- 23-03-2024 06:18
- 21361
Artık “Taraftar” değil, Bir “Taraftır” Fenerbahçe Taraftarı
Kendimde sevmediğim birçok özellik vardır. Hani bir liste verilse ve “İstemediğiniz tüm niteliklerinizi çıkartıyoruz, ne isterseniz yazın” denilse sanırım en uzun liste benimki olur. Sevdiğim ender özelliklerim de var tabii.
2018 Aralık ayında, çok sevdiğim dostum, arkadaşım, İstihbarat Akademisyeni Dr. Hasan Mesut Önder’in tavsiyesi ile köşe yazılarıma başladım. Ve o günden beri yaşanan güncel olaylardan sonra kalemi kâğıdı alıp, yazıp yazıp göndermemeye gayret ettim çalıştığım gazetelere… Eğer yapsaydım bu yanımı da o listeye eklerdim muhtemelen.
Heyecanlı ve ateş gibi bir adamım. Kanım kaynar. Öfkem de neşem de bazen ölümcül olabiliyor. Sakin kalmayı pek beceremiyorum. Bu sebepten, o güncel olayların sıcağı ile neler yazacağımı kendim bile tahmin edemiyorum.
Birkaç defa bu haltı da yemişliğim oldu. Ancak hep samimi ilişkilerim olan genel yayın yönetmenleri ile çalıştığım için neredeyse hiç zarar görmeden yırttım diyebilirim. Evet, doğru okudunuz; ‘yırttım’!
Ve bir süre sonra güncel olayları yazmaktan uzaklaşıp, kendi alanım ile ilgili yazmaya başladım. En iyi bildiğim konular, emek verdiğim konular ve üzerinde ciddi çalışmalarım olduğu konular… Bu yüzden birçok dostumdan eleştiri aldım ve hala alıyorum da… Bir keresinde “Ulan Serkan, mahalle yanarken sen saçını tarıyorsun” demişti çok sevdiğim bir büyüğüm…
Bugün öyle yapmayacağım!
Mahalle yanarken, ayna karşısından çekildim. Aslında neredeyse son 4-5 gündür aynaya baktığım bile yok. Ancak olayların sıcağı ile hemen alıp elime kâğıdı kalemi yazmadım.
Yazsaydım…
Yine en çok benim canım yanardı ama sanırım başardım ve kendimi tutabildim… Hayatımda gurur duyduğum ender anlardan biriydi Pazartesi günü yazıp göndermemek…
Ancak son olaylarla artık bunu daha fazla başaramayacağımı anladım. Şimdiden kırdığım kalpler ve üzdüğüm insanlardan…
Hayır, özür falan da dilemiyorum!
Beni tanıyanlar iyi bilir ki, bu dünyada birçok tutkum vardır ancak listenin en üstünde her zaman ‘Fenerbahçe’ vardır. Neden, nasıl, niçin gibi sorularla hiç ilgilenmedim…
Seviyorum işte hepsi bu…
Gençliğimde bu, tutkunun da biraz önündeydi. Birçok çılgınlık yapmışlığım oldu. Hatta bu çılgınlıklarım yüzünden TC Mahkemelerinde yargılandım… İki kez… Bazı ciddi sağlık sorunları yaşadım… İki kez… Çok ciddi travmalar yaşadım, canım yandı… İki? Üç? Onu net hatırlamıyorum işte…
Bana “Sen çok fanatiksin” diyenlere kızardım; “Ne münasebet? Ben o kadar az mı sevmiyorum Fenerbahçe’yi! Onun için cezaevinde, sağ omuzumun üzerinde beş yıl, sol omuzumun üzerinde beş yıl yatarım, gık da demem” diyordum. “Holigansın o zaman” diyorlardı. Ses etmiyordum. Ama gururlanmadığımı söylersem yalan söylemiş olurum…
Tabii yaşımız belli bir yere geldi. Tribünlerde kavga etmek, barlarda insanları bardakla dövmek ya da sokaklarda gecenin bir yarısı tezahüratlar yapa yapa yürümek artık olmuyor…
Malum TV kanalını satın aldım, evimde maçları izliyor, bir-iki kadeh bir şeyler içip, yatıyorum. Arada bir konu-komşu küfürden, bağırtı-çağırtıdan rahatsız oluyor, “Pardon” diyorum, ya ne yapayım?
Çılgınlık haklarımın hepsini kullanmışım…
Ki bir dönem aralarında rakip takımdan olduğu sürece ihtiyarları dövmek de vardı, ayrım yapmazdım yani bu konuda ama artık yoruldum sanırım… “Haklısınız, daha dikkat etmeliyim” diyorum.
