‘Hrant Dink Operasyonu’nda yanlış yere bakıyoruz!

‘Hrant Dink Operasyonu’nda yanlış yere bakıyoruz!

‘Hrant Dink Operasyonu’nda Yanlış Yere Bakıyoruz 

Günümüz dünyasında devletler, kendi sistemlerini ayakta tutmak ve ulusal güvenliklerini sağlamak adına sıklıkla hukuk ve etik dışı çıkmaza sürüklenebiliyorlar. Bu durum, bir yandan devletin güvenliğini koruma amacı taşırken, diğer yandan hasım devletlerin güçlenmesinin önüne geçmek anlamına gelebiliyor. Ancak, bu iki kutup arasında bir denge kurulmadan sürdürülebilir bir politika oluşturmak mümkün değildir.

Devletler, kendi varlıklarını sürdürebilmek adına; terörle mücadele, içsel çatışmalar ve ulusal güvenlik tehditleriyle, bazen birey haklarına müdahale edebilecekleri olağanüstü durumlar yaratma eğiliminde olabilirler.

Bu, çoğu zaman gayrimeşru ve kişilik haklarına tecavüz olarak değerlendirilse bile sistemin kendini koruma eğiliminden kaynaklanan, kendi kendine empoze ettiği refleksolojik bir durumdur.

Devletlerin varlık nedeni, vatandaşlarına huzur ve güvenliğini sağlamak, adil bir yargı sistemi oluşturmak, temel hakları korumak ve refahı artırmaktır. Ancak, bu hedeflere ulaşmak için kullanılan yöntemler, sıklıkla birey haklarına müdahale etme riski taşır.

Özgürlüklerin kısıtlanması, ifade özgürlüğünün sınırlanması ve gizliliğin ihlali gibi durumlar, vatandaşların devletin koruma kalkanının altında ezilmiş hissetmelerine neden olabilir. Ancak olaya dışarıdan bakıldığında, tüm bu etkiler çoğunluğun hakkını korumak içindir ve tepki oluşması da çok normaldir.

Çünkü kişiler, hayatlarını birey olarak yaşarlar, birey olarak devam ederler. Bu bireysel çembere yapılacak bir taciz, tabiatın bir kuralı olarak her bireyi irrite edip, rahatsız eder ve kafalarının karışmasına sebep olur. Ancak kendi çemberlerinin, başka bireylerin çemberini işgal ve rahatsız ettiğini hatta birçok birey için riskler oluşturduklarını bilmezler, görmezler.

Ve işte o anda devlet, çoğunluğun huzur ve güvenini sağlamak adına o bireyi ya kendi çember alanına iter ya da muhtemel riskin durumuna göre tamamen ortadan kalkmasını sağlar.

Bu da refleksolojik bir devlet tepkisidir.

Bu tepkinin modern ya da ilkel devlet modelleriyle alakası yoktur.

Coğrafya, folklorik kültür, sosyoloji ve analitik tarihle de alakası yoktur.

Kadim devlet yapısının yasama – yürütme – yargı’ sistemleriyle de bir bağlantısı yoktur.

O devlet rejiminin türü, temeli, işleyiş ile icrası ve hatta söz sahibi hükümetin ideolojik yapısıyla da bir paralelliği yoktur.

Bu bir metodolojik siyaset bilimidir ve devletin kendi kendini koruma içgüdüsüdür. Kanserli hücreye karşı verilmiş bir tedavi yöntemidir.

Tüm bu gerekçe ve sebeplerden ötürü devletler, kendileri için zararlı, kanserli bir hücre için, kendi vücut bütünlüklerinin dışında oluştuğunda bile benzer ve hatta hemen hemen aynı tepkisel reaksiyonları verirler.

O hücre, bir risktir ve devlet, hayatta kalabilmesi için bir an evvel müdahale etme ihtiyacı hisseder.

Uzayan tedavi durumlarında ve ihmalkârlıklarda kanserin daha yaygın, daha kronik ve tedavi kabul etmez bir hale gelmesi normal bir durum olacağı için bazen acele ile alınmış kararlar ve panik ile düzenlenen operasyonlar sonucunda işler istenmeyen bir noktaya da gelip, çirkinleşebilir.

