- 27-03-2019 05:08
- 1953
Merhum Neşet Ertaş birçok türkü sözü ve bestesiyle gönüllerimizde taht kurdu. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da muhabbetle dinlediği bir türküsünde Neşet Usta der ki:
“Karadır şu bahtım kara
Sözüm kar etmiyor yare
Yüreğimi yaktı nara eyvah eyvah
Kendim ettim, kendim buldum
Gül gibi sararıp soldum”
Neden bu dizeleri hatırlatmaya gerek duydum?
31 Mart Yerel Seçimleri nedeniyle Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Cumhur İttifakı’nın diğer ortağı MHP Genel Başkanı Dr. Devlet Bahçeli; TV programlarında, miting meydanlarında Türkiye’nin aslında en önemli sorununun beka sorunu olduğunu belirten açıklamalar yapıyor.
Her iki lider de doğru söylüyor, gerçekten Türkiye, Üçüncü Dünya Savaşı öncesinde bir beka sorunu ile karşı karşıya.
En temel Beka Sorunu; NATO Kuvvetlerinin Türkiye’yi işgal etmesi…
Son zamanlarda bazı TV dizilerinde organize suç örgütlerinin kapışmaları üzerinden halkın kolektif bilinçaltına iç savaş senaryolarıyla “subliminal mesajlar” gönderildiği izlenimini edindim.
Öyle ki tereyağından kıl çeker gibi sanki halkı iç savaşa hazırlıyorlar.
Bir de buna bazı karanlık şahısların ulu orta çıkıp halkın bazı kesimlerine silahlanma çağrısı eklenince önümüzdeki günlerde yaşanabilecek kaosun umulandan daha şiddetli olabileceğini düşündürüyor.
Strateji uzmanlarına göre NATO üniformalı Amerikan askeri varlığının yani ABD ordusunun; bütün ağırlığıyla ucu açık bir zaman diliminde görünürde Türkiye’nin güvenliğini sağlamak amacıyla Türk topraklarına yerleşmesi, diğer bir ifadeyle işgali, ne yazık ki Türkiye Cumhuriyeti yasalarına göre mümkün.
Evet, beka sorunu var ve ne yazık ki türkü sözünde geçen “Kendim ettim, kendim buldum” ifadesiyle örtüşüyor.
NATO’nun Türkiye’yi işgalini yasallaştıran teklifin hikâyesi…
Bana sorsalar; Cumhuriyet tarihinde gelmiş geçmiş en milliyetçi lider kim deseler önce Mustafa Kemal Atatürk sonra Süleyman Demirel derim.
Neden Demirel? Çünkü Türkiye’nin kalkınma hamlesini ABD’nin engellemesine rağmen Sovyetler Birliği ile gerçekleştirdi.
Kıbrıs Barış Harekâtı’nda kullanılan amfibi deniz araçlarını inşa ettirdi. ABD’nin ambargosuna, adı geçen ülkenin Türkiye’deki üslerini kapatarak meydan okudu.
Afyon ekiminin yasaklanmasına karşı çıktı. O nedenle 12 Mart 1971 Muhtırası, 12 Eylül 1980 Askeri darbesi ve 28 Şubat postmodern darbelerini yaşadı.
Sanıldığı gibi şapkayı falan alıp gitmedi, aslanlar gibi demokrasi mücadelesi verdi.
NATO’nun Türkiye’yi işgal teklifini kim verdi, nasıl verdi?
Ahmet Davutoğlu’nun Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından Başbakanlıktan azli sonrası, 24 Mayıs 2016'da Başbakan olarak göreve başlayan Binali Yıldırım, bir gün sonra Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'nde ilk kez Bakanlar Kurulu'na, bir sonraki gün ise MGK'ya katıldı.
Mevlüt Çavuşoğlu’na bağlı Dışişleri Bakanlığı, bu MGK'da Bakanlar Kurulu'na bir NATO teklifi sundu.
Sunulan ilgili teklif, daha önce Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu’nun Başbakanlığı döneminde hazırlanmıştı.
Davutoğlu hükümetinin de Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’ydu.
Bakanlar Kurulu, teklifi 30 Mayıs'ta karara bağladı.
Teklif, daha sonra Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a sunuldu ve onaylamasıyla 1 Haziran 2016'da Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi.
(İlgilisi için kaynak: https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2016/06/20160601-3.pdf )
“Çok Yüksek Hazırlık Seviyeli Müşterek Görev Kuvveti”
Trajedi işte böyle başladı. 5 bölüm halindeki 24 maddeden oluşan karar ile “Türk askerlerinin yurt dışında; NATO askerlerinin ise Türkiye'de ‘TBMM kararı' olmadan konuşlandırılmasına” izin veriliyordu.
Karar “Ülkede kaos çıkması durumunda, ‘çatışmayı önlemek' maksadıyla NATO'nun “Çok Yüksek Hazırlık Seviyeli Müşterek Görev Kuvveti”ni hiçbir izne ihtiyaç duymadan 48 - 72 saat içinde bölgeye göndermesinin önünü açıyordu.