Geçen hafta sonu da biraz şikâyet aldım. “Pardon” dedim yine ve tekrardan konuya komşuya. Ama şimdi “Pardon” diyemeyeceğim sizlere! Çünkü olaylar artık spordan, taraftarlıktan hatta futboldan çıktı… Ve nereye gittiği ise bilinmiyor!
Geçen hafta sonu oynanan Trabzonspor - Fenerbahçe müsabakası sırasında oluşan olaylar, sonrasında olan olaylar açık konuşmak gerekirse beni öyle tedirgin etmedi. Futbol budur efendiler. Eğer koltuğuna oturup sakince sahneyi izlemek isteyen varsa “Kuğu Gölü Balesi”ni tavsiye ederim.
Şimdi sizlere samimiyet dışı kamu spotu şovu yapamayacağım. Zira şu gördüğümüz kamu da pek umurumda değil…
Ama futbol budur.
Futbolun mayası, ter-gözyaşı ve ölümcül olmadığı sürece birazcık da kandır! Öylesi güzel olur, öylesi makbuldür. Tahrik vardır, küfür vardır kavga vardır. Fanatizm ve holiganizm öğelerini en çok barındıran aktivitedir. Savaşlar başlatmıştır, savaşlar bitirmiştir, rejimleri yıkmış, yeni umutlar doğurmuştur bu spor.
“Futbol dostluktur, kardeşliktir, barıştır!” Hadi oradan be!
Nitekim Trabzon stadında gördüklerimiz de bunlardı. Tekrar söylüyorum beni rahatsız etmedi. Şunu diyenler olacaktır; “Ya biri ölseydi…”
Doğrusu ben kendi adıma kanserden, tüberkülozdan ya da yaşlı yatağımda idrarımı tutamayarak ölmektense kendi takımımın sahasında, yeşil çimlerinin üzerinde rakip futbolculardan tekme yiyerek ölmeyi tercih ederim! Bundan daha güzel bir ölüm yoktur.
Ve bir Trabzonsporlu ölseydi üzülmez hatta onun adına sevinirdim. “Peki ya bir Fenerbahçeli futbolcu ölseydi…”
O daha da güzel ya!..
Üzerinde üniforması ile ölen bir ‘şehit’ olarak anılacaktır sonsuza kadar… Hayal gücüm o kadarına el vermediği için kendimi düşünemiyorum bile o terli forma üzerimdeyken ölmeyi…
Beni gıcık eden, olaylar sonrası ortaya çıkan “şovmenler”di.
Trabzonspor bir açıklama yaptı. Aslında yapan onlar mıydı o da belli değildi?
Ve kim olduğunu bilmediğim biri çıkıp; “Fenerbahçe ve Beşiktaş, UEFA’nın şike yapanlar listesinde” dedi parmağını sallayarak…
Sandım ki, bir kulüp yöneticisi / idarecisi…
Kimmiş biliyor musunuz?
AKP Trabzon Belediye Başkan Adayı…
‘Ya sen kimsin?’ bunu sorarken cidden merak ettiğim için soruyorum, tehdit tabanlı değil ‘Sen kimsin be adam?’ Bilgisizliğin doruğa çıkmış ki o listenin ne olduğunu bilmiyorsun! “Şike yapanlar listesi” değil o “Şike şüphesi ile ceza alanlar listesi” Ama sana göre öyle değil.
Başka kimlere göre öyle değil biliyor musun?
3 Temmuz kumpasını kuran ve şu an birçoğu firarda, birçoğunun da cezaevinde olduğu ‘FETTOŞ ve aveneleri’ için öyle değil. Sen şimdi o 3 Temmuz’a “kumpas değil” diyorsan o zaman “15 Temmuz’a” da “tiyatro” diyorsundur? Farkı yok bu ikisinin çünkü! Biri kulübe yapıldı, biri devlete. Ver her ikisinin altında da aynı gudubet insan vardı.
Bunu bir belirleyelim, cepheni bir bilelim ki kelimelerimizi ona göre seçelim. ‘Sen kimsin!’
Artık sormuyorum!
Merakım geçti çünkü. Senden duymak istiyorum cevabı; ‘Kimsin sen?’ Onu söyle bir de bizlere…
Şimdi senin partin Fenerbahçeli ve Beşiktaşlılardan oy almayınca ki almayacağına, “benim” diyen taraftarın hangi ilde olursa olsun bu adamın partisine oy vermeyeceğini tahmin ederken ne olacak? Trabzon’u kazanayım derken Türkiye’de kaybedeceksiniz…
İnanmıyorsun ha ‘3 Temmuz’ kumpasına… ‘1 Nisan’da inanırsınız o zaman neyin ne olduğuna!
