İstanbul Sözleşmesi ve çocuk tecavüzlerinde muhafazakâr kesimin ikiyüzlülüğü!

Aile yapısı yıkılıyor, İslami değerler ayaklar altına alınıyor, erkek düşmanlığı yapılıyor” ithamlarına konu olan “İstanbul Sözleşmesi”, toplumun bazı kesimlerince adeta topa tutuldu.  

Eleştirinin bini bi para. İktidar da tenkit ahlâkını aşan karşı çıkışlardan nasiplendi. 

Kapalı kapılar ardında bu yasaları hazırlayanların ne kafirliği bırakıldı ne münafıklığı

Ancak bu yasal düzenlemeye destek vermesi beklenen modern ve çağdaş değerleri benimsediği iddiasındaki kesim, sınıfta kaldı desek yeridir.

"İstanbul Sözleşmesi" hakkında kısa bilgi...

İstanbul Sözleşmesi” olarak anılan “Kadına Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi”, 11 Mayıs 2011’de İstanbul’da imzaya açıldı, 14 Mart 2012 tarihinde ise onaylandı, 1 Ağustos 2014'te yürürlüğe girdi.

Özel olarak kadınlara ve kız çocuklarına yönelik şiddet ve ev içi şiddeti hedef alan, ilk Avrupa sözleşmesi olma niteliğini taşıyan metin, bugüne kadar Türkiye dahil, Avrupa Konseyi üyesi 20 ülke tarafından onaylandı. 

Taraf devletler, bu Sözleşme’de öngörülen korumayı hiçbir ayrıma (cinsiyet, toplumsal cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasi görüş veya farklı görüşe sahip olma, ulusal veya sosyal köken, herhangi bir etnik azınlık, mülkiyet, doğum, cinsel yönelim, toplumsal cinsiyet kimliği, yaş, sağlık durumu, medeni durum, göçmen ya da mültecilik durumu, yaş veya engel veya diğer bir duruma dayalı ayrıma) yer vermeksizin bütün gruplara sağlamakla yükümlü olduğunu kabul ediyor.

İstanbul Sözleşmesi’nde çocukların durumu…

Sözleşme, cinsiyeti ne olursa olsun tüm çocukların, ev içi şiddetin mağduru olabildiklerine vurgu yaptığı gibi çocukların mağdur olarak nitelendirilmeleri için, şiddetten doğrudan etkilenmeleri gerekmese de ev içerisinde gerçekleşen şiddete tanık olmalarının, çocukların mağdur kabul edilmeleri için yeterli olduğunu belirtir.

Anne babalar veya diğer aile üyelerinin karıştıkları fiziksel, cinsel veya psikolojik şiddete ve istismara tanık olmak, çocuklar üzerinde ciddi etkiler yaratmaktadır. 

Bu tanıklık, korku yaratmakta, travmaya neden olmakta ve çocuk gelişimini olumsuz etkilemektedir.

Sözleşme, kız çocuklarının (ve yetişkin kadınların) ise, ev içi şiddet dışında, cinsel taciz, cinsel saldırı, zorla evlendirme, sözde “namus” adına işlenen suçlara ve kadın sünneti gibi ciddi şiddet türlerine sıklıkla maruz kalabildiğine, erkeklerden daha fazla oranda toplumsal cinsiyete dayalı şiddete maruz kalabildiklerine vurgu yapar. 

İstanbul Sözleşmesi psikolojik şiddet, ısrarlı takip, fiziksel şiddet, tecavüz, zorla evlendirme, kadın sünneti, kürtaja zorlama, zorla kısırlaştırma, tecavüz ve taciz dahil cinsel şiddet olmak üzere kadına yönelik şiddetin tüm türlerini içerir.

8 Mart 2012'de Resmi Gazete'de yayımlandığı için de iç hukukun bir parçası haline gelen sözleşmenin ana çerçevesi, toplumsal cinsiyet eşitliği ilkesine dayanıyor. 

Muhafazakâr” çevreler, toplumsal rollerin eşitlenmesinin aile kurumuna zarar vereceğini öne sürerek sözleşmenin iptal edilmesini istiyor. 

2012’de Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren “İstanbul Sözleşmesi’nin aile yapısına zarar verdiğini” savunanlar, “aile yıkan yasa” diye adlandırdıkları sözleşmenin yürürlükten kaldırılmasını istiyor.  

Özellikle, dini hassasiyeti ön plana çıkaran bazı sivil toplum kuruluşları, “Aileye savaş açmış, toplum ve aileyi terörize eden İstanbul Sözleşmesi'nin, Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Projesi'nin ve bağlı uygulamalarının Avrupa ülkelerindeki gibi geri dönülmez aşamalara gelmeden iptal edilmesi”nden yana. 

