- 12-01-2025 22:23
- 599
Ali Bulaç, Suriye’ye bakınca ne gördü!
Sosyolog ilahiyatçı Ali Bulaç’ın Serbestiyet’te yazdığı son yazıya üzüldüm.
Sadece adil olmadığı için değil, iyi bir entelektüelin analiz gücünü öfkesine kurban vermesi nedeniyle de üzüldüm.
Suriye savaşı, Türkiye’de ideolojik sığ bir hesaplaşmanın ötesinde, maalesef insan hakları, adalet ve özgürlükler çerçevesinde konuşulmadı.
Suriye analizlerinde herkes vardı ama analizin öznesi Suriyeliler bir türlü olamadı.
Halbuki her şey gözümüzün önünde oldu.
Arap Baharı, 17 Aralık 2010’da Tunus’ta 26 yaşındaki bilgisayar mühendisi Muhammed Bouazizi’nin valiliğin önünde kendini ateşe vermesiyle başladı.
Diplomalı işsiz Muhammed Bouazizi’nin başlattığı isyan büyüyerek devam etti.
2010’da Arap dünyasına domino etkisiyle yayılan isyan dalgası Tunus’ta başlamıştı.
Temel sorun diktatörlük, işsizlik, yozlaşma, sosyal adaletsizlik gibi temel sorunların kangren haline getirdiği toplumsal patlamaydı.
23 yıldır ülkeyi yöneten Devlet Başkanı Zeynel Abidin Bin Ali’nin protestolar başladıktan bir ay sonra ülkeyi terk etmesi, Tunus tarihinde en önemli kırılmaydı.
Mısır’a, Libya’ya yansıması ve Suriye’ye sirayet etmesi gayet normaldi.
Mısır, Libya, Tunus ve Suriye’ye ulaşan bu ateşi, sayın Ali Bulaç bir sosyolog kimliği yerine AK Parti siyaseti ile hesaplaşma üzerinden okuyor ve bu darlık, kendi entelektüel kimliğine yakışmıyor.
Mısır’da Mursi’nin iktidara gelişi ve alaşağı edilişi, Suriye olaylarını sadece ABD tezgahı, küreselcilerin oyunu, AK Parti/Davutoğlu siyasetinin hatalarıyla açıklamaya çalışmak kendi gündemine fazla hapsolmak, bu ülkelerde yaşayan ve bizler gibi değişim, hürriyet isteyen insanlara “sizin hiçbir hükmünüz yok” demektir.
Üstelik Ali Bulaç, “Mehmed Kerim” mahlasıyla yazdığı İran İslam Devrimi kitabıyla, Türkiye’ye İran Devrimi’ni ilk anlatan ve devrimin bütün şanını, başarısını Humeyni’ye, İranlılara vermiş bir isimdir.
Halbuki aynı İran Devrimi’ni, Humeyni’nin Paris’ten Tahran’a, Batılı gazetecilerle dolu bir uçakla rahatça gelmesini pek çok kişi, Brezinski’nin Yeşil Kuşak projesiyle açıklıyor.
O zaman onlar da mı doğru; İranlıların, devrimde bir rolü yok muydu?
Polonya’da Gdańsk Tersanesi’nde Lech Walesa’nın başlattığı grevlerin, rejimi deviren bir siyasî harekete dönüşmesinden, Romanya’da Aralık 1989’da yaşanan kanlı çatışmaların Avrupa’nın en baskıcı Çavuşesku rejiminin sonunu getirmesinden, Doğu Avrupa, Balkanlar ve Asya’da yaşanan toplumsal hareketlerden bahsederken toplumları aktör yapan, sosyal temelli analizler, niye Ortadoğu ve İslam ülkelerindeki halk hareketlerinden bahsederken yerini komplo teorilerine, ABD merkezli karanlık proje okumalarına dönüşüyor?
Bu oryantalizm değilse nedir; ne oryantalizmdir?
Ayrıca Türkiye’nin Suriye ile sorunlarını İslamcı ya da mezhepçi saiklerle AK Parti iktidarı çıkarmadı.
