Alman katolik rahibesi Rotraut Scheer nasıl Şule Yüksel Şenler oldu?

Anne babası “Kıprıslı" kendisi 29 Mayıs 1938 Kayseri doğumlu muhafazakâr camianın önde gelen aksiyonerlerinden Şule Yüksel Şenler 81 yaşında vefat etti.​

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın cenaze namazına katılması ve başsağlığı mesajı yayınlaması merhumenin tanınırlığını ve manevi nüfuzunu gösteriyor.

Şule Yüksel Şenler'le ilgili kafaları karıştıran küçük ama önemli ayrıntı, kendisinin “Kıprıslı” ama Kayseri doğumlu olduğunun belirtilmesiydi. 

Şenler’in Kıbrıslı ailesi, Türkiye’ye nasıl geldi? 

Şenler’in Babası Hasan Tahsin annesi Mihriban Ümran teyze çocuklarıydı. Ailenin şeceresinde yer alan bilgilere göre, ataları Konya’dan 1 Ağustos 1571’de Kıbrıs’ın Fethi zamanında Anadolu’dan, çoğunlukla da İçel ve Konya bölgesinden göçmenler getirilerek Kıbrıs’a yerleştirildi.

Bunların bir kısmı, Karamanoğulları’nın isyanıyla Osmanlı yönetiminin sürgün ettiği Türkmen aşiretlerindendi. 

Ailenin bir başka kolu da Yavuz Sultan Selim döneminde Medine’ye gönderilmişti. Onlar da “Kıprıs”ın fethinden sonra adaya gönderilmişti.

Lozan Antlaşması’nın 21. Maddesi ile Kıbrıs Türklerine, Türk vatandaşlığına geçerek Türkiye’ye göç etme imkânı da tanınmış ancak Kıbrıs’tan Anadolu’ya Türk göçüne iki yıllık bir zaman sınırlaması getirilmişti. 

Bu sürenin dolmasından sonra da Anadolu’ya Türk göçü  sürdü. Kıbrıs’tan Anadolu’ya Türk göçünü, İngiliz yönetimi hızlandırmak için Kıbrıs Türkler’ine baskı uyguladı. 

1938 yılına kadar devam eden bu göçler, Türkiye’nin Kıbrıs’taki Türk nüfusunun daha fazla azalmaması için almış olduğu bazı tedbirler ile önemli ölçüde durduruldu.

Şenler’in annesi Mihriban Ümran, Kıbrıs Viktorya İslam İnas Sanayi Mektebi’ni bitirmişti…

Şule Yüksel Şenler'in annesi Mihriban Ümran, adada 1902'de öğretime açılan “Viktorya İslam İnas Sanayi Mektebi” mezunuydu. 

Adada 1897'de Kıbrıs İdadisi, sonra 1901'de Viktorya İslam İnas Sanayi Mektebi kuruldu. 

Viktorya okulunun inşaat masraflarını İngiliz yönetimi ve Kıbrıslı Türk yardımseverler birlikte karşılamış olmasına rağmen İngiltere sömürge idaresi, okulun inşaatı için yaptığı yardımın karşılığında okulun adının “Viktorya” olmasında ısrar etmişti. 

Okul, “çağdaş Kıbrıs Türk kadını”nın yetişmesinde önemli bir rol üstlendi. “İslam İnas Sanayi Mektebi”, adanın siyasi, kültürel ve sosyal yaşamına önemli katkılar sundu. 

Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin toplumsal alanda gerçekleştirdiği yeniliklerin, Türk Milliyetçiliğinin Kıbrıs’a ulaşmasında ada Türklerinin benimsemesinde  öncü oldu. 

Viktorya Kız Okulu, Kıbrıslı Türk kızların eğitim aldığı adanın en köklü okullarından birisiydi. 

Kıbrıs Türkü Hasan Tahsin’in Kayseri Sümer Bez Fabrikasına geliş sürecinde yaşanan olaylar… 

Kıbrıs Türklüğü’nün bağımsızlık mücadelesinde erken dönemi dönüm noktalarından biri de 1930 seçimleri ile 1931 Rum isyanıdır.