Efendiler bu süreç şunu göstermiştir ki; Fenerbahçe’nin sevilmemesinin en temel nedeni; bu ülkenin aydın, modern, çağdaş ve Atatürkçü yüzü olmasıdır. Dik durmasıdır! İnsanların “Hoca Efendi” dediği zamanlarda Beşiktaş adliyesini “Fetullah’ın bilmem neleri” diye inleten taraftarlarının olmasıdır!
Fenerbahçe bu ülkenin hamurudur. Bereketidir. Fenerbahçe mutluysa tüm ülke mutludur. Bakın 10 yıldır olanlara, yaşadıklarımıza… Fenerbahçe, Türkiye’dir. Fenerbahçe, halktır. Fenerbahçe, insanlıktır. Şampiyonluklarla, kupalarla ölçülemeyecek bir başarıdır. Onun var olması, taraftarına yeten bir başarıdır. Sokakta oynasa kaldırımda desteklenir.
Fenerbahçe bir futbol kulübü değildir, bir spor kulübü de değildir. Fenerbahçe bir düştür, bir ütopya hatta bir ideolojidir. Ya Fenerbahçelisindir ya da diğerlerinden.
Her hafta sonu herkes Fenerbahçe ile maç yapar ve Fenerbahçe, herkese karşı. Bir fikirdir Fenerbahçe.
Siyaset mi?
Fenerbahçe başlı başına bir siyasettir. Bir siyasettin organı, uzantısı, temsilcisi değildir. Fenerbahçe Cumhuriyettir, devrimdir. Ve bunları anlamayanların, anlayamayacak zekâlar için “Hadi lan oradan” dır. Ama kendi içlerinde bilirler ki; Fenerbahçe, en büyük yaralarıdır. Bir semboldür Fenerbahçe! Direnen, mücadele eden, kurtuluş için, özgürlük için, hayat için kavga edenlerin sembolüdür.
Bir umuttur Fenerbahçe, her yıl Eylül’de başlar ve Nisan’da çoğu zaman Mart’ta bitirirler el birliği ile himmet ve dualar ile ya da kirli oyunları ile.
Ligler biter de umutlar biter mi?
Bitmedikçe daha delirtir zaten hepsini. Bilirler çünkü kendileri bizim yaşadıklarımızın beşte birini yaşasa ne kulüp kalır ne taraftar…
Zafer midir Fenerbahçe?
Ta kendisidir!
Fenerbahçe kandır… Çok fazla kaybedersen kaybedeceğin başka bir şey kalmaz. Eşitliktir Fenerbahçe… Ayrım yapmaksızın gönüldaşlıktır. Namustur! Onurdur! Çoğu zaman ise gurur!
Kupalarla övünenlerin, mağlubiyetlerle kaçanların, saklananların karşısında ulu bir gururdur. Metris’tir Fenerbahçe, Silivri’dir, Mamak’tır. Nişantaşı, Taksim, Galata varsın başkalarının olsun. Anadolu’nun ta kendisidir Fenerbahçe.
Malum yerden “suyun öteki yanı” diye bahsederler Fenerbahçe’den. Doğrudur. Anadolu, suyun diğer tarafında olanlar için “suyun öteki yanı”dır. Malum bunu bir de Yunanlılar söyler Anadolu için… Artık bunu diyenlerin durdukları yer her neresi ya da her kimin yanıysa onlar bilirler, biz bilmeyiz…
Koca bir ülkedir Fenerbahçe. Yendiğinde koca bir ülke sevinirken başka koca ülkeler kahrolur. Varın onların hangileri olduğunu siz düşünün. Evrenselliktir Fenerbahçe. Diyarbakır’da “Çocuklar ölmesin” diye maç yapan takımdır.
İşgal kuvvetlerine karşı bir ulusun umududur. Mustafa Kemal’in gelip kapısını açtığı kulüptür Fenerbahçe. Irkçılık karşıtıdır. Gayrimüslimlerin, Türk olmayan Anadolu insanının kulübüdür. Ama Anadolu’yla sorunu olanların kulübü değildir Fenerbahçe!
Ekmektir Fenerbahçe, gözyaşı ve alın teridir, emektir. Özgürlüktür! İsyandır! Kavga ve aşktır. Kavgada, aşk… Aşkta kavgadır…
“Ben mi Fenerbahçe mi?” diyen sevgililerin aldığı cevapla yaşadığı hüsranıdır. Terk ediş sebebidir. Acısıdır. Yarası, öfkesi ve nefretidir.
Sanmayın ki, bizler sadece Fenerbahçe taraftarıyız. Hayır, o kadar basit değil. Artık değil! O sallanan parmaktan sonra bizler artık taraftar değil “TARAF”IZ!
Bu da böyle bilinsin… Sandığa formalarımızla gideceğiz… Kime oy verdiğimizi kimse bilmeyecek ama son olaylardan sonra kime oy vermediğimizi herkes bilecek!