Uyuşturucu ve aile
Uyuşturucu ve aile
- 17-08-2021 09:52
- 29
- 17-08-2021 09:52
- 29
Ülkemizde ve Dünya’da yapılan madde bağımlılığını konu alan birçok araştırmada ailenin, kalıtım ve kişilik özelliklerinde önemli bir rolü olduğu ortaya çıkmıştır...
Eski oturduğumuz semte bir komşumuz vardı... İki erkek çocuğu da uyuşturucu işine karıştı ve genç yaşta ceza aldılar... Gerçekten ailenin ilgisiz davranışları olmasaydı, bu çocuklar böyle olmazdı diye düşünüyorum.
Çocukların doğumunu ve eğitimlerini çok yakından biliyordum; masum ve güzel çocuklardı...
Bu yüzden de daha çok üzülüyorum; kaderleri böyle olmayabilirdi...
UYUŞTURUCU BAĞIMLILIĞINA GÖTÜREN FAKTÖRLER...
- Merak
- Arkadaş çevresi
- Fiziksel ve psikolojik sorunlar
- Sevgisizlik
- Yetişkinlere özenti
- Boşanmış aileler
- Anne ve babadan birinin kaybı
- Aile içinde bağımlı kişilerin bulunması
- Aile içi iletişim eksikliği
- Baskıcı ve ilgisiz aile ortamı
- Aile içinde gencin olumlu yönde model alabileceği kişilerin bulunmaması
Çocukların olumsuz etkilenmesine sebep olan yukarıdaki faktörlere karşı direnç gösterebilmesi bir hayli zordur...
Çocuk doğduğunda bu şartların içine kendi iradesi dışında düşmektedir…
Ne yazık ki çocukların kişilik oluşumu da bu olumsuz ortamda şekillenmektedir...
Bu yüzden çocuğun eğilimleri, huy ve karakteri nispetinde devreye girecektir... Çocuk, kendi yapısı gereği ya bu olumsuzlara direnecek ya da teslim olacaktır.
Çocukların huylarının doğuştan geldiği kabul edilse bile, davranışlarını belirleyen karakterlerinin oluşmasında ailenin rolü çok büyüktür... Çocukların kişilik oluşumu incelendiğinde çocuğun doğuştan getirdiği mizaçtan çok, çevresel faktörler daha etken olmaktadır.
Huy, aile, okul ve de diğer sosyal çevreler, çocuğun yalnızca karakterini belirlemez, çocuğun tüm hayatını ve kaderini de belirleyen olayların lokomotifi durumundadır...
Çocukların hayatını olumsuz etkileyen dış olaylar, çocuğun davranışlarıyla birlikte sebep ve sonuç ilişkisini oluştururlar.
Çocukların başına gelen belalar, kendi kişilikleri ve de çevre faktörleri etkisiyle oluşmaktadır.
Huy / mizaç / fıtrat = doğuştan gelenler...
Karakter / kişilik = sonradan kazanılanlar.
Aslında bu kavramlar, bu şekilde tanımlanmış olsa da karakter veya kişilik oluşumunda da davranış biçimlerinde de huy veya mizaç dediğimiz doğuştan gelen faktörlerin etkisi az veya çok, ama sürekli hayat boyu devrede kalacaktır.
“Can çıkmayınca, huy çıkmaz” sözü bunun en güzel örneğidir.
Bu özellikler, her çocuk için değişiklik gösterse de genel çerçevede ortaya çıkan gerçek faktörlerdir.
Karakter/kişilik: Yapısal bütünümüzdeki sonradan kazandığımız özellikleri temsil eder.
Doğuştan gelen mizaç/huy/fıtratımız, zaman içinde bulunduğunuz ailenin sosyal yapısına, aldığımız eğitime, toplumsal özelliklerimize, kazandığımız kültürel yapılanmaya göre değişiklik gösterir.
- Huy, kalıtım yoluyla çocuğa geçer ve hayat boyunca çok az farklılık gösterir.