İşte burada devletin bu tip anomalilerde daha önce yaşadığı tecrübe temelli bağışıklık sisteminin önemi devreye girer.

Ne kadar güçlü bir bağışıklık sistemi varsa sorun o kadar kolay, temiz ve sorunsuz çözülür.

Bazı devletlerin bu tip durumlara karşı tecrübesiz ve bağışıklığı düşük olan immün sistemlerinden dolayı sorunlar yaşadığı, geçmiş ve yakın tarihimizde birçok örneklerle görülmüştür.

Bunlardan en göze çarpanı ise Hrant Dink cinayeti operasyonudur.

Ve tabii bu durum, Ogün Samast’ın cezaevinden tahliye edilmesi ile tekrar gündeme geldi.

Ancak dediğimiz gibi, acele ve panik haliyle dizayn edilmiş ve oldukça amatör hatalarla düzenlenmiş bir operasyondu bu.

Cinayetin işleme aşaması, hazırlanışı, sonrası ise tam bir fecaat…

Öncelikle Hrant Dink’in muhtemel olağan şüphelilerine bakmak lazım.

Evet, katil Ogün Samast.

Ama ben hiç sanmıyorum ki 17 yaşındaki bir sokak çocuğu, ilkel milliyetçilik duygularıyla bu işi tasarlasın, planlasın ve o heyecanla gidip tetiği çeksin.

Bu açıdan bakınca bunu bir Yalnız Kurt’ (Bir grup, örgüt ya da emir aldığı bir yer olmadan, hiçbir oluşumla bağlantısı olmaksızın, eylemi bizzat kendisi hazırlayan, işleyen, tek başına hareket eden eylemci) operasyonuna sokamayız.

Arkada başka aktörlerin olduğu ve tasarıda bizzat rol aldıkları konusunda herkes benimle hem fikir sanırım…

Hrant’ın ölmesi en çok kime fayda sağlayacaktı? asıl bu operasyonun kapısını aralayacak soru buydu.

İlk şüphelimiz; Türkiye Cumhuriyeti’ne bağlı ve herkesin zaman zaman dışından da söylediği Derin Devlet’ denilen filmografik sistem… Asırlık ve kadim bir kültüre sahip olan Türk Devlet geleneğinin diyelim ki; Derinlerinin’ operasyonu bu. Ancak böylesine tecrübeli bir sistemin, bu kadar amatörce bir iş çıkarttığını, çıkartacağını düşünmek sanırım zekâya hakaret olur.

İkinci şüphelimiz; Hrant’tan, politik ve siyasi duruşundan hoşlanmayan Ermeni unsurlar. Yine cinayetin yürüyüş aşamasına bakıldığında, yapılan amatörlüklere ve icra noktası incelendiğinde bu, akla daha yatkın.

Peki, çıldırmış mı bunlar neden böyle kendilerine çalışan bir aydını yok etsinler?

İşte asıl örtü altında kalanlar’ tam burada başlıyor.

İlk olarak bence, Hrant ve eşi Rakel Dink, ilk kez 2002 yılında Ermenistan’a gitmeleri ve orada katıldıkları söyleşiler, yaptıkları sohbetler ve içinde bulundukları konjonktür içinde başladı sivilcelenme.

Ermenistan’da mevcut bulunan ‘fanatik Ermeni milliyetçiler, Hrant’ın Ermenistan ziyaretinde, fikirlerinden hiç ama hiç hoşlanmamışlar hatta daha sonrasında birkaç kere AGOS gazetesine tehdit içeren sembolik mesajlar göndermişlerdi.

Türkiye ile ilişkilerde Hrant’ın heterodoks durması bu kesimi ciddi öfkelendiriyordu.

Özellikle AGOS gazetesindeki bazı yazılarından sonra Hrant da durumu ciddiyetinin farkına varmıştı. Üstelik Hrant’ın bir Türk Milliyetçisi tarafından öldürülmesi, en çok kendilerine ve bir şekilde kışkırtmaya çalıştıkları Anadolu Ermenilerini’ çileden çıkartacak bir kıvılcım olarak bakıldığında oldukça işlevsel bir operasyondu.

