman savuran ve sonunda fakir düşen bir adamın hikayesi yer alıyor Mevlana’nın Mesnevi’sinde.

Bu mirasyedi adam, yaşadıklarından ders almayıp yine kolayca zengin olmayı düşlerken, gördüğü bir rüyada kendisine Mısır’a gitmesi söylenir ve orada bir hazineye dair bilgiler verilir.

Bulunduğu şehir olan Bağdat’tan kalkıp Mısır’a gider.

Beş parasız kaldığı için kendisine çok ağır gelse de çareyi dilenmekte bulur.

Kimse tanıyamaz” düşüncesi ile gece dilenmeye başlar. O sıralarda, hırsızlık vakaları arttığı için gece sokağa çıkma yasağı olduğundan haberi yoktur.

Görevli bekçi, bu adamı görünce yakalar ve epeyce bir tartaklar.

Adam aç kalmanın yanına, yediği dayakla birlikte hapse atılma derdi de eklenince, ağlamaya ve yalvarmaya başlar.

Buraya neden geldiğini de anlatarak, gözyaşları içinde ne kadar garip kaldığından bahseder.

Bekçi, bir rüyaya güvenerek buralara kadar gelen adamın bu haline acır fakat ona çok ahmak olduğunu söylemekten de geri kalmaz.

Çünkü ona da rüyasında birçok kez Bağdat’ın falanca mahallesinde falanca evin bahçesinde bir hazine olduğuna dair şeyler söylenmiş, fakat o asla böyle bir ahmaklık yapmamış ve Bağdat’a hiç gitmemiştir.

Bekçi, bunu adama söylediğinde, adam bekçinin bahsettiği adresten, o evin kendi evi olduğunu, asıl hazinenin kendi bahçesinde olduğunu anlar.

Önce mirasyedi olup, sonra çok fakir düşmesi gelir aklına, hazıra dağların dayanmadığını, emek harcamadan elde edilen malın mülkün, kıymetinin de bilinemeyeceğini idrak etmiştir.

Geri döndüğünde kendi bahçesinde gerçekten bir hazine olduğunu görecek ve bu hazinenin kıymetini bilmesi için bu eziyetleri çektiğini anlayacaktır.

Üstelik, bu yolculukta kazandığı asıl hazine kanaat hazinesidir. (Mesnevî, C. VI, beyit: 4206)

Mevlana, kısaca özetlemeye çalıştığım bu hikayede olduğu gibi, diğer hikayelerinde de genellikle, insanın zaaflarına ayna tutmakta ve kurtuluş yollarına değinmektedir. Bunu da şöyle ifade ediyor:

“Anlattığım sadece bir hikaye değil senin, bizim halimizdir. Hikaye, bir ölçeğe benzer, içindekiler de tahıl tanesidir. Akıllı kişi, içindekileri almaya çalışır, ölçek var mı yok mu ona bakmaz.”

Onun bu hikayesi, tüm dünyada 30 milyon adet satan Paulo Coelho’nun ünlü romanı ‘SİMYACI’ya da ilham olur. Simyacı’da aynı rüyayı Endülüslü çoban Santiago görür.

O da Mısır Piramitlerinin eteklerinde olduğu söylenen bu hazineyi aramaya gider. Fakat öğrenir ki hazine, onun kendi evinin bahçesindedir.

Asıl hazine ise insanın içinde ve veya yanı başındadır.

Paulo Coelho, ilk yıllarda bu eserinde hiç kimseden etkilenmediğini söylese de yakın tarihte İran’da katıldığı bir konferansta, ‘Simyacı’yı, Mevlana’nın bu hikayesinden yola çıkarak kaleme aldığını itiraf etmiştir.

Bu hikaye, bir çok batılı düşünür ve yazara ilham vermiştir.

Dr. Russell Cornwell de bunlardan birisidir. Onun da “Elmaslar Ülkesi” adlı çok ünlü öyküsü Mevlana’nın hikayesi ile benzerlikler taşıyor. Zaten hikayesinin 1865 yılında yaptığı bir Ortadoğu gezisinde kendisine anlatılan bir hikaye olduğunu belirtiyor. (wıkıpedia)

Russell Cornwell (1843-1925) çok ilginç bir kişilik. Yale Üniversitesi mezunu, avukat, yazar, Baptist bir protestan rahibi, hatip, hayırsever ve TEMPLE ÜNİVERSİTESİ’nin kurucusu ve ilk başkanı.