- Karakter, Sonradan öğrenilmiş davranışları kapsar.
- Kişilik ise, kişinin genetik yolla gelen huyu ve daha sonra kazandığı karakterin birleşiminden ibarettir.
Çocuklar, bulunduğu kültürel yapı içinde öğrendikleri ile bazı yeni özellikleri elde ederek kişiliğini şekillendirir.
Kişilik doğumla başlar, ölümle sona erer.
Çocuğun kişilik gelişimi doğumla birlikte başlar ve 6 yaşlarına geldiğinde büyük oranda tamamlanır. Kişiliği, hem doğuştan gelen biyolojik özelliklerin, hem de çevrenin bir ürünü olarak tanımlayabiliriz.
“Kişilik, bir organizmanın genetik ve çevre tarafından belirlenen davranış kalıplarının (mevcut ya da potansiyel) toplamıdır.” Hans Eysenck (1947).
O halde kişilik (şahsiyet) bir insanın kendine özgü özelliklerinin ortaya koyduğu hâl, hareket, tavır olarak tanımlanabilir.
Kişilik, mizaç ve karaktere ihtiyaç duyar.
Karakterin oluşmasında ise en önemli çevresel faktör ailedir.
Ailelerin çocukların karakterlerinin oluşmasında önemli rolü olduğuna göre çocuklarımızın geleceğini değiştirmemizin bizim (ailenin) çabalarımıza bağlı olması da mümkündür.
ÇOCUKLARIMIZIN GELİŞİMİNE SEBEP OLAN FAKTÖRLER…
Aile, çocuğun gelişiminde en önemli etkenlerdendir...
Çocuk gelişiminde, sosyal çevreden önce ailenin devreye girmesi gerekir…
Burada sorulacak ilk soru ise: Aile çocuk yetiştirmede yeterli şartlara sahip mi?..
Her bakımdan güçsüz kalan bir aile, çocuklarını yetiştirmeye talip olmadan önce, kendi hayatlarına çeki düzen vermesi gerekir...
Kimlik bunalımı yaşayan, özellikle şehirlerde atomize olmuş, sosyokültürel ve sosyoekonomik gücü olmayan ailelerin, çocukları bir yana, kendilerini bile bu materyalist sistemde koruyabilmeleri zor görünüyor.
Ekonomik gücü olmayan, sosyokültürel yapısı yetersiz ailelerin, aile otoritesini temin etmesi de çok zordur.
Bu yüzden aileyi yöneten büyüklerin bakımını üstlendiği aile üyelerini kontrol etmede güçlük çekmesi kaçınılmazdır.
Aile otoritesini ve de disiplinini kuramayan gevşek aileler, zaman içinde çocuklarını korumakta güçlük çekerler.
Bu tür güçsüz aileler, kendi bünyesindeki üyelerinin plan ve hayallerini de gerçekleştiremeyecek bir ortama sürüklenecektir.
Daha kötüsü, her geçen gün daha kötüye gidecek, kendi üyelerini de zamanla tek tek kaybedecektir...
Dünya genelinde yapılan çalışmalarda uyuşturucu madde kullanımının daha çok yoksul kesimlerde olduğunu göstermektedir.
Yine bu araştırmalarda sosyoekonomik düzey yükseldikçe uyuşturucu madde kullanımının da düştüğü belirtilmiştir.
Uzun yıllardır uyuşturucuya karşı mücadele veren Başkomiser Zafer Ercan, erkeklerin bağımlılığa daha yatkın olduğunu söylüyor.
Zafer Ercan'ın önemli tespitlerinden biri de kızların bağımlılığının, etraflarındaki çemberi hızla genişlettiğini belirtmesi...
Bağımlılıkla tanışma alkolle başlıyor, tanışma yeri de genellikle çocukların kendi evleri ya da arkadaş evleri oluyor.
Bağımlılık zengin-fakir tanımıyor.
Gelir düzeyi düşük bir ailenin çocuğu da her an uyuşturucunun pençesine düşebilir.
