Zaman hırsızları altın çağını yaşıyor

Zaman hırsızları altın çağını yaşıyor

Ünlü Rus yazar Anton Çehov’un 1889 yılında yazdığı çok etkileyici bir kurguya sahip “Bahis” adlı bir hikayesi var.

Özetle şöyle: 

Üst düzey insanların olduğu bir partide bir banker ile bir avukat çok ilginç bir bahse girer. 

Orta yaşlardaki bir banker, ölüm cezasının daha adil, müebbet hapsin ise daha ağır bir ceza olduğunu, 25 yaşındaki bir avukat ise yaşama hakkını ve müebbet hapsi savunur. 

Tartışmanın hararetinin çok yükseldiği bir anda banker, “5 yıl hapis yatın size 2 milyon ruble vereceğim” dediğinde avukat, gençliğine ve hırsına biraz fazla kapılıp, değil 5 yıl 15 yıl hapis yatmayı kabul ettiğini ve 2 milyon rubleyi ondan alacağını ilan eder. 

Bankerin malikanesinin bahçesinde, içinde bir piyano da olan bir kulübede, istediği kadar kitap yiyecek ve içeceğin pencereden kendisine verilmesi, mektuplarının ulaştırılması, kapının hiç açılmaması ve bir bekçi görevlendirilmesi kararlaştırılır. 

Avukat ilk yıl ağırlıklı olarak müzik, içki ve eğlence ile vakit geçirir. Sonraki yıllarda başta dünya klasikleri olmak üzere yüzlerce kitap okur, hatta bir yıl tamamen İncil’i ve onunla ilgili kitapları, ardından diğer dinlerin ve düşünürlerin kitaplarını okuyarak adeta “hayatın anlamını okuma” dönemi yaşar. 

15 yılın bitimine saatler kala bahsi kaybedeceğini anlayan banker, zaten çoğu lüzumsuz meşguliyetlerle heba ettiği ve onun için çok çabuk geçen bu 15 yılda, maddi manevi bir ilerleme kaydedemediği gibi, hem yaşlanmış hem de iflasın eşiğine gelmiştir. 

Bu 2 milyon rubleyi avukata vermektense onu öldürmeyi ve suçu da bekçinin üzerine yıkmayı planlar ve gece yarısı gizlice odaya girer. 

Avukatın masanın üzerinde uyuya kalmış olduğunu ve çok zayıflamış olduğunu görür. Bir yastıkla onu rahatlıkla boğabileceğini düşünürken masanın üstünde avukatın ona yazdığı mektubu fark eder. 

Mektupta burada geçirdiği 15 yılda normal hayatta asla öğrenemeyeceği şeyleri öğrendiğini ve hayatın anlamının maddede değil, manada olduğunu, 2 milyon rublenin de onun için bir öneminin kalmadığını, bu yüzden sürenin bitimine bir saat kala pencereden çıkıp gideceğini yazmıştır.

Bankerin nasıl boş bir hayat yaşamakta olduğuna dair çok etkileyici ifadelerin de yer aldığı ve oldukça uzun olan mektubu okuyan banker, hiç bu kadar alçalmadığını düşünerek büyük bir pişmanlıkla ve gözyaşları içinde odayı terk eder. 

Ertesi gün avukatın, kulübeyi süre dolmadan terk ettiği ve bahsi kaybettiği şahitlerle tespit edilir.

Hikayenin tamamını okumanızı tavsiye ediyorum.

Avukatın yazdığı mektubun her cümlesinin altı çizilmeli diye düşünüyorum.

Günümüzdeki teknolojik gelişmelerin de etkisi ile zamanımız çok hızlı akmakta. “Bir yılın bir ay, bir ayın bir hafta, bir haftanın bir gün gibi geçtiği” konusunda hepimiz hemfikiriz.

Bunun tamamen hayat tarzı ile ilgisi olduğu ve bu yaşama tarzının bilim ve teknolojideki baş döndürücü hızdaki gelişmelerle oluştuğu hepimizin malumu.

Zamanımızın bu kadar hızlı geçmesini sağlayan faktörleri  zaman hırsızları olarak tanımlamak yerinde olacaktır. 