Acres of Diamonds (Elmaslar Ülkesi) hikayesini merkeze alarak verdiği 1612 konferanstan kazandığı para ile kurmuş Temple Üniversitesi’ni

Hikaye, özetle şöyle:

“Afrikalı bir çiftçi, tüm varlıklarını elmas madenleri sayesinde yapan çiftçilerin öykülerini dinleyince, o kadar heyecanlanır ki çiftliğini satar ve tüm yaşamını elmas arayarak boşu boşuna geçirir.

Sonunda o denli yoksul düşer ve yalnız kalır ki, nehre atlayıp intihar eder.

Bu arada çiftliğin yeni sahibi, arazisindeki nehrin yatağında çok güzel bir taş bulur.

Bir arkadaşına gösterdiğinde anlaşılır ki bu taş, dünyanın en büyük elmaslarından biridir.

Bir zamanlar, eski sahibi tarafından elmas bulabilmek amacıyla satılan çiftlik, Afrika kıtasının en zengin elmas yatağı oluverir.

Çiftliğin eski sahibi, aslında bir elmaslar ülkesinin sahibidir, ama elmas aramak için elindeki çiftliği bir hiç uğruna satmıştır.”

Bu öyküyü kullanarak 1612 adet konferans veren Cornwell, çoğu geçim derdindeki sıradan Amerikalılara, tüm iyi şeylere ulaşmak için gereken kaynakların kişinin kendi toplumunda, kendi vatanında mevcut olduğunun mesajını vermeye çalıştığını belirtiyor ve şunun altını çiziyor:

“Başarı ve servet kazandıracak fırsatları başka yerde aramayın. Arka bahçenizi kazın.”

Konferanslarında, altını özellikle çizdiği bir konu daha var: Dürüstlük…

Bu konuda şunları söylüyor:

Zengin olmalısın ve zengin olmak senin görevin. Amerika’nın yüz zengininden doksan sekizi dürüsttür. Bu yüzden zenginler. Bu yüzden, para konusunda güvenilirler. Bu nedenle büyük girişimlerde bulunurlar ve yanlarında çalışacak çok sayıda insan bulurlar. Çünkü onlar dürüst insanlardır.”

Cornwell’in bu sözleri, ABD’nin süper güç olmasında öncelikli sebebin, başkalarının hazinelerini sömürmek olduğu düşünüldüğünde, çok ikna edici gelmeyebilir. Fakat yine de öyküsünü bir gelişim seminerine dönüştürerek, ülkesinin ve halkının maddi ve manevi gelişimine katkı sağlamak için şehir şehir gezip, o kadar konferans vermesinin ve bu konferanslarında toplanan gelir ile yine aynı amaçla bir üniversite kurmasının takdire şayan olduğu kanaatindeyim.

Mevlana’dan ilham alan Brezilyalı bir yazarın romanı, tüm dünyada 30 milyon adet satılıyor.

Amerikalı bir yazarın öyküsü, bir üniversitenin kurulmasına ve belki de on binlerce girişimci insanın başarısına katkı sağlıyor.

Biz ise üzerinde oturduğumuz ve içinde Mevlana gibi daha yüzlerce değeri ihtiva eden 1000 yıllık bu hazine sandığından yeterince istifade edemiyoruz.

Bu hazineyi gençlerimizle buluşturamıyoruz.

Potansiyellerini keşfetmelerini ve veya performansa dönüştürmelerini sağlayamıyoruz.

Onların yurt dışına kapağı atıp, geleceklerini kurtarma telaşına düşmelerinden aileler, okullar ve kamu kurumları başta olmak üzere hepimiz sorumluyuz.

Sonuç olarak diyebilirim ki; aynı zamanda tecrübeli birer defineci olan hikaye kahramanlarımız: Bağdatlı Mirasyedi, Afrikalı Çiftçi ve Endülüslü Çoban Santiago, Mevlana’nın şu sözünü idrak edebilmemiz için yer almışlar bu hikayelerde:

“Hazineyi bulmak için dünyayı arıyorsun; oysa gerçek hazine, senin içinde gizlidir.”

.

Hüseyin Burak Uçar, dikGAZETE.com

.

 

TECRÜBE SAHİBİ DEFİNECİLERDEN “HAZİNE ARAMA” TAVSİYELERİ! 