-Kıbrıs 1930 seçimleri…-

1931'de RumlarınEnosis” (Adanın Yunanistan’a bağlanması) isyanı başladı. Rumlar, İngiliz valisinin konağını yakınca İngiliz politikası sertleşti. Türk cemaati ise Enosis’e karşı olduğunu açıkladı.

1930 seçimlerinde, Atatürk devrimlerini ve Türk milliyetçiliğini savunan “Halkçılar” grubu büyük başarı kazanmış, İngiliz Sömürge Yönetimi işbirlikçileri ise ağır bir darbe almıştı. 

Rumlar’ın Ada’yı Yunanistan’a ilhak amacıyla çıkarttıkları 1931 Rum İsyanı sonrasında, İngilizler, Türklere ve Rumlara baskı uyguladı. 

Okullara Türk bayrağı çekilmesi ve İstiklal Marşı’nın okunması yasaklandı. 

Kıbrıslı Türkler tarafından farklı çözüm yolları arandı. Ada’dan Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti yetkililerine mektup ve rapor gönderilerek karşılaştıkları sorunlarla ilgili bilgi verildi. 

Atatürk’ün Türk Silahlı Kuvvetleri’nin 1930’lu yıllarda Antalya bölgesinde yaptığı bir tatbikatta söylediği “Efendiler, Kıbrıs düşman elinde bulunduğu sürece bu bölgenin ikmal yolları tıkanmıştır. Kıbrıs’a dikkat ediniz. Bu Ada bizim için çok önemlidir” sözleri adayı İngilizlere bırakmaya ve hele hele “Kıprıs Türkleri”ni yalnız bırakmaya hiçte niyetli olmadığını gösteriyordu. 

Kıbrıs adasında meydana gelen 1931 Rum İsyanları’ndan sonra Ankara’ya gelen ve kurulacak olan mukavemet hareketi için yardım isteyen bir Kıbrıs Türk heyetine o günlerin zor ekonomik koşulları altında büyük bir maddi yardımda bulunmuş, heyete, Antalya'daki askeri tatbikatta ifade ettiği “Efendiler, Kıbrıs düşman elinde bulunduğu sürece bu bölgenin ikmal yolları tıkanmıştır. Kıbrıs’a dikkat ediniz. Bu Ada bizim için çok önemlidir.” sözünü tekrarlamıştı. 

Kıbrıs’tan gelen Türk heyetinin taleplerini dinleyen Atatürk, Dışişleri yetkililerine Kıbrıslı Türkler’le müşterek Kıbrıs Türk toplumunun 1930’lu yıllarda iktisadî açıdan son derece kötü durumda olmasının önüne geçecek önerileri içeren bir rapor hazırlanması talimatını verdi. 

Çok geçmeden “Rapor” hazırlandı. Türkler’in Kıbrıs’ta kalması, göç etmemesi için, iktisadî durumlarının düzeltilmesinin önemi vurgulanıyor, Türk ailelerin iş bulabilmesi ve ekonomik darboğazdan kurtulabilmesi için önceliğin iktisadî girişimlere verilmesi üzerinde duruluyordu. 

Raporda, Kıbrıs Türkleri’nin Ada’daki iktisadî durumunun düzeltilmesi için alınacak tedbirler çerçevesinde Gümrük ve İnhisarlar Vekâleti’nin bir sigara fabrikası tesis etmesi halinde, açılacak bir Türk fabrikasının senelik 100 bin kilo Türk tütünü işleyebileceği, Atatürk'ün direktifleriyle İzmir Birinci İktisat Kongresi'nde alınan kararlar doğrultusunda 26 Ağustos 1924 tarihinde kurulan İş Bankası’nın Kıbrıs’ta  bir şube açması ile Sümer Bank’ın bir yerli malı pazarı açması gerekliliği belirtilmişti. 

Kıbrıs Türkleri'nin silahlı eğitimi Atatürk döneminde başladı…

Adana ve Mersin’de özellikle yaz aylarında önemli miktarda ziraatla uğraşacak ameleye ihtiyaç vardı.  