Savunanlar ise bu durumun, aile yapısıyla bir ilgisinin bulunmadığını belirtiyor. 

Hatta “Feminen İslamcı kadınlar” da böyle düşündüklerini saklamıyor.

İstanbul Sözleşmesi, “Cinsel Tercih”, “Cinsel Kimlik” gibi tanımlarla “Cinsel Sapkınlık” mı dayatıyor?

Kimine göre, toplumlardan aileleri çekip çıkarmak ve yerine karma karışık bir yapı ihdas etmek için Avrupa Konseyi, Türkiye’ye, “Kadına Yönelik Şiddet; Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair” bir sözleşme dayattı.

Diyorlar ki “6251 Sayılı Kanunla İstanbul Sözleşmesine istinaden LGBT’lilerin haklarını düzenlendi ve hatta LGBT’lilere 79 madde ile hukukî haklar verildi.” 

Önce “LGBT” ne onu açıklayalım. 

LGBT” ya da “GLBT”; lezbiyen, gey, biseksüel ve transgender sözcüklerinin baş harflerinden oluşan bir kısaltma.

Kısacası, "LGBT" ile kavramlaştırılan “eşcinsel hakları mücadelesi” denilebilir. Daha yaygın ifadeyle aynı cinse ilgi duyan ‘eşcinsel’liği ve farklı cinsel tercihleri kapsar.  

İslam, eşcinselliğe nasıl bakıyor?

Türkiye Diyanet Vakfı’nın neşrettiği İslam Ansiklopedisi’nde, “livâta" kelimesi “havuzu çamur vb. ile sıvamak suretiyle onarmak” anlamıyla tanımlanır. 

Bazılarının “onarmak”tan neyi anladığı nihayet ortaya çıktı. 

Arap Örfünde 'livâta' kelimesi, “erkekler arasındaki eşcinsel ilişki”yi ifade eder. 

Arapça’da bu mânada aynı kökten türeyen livât, mülâvata ve televvut kelimeleri de mevcuttur.

Bu kelimelerin Arapça'da kullanılır olması, bu fiillerin kavramlaştırılması, toplumdaki yaygınlığından kaynaklı. 

Dilbilimcilere göre “livâta" kelimesi, anlamını, erkekler arası eşcinsel ilişkinin yaygın olduğu “Lût Kavmi”nden almaktadır. 

Livâta" fiilinde aktif olan taraf lûtî, lâit, mülâvit; pasif taraf me’bûn ve übne (Türkçede kullanılan argo “ibne” kelimesi, Arapça’dan dilimize geçmiştir) kelimeleriyle ifade edilir. 

Türkçe’de “livâta" karşılığı olarak “lûtîlik” ve “oğlancılık” kelimelerinin yanı sıra “eşcinsellik” de kullanılmaktadır. 

Bununla birlikte, aynı cinse mensup kişiler arasındaki cinsel ilişkileri ifade etmesi sebebiyle eşcinsellik, lezbiyenlik/sevicilik olarak adlandırılan kadınlar arası eşcinsel ilişkileri de kapsar. 

Tevrat’ta, Sodom halkının “Rab”be karşı günahkâr olduğu ve orada her türlü ahlâksızlığın, özellikle cinsî sapıklığın yaygınlaştığı ifade edilir. 

Yahudilik’te çirkin bir davranış olarak kabul edilen erkekler arası eşcinsel ilişkiler yasaklanmış ve bu tür ilişkide bulunanların cezalarının ölüm olduğu belirtilmiştir. 

İncil’e göre, eşcinsel ilişkide bulunanlar şiddetle kınanan kimseler arasındadır. 

Kur’an’da, Lût kavminin livâtanın yaygınlık kazandığı ilk toplum olduğuna atıfla onların, bu çirkin fiili işlemeleri ve peygamberleri Hz. Lût’un kendilerini bu işten alıkoymaya yönelik uyarı ve öğütlerine kulak vermeyişleri sebebiyle helâk edildiği anlatılır (el-A‘râf 7/80-84; Hûd 11/78-83; el-Enbiyâ 21/74; eş-Şuarâ 26/161-175; en-Neml 27/54; el-Ankebût 29/28-35). 

Hazreti Peygamber’in hadislerinde de livâta kınanmış ve bu fiili işleyen kimseye Allah’ın rahmet nazarıyla bakmayacağı bildirilerek (Tirmizî, “Raḍâʿ”, 12) livâta yapanların lânetlendiği ifade edilmiştir (Müsned, I, 317). 