Bu tehlikeli oyuna, çok iyi bir ailenin çocuğu da, derslerinde başarılı bir öğrenci de kendi halinde bir genç de yanlışlıkla girebilir.
Burada mantık: “Uyuşturucu, parası olanın parasını, olmayanın bizzat kendisini kullanır. Parası olmayan fuhuşa, satıcılığa düşer.” Uyuşturucular, paranı alamazsa, bedenini alır!
“Arkadaşlarımla gece çıkıyorum” diyor.
Nereye çıkıyorsun?
“Çocuğumla arkadaşım. Birlikte alkol içeriz, sigara içiyorsan iç yanımda” diyorlar.
Çocuğunuzun arkadaşa ihtiyacı yok!..
Sen ona anne babalık yapacaksın...
Sn. Zafer Ercan’ın tespitleri, bizce çok önemli...
Bizzat sahada görev yapan Zafer Ercan, eğitimi ve tecrübelerini uzmanlığıyla pekiştirmiş bir kişi...
Aynı zamanda araştırmacı bir yazar olarak yazdığı kitapların bilhassa resmi ve özel kurumlar tarafından değerlendirilmesi gerekir.
Özellikle çocuklarıyla arkadaş olup, ilgilendiğini söyleyen bazı aileler de başka bir yanlışa düşüyor, çocuklarını kendi kontrolünde olması için fazladan ve gereksiz hoşgörüyle alışkanlıklarının aile sınırları çerçevesinde devam etmesini sağlıyor...
Maalesef bu davranış biçimi de çocukları uyuşturucunun pençesinden kurtaramıyor.
Bir başka yazar Tuğçe Aytemiz ise hazırladığı tezde bizlerin dikkatini ebeveynlere yönlendiriyor:
“Çocuklarda sağlıklı bir karakter ve kişilik gelişimi için öncelikle çocukların mizaç tipleri iyi bilinmelidir. Çocuklara verilecek karakter ve kişilik gelişimine dair önerilerde onların mizaç tiplerine uygun olmalıdır. Ayrıca, çocuğun karakter ve kişilik yapısının sağlıklı olabilmesi, mizaç yapısının ihtiyaçlarına uygun ebeveynlik tutumlarıyla mümkün olur.
Ebeveynin kendi mizaç yapısı ise onların ebeveynlik tutumlarını belirleyen en önemli faktörlerden biridir.
Dolayısıyla ebeveyn, kendi mizaç yapısını, motivasyonlarını, beklentilerini ve bunların sonucu olan tutumlarını göz önünde bulundurmalı, kendi mizaç yapısına ait tutumların çocuğu ne şekilde etkilediğini öncelikle dikkate almalıdır.
Ebeveyn, çocuğunun mizacını göz önünde bulundurmadan sadece kendi mizacının motivasyonları (iletişim tarzı, tutum, beklentiler, bakış açısı) ile çocuğa yaklaşacak olursa, tavırları etkisiz, hatta zararlı bile olabilir.
Bu açıdan bakıldığında anne ve babalar, çocuklarının mizaç farklılıklarını, yeteneklerini, algı ve değerlendirme tarzlarını dikkate alarak onlara zarar verici tavırlardan kaçınmalı, onların potansiyellerinin sağlıklı bir şekilde gelişip ortaya çıkması için hem kendi hem de çocuklarının mizaç yapısını çok iyi tanımalı ve anlamalıdır” TUĞÇE AYTEMİZ (İSTANBUL, 2010)
2003'te Londra'daki Psikiyatri Enstitüsü'nün yayınladığı bir araştırmada, 1975-76 yıllarında davranışları değerlendirmeye tabi tutulan binden fazla üç yaşındaki çocuğun "uyumlu", "kontrollü", "kendinden emin", "utangaç" ve "çekingen" gibi özellikleri 26 yaşlarındayken yapılan değerlendirmelerle karşılaştırıldı.
Arada büyük benzerlikler olduğu görüldü.