Kıbrıs’ta işsiz kalan ve çok az miktarda bir yevmiye ile çalışan Türkler’e hususi vize verilerek, bunların bu şehirlerde çalışmalarının sağlanması, gelir sağlamak ve refah seviyesini yükseltmek için uygun  bulundu. 

Adadaki İngiliz Sömürge Yönetimine Çukurova'da ihtiyaç duyulan mevsimlik işçi ihtiyacı bildirildi. Onlar da yaptıkları tetkiklerde doğru bir talep olduğunu belirlemişlerdi.

Böylelikle İngiliz istihbaratının dikkatini çekmeden “Mevsimlik işçi” statüsünde çalışmaya gelenlerden  seçilenler, gizliliğe dikkat edilerek Antalya-Kemer yolu üzerinde ormanlık bir alan içinde bulunan gayri nizami harp tekniklerinin öğretildiği  askeri kampa götürülüyordu. 

Türk Mukavemet Teşkilatı'nın ilk çekirdek kadrosu burada eğitim alan Türkler’den oluşturuluyordu. 

Bu kamplarda eğitime tabi tutulan Kıbrıs Türklerine, Eğirdir Dağ ve Komando Okulu personeli tarafından silah kullanımı, bakımı, atış talimi, gerilla, komando, sabotaj, kundaklama ve gizli harekât teknikleri konularında bilgiler veriliyordu. 

Onlar da Kıbrıs’a döndüklerinde aldıkları eğitime göre hareket ediyordu.

1923-1930 arasında 5-6 bin Kıbrıslı Türk, Türkiye’ye göç etti.

Sümerbank Kayseri Bez Fabrikası neden önemli? 

Sümerbank Kayseri Bez Fabrikası, Birinci Beş Yıllık Sanayileşme Planı (1930) kapsamında Sovyetler Birliği'nden alınan 8,5 Milyon Türk Liralık krediyle kuruldu. 

Temelleri, 20 Mayıs 1934'te dönemin Başbakanı İsmet İnönü tarafından atıldı ve inşası 16,5 ayda tamamlanarak 16 Eylül 1935'de hizmete açıldı. 

Sovyetler Birliği’nde tasarlanan yapılar, betonarme ve yığma karma teknikle inşa edildi.

Halk tipi, ucuz pamuklu kumaş üretmek için kurulmuştu. Hizmete açıldığı yıllarda, fabrikada 2 bin 100 işçi ile 155 memur çalıştı. 

“Kıprıslı Aile"nin Kayseri günleri…

İşte, Şule Yüksel Şenler'in babası Kıbrıslı Hasan Tahsin de Kayseri Sümer Bez Fabrikasına çalışanlardan biriydi. 

Hasan Tahsin ve Mihriban Ümran'ın kardeş olan anneleri de Kıbrıs’tan Kayseri'ye gelmişlerdi. 

16 Eylül 1935'de çalışmaya başladığı fabrikada 1944 senesine kadar hizmet verdi. 

29 Mayıs 1938'de Kayseri'de doğan “Türkiye Cumhuriyeti’nin asi ruhlu kızı Şule Yüksel”, ailenin üçüncü çocuğuydu. 

-Şule Yüksel Şenler, mahkemede bir duruşma sırasında…-

İki kız kardeş, anneanne ve babaanne, birisinin kızı diğerinin yeğeni ve gelini Mihriban Ümran'a ev işlerinde ve çocuk bakımında yardımcı oluyordu. 

Kayseri’den sonra İstanbul aileye yaramadı… 

İkinci Dünya Savaşı’nın sonuna doğru Hasan Tahsin, kumaş ticareti yapmak için Kayseri Sümer Bez Fabrikasındaki işinden istifa ederek İstanbul'a göç etti. İstanbul’da genellikle seçkin, zengin ve eğitimli kesimin yoğun olduğu Laleli'ye yerleşildi. 

