Aynı tas aynı hamam

Aynı tas aynı hamam

AYNI TAS AYNI HAMAM

Aynı tas aynı hamam ancak müşteriler hep aynı. Kese atılmaktan deri kalmadı bedenlerinde bu milletin.

Zaman değişiyor, teknoloji güncelleşiyor ancak sonuç değişmiyor.

Olan yurdum insanına oluyor, bedelini her zaman halk ödüyor.

Belediye otobüsü yenileniyor, kifayetsiz. İçindekiler insan onuruna yakışmayan şekilde taşınıyor. Bedelini halk ödüyor. Özel araçlarla ve korumalarla seyahat eden yönetici, nereden bilsin toplu taşıma araçlarının içindeki insanların ağız ağıza seyahat ederken birbirlerine hastalık bulaştırdıklarını. İnsanlar, otobüs ve metrolara binerlerken edep sınırlarını zorluyorlar, o kadar birbirlerine yapışık gidiyorlar. Afiyet olsun güzel ülkemin güzel insanları.

Lükse her zaman en son yetkililer sahip olmalıdır.

En son annelerin karnı doymalı. Çünkü tok acın halinden anlamaz.

99 depreminde yaşadığımız iletişim sorununu 26 yıl sonra yine yaşıyoruz. İletişim sorununun sebebi yine benim halkım, herkes niçin aynı anda birilerine ulaşmaya çalışıyorlar. Afiyet olsun güzel ülkemin güzel insanları.

Güzel ülkemin güzel yöneticileri bal havuzuna düşmüş karınca misali bal yemeye çalışıyorlar, bilmiyorlar ki o bal havuzunda ölecekler. Yönetici makamı, hizmet makamı olmalıdır. Ancak bu cennet ülkemde bu makamlar gözümüzü doyurma makamı haline gelmiştir. Vergilerle toplanan paralarla, yetimin hakkı olan paralarla alınan lüks araçlar içinde egomuzu tatmin etmeye çalışıyoruz.

Vicdan mahkemesi diye bir olgu kalmamış, “sen benim kim olduğumu biliyor musun?” kişiliğine bürünmüş.

Balık hafızalı devlet aklı ile yarınlara nasıl ümit ile bakacağız. Her olumsuzluğun sorumlusu ve suçlusu halk ve kader olmamalı.

Bir profesörün ağzından dinlemiştim “kullanılmayan beyin fiziksel olarak da küçülür” demişti. Niçin kullanmıyoruz beynimizi.

Dev şirketler uydu resminden arsa, aslı yok yaylasından ise koyunlar satıyorlar. Bunları da bütün şehirlerin billboardlarında görüyoruz. Afiyet olsun güzel ülkemin güzel insanları.

Devlet, bekası için vatandaşının cebindeki üç kuruşa göz dikmemeli. Hangi babanın, çocuğunun cebindeki son kuruşunda gözü olur.

Milleti yaşatalım ki devlet yaşasın. Geçen günlerdeydi. Ünlü bir markete alışveriş için gittim. Meyve-sebze reyonundan bir şeyler aldım ve orada tarttırmam gerekiyor. Tartının kenarında 25-30 aralığında olan bir genç çalışan duvara yaslanmış ve benim tartı için geldiğimi bile fark etmedi. Kendisine merhaba dedim ve hemen aldıklarımı tarttı. Kendisine niçin dalgın olduğunu sordum. Kendisi cevaben; üniversite mezunu olduğunu herhangi bir yere yerleşemediğini, yıllarca ailesine yük olduğunu, burada asgari ücretle çalıştığını ve duvara yaslanırken de yurt dışına nasıl çıkarım diye düşündüğünü söyledi bana. Benim için o çocuğun, kimin çocuğu olduğu beni hiç ama hiç ilgilendirmiyor ancak beni, o çocuğun bu ülkenin geleceği olduğu ilgilendiriyor.

Ülkede her şeyimiz kötü mü? Hayır. Avrupa ölçülerinde yollarımız, hava alanlarımız var. Hemen hemen her şehrimizde üniversitelerimiz var; “Üniversitelerimiz var” derken, buralar tabeladan ibaret yerler olmamalı. Akademik kadrolarıyla, yeteri uygulama alanlarıyla, dünyada kabul edilmiş eğitim seviyesinde eğitim müfredatına sahip yerler olmalıdır. Aksi takdirde -ki şu anda öyle- A4 kağıt üzerinde yazılı cümlelerden oluşan ve adı da diploma olan bir kağıt parçasına sahip olan gençler olur mezunlarımız.