Örneğin, en "kendinden emin" çocuklar en dışadönük, en utangaç olanlar ise en az dışadönük yetişkinler haline gelmişti.
Bütün bunlardan hareketle araştırmacılar, yetişkinlerdeki psikolojik sorunların ilk belirtilerinin ilk çocukluk döneminde sergileniyor olabileceğinden hareketle, bu belirtileri tanıyıp erken müdahale yoluyla daha sağlıklı bir geleceğe yönlendirme ihtimali üzerinde duruyor.
SON SÖZ:
“YEŞİLAY’A KALIRSA DAHA ÇOK ÇOCUK ÖLECEK”
Üsküdar Üniversitesi Rektörü, Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, Yeşilay'ın bu konuda yetersiz kaldığını şu çarpıcı sözlerle aktardı:
“Yeşilay’a bu konu bırakılmışsa daha çok çocuk ölecek demektir. Bu konuda siyasi irade ciddi şeyler yapmaya çalışıyor. Uyuşturucu ile Mücadele Şurası yapıldı, toplantılar yapıldı. Fakat bürokrasi buna uyamadı.
Mesela büyük kaynak ayrılan Yeşilay bu kaynakları verimli kullanamadı.
Yeşilay’da kamu spotu, bir kaç reklam filmi ile sonuç alacağını zanneden zihniyet nedeniyle emekler boşa gidiyor. Yapılanların daha bilimsel olması gerekiyor.
Toplantılar, kokteyller bağımlılığı önlemede yeterli değil.
Böyle olunca çalışmalar reklam düzeyinde kalıyor.
Bağımlılıkta, insanlara dokunmak, koruyucu ruh sağlığı ile ilgili çalışmaların yapılması esas olan. Buna dikkat edilmesi gerekiyor. Yoğun ve sistemli bir şekilde okullara girmek gerekiyor.
Maalesef henüz bir rehabilitasyon merkezi açılamadı, yönetmeliği bile çıkmadı, İran bizden çok daha ileride.
Sonra gençleri sokaklardan topluyoruz, anne babalar ne yapsın, devlet bu çocuklara hayata kazandırıcı ortam sağlamazsa uzmanlar ne yapsın!..”
Hocamız bu konuda haklı; ailenin önünün açılması ve uygulamaların sahada yapılması esas olmalıdır...
Bunun için devlet tarafından bizzat sahada çalışan "BAĞDER" (Bağımlılıkla Mücadele Derneği) gibi samimi, elini taşın altına koyan STK’lar desteklenmeli...
Gerçekten BAĞDER, bizzat sahada çalışarak, uyuşturucuya bulaşan çocuklara dokunuyor...
BAĞDER, çocukları sokaktan toplayıp, rehabilite etmeye çalışıyor; sonra da -gücü nispetinde- onlara hayatlarını devam ettirebilecek iş sahaları bulmaya çalışıyor.
Sahaya inerek, uyuşturucu bağımlısı çocukların elinden tutup, bataklıktan çıkaran gönüllü derneklerin maddi, manevi desteğe ihtiyaçları var.
Bu çocukların bağımlı olmasını önlemek devletin görevi olmalı…
Uyuşturucuya bulaşan çocukları kaybetmekle, gençlerimizin istikbali kararıyor, gençlerimizi kaybediyoruz.
Suç oranlarını artırıyoruz...
Bunun ötesinde bağımlı olanlar, toplumdaki diğer insanlara da zarar vermeye devam ediyor.
Suçları artırmak yerine, suçların sebeplerini ortadan kaldıracak çalışmaların acilen yapılması esas olmalıdır...
Öncelikle koruyucu tedbirler alınmalı...
Aileler bilinçlendirilmeli, desteklenmeli ve yönlendirmeli.
Sahada olan gönüllü STK’lar desteklemeli...
Bağımlı çocukları toplayacak bir kurum oluşturulmalı...
Rehabilitasyon merkezi kurulmalı, çocuklara meslek öğretip, iş verilmeli.
.