Yazılarımızda birçok kez değindiğimiz gibi; uzun özet ve reklamlar ile birlikte sadece bir bölümü 4 saat süren televizyon dizilerine ve programlara zaman hırsızı demek bile hafif kalıyor.

Üstelik geç yatmaya, verimsiz uykuya ve geç kalkmaya neden oluyorlar. Oysa geç yatmak ve geç kalkmak bir zaman hırsızıdır.

İzlemesem de bildiğim, akıllara ziyan senaryosu olan bir dizinin bu yıl 4. sezonu ve 110. bölümü yayınlanmış. 

Aile kurumunu hiçe sayan sahneleri yüzünden yayınlandığı kanala idari para cezası verilmiş. Buna rağmen entrikaları çok beğenildiği için yakında 5. sezonun başlayacağı belirtiliyor.

Gündüz kuşağında bir çok kanal, birbirlerinin ahlaksızlıklarını hiç utanmadan anlatan marjinal insanları saatlerce ekrana çıkartarak toplumumuzun ruh sağlığını olumsuz etkilemektedir. 

Örneklerine çok rastlayabileceğimiz bu tür dizi ve programlara değil “Zaman Hırsızı”, “Zaman Katili” desek yeridir. Çünkü lüzumsuz bir dizi ya da program için 400 saat çok uzun bir süre.

Bir yakınım, uygulamanın yeni başladığı zamanlarda 52 saat süren bir eğitim ile “İşçi sağlığı ve güvenliği uzmanı” olmuş ve çalışmaya başlamıştı. 

Zamanın yetmediğini ve çok hızlı aktığını düşünüyorsak, büyük bir ihtimalle zamanı planlamadığımız ve yönetemediğimiz gibi bir durum söz konusudur.

Çünkü;

Zamanı en lüzumsuz işler için kullananlar zamanın azlığından ilk şikayet edenlerdir.diyor Fransız şair Jean de La Bruyère bir sözünde.

Bu yıl yapılan bir araştırma, ülkemizde günlük internet kullanımının 7 saat 57 dakika olduğunu ortaya çıkarmış. Dolayısı ile televizyon, internet, sosyal medya ve akıllı telefon bağımlılığı bir numaralı hırsızımız.

Kanaatimizce diğer önemli zaman hırsızları şunlar: 

-plan yapmamak

-ertelemek

-zamanı yönetememek

-öncelikli önemli işleri belirlememek,

-zamanlama hataları yapmak

-o vakit için yapılacak en iyi şeyi bilmemek

-verimsiz saatlerde verimsiz çalışmalar yapmak

-1 saatlik işi 3 saatte yapmak

-gece ile gündüzün bir birine karışması

-geç yatmak geç kalkmak. 

-lüzumsuz telefon görüşmeleri, lüzumsuz toplantılar

-hayır diyemediğimiz insanlar, arkadaşlar.

Vakit nakittir” diye bir atasözümüz var. 

Zamanın en az para kadar değerli olduğunu ve boşa harcanmaması gerektiğini çok güzel ifade ediyor.

Fakat biz paramız çalındığında gösterdiğimiz tepkinin çok azını bile zamanımızı çalanlara yöneltmiyoruz.

Bu hırsızlığa göz yumduğumuz için suçlu biziz aslında.

Şeytan için söylenen bir söz hatırlıyorum: O sizi uçurumdan atmaz, sadece sizi tahrik ederek atlamanızı telkin eder.

Zaman hırsızlarından, “Bahis” hikayesindeki tutuklu Avukat kadar uzak kalmamız mümkün değil elbette. Fakat Banker gibi hırs ve haz peşinde hayatımızı heba etmemizin de doğru olmayacağı aşikar. 

Başlangıcı olan her şeyin bir sonu var malumunuz

Yaşımız kaç olursa olsun, her an, bize verilen sürenin sonuna gelme ihtimali hepimiz için eşit.

Her günümüz, hatta her anımız çok kıymetli.

Hangi konumda olursak olalım, günümüzde altın çağını yaşayan zaman hırsızlarına karşı bilinçli olmak zorundayız. Çünkü onlar, en güzel zamanlarımızı çalmakla kalmıyor, dünyada misafir olduğumuzu unutturup, hayatımızın anlamını da çalıyorlar.

.