Halka dokunmak lazım, insana dokunmak lazım ancak bu pozitif olmalıdır. Seçkin bir üniversiteye görev verilmeli; 600 yıl dünyaya hoşgörüyü hakim kılmış atalarının torunları şimdi niçin dünyanın en asabi toplumları arasında şampiyonluğa gidiyor. Bunun sonucu, yönetici ve ilgililerin yol haritası olmalıdır.

Sayın ve saygın yöneticilerimiz; elinize iki adet boş kağıt alın. Birinin tepesine bu millet için ne yapılanlar diye yazın, diğer sayfanın tepesine ise halkın yıllardır çözülmemiş sorunlarını -tarihleriyle beraber-yazınız. Batılı gelişmiş ülke nüfusları giderek azalıyor. Oradaki halk diyor ki; “bir çocuk kazanacağım, o yirmi yaşına gelene kadar iki yüz bin euro harcayacağım. Bunun yerine evcil bir hayvan alıp, onunla ilgilenirim ve daha ekonomik olur” diyorlar. Devlet ise nüfus eksikliğini bizim gibi ülkelerden beyin ithal ederek karşılıyorlar. Çok hazin, çoook.

Gençlerin baktıkları ufukta ne şafak atıyor ne de şafağı müjdeleyecek bir aydınlık.

Kendi adıma söylüyorum; benim gidebileceğim başka bir ülkem yok, toprağım yok. Ben bu geminin onurlu sahiplerinden biriyim. Bana bir görev verilirse ben o görevin dibinde uyurum evime bile gitmem. Başka Türkiye Cumhuriyeti yok.

Eşyaya değil, insana yatırım ülkeyi kalkındırır. İnsana yatırım insanların karnını kuru ekmekle doldurmakla olmaz. İlim irfan peşinde koşan bir gençlik olması şart. Ancak gençlik, nefes alma mücadelesi veriyor, aradıkları nefesin batılı ülkelerde olduğuna inanıyorlar. Yarınlara umutla bakan gözlere sahip olması gerekir bu güzel yurdumun güzel insanları.

Her konuda ihtiyaca evet israfa hayır demediğimiz sürece başımız dik olmayacaktır.

Yıllar önce mercimek ihraç ettiğimiz ülkeden mercimek ithal ediyoruz.

Önce üretmeliyiz, ürettiğimizi satmalıyız. Kime satmalıyız? Başka ülkelere. Ülkeye döviz girerse, havuzdaki mevcut su yükselir. Yoksa havuzun suyu ile bu çark dönmüyor.

Bir deprem oluyor, kimse kimseye ulaşamıyor. Oysa 5G reklamı yapıyoruz. Bize bu anlayışla 20G gelse yine bir şey değişmez. İşlerin ehline verilmemesi kıyamet alametlerindendir. Makam kişiyi değil, kişi makamı yüceltmelidir. Bu ülkenin efendisi millettir. Efendimize saygı duyalım, layık olalım.

Bilimi, teknolojiyi insanların günlük yaşantısına aranje etmek önemlidir. Devlet ile Üniversiteler eş güdüm içinde çalışmalılar. Devlet ilgili üniversitelere sorunlar ile ilgili projeler vermeli, akademisyenler çalışmalı AR-GE’sini yapmalı ve uygulamalı. Devletin eğitim ve öğretimi de planlaması lazım. Ne kadar doktora ihtiyaç varsa ya da olacaksa yıllara sarih çalışma yapılıp, ona göre öğrenci kabulü yapılmalı. Keza ne kadar öğretmene ihtiyaç olacaksa buna göre üniversitelerde kontenjan açılmalı. Nüfus planlaması yeni doğacakları değil, mevcut nüfusun düzgün planlaması olarak algılanmalıdır. Hayal kırıklıklarıyla baş başa kalan öğrenciler ve aileleri yaratmaya devam etmek istemiyorsak bunları yapmamız gerekli. Daha önceki yazılarımda da bahsettiğim gibi, toprak anayı unutmayalım, doğal kaynak ve zenginliklerimizi unutmayalım, ihmal etmeyelim.

Biz bize yeteriz, biz bizi bilelim. Başkaları bizim kim olduğumuzu biliyor ve bizim kendimizi bilmemizi istemiyorlar. Fiziki makam ve mevki yerine manevi makam ve mevki yerine talip olalım. O da “anca beraber kanca beraber”den geçer. Yoksa;

Aynı tas aynı hamam.

Düşünebilmek güzeldir.

.

Seyfi Turan, dikGAZETE.com

...