Raşit Anaral, dikGAZETE.com
-Yazar, senarist ve yönetmen-
Ülkemizde ve Dünya’da yapılan madde bağımlılığını konu alan birçok araştırmada ailenin, kalıtım ve kişilik özelliklerinde önemli bir rolü olduğu ortaya çıkmıştır...
Eski oturduğumuz semte bir komşumuz vardı... İki erkek çocuğu da uyuşturucu işine karıştı ve genç yaşta ceza aldılar... Gerçekten ailenin ilgisiz davranışları olmasaydı, bu çocuklar böyle olmazdı diye düşünüyorum.
Çocukların doğumunu ve eğitimlerini çok yakından biliyordum; masum ve güzel çocuklardı...
Bu yüzden de daha çok üzülüyorum; kaderleri böyle olmayabilirdi...
UYUŞTURUCU BAĞIMLILIĞINA GÖTÜREN FAKTÖRLER...
- Merak
- Arkadaş çevresi
- Fiziksel ve psikolojik sorunlar
- Sevgisizlik
- Yetişkinlere özenti
- Boşanmış aileler
- Anne ve babadan birinin kaybı
- Aile içinde bağımlı kişilerin bulunması
- Aile içi iletişim eksikliği
- Baskıcı ve ilgisiz aile ortamı
- Aile içinde gencin olumlu yönde model alabileceği kişilerin bulunmaması
Çocukların olumsuz etkilenmesine sebep olan yukarıdaki faktörlere karşı direnç gösterebilmesi bir hayli zordur...
Çocuk doğduğunda bu şartların içine kendi iradesi dışında düşmektedir…
Ne yazık ki çocukların kişilik oluşumu da bu olumsuz ortamda şekillenmektedir...
Bu yüzden çocuğun eğilimleri, huy ve karakteri nispetinde devreye girecektir... Çocuk, kendi yapısı gereği ya bu olumsuzlara direnecek ya da teslim olacaktır.
Çocukların huylarının doğuştan geldiği kabul edilse bile, davranışlarını belirleyen karakterlerinin oluşmasında ailenin rolü çok büyüktür... Çocukların kişilik oluşumu incelendiğinde çocuğun doğuştan getirdiği mizaçtan çok, çevresel faktörler daha etken olmaktadır.
Huy, aile, okul ve de diğer sosyal çevreler, çocuğun yalnızca karakterini belirlemez, çocuğun tüm hayatını ve kaderini de belirleyen olayların lokomotifi durumundadır...
Çocukların hayatını olumsuz etkileyen dış olaylar, çocuğun davranışlarıyla birlikte sebep ve sonuç ilişkisini oluştururlar.
Çocukların başına gelen belalar, kendi kişilikleri ve de çevre faktörleri etkisiyle oluşmaktadır.
Huy / mizaç / fıtrat = doğuştan gelenler...
Karakter / kişilik = sonradan kazanılanlar.
Aslında bu kavramlar, bu şekilde tanımlanmış olsa da karakter veya kişilik oluşumunda da davranış biçimlerinde de huy veya mizaç dediğimiz doğuştan gelen faktörlerin etkisi az veya çok, ama sürekli hayat boyu devrede kalacaktır.
“Can çıkmayınca, huy çıkmaz” sözü bunun en güzel örneğidir.
Bu özellikler, her çocuk için değişiklik gösterse de genel çerçevede ortaya çıkan gerçek faktörlerdir.
Karakter/kişilik: Yapısal bütünümüzdeki sonradan kazandığımız özellikleri temsil eder.
Doğuştan gelen mizaç/huy/fıtratımız, zaman içinde bulunduğunuz ailenin sosyal yapısına, aldığımız eğitime, toplumsal özelliklerimize, kazandığımız kültürel yapılanmaya göre değişiklik gösterir.
- Huy, kalıtım yoluyla çocuğa geçer ve hayat boyunca çok az farklılık gösterir.
- Karakter, Sonradan öğrenilmiş davranışları kapsar.