Önü açılan sadece NATO’nun asker göndermesi değildi. Hakikaten “İslamcı muhafazakarlar”ın dillerinden düşürmedikleri “Surda bir gedik açtık mukaddes mi mukaddes / Ey kahpe rüzgar artık ne yandan esersen es” şiirinde ifade edilen, Türkiye’nin güvenlik duvarında gedik değil koca ve uzun bir koridor açılmıştı.
Daha da önemlisi bu müdahale için TBMM'den onay beklenilmesi halinde, sürecin “tehlikeli” şekilde uzaması ihtimaline binaen, Meclis devre dışı bırakılmıştı.
NATO bu kararla kara, deniz ve hava personelinden müteşekkil 5 bin kişilik tugayı 48 saat içinde istediği yere indirme hakkı elde etmişti.
Bu karara göre NATO; 5 ile 7 gün içinde 10 bin kişilik iki tugay daha gönderebilme hakkına sahipti. Türkiye'de bir çatışma çıksa, Suriye veya Irak'tan Türkiye'ye kaosa yol açabilecek bir saldırı gelse, 5 gün içinde 15 bin “Çok Yüksek Hazırlık Seviyeli Müşterek Görev Kuvveti” de NATO kararıyla gelebilecekti.
İlginç olan tüm bu gelişmelerin 15 Temmuz darbe girişiminden 45 gün önce gerçekleşmesiydi.
Neredeyse, 20 Ekim 1927’de Mustafa Kemal Atatürk’ün Gençliğe Sesleniş’inde belirttiği, “İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler.
Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.” öngörüsünü doğrular bir tablo oluşmak üzereydi.
Bu konuda değerli dostum, münevver muharrir ve dahi mütefekkir Avukat Abbas Pirimoğlu, merhum toplumbilimci Baykan Sezer üzerinden nasıl bir eleştiri getirir bilemiyorum?
Öyle ya Baykan Sezer, hep Kemalistleri hedef almadı! Belki kahrolası federallere de bir şey demiştir.
15 Temmuz hain darbe girişimi, NATO’nun Türkiye’yi işgal provası mıydı?
Böyle olduğunu düşünenlerin sayısı hayli fazla. 15 Temmuz darbe girişimi Türk devletinin Atlantik çizgisinden Avrasya çizgisine geçişine verilen küresel bir tepkiydi.
Yine böyle düşünenlere göre; Gezi + 15 Temmuz olayları NATO bölgesinde ortaya çıkabilecek toplumsal ve terör kaynaklı kaotik gelişmelere karşı kurulan NATO Süratli Reaksiyon Kolordusu’nun müdahalesine zemin oluşturulması için tezgâhlanmıştı.
Gezi ve 15 Temmuz, Türk Devleti tarafından püskürtüldü. Ancak Atlantikçiler’in Türkiye takıntısı devam etti.
Nitekim NATO’nun Norveç’teki Trident Javelin (Üç Uçlu Mızrak) Tatbikatı’nda Atatürk ve Erdoğan "düşman" hedef olarak işaretlendi.
NATO tatbikat senaryosunda Türkiye “Skolken Ülkesi/Diktatörün ülkesi” olarak gösterildi.
NATO Süratli Reaksiyon Kolordusu (ARRF)‟in 3 türlü ihtimaliyat/ olasılık (contingency) planı mevcut.
Bu planlar, Norveç, Kuzey Yunanistan ve Türkiye’nin güneydoğusundaki tehditlere karşı hazırlanmıştı. Kuzey Yunanistan’a Arnavutluk’tan, Türkiye’nin güneydoğusuna Irak’tan gelebilecek tehditler göz önünde bulundurulmuştu.
Bu ihtimaliyat (Olasılık) planları, küçük tehditlere muhatap olan Norveç, Türkiye ve Yunanistan için yapılmıştı.
Romanya, Almanya ve Polonya gibi ülkeler için böyle ihtimaliyat planları yapılmamıştı. Neden acaba?
Türkiye ve Yunanistan’ın kapladıkları coğrafi bölgelerin Sovyetler Birliği’ne karşı ileri karakol gibi kullanılması düşüncesi NATO’nun planlarında hep yer aldı.
NATO’nu işgal amaçlı oluşturduğu ‘Çok Yüksek Hazırlık Seviyeli Müşterek Görev Kuvveti’ Türkiye’de faaliyette…
NATO Süratli Reaksiyon Kolordusu ARRC birkaç bölgede konuşlu. Bu karargâhlardan birisi de İstanbul’da.
Allied Rapid Reaction Force (ARRC) ve commander ace rapid reaction corps - Avrupa Müttefik Komutanlığı Süratli Reaksiyon Kolordu Komutanlığı ile NATO Süratli Reaksiyon Kolordusu Karargâhından yolu geçen pek çok Türk askeri ve istihbarat yetkilisi var.
ABD’nin dünyada barış ve istikrarı desteklemesine yardımcı olan stratejik konumunu muhafaza edebilmek için, avantajlardan yararlanan ve asimetrik zayıflıklara karşı koruma sağlayan yeni kavram, yetenek, insan ve organizasyon birleşimleri vasıtasıyla askeri rekabet ve işbirliğinin değişen özelliklerine şekil verdiği yeni süreçte PENTAGON’un kullandığı araç, hiç şüphesiz ki NATO.
