- 22-11-2023 01:10
- 1946
-Gazze, Filistinlilerin elinde olduğu müddetçe İsrail’in yarım kalan hayallerini gerçekleştirmesi mümkün görünmüyor...
Filistin halkı Gazze’de son direnişini gerçekleştiriyor. Tarihinin en çetin, en ağır saldırısı ile karşı karşıya.
İsrail’in son 16 yıldır üzerinde durduğu en önemli planı Gazze’nin işgali idi.
Netenyahu, “bu savaş uzun sürecek” demişti.
Kassam sözcüsü Ebu Ubeyde ise; “Kendimizi uzun bir savaşa hazırladık” dedi.
Savaşın ilk haftasında ABD Başkanı Biden ise “Gazze’yi artık ne Hamas ne de Tel Aviv yönetecek” demişti.
Yani hedef “Hamas”sız bir Gazze.
2006 yılına kadar Gazze’de yaklaşık 8000 Yahudi yaşıyordu, tümü bu tarihte Gazze’den ayrıldılar.
Gazze, 2007’de Hamas’ın seçimleri kazanıp yönetimi ele almasından itibaren yıllarca İsrail’in ağır saldırılarına maruz kaldı.
Bu saldırıların tek amacı Gazze halkının Mısır’ın Sina bölgesine sürülme planı idi. Bu bakımdan aslında 7 Ekim’de Hamas, gelecek olan büyük saldırı için bir ön savunma yaptı.
ARZ-I MEVUD’UN ÖNÜNDEKİ ENGEL!..
Gazze, Filistinlilerin elinde olduğu müddetçe İsrail’in yarım kalan hayallerini gerçekleştirmesi mümkün görünmüyor.
"Vadedilmiş topraklar" istisnasız her siyonist Yahudi’nin idealidir. Aynı zamanda Gazze, İsrail için önemli stratejik bir değere sahiptir.
İsrail’in planları arasında Hamas yönetimine son vererek, Gazze-Aşkelon hattından Kızıldeniz’e açılan Ben Gurion Kanalı’nın olduğu, bu sayede küresel ticaret ve enerji koridorunda Süveyş’i saf dışı ederek Mısır’ı daha fazla köşeye sıkıştırmayı ve küresel ticaret ve enerji lojistik merkezi olmayı hedeflediği açıkça tartışılıyor.
Uzmanlar, bu durumun dünya enerjisinin yüzde 30’nun nakil noktası olan Hürmüz Boğazı ile birlikte Çin’in "Bir Kuşak Bir Yol Projesi"ni ve Akdeniz’in stratejik-enerji dengesini sarsacağı ve küresel bir savaşı tetikleyebileceği görüşünde.
Tahrif edilmiş Tevrat’ta Arz-ı Mevud’un sınırları “Mısır ırmağından Fırat ırmağına kadar olan bölgede ayak bastığınız her yer sizin olacaktır” şeklinde çizilmiştir.
Siyonist Yahudiler bu toprakların bir gün İsrail devleti sınırları içerisine dahil edileceğinin hayalini kurmakla birlikte, Filistin topraklarında acımasızca bir savaşı sürdürmekten de çekinmez. Bununla birlikte, İsrail’in bu kadar öfkeli olmasının bir sebebi de arz-ı mevud’a ulaşma yolunda Gazze’nin Sina’ya taşınma projesine direnen Filistin direnişini bir türlü kıramamış olmasıdır.
Ancak, İsrail’in Mısır’a sürülmesini istediği Gazzeliler, 45 gündür süren bombardıman, aynı şekilde devam ederse ve insani yardım desteği için Refah sınır kapısı açılmazsa, ateşten korunma amacı ile Sina’ya geçmek zorunda kalabilirler.
Halihazırda Gazze’deki Filistinlilerin çoğu da İsrail’in 1948’deki etnik temizlik operasyonlarından kaçan mülteciler ya da mültecilerin sülalesinden gelenlerdir.
YERLE BİR ET VE BOŞALT!..
Mısır’ın darbeci lideri Sisi’nin, Refah sınır kapısını insani gerekçelerle açması ve Filistinlilerin Sina’ya akın etmesine izin vermesi yönündeki baskı, bombardıman Gazze’nin güneyinde yoğunlaşmaya başlayınca bu kez sivillerin Mısır’a geçişine izin vermesi için artacaktır.
