Ahlâk, hukuktan ayrılır mı?

Başlıktaki soruyu, hareket noktamıza göre olumlu ve olumsuz cevaplandırmamız mümkündür. 

Olumlu cevabı verenler şöyle düşünürler: 

İlerleme ihtiyacı karşısında ahlâk yetersiz kalır. Bu sebeple önce ahlâkı iktısadî alanın dışına çıkarmak zorunluluğu doğdu. 

Ahlâk’a: iktısat alanı senin alanın değildir. Burası için vize vermiyoruz, sanat ve aile alanında kal!’ dendi. 

Daha sonra da “san’atkar da ahlâkla bağımlı değildir” dendi.

Bunu “Hukuk da ahlâkla bağımlı değildir” kuralı izledi.

Hukuk da ahlâkı kendi alanından dışarı çıkarınca, ahlâk artık sadece ve o da kaldıysa, sadece dînî çevrelerde inanılır bir şeydir, pozitif hukuk ahlâktan bağımsızdır, Batı hukuku esasen “ahlâk”tan değil “iyi töreler”den söz eder. 

Sabit bir “iyi” kavramı da yoktur. Her şey izafidir, görecedir, sadece izafiyet kanunu mutlaktır!

Olumlu cevap verenlerin bir kısmı şöyle der: 

Ayrılamaz, çünkü hukuk da ahlâk da üst yapı kurumudur. Alt yapı ekonomik ilişkilerin alanıdır. 

Şu halde, ahlâk ve hukuk alt yapıdaki değişime uyarak değişir ama üst yapı kurumları olarak çelişmezler.

Olumsuz cevap verip de “Ayrılmazlar” diyenler, Tabiî Hukuk ve Evrensel Ahlâk’ı kabul edenlerdir. 

Tabiî Hukuk’un temel ilkeleri aynı zamanda Evrensel Ahlâk’ın temel ilkeleridir. 

Olması gereken”le “olan”ı ayırmalıyız. 

Pozitif hukuk ile uyumlu ahlâk, “Evrensel Ahlâk” değil, belirli bir çağda, belirli bir toplumda benimsenen ahlâk telakkisidir.

Değişebilirler, ne var ki Tabiî Hukuk’un ve Evrensel Ahlâk’ın temel ilkeleri asla değişmez. 

Sağlam kaya üzerinde kurulan hukuk ve ahlâk binasını biz kurmuş değiliz. 

Bize bu ilkeler verilmiş biz irademizle, içten isteyerek bu yapıyı örnek alarak kendi yapımızı kurmamız gerekir. 

Bu; insanlık ödevimizdir.

Ahlâk ve hukukun temel ve ortak ilkeleri dışında; hukukun değil de ahlâkın bir de yüksek düzeyde, dünyada yaptırımı olmayan ilkelerdir:

Başka”sına tehammül etmek değil, sevgi göstermek ve bencilliğinden kurtulup fedakârlık yapabilmek!

Olması gereken” açısından toplum olarak hiç iyi durumda sayılamayız. 

Ferdî istisnalar elbette vardır ama genel durumumuz iyi değildir. 

Bu söylediğime elbette kızanlar çok olacak ve eski devirlerdeki askerî  zaferleri “ninni” gibi terennüm edecekler, uyumayan çocuklara afyon yutturmaya çalışacaklar, yine uyumazlarsa bacaklarına kızgın maşa basacaklardır.

Çağdaş futbol zaferleri, magazin haberleri, televizyon dizileri de ninni makamında kullanılacaktır.

Bu halden nasıl kurtulalım? 

Üzerine sağlam yapı kurulabilecek sağlam kaya, sevgi=iman=ümid kayasıdır. 

İman, yalnız müsbet ilim kanunlarının değil Tabiî Hukuk’un temel ilkelerinin de Allah’dan olduğuna körü-körüne inanmak değil, bu ilkeleri bilmek, kabul etmekle olur. 

Bu ilkelere içten îman etmeyen, îman mertebesine varmış değildir. Bunları “Kant şöyle dedi”, “Hegel şöyle buyurdu” gibi süslere ihtiyaç duymaksızın kabul edebilirsek o zaman mü’min oluruz.

Dînî rehber olarak kabul edeceğimiz kişileri de ancak bu îman varsa doğru seçebiliriz. 

Aksi takdirde madrabaz, hokkabaz ve hilebazların ardından gider, bugün olduğumuzdan da kötü duruma düşeriz.

Tanrı” adını vererek kendi “üstün ırklarının niteliklerinden (!) soyutlanmış”, “üstün ırk”ı simgeleyen mevhum bir “put”a tapanlar, sevgiye uyanışınızdan elbette hiç memnun olamayacaklardır. 

Bu konuda “Mevlevî-i Rumî’nin bir beyti ile sözümüzü bitirelim:

“Çun ejdehaast der reh; aşk est çun zumurrüd

Ezberk-ı în zumurrud hîn def’-i ejdehâ kon!”

Sevgi’nin gösterdiği yolda ejderha varsa, aşk da zümrüt gibidir (Ejderhanın gözüne bir zümrüt topağının ışıltısı yansırsa kaçıp gider)

Aşk bu zümrüt gibidir, onun ışıltısıyla ejderhayı yolundan uzaklaştır!

Sevgiyle!

.

Hüseyin Hatemi, Karar

...