Ahmet Özhan ve Post-Şeyhlik

Ahmet Özhan ve Post-Şeyhlik

Başlıkta ‘Post’ var ama bu ‘post’ kelimesiyle kast ettiğimiz şey sadece postnişin değil. Fakat postnişin demişken Ömer Tuğrul İnançer’den sonra başına kimin geçeceği merak edilen Cerrahi tarikatının posta oturacak yeni şeyhi Ahmet Özhan oldu.

Alın size artık garip karşılamadığımız bir gerçek daha.

Konuyu din-laiklik ekseninden çıkartarak post-gerçeklik bağlamında tartışmak istiyorum. Çünkü “geleceğin dini”ni oluşturacak harcın içinde post-gerçeklik var. 

Bu gerçeklik biçimi Orwell’in ‘1984’ romanındaki ‘YeniSöylem’ diline tam tamına uyuyor; buna yeni gerçeklik diyoruz ama aslında bunun anlamı yalan ve iftiranın, -eğer iyi manipüle edilebilirlerse- halkın çoğunluğunun hissiyatında gerçek ve hakikat olarak kabul görebileceklerinin açıklaması.

Tasavvufta veli, pir ve mürşid ile eş anlamlı kullanılan, ermek, erenlik ve ermişlik olarak tanımlanarak, rehber anlamını da içeren Şeyh makamı, ne zamandan beri şeriat-tarikat-hakikat çizgisini bıraktı da, Ahmet Özhan’ın paye alabileceği bir seviyeye kadar içerik değiştirdi?

Kimilerince ‘zayıf’ ya da ‘uydurma’ kabul edilse de “Kavmi içindeki şeyh, ümmeti içindeki peygamber gibidir” hadisi ile önemi vurgulanmış bulunan bir makamın, post-gerçekliğe göre aslında halkın nefs ve hevasına göre yeniden şekillendiğinin en büyük alameti Ahmet Özhan’ın şeyhliğidir. 

Post-Gerçeklikte artık pop starlar, oyuncular, aktörler, şarkıcılar şeyh olmalıdır. Çünkü popülarite ile paralel gitmeyen bir hakikat, toplum nazarında bayat ekmek kadar makbuldür ve bu post gerçeklik çağında neredeyse kimse az sonra ulaşabileceği elmalı ya da franboazlı keki dururken kuru ekmeği ona tercih etmez. 

Yeni kurala göre, tasavvuf artık sadece gönüle değil, nefse de hitap edebilmelidir. 

Çağın değişimi, tasavvufun kurallarını değiştirmiş, “bir lokma bir hırka” yerine, “bir okka, bir arka” tarzıyla nefs yolu, çağın gereği olarak takdim edilmiştir. 

Sanki binyıllardır bu hep böyleymişçesine…

Aslında bir önceki Cerrahi şeyhi olarak bilinen Ömer Tuğrul İnançer, post-gerçekliğin imal edilmesine yardımcı olanlardan biriydi. 

Tam bir muhafazakâr tarzda mecbur kalınmadıkça kadının çalışmasına karşı olduğunu “erkek yakınındaki kadınları çalıştırmayacak. Onun bütün ihtiyaçlarını temin edecek. Kadın mecbur kalırsa çalışacak.” diyerek ilan ederken, bu karşı çıkışını kendi kızının bol akçeli bir holdingde üst düzey bir yönetici olmasıyla kıyaslayanlara “Yüksek lisans yapmış, iki çocuk anası, evli barklı kocaman bir kadın. İster çalışır ister çalışmaz. Benim kızım çalışamaz mı? Benim kızım yüksek lisans mezunu” diyerek başta kendisine inanan muhafazakârların inancını sarsmış, kadının “mecbur kalıp, çalışma” standardını sanki artık can boğaza dayanırken olabilecek bir şey olarak sınırlı tutmuş gibi algılatırken, sağ gösterip sol vurmuş, çalışabilme standardını “üniversite eğitimine bağlayıp” kendisinden muhafazakâr söylemi devam ettirme beklentisi olanların kalelerini içten yıktırmış, bu Orwellyançift düşün” yaklaşımı ile kendi kızının çalışması üzerine hem hayal kırıklığı yaşatan bir örnek teşkil ederek muhafazakâr inanç biçiminin savunusunun kofluğunu göstertmiş, hem de muhafazakârlığın samimiyetini, kendi tutumu üzerinden bir daha sorgulatmıştır. 