ARRF: NATO Süratli Reaksiyon Kuvveti, Allied Rapid Reaction Force nasıl ortaya çıktı?
Aralık 1999 AB Helsinki Zirvesi’nde; AB üyesi ülkelerin 2003 yılı itibarıyla 15 tugaydan müteşekkil 50-60 bin kişilik bir acil reaksiyon kuvvetini 60 gün içinde bir askerî operasyon çerçevesinde bunalım bölgesine intikal ettirecek şekilde hazır tutmaları ve bu kuvveti en az bir yıl süreyle idame ettirebilmeleri şeklinde bir "Temel Hedef" belirlendi.
Soğuk Savaş döneminin statik ve tamamen savunma amaçlı olarak, belirli sorumluluk bölgelerinde konuşlu kuvvet yapısına 1991'de son verildi. Yine aynı yıl, 1991'de kabul edilen stratejik konsept ile birlikte yeni kuvvet kategorileri ve hazırlık seviyeleri geliştirildi.
Buna göre; Reaksiyon Kuvvetleri, Ana Savunma Kuvvetleri, Takviye Kuvvetleri olmak üzere üç kategoride kuvvet oluşturuldu.
Prag Zirvesi’nde bir NATO Mukabele Gücü kurulması yönündeki karar; daha önce Londra’da hareket kabiliyeti yüksek, esnek kuvvetler kurulması yönündeki çağrının sonucunda oluşturulan Avrupa Müttefik Kuvvetler Çevik Mukabele Gücü’nün NATO şemsiyesine dahil edilmesiydi.
Ancak 11 Eylül terörist saldırıları, ardından İstanbul ve İspanya’daki saldırılar NATO’nun yapılanmasının yeniden ele alınmasını gerektirdi.
‘Prag Yetenek Taahhütleri’ çerçevesinde yeni yapının kategorileri; İntikal ettirilebilir Kuvvetler (DF), Yerinde Konuşlu Kuvvetler (IPF) olarak sınıflandırıldı.
İzmir - İstanbul NATO NATO Süratli Reaksiyon Kuvveti…
Bu yeni konsept; NATO’nun 2010 Lizbon Zirvesi’nde görüşüldü ve 2011 NATO Savunma Bakanları Toplantısı’nda da onaylandı.
NATO’nun Yeni Komuta Yapısı’nın ana unsurlarından olan NATO Kara Komutanlığı, 2012’den itibaren İzmir’de faaliyetlerine başladı.
Tam Harekât Kabiliyeti’ne 2014 tarihinde ulaşıldı. Böylece NATO’nun Yeni Kuvvet Yapısı da buna uygun olarak yeniden şekillendi ve sekiz adet “İntikal Edebilir Yüksek Hazırlık Seviyeli Kolordu” kuruldu.
Kara Unsur Komutanlığı bünyesinde NATO Reaksiyon Kuvvetleri oluşturuldu.
İstanbul Ayazağa’da konuşlu 3. Kolordu Komutanlığı bu Kolordulardan biri.
12 ülkeden 53 yabancı personelin de görev yaptığı 3. Kor. K.lığı, 2002 yılında Tam Harekât Yeteneği’ne kavuşunca, 2003’te NATO Konseyi tarafından “NATO Yüksek Hazırlık Seviyeli Kuvvet” olarak tescillendi.
Yargılandığı davada “Şimdi kuvvet bizde değil, ama hak bizimdir." sözüyle ismi hafızalara kazınan Em.Org. Ergin Saygun’un kaleme aldığı ve Kaynak yayınlarında neşredilen “Türk Ordusuna Balyoz” isimli kitapta “O tarihte 3.Kor.K.lığı görevine atandığımda bana Kor. Karargâhı’nın NATO’nun yeni konsepti olan ‘Yüksek Hazırlık Dereceli Karargâh’ hâline getirmem emredildi” bilgisi yer alıyor.
O tarihlerde Kor. K. Yrd.lığına Polonyalı bir Tümgeneral, İdari Yar. Başkanlığa ise bir Alman Tuğgeneral komuta ediyordu.
Kolordunun emir komutasına birlik olarak, bir İngiliz tümeni, bir İspanyol tümeni, bir Yunan Tümeni ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nden bir zırhlı tümen verilmişti.
Kolordunun muharebede, Esas Komuta Yeri Babaeski, Geri Komuta Yeri Lüleburgaz, Geri Destek Komuta Yeri ve Kabul Hava Limanı Çorlu, Taktik Komuta Yeri Kırklareli güneyi olup, birbirlerine ses, data, mesaj, görüntü imkân ve kabiliyetli bilgisayar ağıyla donatılmış olarak Trakya’ya yayılmıştır.
Şimdi anladınız mı bütün darbe planlarını bozan 1. Ordu Komutanı Orgeneral Ümit Dündar’ın, Türkiye’nin kaderini nasıl değiştirdiğini?
.
Ömür Çelikdönmez, dikGAZETE.com
Twitter'da bizi takip edin: @oc32oc39 , @dikgazete