Plan zaten “yerle bir et ve boşalt” idi ve Gazze’nin beş katı büyüklüğündeki 1.600 kilometrekarelik Sina’nın, Mahmud Abbas yönetimine devredilmesini öngörüyordu.
Sina’daki bölge, geri dönen Filistinli mültecilerin yerleştirileceği askerden arındırılmış bir Filistin devleti olacaktı. Buna karşılık, Abbas’ın Batı Şeria ve Doğu Kudüs’te devlet kurma hakkından vazgeçmesi gerekecekti.
Mahmud Abbas’ın, bölgedeki Filistinli mültecilerin çoğunun yerleştirilebileceği Sina’da mini bir Filistin devletini yönetmeyi kabul etmesi ve uluslararası hukuka göre geri dönüş haklarını ellerinden alması umuluyordu. Fakat Abbas, Filistin topraklarının dışındaki hiçbir planın parçası olmayacağını başından ifade etmiş oldu.
İKİNCİ SEÇENEK: ÜRDÜN…
İsrail’in Filistin’i boşaltma projelerinde ikinci seçenek de Ürdün’dür. “Ürdün Filistin’dir” sloganı, onlarca yıldır İsrail sağının en önemli sloganlarından biri olmuştur.
Ürdün planı, İsrail’in siyasi, akademik ve güvenlik elitlerinin her yıl bir araya gelerek fikir alışverişinde bulunduğu ve politika geliştirdiği 2004 Herzliya Konferansının ana gündem maddesi haline gelmiş, konferansın kurucusu ve Netanyahu’nun uzun süre danışmanlığını yapan Uzi Arad tarafından büyük bir coşkuyla benimsenmişti.
“Sina Filistin’dir” seçeneğinin bir versiyonu, İsrail’in 2014 yazında Gazze’ye düzenlediği 50 gün süren Koruyucu Hat Operasyonu sırasında sağ kesim tarafından yeniden canlandırıldı.
İsrail parlamentosu Knesset’in o dönemki başkanı ve Likud partisinin bir üyesi olan Moshe Feiglin, “Gazze için çözüm” olarak adlandırdığı bu operasyon kapsamında Gazze sakinlerinin evlerinden çıkarılarak Sina’ya taşınması çağrısında bulunmuştu.
Eski ulusal güvenlik danışmanı Giora Eiland ise amacın “Gazze’de yaşamın sürdürülemez hale geleceği koşullar yaratmak” olduğunu söyledi.
Sonuç olarak; Gazze, hiçbir insanın var olamayacağı bir yer haline gelecek.
Birleşmiş Milletler’in işgal altındaki topraklar özel raportörü Francesca Albanese, İsrail’in iki ana tarihi etnik temizlik operasyonuna atıfta bulunarak şu tespitte bulundu: “Tanık olduğumuz şeyin 48 Nekbe’sinin ve 67 Naksa’sının daha büyük bir ölçekte tekrarlanması gibi ciddi bir tehlike var.”
ABD’nin, Sisi’yi bu plana uymaya teşvik etmek için büyük baskı ve tehdit ile sıkıştırdığı konuşuluyor
Sisi, cumhurbaşkanlığı seçimlerine giderken Mısır, 160 milyar doları aşan büyük bir borç krizi ve enflasyonla boğuşuyor.
Mısırlı bürokratlar, Sisi’nin içinde bulunduğu bu durumu Washington’un borçların silinmesini, İsrail’in yeni bir etnik temizlik operasyonundan kaçan Filistinli mültecileri kabul etmesi için bir teşvik olarak kullanmaya çalışacağını konuşuyorlar.
Savaşın ilk günlerinde Biden yönetimi yetkilileri, Filistinli sivillere Gazze’den güvenli geçiş sağlamak için adı açıklanmayan üçüncü ülkelerle anlaşmalar yaptıklarını kamuoyuna açıklamıştı.
ARAP ZİRVELERİNDEN SİNERJİ DOĞAR MI?..
Maalesef Arap ve İslam dünyası, henüz ne kadar kritik bir eşiğe gelindiğinin farkında değil.
Arap ülkelerinin birçoğu son 30 yıldır kişisel hırsları ve iktidarlarını koruma uğruna ABD ve İngiltere’nin tehdit ve baskılarına teslim olmuş vaziyette.