Okul çağına gelen Şule Yüksel Şenler, Koca Ragıp Paşa İlkokulu'na verildi.

Kıyafetinin temizliği, düzgün Türkçesi ile öğretmenlerinin sevdiği öğrencilerdendi. 

Demokrat Parti'nin düzensiz ekonomi politikası, Şule Yüksel Şenler’in babasını iflas ettirdi… 

1947’de Truman Doktrini, 1948’de Marshall Yardımları, Türk ekonomisini ABD yörüngesine  yaklaştırdı. 

Demokrat Parti hükümeti; devletin ekonomik yaşamdaki etkinliklerini sınırlamak, özel kesimin gelişmesi için özel girişimleri desteklemek ilkesini parti programında açıklamıştı. 

Temel amaç, yabancı sermayeyi Türkiye’ye çekmek ve dış yardım olanaklarını hazırlamaktı.

Yabancı sermaye bir geldi pir geldi; ithal mallar piyasayı doldurdu. İstanbul'da yaşayan Rum, Ermeni ve Yahudi tüccarlar yabancı şirketlerin temsilciliğini çoktan kapmıştı. 

Ne “Kayseri Sümer Bezi”ne ne de “Nazilli Basması”na tüketiciler eskisi gibi ilgi göstermiyordu. 

Ancak ekonomik kalkınmanın plansız bir şekilde yapılması, zaman içinde maliyeyi büyük sıkıntıya soktu. İflaslar başladı. 

Öğrenci Şule, “Terzi Şule” oldu… 

Şule Yüksel orta ikinci sınıfa geldiğinde  kumaş ticareti yapan babası, iflas etmiş, annesi de eşinin yaşadığı olaya üzüntüsünden felç olmuştu. 

Aile bütçesine katkı sağlamak için Laleli'de evlerine yakın Ermeni bir kadın terzinin yanına çırak girdi. Babası, kumaş siparişlerini karşıladığı Ermeni terzi kadına kızını gönül rahatlığı ile çırak vermişti. 

Hem babasının işinden hem de annesinin Kıbrıs’ta Kız Mektebinde öğrendiği biçki-dikişten dolayı, kumaş ve dikiş bilgisi oldukça iyiydi ve terziliğe yatkınlığı vardı. 

Ermeni ustasının Avrupa’dan getirdiği moda dergilerini, inceliyor, giyim sektöründeki gelişmeleri yakından takip ediyor hatta yeni giysi modelleri tasarlıyordu.

Ermeni kadın terzi ve genç kalfası kısa sürede başka semtlerde de tanındı. Müşteri portföyü değişti. Kime ne renk hangi kalite kumaştan ne tür kıyafet dikileceğini biliyordu. 

Resim ve müzik dersleri alarak Ney üflemeyi, kanun çalmayı öğrenen Şule Yüksel Şenler'in “kırsal giysi” muamelesi yapılan başörtüsünün kentsoylu eğitimli kadınların inanç ve Kültür simgesine dönüşmesinde büyük emekleri vardı. 

Çünkü o entelektüel birikimi ile kadınlar için bir çok anlam ifade ediyordu. 

Şule Yüksel Şenler ve ailesinin, kumaş ve dikiş sektörü ile ilişkisini bilmeyen başörtüsü düşmanı çevreler, Ermeni bir terzinin yanında çırak olduğu günlerin etkisiyle “Türban'ı icat eden kadın” iftirasını atmışlardı. Oysa, iddia gerçeği yansıtmıyor. 

“Kıprıs Mitingleri”nde gözyaşlarıyla şiir okuyan genç kız… 

Kıbrıslı Savaşçılar’ın Ulusal Birliği EOKA’nın hedefi Kıbrıs’ta Britanya’ya karşı anti-sömürgeci bir mücadele yürüterek Enosis’i gerçekleştirmek yani Kıbrıs’ı Yunanistan’la birleştirmekti. 

Asıl hedef, İngiliz Sömürge Yönetimi olmasına rağmen İngiliz İstihbaratı, Türkler’le Rumlar’ı karşı karşıya getirmeyi başardı. 