Resûl-i Ekrem, ayrıca, “Ümmetim hakkında en çok korktuğum şey Lût kavminin davranışıdır” demiş (İbn Mâce, “Ḥudûd”, 12; Tirmizî, “Ḥudûd”, 24)

İmamı Azam Ebû Hanîfe’ye göre livâta, zinadan ayrı bir fiildir; nesebin karışma ihtimali yoktur, devlet isterse ceza verebilir…

İmam Mâlik ve Ahmed b. Hanbel ise Hz. Peygamber’den nakledilen ve livâta yapan kişilerin öldürülmesi ya da recmedilmesi gerektiğini ifade eden hadisleri (İbn Mâce, “Ḥudûd”, 24; Ebû Dâvûd, “Ḥudûd”, 29; Tirmizî, “Ḥudûd”, 24) esas alarak muhsan olsun ya da olmasın livâta fiilinin fâiline, recm cezası verileceği görüşündedir. 

Bu hukukçulara göre livâta suçunun ispatı için zina suçunda olduğu gibi, dört şahit getirilmelidir. 

İmâmiyye ve Zâhiriyye mezhebine mensup hukukçularla Ebû Hanîfe, livâtayı, zinadan ayrı bir fiil olarak değerlendirmektedir.

Onlara göre livâta, zinaya kıyas edilemeyeceği ve zina olarak adlandırılamayacağı için ondan farklı bir suç oluşturmakta ve farklı hükümler taşımaktadır.

Ebû Hanîfe, üreme organının dışındaki bir yolla kadın ya da erkekle cinsel ilişkide bulunmanın zina olarak kabul edilemeyeceğini ve livâta yoluyla nesebin karışma ihtimalinin bulunmadığını ifade eder.

Ona göre, bu suçu işleyen kimseye devletin yetkili organlarınca takdir edilecek bir cezanın (ta‘zîr) verilmesi gerekir. (Merak eden açıp okusun https://islamansiklopedisi.org.tr/livata

Ta’zîr” nedir?

Ta’zîr" fıkıhta had suçları ve cinayetlerdeki gibi belirli cezası bulunmayan suçlara verilecek, miktarı ve uygulanması yöneticiye veya hâkime bırakılmış cezaları ifade eder. 

Ta‘zîr; toplumların kendi şartlarına göre düzenlenmek üzere cezaları tayin edilmemiş fiillere yöneliktir.

Diyanet Vakfı’nın yayınladığı kaynakta; İmam-ı Azam Ebû Hanîfe’ye nispet edilen bu ifadelerde maalesef anlaşılan; “Livata’nın dinen cezalandırılmadığı ve ceza yetkisinin devletin yetkili organlarına bırakıldığı, eğer yetkili organlar ceza takdir etmezse yapılacak bir şeyin olmadığı…” değil midir?

“Din” kisvesiyle çocuklara tecavüz… 

Gün geçmesin ki gazetelerde “dini” kisveli vakıf, dernek, kurs ve yurtlarda erkek çocuklara yönelik  tecavüz haberleri yer almasın.

Öyle ki bu tecavüz haberlerini toplasanız buradan Lût gölüne yol olur.

Bir de buna sapık tarikat şeyhlerinin “Badeleme - Nur Çeşmesi” terimleriyle formülleştirdiği dinsel/cinsel sapkınlık eklenince yaşanılan ahlaki dezenformasyonu siz düşünün. 

“Fıkıh-Der” sapkınlığı…

Bir kaç gün önce İstanbul Ümraniye'deki “Fıkıh-Der”e ait yatılı kursta, 6 öğrenciye sistematik ve periyodik olarak tecavüz edildiği ortaya çıkmıştı. 

Soruşturmada tecavüze uğrayan mağdur çocuk sayısının 20 olduğu anlaşılmış, üç sanık tutuklanmıştı. 

Tecavüze uğrayan mağdur çocuklardan birinin ifadesi kan donduran cinsten. 

Tecavüze uğrayan çocuklardan birisi babasına, din eğitiminin verildiği kaçak Kur'ân Kursu’nda kendisine ve arkadaşlarına tecavüz edildiğini anlatınca, sapık kurs yetkililerine itimadı tam olan geri zekalı, aptal, sadist babası, "-Sen nasıl olur da ilmiyle amil fazıl hocalara iftira atarsın" deyip çocuğu dövüyor. 