İran ve Suudi Arabistan’ın tarihsel mezhep merkezli ideolojik saplantıları sonucunda; Yemen, Irak, Lübnan ve Suriye’de vekâlet savaşlarıyla kan akıtmaya devam edilirken Filistin sorunu, yetim bırakılmıştır.
Bugüne kadar İran’ın, Suriye ve Lübnan ile birlikte dillendirdiği Filistin’i kollayan “Direniş Ekseni” söylemi ve gücü maalesef diğer İslam ve Arap ülkelerinde kapsamlı bir karşılık bulmadı.
Mezhepsel ve iç siyasi sorunlar ve küresel tercihler sebebiyle Arap ülkeleri, Filistin davasına hiçbir zaman birlik ve beraberlik içerisinde yaklaşamadılar.
Aslında Filistin davasının 1980’lerden itibaren en temel sorunu Arap Birliği ve İslam İşbirliği Teşkilatlarında istenilen karşılığı bulamayışıdır.
Eylül 1969 tarihinde Fas’ın başkenti Rabat’ta toplanıp, İslam ülkelerini çatısı altında toplamak üzere kurulan ve 57 üyeye sahip teşkilat, büyük potansiyel bir güce sahiptir.
Fakat maalesef, üye devletlerin büyük çoğunluğu, söz konusu Filistin olduğunda tüm karar ve eylemlerini ABD, İngiltere ve İsrail’i karşılarına almadan politik bir retorik düzeyinde tutmaya özen göstermektedirler.
Filistin Davası, yakın tarihinin en gerçekçi şansını ise Mısır’da Muhammed Mursi’nin iktidara gelmesiyle kazanmıştı.
Mursi’nin “Bir daha Gazze’ye saldırmak o kadar kolay olmayacak” sözü hafızlara kazınmıştı.
2012’de İsrail’in Gazze’ye 10 günlük saldırısı sonrasında, bir gün içerisinde, Mısır’dan Gazze’ye 130 bin insan, yardım etmek için giriş yapmıştı.
Çok kısa süre içinde Filistin’in can dostu Muhammed Mursi, iktidardan alaşağı edildi.
İran ve Rusya, Mursi’yi iktidarda tutabilse idi, İsrail’in Gazze işgal planı bu kadar kolay olmazdı.
Suriye de yüzde 90 Sünni nüfusu Baas rejimine ortak etmeyi başarabilseydi bu gerçek, bir direniş ekseninin temelini oluştururdu. Buna karşın, bugün NATO ve Avrupa’nın temel taşıyıcı kolonları, Filistin’e karşı İsrail’in yanında tek vücut oldular.
DİRENİŞ EKSENİNİN ÇOCUKLARI, BİRBİRLERİYLE SAVAŞIYOR!..
Bugün 360 milyon nüfusa sahip 22 Arap ülkesinin kararlılığı çok önemlidir.
Arapların 1948-67-73’te İsrail’e karşı oluşturdukları gerçekçi bir direniş ekseni vardı; Mısır, Ürdün, Suriye, Irak, Lübnan ve Suudi Arabistan.
Bugün ise hem fiziki hem de ruhen bu ekseni öldürdüler.
Bu ruhu tekrar diriltmeden Filistin topraklarının ve Mescid-i Aksa’nın güvenliğinden ve bölgesel barıştan söz etmemiz mümkün değildir.
1948’den 1973’e kadar İsrail’e karşı birlik olup Filistin’in işgal edilmiş topraklarını kurtarmak için savaşan Arapların çocukları, 80’lerden sonra maalesef birbirleriyle savaşıyor.
1970’lerde Suriye Devlet Başkanı Hafız Esad ile Yaser Arafat arasındaki çatışmanın bedelini Lübnan’ın ödediğini tarih kaydetmiştir.
Filistin direniş gruplarının, İsrail’in Lübnan’ı işgali ile gücü kırılmış ve İran Hizbullah’ı bölgenin yeni aktörü olarak doğmuştur.
2 Şubat 1982’de Suriye hükümeti, Müslüman Kardeşler’in Hama şehrinde başlattığı ayaklanmayı bastırmak amacıyla saldırarak, binlerce kişiyi öldürdü.