1951 Eylül’ünde Türkiye, NATO’ya kabul edildi. 18 Şubat 1952’de, 5886 sayılı yasa ile TBMM, NATO anlaşmasını onayladı ve Türkiye resmen NATO üyesi oldu. 

Türkiye, NATO'ya girdiği tarihten itibaren Kıbrıs politikasını Ada'da İngiltere yönetiminin korunması, bu statüde değişiklik olacaksa Türkiye'nin de söz sahibi olması gerektiği yönünde şekillendirdi.

1950 referandumunu, Türkler boykot etmiş, Rumlar yüzde 95 oyla Yunanistan’a bağlanma kararı almıştı. 

Kıbrıslı Rumlar’ın “Enosis” talebi, adanın self-determinasyon hakkını temsil ediyordu. Ancak Türkler, Rumlar gibi düşünmüyordu. 

Üniversite gençliğinin  tertiplediği “Kıprıs Türklüğünün haklarının korunması”nı talep eden mitinglerin vazgeçilmez bir katılımcısı da Şule Yüksel Şenler’di.

Kıprıslı Türk kızı” anonsuyla kürsüye gelen Şule Yüksel Şenler, okuduğu şiirlerle hem ağlıyor hem de binlerce insanı ağlatıyordu. 

Kıbrıs Türklüğü’nün bağımsızlık davasına gönül veren, ailede bir o değildi. 

Babası Hasan Tahsin, Kıbrıs’tan “Türk Mukavemet Teşkilatı”nın gönderdiği gençleri karşılıyor, onları silahlı eğitim görecekleri kamplara yönlendiriyordu. 

Alman Katolik Rahibesi Rotraut Scheer, nasıl Şule Yüksel Şenler oldu? 

Bu konuda müfteriler; "Alman misyoner ve ‘CIA Asset’ Rotraud Scheer. Şule Yüksel'le birlikte henüz tasarladıkları ‘İslami başörtüsü’ne modellik yapıyor. Bu resim, yüzlerce yayında ve ‘İslami Konferans’ta, ‘İşte tesettür böyle olur’ denilerek kullanıldı. 1960'lardan önce böyle bir nesne yok!..” ifadelerini yalanlarına dayanak yaptı. 

Bazı yayın organlarında; "Ölen bu kadın ‘Kanlı Pazar’ın provokatörlerinden Mehmet Şevki Eygi (MI6) ve Alman Katolik rahibesi Rotraud Scheer (CIA) ile birlikte bugün ‘türban’ dediğimiz şeyi topluma çatır çatır enjekte etmiş, buz gibi ajan, su katılmamış bir işbirlikçi ve gericiydi." gibi kışkırtıcı ve aşağılayıcı ifadeler yer almıştı. 

Hatta hızını alamayan kara cahiller, “CIA ajanı Alman Katolik rahibesi misyoner Rotraud Scheer'in  isim değiştirerek Şule Yüksel Şenler adıyla türban propagandası yaptığını…” yazdı, sosyal medyada paylaştı.

Rotraud Scheer” kimdi, gerçekten Alman Katolik Rahibesi ve misyoner miydi? 

CIA bağlantısı var mıydı? 

Şule Yüksel Şenler o muydu? 

Şule Yüksel Şenler ile nasıl tanışmışlardı? 

İz sürücü müfterilere göre, 1966 senesinde Rotraud Scheer isimli Alman Katolik Rahibesi, Misyoner ve CIA Asset sonradan Müslüman olarak başını kapatmış, işte bu kadın Şule Yüksel'e örnek gösterilir ve "-Alman bir kadın bile başını kapatıyor, sen nasıl bir müslümansın?" diye baskı yaparlar. 

Bu müfterilere göre; "Türban, ABD ve İngiltere başta olmak üzere emperyalist ülkeler tarafından 1966’da Şule Yüksel Şenler ve Alman Rotraut Scheer kullanılarak ülkeye empoze edilen planlı bir hareket”ti.