Hüseyin Burak Uçar, dikGAZETE.com

Ünlü Rus yazar Anton Çehov’un 1889 yılında yazdığı çok etkileyici bir kurguya sahip “Bahis” adlı bir hikayesi var.

Özetle şöyle: 

Üst düzey insanların olduğu bir partide bir banker ile bir avukat çok ilginç bir bahse girer. 

Orta yaşlardaki bir banker, ölüm cezasının daha adil, müebbet hapsin ise daha ağır bir ceza olduğunu, 25 yaşındaki bir avukat ise yaşama hakkını ve müebbet hapsi savunur. 

Tartışmanın hararetinin çok yükseldiği bir anda banker, “5 yıl hapis yatın size 2 milyon ruble vereceğim” dediğinde avukat, gençliğine ve hırsına biraz fazla kapılıp, değil 5 yıl 15 yıl hapis yatmayı kabul ettiğini ve 2 milyon rubleyi ondan alacağını ilan eder. 

Bankerin malikanesinin bahçesinde, içinde bir piyano da olan bir kulübede, istediği kadar kitap yiyecek ve içeceğin pencereden kendisine verilmesi, mektuplarının ulaştırılması, kapının hiç açılmaması ve bir bekçi görevlendirilmesi kararlaştırılır. 

Avukat ilk yıl ağırlıklı olarak müzik, içki ve eğlence ile vakit geçirir. Sonraki yıllarda başta dünya klasikleri olmak üzere yüzlerce kitap okur, hatta bir yıl tamamen İncil’i ve onunla ilgili kitapları, ardından diğer dinlerin ve düşünürlerin kitaplarını okuyarak adeta “hayatın anlamını okuma” dönemi yaşar. 

15 yılın bitimine saatler kala bahsi kaybedeceğini anlayan banker, zaten çoğu lüzumsuz meşguliyetlerle heba ettiği ve onun için çok çabuk geçen bu 15 yılda, maddi manevi bir ilerleme kaydedemediği gibi, hem yaşlanmış hem de iflasın eşiğine gelmiştir. 

Bu 2 milyon rubleyi avukata vermektense onu öldürmeyi ve suçu da bekçinin üzerine yıkmayı planlar ve gece yarısı gizlice odaya girer. 

Avukatın masanın üzerinde uyuya kalmış olduğunu ve çok zayıflamış olduğunu görür. Bir yastıkla onu rahatlıkla boğabileceğini düşünürken masanın üstünde avukatın ona yazdığı mektubu fark eder. 

Mektupta burada geçirdiği 15 yılda normal hayatta asla öğrenemeyeceği şeyleri öğrendiğini ve hayatın anlamının maddede değil, manada olduğunu, 2 milyon rublenin de onun için bir öneminin kalmadığını, bu yüzden sürenin bitimine bir saat kala pencereden çıkıp gideceğini yazmıştır.

Bankerin nasıl boş bir hayat yaşamakta olduğuna dair çok etkileyici ifadelerin de yer aldığı ve oldukça uzun olan mektubu okuyan banker, hiç bu kadar alçalmadığını düşünerek büyük bir pişmanlıkla ve gözyaşları içinde odayı terk eder. 

Ertesi gün avukatın, kulübeyi süre dolmadan terk ettiği ve bahsi kaybettiği şahitlerle tespit edilir.

Hikayenin tamamını okumanızı tavsiye ediyorum.

Avukatın yazdığı mektubun her cümlesinin altı çizilmeli diye düşünüyorum.

Günümüzdeki teknolojik gelişmelerin de etkisi ile zamanımız çok hızlı akmakta. “Bir yılın bir ay, bir ayın bir hafta, bir haftanın bir gün gibi geçtiği” konusunda hepimiz hemfikiriz.

Bunun tamamen hayat tarzı ile ilgisi olduğu ve bu yaşama tarzının bilim ve teknolojideki baş döndürücü hızdaki gelişmelerle oluştuğu hepimizin malumu.

Zamanımızın bu kadar hızlı geçmesini sağlayan faktörleri  zaman hırsızları olarak tanımlamak yerinde olacaktır. 