Uluslararası Af Örgütü’ne göre ölenlerin sayısı 10 bin ile 25 bin arasında.
Suriye, o günden sonra rahat yüzü görmedi.
1980’de başlayan Irak-İran savaşı, 7 yıl 10 ay sürdü ve yaklaşık 1 milyon kişinin ölümüne, 2 milyon kişinin yaralanmasına sebep oldu.
Mısır’da demokratik yollarla seçilmiş ilk Cumhurbaşkanı Mursi’nin devrildiği 3 Temmuz 2013 tarihinde gerçekleştirilen askeri darbe, tarihi bir dönemdir.
Mursi, 17 Haziran 2019 tarihinde yargılandığı “Vadi en-Natrun hapishanesinden kaçış ve Hamas adına casusluk” davası duruşmasında mahkeme salonunda hayatını kaybetti.
Bugün, Suriye’de savaş hâlâ devam ediyor. Nüfusunun yüzde 90’ı Sünni bir ülkenin 50 senedir tek parti ile yönetilmesi sonucunun bugün geldiği noktada 400 bin Sünni Müslüman hayatını kaybetmiş ve birçok ülkede tartışma ve mezhep savaşına dönüşmüştür.
Ocak 2011’de “Arap Baharı”nın bir devamı olarak Yemen’de başlayan olaylarla bugüne kadar süren iç savaşın temelleri atıldı. Sürece İran ve Suudi Arabistan’ın dahil olmasından dolayı 2014-2015 yılları ve sonrasında ölüm, açlık, sefalet ve birbirini kıran iki Müslüman toplumun çöküşüne şahit olduk.
MURSİ, İSRAİL VE İNGİLTERE’YE SORUN TEŞKİL EDİYORDU…
Filistin’in ön savunma cephesi Kahire ve Şam’dır. Bu iki iktidar merkezi, güçlü olmadıkça Filistin’in korunması ve bağımsızlığı mümkün değildir.
Arap ve İslam İşbirliği Teşkilatları en büyük hatayı Mursi’nin demokratik kazanımına sahip çıkmamakla yaptı.
ABD ve İngiltere, yüzyılın normalleşme projesinin önüne bir anda çıkan Mursi iktidarını acımasızca çok hızlı bir askeri darbe ile devirdi.
Mursi’nin iktidara gelişi, İsrail ve İngiltere’nin Filistin planlarının önündeki en büyük engeli teşkil ediyordu. Bunun için seçimle iş başına gelen bir lideri idam sehpasına oturttular.
İran’ın 30 sene öncesinden kurduğu Kudüs hedefli Direniş Ekseni ise (360 milyonluk 22 Arap ülkesini dışarıda bırakan) mezhep eksenli dar bir yapıya hapsoldu.
Şiiler, İslam dinine mensup 1,5 milyar Müslümanın, yaklaşık olarak 200 milyonunu temsil ederek, İslam âleminin yüzde 16’sını oluşturmaktadırlar. İran, Azerbaycan, Bahreyn, Irak ve bir olasılıkla Yemen’de nüfusun çoğunluğunu, ayrıca Lübnan’ın da önemli bir kısmını oluşturmaktadırlar.
DESTANSI MÜCADELE SÜRÜYOR!..
Filistin, tarihinin en zor günlerini yaşamaktadır. Müslüman ülkeler tarafından yalnız bırakılmış durumdadır.
Türkiye, İran, Mısır, Suudi Arabistan, Katar ve Ürdün kolektif bir akıl ve iş birliği ile İsrail’in saldırılarını durduracak ortak bir yaptırım sergilemelidir. Aksi takdirde ilk kıblemiz Mescid-i Aksa ve kutsal Filistin toprakları, Arz-ı Mevud projesine, göz göre göre kurban edilecektir.
Gazze’ye Arap ve İslam Dünyası aktif olarak desteğini verirse Filistin ikinci büyük felaketini, yeni bir Nekbe yaşamayacaktır inşallah.
Hamas, El-Kassam Tugayları ve Filistin’in diğer tüm direniş örgütleriyle destansı bir mücadele veriyor. Sadece İslam dünyası değil Batı dünyasında da her geçen gün Gazze direnişine büyük destek var.
Bu özgürlük mücadelesini inşallah kazanacaklar…