Şule Yüksel Şenler, modern Türkiye’yi sallayan başörtüsü akımını hızlandıran adımında,  Amerikan aktristi Audrey Hepbourne'nın bir filmdeki kıyafetinden esinlenerek tasarladığı başörtüsünü, Rotraud Scheer ile Anadolu’da konferanslar  serisiyle tanıtmıştı. 

-Audrey Hepbourne-

Başörtüsü köylü giysisi olmaktan, kentsoylu kadının çağdaş kıyafetine dönüşmüştü. Asıl hazmedilmeyen husus buydu. 

“Rotraut Scheer” kimdi? Katolik Rahibe, misyoner ve “CIA Asset" miydi? 

Şenler,Hidayet” isimli kitabında Rotraut Scheer'den vaftiz adıyla Maria olarak söz eder ve Müslüman olduktan sonra Cemile adını aldığını belirtir. 

Bir Demir Perde ülkesinde dünyaya gelen, anne babasının ve ülke rejiminin sertliğine rağmen gencecik yaşında verdiği cesur bir kararla Müslüman olmuş bir genç kızın, Maria’dan Cemile’ye dönüşmesinin hikâyesini anlatır. 

"Yalvarırım Maha...” dedi. “Müslüman nasıl olunur, Müslüman olmam için ne yapmam lâzım? Bana öğretin. Hemen, şimdi Müslüman olmak istiyorum ben. 

Bizi dinsiz imansız Allah’sız kitapsız yetiştirenler kahrolsunlar! Artık onlara inanmıyorum. Allah’ın varlığına ve birliğine inanıyor ve Müslüman olmak istiyorum.

Beş dakika sonra ezberlediği mübarek kelimeler ağzından dökülürken üçü de ağlıyorlardı. Maria’nın titrek ve heyecanlı sesi ulvî dalgalar halinde odaya yayılmaktaydı: Eşhedü en lâ ilâhe illallah Ve eşhedü enne Muhammeden abduhû ve rasûlüh."

Anlatılanlar gerçek  hayattan kesitler sunmaktadır. Maria veya Müslüman adıyla Cemile, Doğu Alman vatandaşı Rotraut Scheer'den başka kimse değildir. 

Hidayet” kitabında Maria'nın kendisine İslam’ı anlatmasını istediği 'Maha' ise Üstad’ın (Said Nursi) talebelerinden olan Berlin'deki Abdulmuhsin Muhsin Alev el-Konevi'den başkası değildir. 

Abdulmuhsin Muhsin Alev el-Konevi kimdir? 

Nur Talebeleri’nin “Muhsin Alev Ağabey” olarak da bildikleri Abdul-Muhsin Alkonavi, 1931 Konya doğumludur. Adını sonradan değiştirmiştir.

Nitekim, Şeyh Nazım Kıbrısi'ye yazdığı mektupta kendisini "Hoca Selım oğlu, Molla Mehmad oğlu olup sonradan Konyaya gelip yerleşen babam Bakırcı Hafız Mustafa Efendinin ve Osman Hodoğlu kızı ve annem Konyalı Fatma Hanımın oğluyum" ifadesiyle tanıtır.

Bu mektubunda; gerçekten “İblisin Kıblesi” olmayı başarmış Cengiz Özakıncı ve benzerlerinin iftiralarına konu olan Rotraut Scheer'den “eşi” olarak söz eder.

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’ne yaptırdığı kayıtla başlayan üniversite hayatı Psikoloji ve Sosyoloji eğitimi ile tamamlanır. 

Daha sonraları 1954'te Nur Risaleleri’nin neşrinden dolayı cezaevine düşmemek için gittiği Almanya'da Berlin Teknik Üniversitesi’nde İnşaat Mühendisliğini de bitirir. 

Risale-i Nur’da Bediüzzaman Hazretlerinin kendisine hitaben yazdığı bir mektup ve Tarihçe-i Hayat’ta Abdulmuhsin imzasıyla bir mektubu yer alır. 

Türkiye’ye sadece bir geceliğine gelmiş ve hemen geri dönmüştür. 