- Kişilik ise, kişinin genetik yolla gelen huyu ve daha sonra kazandığı karakterin birleşiminden ibarettir.
Çocuklar, bulunduğu kültürel yapı içinde öğrendikleri ile bazı yeni özellikleri elde ederek kişiliğini şekillendirir.
Kişilik doğumla başlar, ölümle sona erer.
Çocuğun kişilik gelişimi doğumla birlikte başlar ve 6 yaşlarına geldiğinde büyük oranda tamamlanır. Kişiliği, hem doğuştan gelen biyolojik özelliklerin, hem de çevrenin bir ürünü olarak tanımlayabiliriz.
“Kişilik, bir organizmanın genetik ve çevre tarafından belirlenen davranış kalıplarının (mevcut ya da potansiyel) toplamıdır.” Hans Eysenck (1947).
O halde kişilik (şahsiyet) bir insanın kendine özgü özelliklerinin ortaya koyduğu hâl, hareket, tavır olarak tanımlanabilir.
Kişilik, mizaç ve karaktere ihtiyaç duyar.
Karakterin oluşmasında ise en önemli çevresel faktör ailedir.
Ailelerin çocukların karakterlerinin oluşmasında önemli rolü olduğuna göre çocuklarımızın geleceğini değiştirmemizin bizim (ailenin) çabalarımıza bağlı olması da mümkündür.
ÇOCUKLARIMIZIN GELİŞİMİNE SEBEP OLAN FAKTÖRLER…
Aile, çocuğun gelişiminde en önemli etkenlerdendir...
Çocuk gelişiminde, sosyal çevreden önce ailenin devreye girmesi gerekir…
Burada sorulacak ilk soru ise: Aile çocuk yetiştirmede yeterli şartlara sahip mi?..
Her bakımdan güçsüz kalan bir aile, çocuklarını yetiştirmeye talip olmadan önce, kendi hayatlarına çeki düzen vermesi gerekir...
Kimlik bunalımı yaşayan, özellikle şehirlerde atomize olmuş, sosyokültürel ve sosyoekonomik gücü olmayan ailelerin, çocukları bir yana, kendilerini bile bu materyalist sistemde koruyabilmeleri zor görünüyor.
Ekonomik gücü olmayan, sosyokültürel yapısı yetersiz ailelerin, aile otoritesini temin etmesi de çok zordur.
Bu yüzden aileyi yöneten büyüklerin bakımını üstlendiği aile üyelerini kontrol etmede güçlük çekmesi kaçınılmazdır.
Aile otoritesini ve de disiplinini kuramayan gevşek aileler, zaman içinde çocuklarını korumakta güçlük çekerler.
Bu tür güçsüz aileler, kendi bünyesindeki üyelerinin plan ve hayallerini de gerçekleştiremeyecek bir ortama sürüklenecektir.
Daha kötüsü, her geçen gün daha kötüye gidecek, kendi üyelerini de zamanla tek tek kaybedecektir...
Dünya genelinde yapılan çalışmalarda uyuşturucu madde kullanımının daha çok yoksul kesimlerde olduğunu göstermektedir.
Yine bu araştırmalarda sosyoekonomik düzey yükseldikçe uyuşturucu madde kullanımının da düştüğü belirtilmiştir.
Uzun yıllardır uyuşturucuya karşı mücadele veren Başkomiser Zafer Ercan, erkeklerin bağımlılığa daha yatkın olduğunu söylüyor.
Zafer Ercan'ın önemli tespitlerinden biri de kızların bağımlılığının, etraflarındaki çemberi hızla genişlettiğini belirtmesi...
Bağımlılıkla tanışma alkolle başlıyor, tanışma yeri de genellikle çocukların kendi evleri ya da arkadaş evleri oluyor.
Bağımlılık zengin-fakir tanımıyor.
Gelir düzeyi düşük bir ailenin çocuğu da her an uyuşturucunun pençesine düşebilir.