Yüklü bir mirası, har vurup harman savuran ve sonunda fakir düşen bir adamın hikayesi yer alıyor Mevlana’nın Mesnevi’sinde.

Bu mirasyedi adam, yaşadıklarından ders almayıp yine kolayca zengin olmayı düşlerken, gördüğü bir rüyada kendisine Mısır’a gitmesi söylenir ve orada bir hazineye dair bilgiler verilir.

Bulunduğu şehir olan Bağdat’tan kalkıp Mısır’a gider.

Beş parasız kaldığı için kendisine çok ağır gelse de çareyi dilenmekte bulur.

Kimse tanıyamaz” düşüncesi ile gece dilenmeye başlar. O sıralarda, hırsızlık vakaları arttığı için gece sokağa çıkma yasağı olduğundan haberi yoktur.

Görevli bekçi, bu adamı görünce yakalar ve epeyce bir tartaklar.

Adam aç kalmanın yanına, yediği dayakla birlikte hapse atılma derdi de eklenince, ağlamaya ve yalvarmaya başlar.

Buraya neden geldiğini de anlatarak, gözyaşları içinde ne kadar garip kaldığından bahseder.

Bekçi, bir rüyaya güvenerek buralara kadar gelen adamın bu haline acır fakat ona çok ahmak olduğunu söylemekten de geri kalmaz.

Çünkü ona da rüyasında birçok kez Bağdat’ın falanca mahallesinde falanca evin bahçesinde bir hazine olduğuna dair şeyler söylenmiş, fakat o asla böyle bir ahmaklık yapmamış ve Bağdat’a hiç gitmemiştir.

Bekçi, bunu adama söylediğinde, adam bekçinin bahsettiği adresten, o evin kendi evi olduğunu, asıl hazinenin kendi bahçesinde olduğunu anlar.

Önce mirasyedi olup, sonra çok fakir düşmesi gelir aklına, hazıra dağların dayanmadığını, emek harcamadan elde edilen malın mülkün, kıymetinin de bilinemeyeceğini idrak etmiştir.

Geri döndüğünde kendi bahçesinde gerçekten bir hazine olduğunu görecek ve bu hazinenin kıymetini bilmesi için bu eziyetleri çektiğini anlayacaktır.

Üstelik, bu yolculukta kazandığı asıl hazine kanaat hazinesidir. (Mesnevî, C. VI, beyit: 4206)

Mevlana, kısaca özetlemeye çalıştığım bu hikayede olduğu gibi, diğer hikayelerinde de genellikle, insanın zaaflarına ayna tutmakta ve kurtuluş yollarına değinmektedir. Bunu da şöyle ifade ediyor:

“Anlattığım sadece bir hikaye değil senin, bizim halimizdir. Hikaye, bir ölçeğe benzer, içindekiler de tahıl tanesidir. Akıllı kişi, içindekileri almaya çalışır, ölçek var mı yok mu ona bakmaz.”

Onun bu hikayesi, tüm dünyada 30 milyon adet satan Paulo Coelho’nun ünlü romanı ‘SİMYACI’ya da ilham olur. Simyacı’da aynı rüyayı Endülüslü çoban Santiago görür.

O da Mısır Piramitlerinin eteklerinde olduğu söylenen bu hazineyi aramaya gider. Fakat öğrenir ki hazine, onun kendi evinin bahçesindedir.

Asıl hazine ise insanın içinde ve veya yanı başındadır.

Paulo Coelho, ilk yıllarda bu eserinde hiç kimseden etkilenmediğini söylese de yakın tarihte İran’da katıldığı bir konferansta, ‘Simyacı’yı, Mevlana’nın bu hikayesinden yola çıkarak kaleme aldığını itiraf etmiştir.

Bu hikaye, bir çok batılı düşünür ve yazara ilham vermiştir.

Dr. Russell Cornwell de bunlardan birisidir. Onun da “Elmaslar Ülkesi” adlı çok ünlü öyküsü Mevlana’nın hikayesi ile benzerlikler taşıyor. Zaten hikayesinin 1865 yılında yaptığı bir Ortadoğu gezisinde kendisine anlatılan bir hikaye olduğunu belirtiyor. (wıkıpedia)

Russell Cornwell (1843-1925) çok ilginç bir kişilik. Yale Üniversitesi mezunu, avukat, yazar, Baptist bir protestan rahibi, hatip, hayırsever ve TEMPLE ÜNİVERSİTESİ’nin kurucusu ve ilk başkanı.