Almanya’da üniversite tarafından kabul edilen, “Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin Yazılarındaki (Risale-i Nur’larda) Diktatörlük Anarşi veya Kaosa Karşı İslâmî Cemiyet” adlı mastır çalışması var. Bu tez, Almanca kitap olarak basılmıştır. 

Marburg Üniversitesi İslam Bilimcisi Prof. Dr. Ursula Spuler-Stegemann, 1992 yılında gerçekleştirilen “İslâm Düşüncesinin 20. Asırda Yeniden Yapılanması ve Bediüzzaman Said Nursî” başlıklı uluslararası sempozyumda; Almanya’daki Nur hizmetleri hakkında geniş olarak ele aldıktan sonra Muhsin Alev’le ilgili şu bilgileri aktarmıştı:

-Abdul-Muhsin Alkonavi, Muhsin Alev-

“36 yıl sonra, 1954’te talebesi Muhsin Alev’i Berlin’e göndermiştir. Bundan önce de Berlin Camii imamına Zülfikar isimli eserini göndermiştir.

Muhsin Alev, Berlin’de güzel bir hizmet başlattı ve zamanla teşekkül eden cemaat Berlin’de bir matbaa kurulmasına muvaffak oldu. 

Türkiye’de basma imkânı bulamadıkları tevafuklu Kur’ân’ı burada bastırdılar. Ben böyle bir kitaba sahip olmakla kendimi mutlu addediyorum. 

Nur talebeleri daha sonra Risale-i Nurdan değişik eserleri Berlin’de Türçe olarak basarak Türkiye’ye göndermişlerdir.”

Muhsin Alev hakkında bu bilgileri aktaran Ursula Spuler 1939'da Almanya'da doğmuş, tahsilini Amerika-Los Angeles'te ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde yapmıştı. 

Bu esnada din ilimleri, şarkiyat, Farsça, Arapça ve Türkçe öğrendi. Doktorasını ise Bonn Üniversitesinde “Çağdaş Türk Edebiyatı” üzerinde yaptı.

Spuler, hâlen Marburg Üniversitesinde, din ilimleri çerçevesinde; İslâm Tarihi, Kur'ân, Sünnet, Din, İslâm’ın Temel Esasları, Tasavvuf ve bilhassa günümüz İslâm düşüncesi üzerinde dersler veriyor. 

Muhsin Alev, Doğu Alman göçmeni Rotraud Scheer'le Müslüman olduktan sonra 1961'de evlenmişti. Rotraud Scheer; Cemile adını almıştı. 

1962'de Muhsin Alev ile Cemile Rotraud Scheer çiftinin ilk çocukları Selim Said Hamdi dünyaya geldi. 

Muhsin Alev, 1964 Ağustos ve Eylül aylarında Yunanistan’da Gümülcine şehrinde, bir kiralık evde iki yaşını yeni doldurmuş olan oğlu Selim Said Hamdi ve annesi Cemile Rotraud Scheer ile oturduklarını, açık hava çay bahçelerinde oturan kalabalık müslümanlara ’Risale-i Nur’lardan okuduklarını anlatır. 

Muhsin Alev ile Cemile Rotraud Scheer çiftinin ikinci çocukları 11 Aralık 1965’de Anisa Saida Nuriye dünyaya geldi. 

Almanya’da ikamet eden Nur talebesi Muhsin Alev, hem Türk devletinin kendisine verdiği özel ve gizli görevi yerine getirirken diğer taraftan da Nur Risalelerinin basımı ile meşgul oluyordu.

Eşi Cemile Rotraud Scheer'in Türkiye’ye gelişi ve Şule Yüksel Şenler ile tanışması, birlikte Türkiye’nin muhtelif şehirlerinde başörtüsünü tanıtan konferanslar serisini başlatmaları 1967-1968 yıllarını kapsar. 

Merhume mücahideye Allah rahmet eylesin; ruhu şad mekanı cennet olsun!

.

Ömür Çelikdönmez, dikGAZETE.com

Twitter'da bizi takip edin: @oc32oc39 , @dikgazete

...