Bu tehlikeli oyuna, çok iyi bir ailenin çocuğu da, derslerinde başarılı bir öğrenci de kendi halinde bir genç de yanlışlıkla girebilir.
Burada mantık: “Uyuşturucu, parası olanın parasını, olmayanın bizzat kendisini kullanır. Parası olmayan fuhuşa, satıcılığa düşer.” Uyuşturucular, paranı alamazsa, bedenini alır!
“Arkadaşlarımla gece çıkıyorum” diyor.
Nereye çıkıyorsun?
“Çocuğumla arkadaşım. Birlikte alkol içeriz, sigara içiyorsan iç yanımda” diyorlar.
Çocuğunuzun arkadaşa ihtiyacı yok!..
Sen ona anne babalık yapacaksın...
Sn. Zafer Ercan’ın tespitleri, bizce çok önemli...
Bizzat sahada görev yapan Zafer Ercan, eğitimi ve tecrübelerini uzmanlığıyla pekiştirmiş bir kişi...
Aynı zamanda araştırmacı bir yazar olarak yazdığı kitapların bilhassa resmi ve özel kurumlar tarafından değerlendirilmesi gerekir.
Özellikle çocuklarıyla arkadaş olup, ilgilendiğini söyleyen bazı aileler de başka bir yanlışa düşüyor, çocuklarını kendi kontrolünde olması için fazladan ve gereksiz hoşgörüyle alışkanlıklarının aile sınırları çerçevesinde devam etmesini sağlıyor...
Maalesef bu davranış biçimi de çocukları uyuşturucunun pençesinden kurtaramıyor.
Bir başka yazar Tuğçe Aytemiz ise hazırladığı tezde bizlerin dikkatini ebeveynlere yönlendiriyor:
“Çocuklarda sağlıklı bir karakter ve kişilik gelişimi için öncelikle çocukların mizaç tipleri iyi bilinmelidir. Çocuklara verilecek karakter ve kişilik gelişimine dair önerilerde onların mizaç tiplerine uygun olmalıdır. Ayrıca, çocuğun karakter ve kişilik yapısının sağlıklı olabilmesi, mizaç yapısının ihtiyaçlarına uygun ebeveynlik tutumlarıyla mümkün olur.
Ebeveynin kendi mizaç yapısı ise onların ebeveynlik tutumlarını belirleyen en önemli faktörlerden biridir.
Dolayısıyla ebeveyn, kendi mizaç yapısını, motivasyonlarını, beklentilerini ve bunların sonucu olan tutumlarını göz önünde bulundurmalı, kendi mizaç yapısına ait tutumların çocuğu ne şekilde etkilediğini öncelikle dikkate almalıdır.
Ebeveyn, çocuğunun mizacını göz önünde bulundurmadan sadece kendi mizacının motivasyonları (iletişim tarzı, tutum, beklentiler, bakış açısı) ile çocuğa yaklaşacak olursa, tavırları etkisiz, hatta zararlı bile olabilir.
Bu açıdan bakıldığında anne ve babalar, çocuklarının mizaç farklılıklarını, yeteneklerini, algı ve değerlendirme tarzlarını dikkate alarak onlara zarar verici tavırlardan kaçınmalı, onların potansiyellerinin sağlıklı bir şekilde gelişip ortaya çıkması için hem kendi hem de çocuklarının mizaç yapısını çok iyi tanımalı ve anlamalıdır” TUĞÇE AYTEMİZ (İSTANBUL, 2010)
2003'te Londra'daki Psikiyatri Enstitüsü'nün yayınladığı bir araştırmada, 1975-76 yıllarında davranışları değerlendirmeye tabi tutulan binden fazla üç yaşındaki çocuğun "uyumlu", "kontrollü", "kendinden emin", "utangaç" ve "çekingen" gibi özellikleri 26 yaşlarındayken yapılan değerlendirmelerle karşılaştırıldı.
Arada büyük benzerlikler olduğu görüldü.
Örneğin, en "kendinden emin" çocuklar en dışadönük, en utangaç olanlar ise en az dışadönük yetişkinler haline gelmişti.