Acres of Diamonds (Elmaslar Ülkesi) hikayesini merkeze alarak verdiği 1612 konferanstan kazandığı para ile kurmuş Temple Üniversitesi’ni

Hikaye, özetle şöyle:

“Afrikalı bir çiftçi, tüm varlıklarını elmas madenleri sayesinde yapan çiftçilerin öykülerini dinleyince, o kadar heyecanlanır ki çiftliğini satar ve tüm yaşamını elmas arayarak boşu boşuna geçirir.

Sonunda o denli yoksul düşer ve yalnız kalır ki, nehre atlayıp intihar eder.

Bu arada çiftliğin yeni sahibi, arazisindeki nehrin yatağında çok güzel bir taş bulur.

Bir arkadaşına gösterdiğinde anlaşılır ki bu taş, dünyanın en büyük elmaslarından biridir.

Bir zamanlar, eski sahibi tarafından elmas bulabilmek amacıyla satılan çiftlik, Afrika kıtasının en zengin elmas yatağı oluverir.

Çiftliğin eski sahibi, aslında bir elmaslar ülkesinin sahibidir, ama elmas aramak için elindeki çiftliği bir hiç uğruna satmıştır.”

Bu öyküyü kullanarak 1612 adet konferans veren Cornwell, çoğu geçim derdindeki sıradan Amerikalılara, tüm iyi şeylere ulaşmak için gereken kaynakların kişinin kendi toplumunda, kendi vatanında mevcut olduğunun mesajını vermeye çalıştığını belirtiyor ve şunun altını çiziyor:

“Başarı ve servet kazandıracak fırsatları başka yerde aramayın. Arka bahçenizi kazın.”

Konferanslarında, altını özellikle çizdiği bir konu daha var: Dürüstlük…

Bu konuda şunları söylüyor:

Zengin olmalısın ve zengin olmak senin görevin. Amerika’nın yüz zengininden doksan sekizi dürüsttür. Bu yüzden zenginler. Bu yüzden, para konusunda güvenilirler. Bu nedenle büyük girişimlerde bulunurlar ve yanlarında çalışacak çok sayıda insan bulurlar. Çünkü onlar dürüst insanlardır.”

Cornwell’in bu sözleri, ABD’nin süper güç olmasında öncelikli sebebin, başkalarının hazinelerini sömürmek olduğu düşünüldüğünde, çok ikna edici gelmeyebilir. Fakat yine de öyküsünü bir gelişim seminerine dönüştürerek, ülkesinin ve halkının maddi ve manevi gelişimine katkı sağlamak için şehir şehir gezip, o kadar konferans vermesinin ve bu konferanslarında toplanan gelir ile yine aynı amaçla bir üniversite kurmasının takdire şayan olduğu kanaatindeyim.

Mevlana’dan ilham alan Brezilyalı bir yazarın romanı, tüm dünyada 30 milyon adet satılıyor.

Amerikalı bir yazarın öyküsü, bir üniversitenin kurulmasına ve belki de on binlerce girişimci insanın başarısına katkı sağlıyor.

Biz ise üzerinde oturduğumuz ve içinde Mevlana gibi daha yüzlerce değeri ihtiva eden 1000 yıllık bu hazine sandığından yeterince istifade edemiyoruz.

Bu hazineyi gençlerimizle buluşturamıyoruz.

Potansiyellerini keşfetmelerini ve veya performansa dönüştürmelerini sağlayamıyoruz.

Onların yurt dışına kapağı atıp, geleceklerini kurtarma telaşına düşmelerinden aileler, okullar ve kamu kurumları başta olmak üzere hepimiz sorumluyuz.

Sonuç olarak diyebilirim ki; aynı zamanda tecrübeli birer defineci olan hikaye kahramanlarımız: Bağdatlı Mirasyedi, Afrikalı Çiftçi ve Endülüslü Çoban Santiago, Mevlana’nın şu sözünü idrak edebilmemiz için yer almışlar bu hikayelerde:

“Hazineyi bulmak için dünyayı arıyorsun; oysa gerçek hazine, senin içinde gizlidir.”

.

Hüseyin Burak Uçar, dikGAZETE.com

.