Bunu yanlışlıkla yaptığını düşünmüyorum.

Ahmet Özhan’ı posta oturtmak üzere yetiştiren bir kişi, kendi kızının modern yaşam biçimini bir kenara atıp, “kadınlar çok mecbur kalmadıkça çalışmamalı” gibi tamamen muhafazakâr bir söylem geliştirmez. 

Geliştirse bile, bunu yaptıktan sonra “benim kızımın bu konuyla ne alakası var” demez, dese bile hele hele savunmasına “benim kızımın yüksek lisansı var, tabii ki çalışacak” cümlesini hiç mi hiç eklemez. 

Bu konuya bir posttan geldiğimizi hatırlayın. Bu post şimdi Ahmet Özhan’ın postu oldu ama esasında konu bütününde post gerçeklik.

Yine de Ahmet Özhan’ın şeyhliğinden, bu yeni tür sahte gerçekliği anlatmaya devam edelim… 

Ama unutmayalım ki bu yazıyı “laik-şeriatçı” ekseninde, “tarikatlar kapatıldı mı kapatılmadı mı, kadınlar çalışsın mı çalışmasın mı?” gibi kısır döngü içerisindeki tartışmalarla bir cenahı karşıma alıp diğerini savunarak kaleme almıyorum. 

Anlatmak istediğim şey bambaşka! 

Bir dünya görüşünü savunun ya da savunmayın, anlatmak istediğim daha felsefi bir nokta.

Ömer Tuğrul İnançer, sadece kızı dolayısıyla söylediğinin tam tersini tatbik eden bir hayatın temsilcisi değildi, aynı zamanda Ahmet Özhan ile ilişkisi bakımından tasavvuftaki hakikat algısının, şeyh figürünün, şeriat hassasiyetinin altını oymaya devam eden bir şeyh figürü olarak söylediğinin zıddı ile karşımıza çıkıyordu. 

Şeyhlik makamına getirilmesi olası birinin 60 yaşını aştığı halde örneğin daha 2011 yılında ses sanatçısı Emel Sayın ile çektirdiği fotoğrafları, bırakın tasavvufun ve şeyhliğin adapları doğrultusunda incelemeyi, Anadolu’daki ortalama değer yargısına göre bile değerlendiremeyen bir şeyh… Ömer Tuğrul İnançer… Tuhaf değil mi?

Her şeyden öte, burada kendisini herkesin önünde, göstere göstere, göze soka soka, savunulan ya da savunuluyormuş gibi yapılan bir ilkenin zıddını tatbik etmeye zorunluymuş gibi hisseden bir kişinin kasıtlı planı var gibi.

Ahmet Özhan, Cerrahi tarikatına 17 yaşından beri mensup olduğunu söylüyor. Ve o, 17 yaşından posta oturacağı 72 yaşına kadar alenen sergilediği ve bildiğimiz anlamdaki tasavvufla, şeyhlikle asla bir araya gelemeyecek hal ve hareketlerini dönüştürme gereği görmeden, kendisini tasavvufa değil, tasavvufu kendisine uyduran bu yeni gerçeklik akımının öncüsüne dönüştü. 

Türkiye’nin artık -ister kabul edin ister etmeyin- 4 Ağustos 2017’de Hürriyet’in Kelebek eki için Gülben Ergen’e verdiği röportajda; “Keşke gazino kültürü devam etseydi” diyen bir şeyhi, post-şeyhliği ve post-gerçekliği var.

.

Erkan Trükten, dikGAZETE.com

...