Bütün bunlardan hareketle araştırmacılar, yetişkinlerdeki psikolojik sorunların ilk belirtilerinin ilk çocukluk döneminde sergileniyor olabileceğinden hareketle, bu belirtileri tanıyıp erken müdahale yoluyla daha sağlıklı bir geleceğe yönlendirme ihtimali üzerinde duruyor.
SON SÖZ:
“YEŞİLAY’A KALIRSA DAHA ÇOK ÇOCUK ÖLECEK”
Üsküdar Üniversitesi Rektörü, Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, Yeşilay'ın bu konuda yetersiz kaldığını şu çarpıcı sözlerle aktardı:
“Yeşilay’a bu konu bırakılmışsa daha çok çocuk ölecek demektir. Bu konuda siyasi irade ciddi şeyler yapmaya çalışıyor. Uyuşturucu ile Mücadele Şurası yapıldı, toplantılar yapıldı. Fakat bürokrasi buna uyamadı.
Mesela büyük kaynak ayrılan Yeşilay bu kaynakları verimli kullanamadı.
Yeşilay’da kamu spotu, bir kaç reklam filmi ile sonuç alacağını zanneden zihniyet nedeniyle emekler boşa gidiyor. Yapılanların daha bilimsel olması gerekiyor.
Toplantılar, kokteyller bağımlılığı önlemede yeterli değil.
Böyle olunca çalışmalar reklam düzeyinde kalıyor.
Bağımlılıkta, insanlara dokunmak, koruyucu ruh sağlığı ile ilgili çalışmaların yapılması esas olan. Buna dikkat edilmesi gerekiyor. Yoğun ve sistemli bir şekilde okullara girmek gerekiyor.
Maalesef henüz bir rehabilitasyon merkezi açılamadı, yönetmeliği bile çıkmadı, İran bizden çok daha ileride.
Sonra gençleri sokaklardan topluyoruz, anne babalar ne yapsın, devlet bu çocuklara hayata kazandırıcı ortam sağlamazsa uzmanlar ne yapsın!..”
Hocamız bu konuda haklı; ailenin önünün açılması ve uygulamaların sahada yapılması esas olmalıdır...
Bunun için devlet tarafından bizzat sahada çalışan "BAĞDER" (Bağımlılıkla Mücadele Derneği) gibi samimi, elini taşın altına koyan STK’lar desteklenmeli...
Gerçekten BAĞDER, bizzat sahada çalışarak, uyuşturucuya bulaşan çocuklara dokunuyor...
BAĞDER, çocukları sokaktan toplayıp, rehabilite etmeye çalışıyor; sonra da -gücü nispetinde- onlara hayatlarını devam ettirebilecek iş sahaları bulmaya çalışıyor.
Sahaya inerek, uyuşturucu bağımlısı çocukların elinden tutup, bataklıktan çıkaran gönüllü derneklerin maddi, manevi desteğe ihtiyaçları var.
Bu çocukların bağımlı olmasını önlemek devletin görevi olmalı…
Uyuşturucuya bulaşan çocukları kaybetmekle, gençlerimizin istikbali kararıyor, gençlerimizi kaybediyoruz.
Suç oranlarını artırıyoruz...
Bunun ötesinde bağımlı olanlar, toplumdaki diğer insanlara da zarar vermeye devam ediyor.
Suçları artırmak yerine, suçların sebeplerini ortadan kaldıracak çalışmaların acilen yapılması esas olmalıdır...
Öncelikle koruyucu tedbirler alınmalı...
Aileler bilinçlendirilmeli, desteklenmeli ve yönlendirmeli.
Sahada olan gönüllü STK’lar desteklemeli...
Bağımlı çocukları toplayacak bir kurum oluşturulmalı...
Rehabilitasyon merkezi kurulmalı, çocuklara meslek öğretip, iş verilmeli.
.
Raşit Anaral, dikGAZETE.com
-Yazar, senarist ve yönetmen-