Şam’da Esad rejimi, 1980 -1998 yıllarında PKK’ya ve Öcalan’a ev sahipliği yaptığı için Türkiye devleti tarafından her zaman ‘düşman’ olarak görülmüştü.
Esad Suriyesi ile ilk teması AK Parti iktidarı kurdu. Bu temasları en çok da Türkiye’deki İslamcılar destekledi.
Üstelik Esad rejimi, biz İslamcılar için 1982’de Hama şehrinde 25 bin insanı, "Müslüman Kardeşler taraftarı" olmakla suçlayıp, katleden bir rejimdi.
Ama onun suçunu baba Esad’a verip, oğul Esad’a kredi açtık.
Ama Esad, Arap Baharı’ndan önce ülkesinde başlayan reform taleplerine bile kulak vermedi.
Suriyeliler, Arap Baharı sırasında sokağa ilk “devrim” değil “ıslah” sloganlarıyla çıktılar.
Ama Esad o sloganlarla yapılan gösterileri bile kanla bastırdı.
Deralı gençler, Şubat 2011’de okullarının duvarına “Ey doktor (Beşşar Esed) şimdi sıra sende” yazdıkları için aylarca işkence gördü.
Şimdi Suriye’nin her yerinde fotoğrafları olan 13 yaşındaki Hamza’yı bile 2011’de bir gösteride yakalayıp, işkenceyle öldüren bir rejimden bahsediyoruz.
Esad, değişime direndi, fırsat vermedi, başka türlü olmasının yollarını tıkadı.
Sivil halkının gösterilerine ateş açtı, halkını topa tuttu.
Ama Suriye’de ölü sayısı binlere ulaştığında hala Dışişleri Bakanı Davutoğlu, Şam’da Esad’ı iknaya çalışıyordu.
Yani sayın Bulaç, Suriye’yi Türkiye karıştırmadı, savaşı Türkiye başlatmadı.
Bu katliamlara kayıtsız kalamayan Suriye ordusundan askerler firar edince silahlı direniş başladı.
Suriyeli muhalifler, kendilerini korumak için silahlandılar, uzun yıllar çok basit silahlarla savaştılar.
Karşılarında tanklı, jetli bir ordu vardı.
Sizin Suriye’ye yaklaşımınız ile bakacak olursak; 1992-95 Bosna Savaşı’nda Boşnaklara destek vererek Yugoslavya mı parçalanmış oldu?
“Suriye’de başka yol ve yöntemlerin denenmediğini” bilgi eksikliği ile söylüyorsanız arşivleri karıştırmanızı tavsiye ederim.
Eylül 2013’de BMGK’nin 2118 sayılı kararını Suriye muhalefeti tanıdı.
Rejimle masaya oturmayı kabul etti ve Cenevre süreci başladı.
Rejim bu süreci İran ve Rusya’nın Suriye topraklarındaki ulusal çıkarlarını gözeterek baltalamayı başardı.
Ağustos 2015’de Suriye muhalefeti SMDK, Moskova’ya gidip, Lavrov’a; “Biz devletin çökmesini istemiyoruz. İktidara da talip değiliz birlikte atölyeler başlatarak, geçiş sürecini iktidardan eli kana bulaşmamış insanlarla yürütebiliriz” teklifini götürdü.
Lavrov teklifi kabul etti.
Ancak Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ın Elmayadin TV’de yapılan bir mülakatında teyit ettiği gibi SMDK ziyaretinin ardından Kasım Süleymani, Moskova’ya gidip, Rusya Devlet Başkanı Putin ile görüştü, Esed rejiminin çökmek üzere olduğu mesajını verdi ve Putin’i Suriye’ye acil bir şekilde müdahil olması için ikna etti.
Rusya da 30 Eylül’de Suriye’ye askeri müdahale yaptı.
Esas büyük katliamlar ve hava saldırıları bu tarihten sonra başladı. Esas büyük göç dalgası, denizlerde boğulanlar bundan sonra yaşandı.