Çocuklar sahipsiz… Müslümanlar duyarsız… Yetkililer sadece  müdahil…

2018 Türkiye'de Çocuk İstismarı Raporu” maalesef yürek kanatan verilerle dolu. 

Cinsel suç mağduru çocukların yüzdesi 2014'ten 2016'ya yüzde 33 artmış, çocuk mağdur sayısı 2014'te 74 bin 064 iken, 2016'da 83 bin 552'ye yükselmiş. 

TÜİK verilerine göre 2008-2016 yılları arasında çocuklar hakkında yapılan kayıp müracaatları da 104 bin 531

Hadi raporlar falan neyse de Adalet Bakanlığı da “Çocuklara yönelik cinsel istismar suçları”na ilişkin açılan davaların istatistiklerini tutuyor. Durum hiç de iç açıcı değil. 

Bakanlığın 2017 Adli Sicil İstatistikleri, Çocukların Cinsel İstismarı Suç ve Karar Sayıları tablosuna göre 2010-2017 yılları arasında çocukların cinsel istismarı suçundan açılan davalardaki suç sayıları toplam 134 bin 960.

Suç sayıları 2014 yılına kadar artış gösteriyor. 

2014'te 18 bin 104 olan suç sayısı 2015 ve 2016'da düşüyor ve 2016'da 15 bin 51 oluyor. 

2017'de ise 16 bin 348'e çıkıyor. 

Çocukların cinsel istismar suçunun, Türk Ceza Kanunu (TCK) uyarınca açılan tüm davlar içindeki oranı ise ortalama yüzde 0.7.

"Mutlu" musunuz!?. 

- Çocuğa karsı cinsel saldırı, taciz, tecavüz davalarında 2008-2013 arası yüzde 400 artış oldu. 2008’de 7 bin 500, 2009’da 13 bin 812, 2011’de 18 bin 334.

​- Son 3 yılda taciz ve tecavüze uğrayan ve adli mercilere yansıyan çocuk sayısı 70 bin.

- Son 10 yılda bu sayı 250 bin dolayında.

​- Son 10 yılda, adli makamlara ulaşan tecavüze uğrayan çocuk sayısı 7 bin. 

“Peygamberler şehri Urfa”da çocuk tecavüzleri rekora koşuyor!.. 

Geçtiğimiz günlerde Şanlıurfa Barosu Çocuk Hakları Merkezi Koordinatörü Avukat Esra Yurum Aktaş, 2019'un ilk 6 ayında 12 ila 16 yaş aralığındaki 378 çocuğun cinsel istismara maruz kaldığını açıkladı.

Şanlıurfa ve ilçelerinde 2019 yılının ilk 6 ayında 287’si kız çocuğu, 91’i erkek çocuğu, toplam 378 çocuğun, cinsel istismara maruz bırakıldığı resmi kayıtlara geçmiş. 

Bu çocuklardan 21’i  istismar sonucu hamile kalmış. 

Cinsel istismara maruz kalan çocukların yaş ortalaması 12 ila 16 yaş aralığında. Faillerin yaş ortalaması ise 27- 28.  

Tecavüz  vakalarında 21 kız çocuğunun, maruz kaldığı cinsel istismardan kaynaklı hamile kaldığı ve bunların hepsi doğum yaptığı da bir başka vakıa. 

Doğum yapan çocuklar, devlet korumasına alındı. 378 vakadan 21’inin ise ensest olduğu öğrenildi.

Ah Nasreddin Hoca… Ahhhh!..

Nasreddin Hoca bir köye gitmiş. Köyün girişinde bütün köpekler bir araya gelip, başlamışlar havlamaya…

Hoca bakmış ki, köylü köpeklere sâhip çıkmıyor çâresiz, “iş başa düştü” deyip, yerden bir taş alıp da köpeklere atmak için eğilmiş…

Ama, ne mümkün! 

Hangi taşa el attıysa hiçbirini yerinden kıpırdatamıyor!..

“-Allah Allah” demiş Hoca, “-Bu ne biçim memleket?...Taşları bağlamışlar, itleri salmışlar!...

Etrafımız "köpek" dolu!..

Son söz muhafazakâr camianın iki yüzlülüğü. 

Dini kisveli vakıf, dernek, yurt gibi yerlerde gerçekleşen tecavüzlere kolektif tepki verilmiyor. 

Bu tepkisizliğin iki temel nedeni var. 

Birincisi sözde İslami eğitim hizmetinin, bu tür şeni olaylar yüzünden kesintiye uğratılması endişesi. 

İkincisi "Kol kırılır yen içinde kalır. Bunlar bizim mahallenin çocukları" mantığı. 

Topunun ervahına yazıklar olsun.

.

Ömür Çelikdönmez, dikGAZETE.com

Twitter'da bizi takip edin: @oc32oc39 , @dikgazete

...