Yazılarımızda birçok kez değindiğimiz gibi; uzun özet ve reklamlar ile birlikte sadece bir bölümü 4 saat süren televizyon dizilerine ve programlara zaman hırsızı demek bile hafif kalıyor.

Üstelik geç yatmaya, verimsiz uykuya ve geç kalkmaya neden oluyorlar. Oysa geç yatmak ve geç kalkmak bir zaman hırsızıdır.

İzlemesem de bildiğim, akıllara ziyan senaryosu olan bir dizinin bu yıl 4. sezonu ve 110. bölümü yayınlanmış. 

Aile kurumunu hiçe sayan sahneleri yüzünden yayınlandığı kanala idari para cezası verilmiş. Buna rağmen entrikaları çok beğenildiği için yakında 5. sezonun başlayacağı belirtiliyor.

Gündüz kuşağında bir çok kanal, birbirlerinin ahlaksızlıklarını hiç utanmadan anlatan marjinal insanları saatlerce ekrana çıkartarak toplumumuzun ruh sağlığını olumsuz etkilemektedir. 

Örneklerine çok rastlayabileceğimiz bu tür dizi ve programlara değil “Zaman Hırsızı”, “Zaman Katili” desek yeridir. Çünkü lüzumsuz bir dizi ya da program için 400 saat çok uzun bir süre.

Bir yakınım, uygulamanın yeni başladığı zamanlarda 52 saat süren bir eğitim ile “İşçi sağlığı ve güvenliği uzmanı” olmuş ve çalışmaya başlamıştı. 

Zamanın yetmediğini ve çok hızlı aktığını düşünüyorsak, büyük bir ihtimalle zamanı planlamadığımız ve yönetemediğimiz gibi bir durum söz konusudur.

Çünkü;

Zamanı en lüzumsuz işler için kullananlar zamanın azlığından ilk şikayet edenlerdir.diyor Fransız şair Jean de La Bruyère bir sözünde.

Bu yıl yapılan bir araştırma, ülkemizde günlük internet kullanımının 7 saat 57 dakika olduğunu ortaya çıkarmış. Dolayısı ile televizyon, internet, sosyal medya ve akıllı telefon bağımlılığı bir numaralı hırsızımız.

Kanaatimizce diğer önemli zaman hırsızları şunlar: 

-plan yapmamak

-ertelemek

-zamanı yönetememek

-öncelikli önemli işleri belirlememek,

-zamanlama hataları yapmak

-o vakit için yapılacak en iyi şeyi bilmemek

-verimsiz saatlerde verimsiz çalışmalar yapmak

-1 saatlik işi 3 saatte yapmak

-gece ile gündüzün bir birine karışması

-geç yatmak geç kalkmak. 

-lüzumsuz telefon görüşmeleri, lüzumsuz toplantılar

-hayır diyemediğimiz insanlar, arkadaşlar.

Vakit nakittir” diye bir atasözümüz var. 

Zamanın en az para kadar değerli olduğunu ve boşa harcanmaması gerektiğini çok güzel ifade ediyor.

Fakat biz paramız çalındığında gösterdiğimiz tepkinin çok azını bile zamanımızı çalanlara yöneltmiyoruz.

Bu hırsızlığa göz yumduğumuz için suçlu biziz aslında.

Şeytan için söylenen bir söz hatırlıyorum: O sizi uçurumdan atmaz, sadece sizi tahrik ederek atlamanızı telkin eder.

Zaman hırsızlarından, “Bahis” hikayesindeki tutuklu Avukat kadar uzak kalmamız mümkün değil elbette. Fakat Banker gibi hırs ve haz peşinde hayatımızı heba etmemizin de doğru olmayacağı aşikar. 

Başlangıcı olan her şeyin bir sonu var malumunuz

Yaşımız kaç olursa olsun, her an, bize verilen sürenin sonuna gelme ihtimali hepimiz için eşit.

Her günümüz, hatta her anımız çok kıymetli.

Hangi konumda olursak olalım, günümüzde altın çağını yaşayan zaman hırsızlarına karşı bilinçli olmak zorundayız. Çünkü onlar, en güzel zamanlarımızı çalmakla kalmıyor, dünyada misafir olduğumuzu unutturup, hayatımızın anlamını da çalıyorlar.

.

Hüseyin Burak Uçar, dikGAZETE.com