“Esed, Zeynelabidin bin Ali veya Hüsnü Mübarek gibi değil, Suriye halkının yarısına yakını onun destekliyordu. Nusayriler, Arap milliyetçileri, İhvan’a karşı olan laik ve dindar Sünniler, Dürziler, Hıristiyanlar, Halep Çarşısı vs” diyorsunuz.
Nasıl bir destekti ki bu, Rusya ve İran çekilince Esad için kendi paralı ordusu bile savaşmadı.
Bir polis devlet olan Suriye’ye birkaç defa giderek bu gözlemleri yaptıysanız, o ülkeyi hiç anlamamışsınız demektir.
Suriye’de bir kamuoyu yoktu, insanların herhangi bir beyanının, bir desteğinin resmi görüşleri değil gerçek fikirlerini olduğunu düşünmek için bu bölgeyi hiç bilmemek gerekir.
Suriye’de halkın en az yüzde 80’i Esad’a karşı idi.
Bu yüzden zaten rejimin askeri anlamda taşıyıcı kolonları Afganistan, Pakistan, Irak, Lübnan ve İran’dan gelen Şii paramiliter askerler oldular.
Daha HTŞ’nin operasyonu başlamadan Dürziler bile Esad’a isyan başlatmıştı.
Bugün, Esad’ın düşüşünü Mahir Esad’ın eşi bile kutluyor. Eski rejimi özleyen, “Esad geri gelsin” diyen kimse yok.
Ama galiba Suriyelilerin ne düşündüğünün sizin için önemi yok.
Tıpkı Suriye’de 13 yıldır yaşanan bazıları kimyasal, tüm katliamların bir önemi olmadığı gibi.
Siz Suriye’ye bakınca sadece Türkiye’deki AK Parti ve İslamcı kesimle olan mücadelelerinizi görüyorsunuz, Suriye’yi görmüyorsunuz.
Suriye diye, Türkiye’den bağımsız, Türkiye’deki İslamcılar tarafından yönlendirilmeyen, bambaşka dertleri olan bir ülke var.
Siz, Türkiye’de hak ve özgürlükler için kendinizde mücadele hakkı görüyorsunuz, peki niye aynı hakkı 60 yıllık bir diktatörlük rejimi altındaki Suriyelilere çok görüyorsunuz?
2007 yılında Suriye’de Başbakan Muhammed Naci Itri’nin size; “Biz Türkiye’nin 81. Eyaleti olmaya hazırız. Türkiye’deki gelişmeleri sevinçle karşılıyoruz. Sadece iki kırmızı çizgimiz var. Bir; Türkiye, bizim İran’la ilişkilerimizi bozmaya kalkışmasın, çünkü İran bizim bölgedeki güvencemizdir, İran arkamızdan çekilirse İsrail bizi çökertir” dediğini aktarıyorsunuz.
Türkiye, İran ile Suriye’nin arasını hiçbir zaman bozmadı, fakat Suriye Başbakanının dediği, gerçek oldu. İran, Suriye’nin arkasından çekildi ve gerçekten Esad rejimi çöktü.
Peki İran, Esad’ın arkasından neden çekildi?
Çünkü Rusya ve İran’ın ne Esad’a ne de askerlerine güveni kalmamıştı.
Ama yıkım olmadan, başka yol takip edilemez miydi?
Haklı bir soru ama bu soruyu yanlış adrese soruyorsunuz.
Bu sorunun muhatabı bir aile diktatörlüğünü ayakta tutmak için Suriye’ye giren ve Suriyelilerle savaşan İran ve Rusya’dır.
Kendi halkının üzerine varil bombaları atmış, 700 bin insanı öldürmüş, 7 milyon insanı mülteci yapmış bir rejimle ille de müzakere tavsiyeniz adalete sığar mı?
Böyle bir rejimin müzakereyle değişebileceğine nasıl inandınız?
Aynı tavsiyeyi İsrail ile müzakere için Filistinlilere de yapar mısınız? Bu adil olur mu?
Fatih’te yaşıyorsunuz, bu yazdıklarınızı lütfen İslamcı olmayan sıradan bir Suriyeliye anlatın ve vereceği cevabı da bizimle lütfen paylaşın.
.
Osman Atalay, dikGAZETE.com