Ki bu operasyon sonunda sadece Anadolu Ermenileri değil birçok Türk de eylemlerde çok belirgin ve keskin bir duruş sergilediler; Hepimiz Hrant’ız… Hepimiz Ermeniyiz” diye…

Bir diğer olağan şüpheli Ermeni grup ise; Türkiye ile sınırların açılması sonrası ekonomik olarak çok çok olumsuz etkilenecek Erivan’da bulunan Ermeni burjuva sınıf’.

Ekonomik olarak Erivan’ın neredeyse tamamına hâkimlerdi o dönem. Birçok ticaret kolu, üretim araçları ve imalat tesisleri de kendilerine aitti.

Türkiye ile sınırlar açılınca, ticaret hacimleri düşecek ve serbest piyasa ekonomisinde söz sahibi olamayacaklardı. Bu grup, Erivan’a Fransız Carrefour firmasını bile sokmayacak kadar güçlüydü o dönem.

Hrant’ın, Ermenistan ile Türkiye sınırlarının açılmasını desteklemesi, bir de bunu başarması, bu insanların ekmeğine kan doğramak anlamına geliyordu.

Ve Hrant ölürse özellikle bir Türk milliyetçisi tarafından öldürülürse, bu sınırın açılması artık bir ütopyaya dönüşecek ve herkes balını – böreğini yemeye devam edebilecekti.

Bir Ermeni grup daha vardı ki onlar da Ermenistan’daki bürokrasi ve diploması ağlarının neredeyse tamamına sızmış durumdalardı.

Bu kesim ise Ermenistan’ın Rusya’ya bağlanmasından ciddi çıkarları ve kazançları olanlar”dı.

Bu diplomatik ve bürokratik kesim, Ermenistan’ın sadece Türkiye ile değil Rusya dışında herhangi bir ülke ile yakınlaşmasından bile rahatsızlardı o dönem.

Ve pratikte de teoride de ciddi engeller oluşturabiliyorlardı.

Hrant’ın Ermenistan & Türkiye arasındaki ciddi ve kayda değer ara buluculuğu, en çok bu kesimi rahatsız ediyordu.

Ve yine Hrant, bir Türk tarafından öldürülürse Ermenistan & Türkiye ilişkileri çok uzun yıllar askıya alınacak ve bu kesim de Rusya’dan nemalanmaya devam edecekti.

Bu üçlü grup, şu an bile Ermenistan’da Hrant Dink Vakfı’nın faaliyetlerini manipüle edebiliyorlar. Kaldı ki; Hasan Cemal’in Erivan’da yaşadıkları, Orhan Pamuk’un Benim Adım Kırmızı’ kitabını Ermeniceye çevirip basan Antares Yayınları'nın karşılaştığı toplumsal tepkinin altındaki sosyal istihbarat çalışmaları yapan yine bu üçlü koalisyondur.

Hrant’ın ölmesi, bu bağlamda Türkiye devlet sistemine zarar verecekken bu neden yapılsın?

Ama Hrant’ın ölmesinden bu kadar fayda sağlayacak Ermeni grup varken Hrant neden yaşasın?

Basit sorular bunlar…

Ve işte bu üç grubun etkisindeki Ermeni devlet sistemi, Ermenistan’ın çıkarları için iyi kurgu ile iyi başlayan bir operasyon dizayn etti ancak tetiği çekecek unsur konusunda ciddi hatalar yaptılar ve Ogün Samast gibi amatör ve kolay angaje edebilecek bir unsuru aparat olarak alana sürdüler.

Tam da burada açık verdiler…

Yukarıda dediğimiz gibi, Devletler bazen kendisi için zararlı etken ve bireyleri, kendi içinde olmasa bile ve kendisine sonsuz – karşılıksız bir bağla bağlı olsa da sadece kendi çıkarları ve hayatına devam edebilmesi için onları kolayca ortadan kaldırır. Sorgusuz - sualsiz etkisiz hale getirir.

Hrant Dink’in katledilmesinde de bence olan budur…

Bakılan yer yanlıştır, Ermeni devlet sistemleri dikkatle okunmalı ve incelenmelidir.

.

Serkan Yıldız, dikGAZETE.com

...