Karantina

Karantina

Karantina

Güzelliğin veyâ –eskilerin tâbiriyle– nefâsetin şerefine övgüler düzülür, şarkılar söylenir, şiirler neşredilir, uğruna hayatlar kaybedilir, muhârebeler yapılır. Peki ya çirkinlik?

Belki mantıkçıların muhâlefetiyle karşılaşabilir birazdan yapacağım yin-yang benzerî dâiresel tanımlamalar; ne var ki bir yönüyle, en azından prensipte, “çirkin olmayan güzel olduğu gibi, güzel olmayan da çirkindir,” bir görüşe göre. Bu, “iyiliğin yokluğu kötülüktür,” demeye benzer.

Şâyet güzellik göze hoş geliyorsa, çirkinlik, toplumdan afaroz edilen cüzzam hastalarının uçsuz bucaksız yerlerde ölüme terk edilmesini hatırlatırcasına kimsenin hoşlanmadığı bir şey midir

Yoksa “çirkinliğin sırrı düzensizlikte değil, ilgi çekici olmamasında mı yatar,” kuzey Amerikalı yazar ve düşünür Ralph Waldo Emerson (1803-1882)'ın söylediği gibi.

Şahsen buna itirâzım var.

*

Çirkinliğin “kamusal” reddine rağmen tıpkı 13.yy Londra'sında binâ edilmiş Bethlehem akıl hastahânesinde delilik yaftası yemiş zavallı ve çâresiz insanları izlemek için bilet alarak kâfileler hâlinde hastahâneye getirtilen insanlar gibiinsanlığın çirkinliğe olan merâkı, hattâ yer yer tıpkı üstâd Victor Hugo'nun kaleminden döküldüğü gibi güzel yürekli âşık Quasimodo karakteriyle vücût bulan çirkinliğe gösterdiği görece saygı ve merhamet duygusu, güzelliğin zıttına yönelik âlâkanın ürünü olarak ortaya konmuş sanat eserlerinde tezâhür eder ve ister istemez çirkin-güzel algısının göreliliği üzerine düşünmeye sevk eder bizleri.

Katî, mutlak ve tereddütsiz bir güzellik olmadığı gibi, umûmîyyetle tarih, bilhâssa çeşitli tarihî vakâlar, öyle zannediyorum ki, insanın zevk ve tercihlerini kökten değiştirebilir. Meselâ, inanışa göre çarmıha gerilmiş hâldeki Hazret-i İsâ'yı ızdırap içinde kanlı bir bedenle tasvîr eden resimler bir çirkinliğe mi, yoksa yaralarla dolu bîçâre birine mi işâret eder? Hristiyan teolojisinde İsâ'ya ihânet ettiğine inanılan Yûdas veyâ Yahuda, hakîkaten çirkin olduğundan mı hilkat garîbesi gibi tuvallere resmedilmiştir vaktiyle, yoksa İsâ'yı tutuklamaya gelen Roma lejyonlarına onun yerini söyleyerek tutuklanmasına vesîle olduğuna dâir dinî anlatıdan dolayı mı?

Kara Vebâ, ölüm ve dünyânın sonu ile ilgili hezeyânlar gravürlere, şiirlere, resimlere konu olur, bilhâssa 1347'de başlayan ve dört sene boyunca ortalığı kasıp kavuran vebâ salgınıyla, devrin ünlü Fransız kronoloğu ve şâiri Jean Froissart (1337-1405)'ın dediğine göre Avrupa şehirlerinde her üç kişiden biri ölürken... İnsan, çâre bulamadığı ölüm gerçeğiyle yüzleşir. Şiddet; hayvanlara, cadılıkla suçlananlara, evsizlere, dilencilere, Yahudilere, hastalara, kısaca toplumun ötekilerine yönlenir. Ammâ velâkin, hastalığın bertaraf edilmesine yarayacak olan devâ bulunmaz. Bu kez yas başlar. Duâlar yükselir. İçe dönülür. Bedbînlik, karamsarlık hâkim olur. Ölümün temsîli olan iskeletler, kuru kafalar, türlü çirkinlikler, korkutucu temalar, buram buram hissedilir tablolardan, yazılardan, gravürlerden, ahşap oymalardan...

The Apocalypse in the Middle Ages eserinde belirtildiğine göre orta zaman Hristiyanlarının cenneti unutmasına neden olduğuna inandığı ahlâkî ılımlılığı kınayan Alman râhibe, teolog ve yazar “Azîze” Hildegard (1098-1179)'ın gözünden “antichristus”, –yâhût İslâmî terminolojideki adıyla– deccâl, göbekten kasıklara kadar çeşitli pullu lekeleri, ateşli gözleri, bir eşeğin kulakları gibi uzun kulakları, bir aslanınki gibi burun delikleri ve kocaman demir dişlerle çehrelenmiş devâsâ ağzı olan korkunç, bir grotesk varlığa benzer. Şeytan tasvîri de ondan farksızdır. Dikenli saçlar, zehirli bakış ve domuz dişler, çirkinleştirmenin aracı oluverirler.

Hercules sütûnlarını aşan Avrupalı denizciler, uzak okyanuslarda gördükleri yeni dünyânın canlılarını öyle bir anlatırlar ki, her biri devâsâ yaratık mitosları doğar bilinmeyene karşı... Çirkin çizimler, deniz perileri, yarı insan yarı balık canlılar, aslana benzeyen pençeler, yelkenleri sarıp batıran deniz yılanları türer birden.

Dolayısıyla mutlak ve sürekli bir çirkinlik de yoktur zannımca.

Umberto Eco, Storia della Bruttezza (Çirkinliğin Tarihi) eserinde, edebiyattan, denemelerden, estetik teorilerden ve kutsal yazıtlardan derlediği mühim metinler eşliğinde okuyucuya sunduğu “çirkin” eserler seçkisiyle, algıların göreliliğinin altını çizer ve bâzen çirkinliğin de büyüleyici olduğunu gösterir.

Kitabın antolojik pasajları ve görsel zenginliği, beşerin, üç bin yıllık dehşetli korkularını ve kâbuslarını sunarken, şefkat ile iğrenme duygusu bir aradadır.

*

Giovanni Boccaccio'nun Il Decameron hikâyelerinde tasvîr ettiği o kimi kurnaz, kimi saf, kimi kent ve köy meydanlarınca hunharca yakılan, kimi belden aşağı mâcerâlarıyla dillere destân olan renkli insan manzaralarının yaşandığı, diğer yanıyla katedrallerin birer kütüphâneye çevrildiği, bâzen taassub ve cehâlet ile, bâzense erdem ve hikmetle inanışa adanmış orta devir Avrupa'sı katastrofik salgınlarla yüzleştikten sonra, 1377 senesinin Venedik yasalarına göre vebâ salgını yaşanan memleketlerden gelen tüm gemilerin tam 40 gün boyunca liman dışında lazzaretto adı verilen mevkî, durak, üs benzerî istasyon alanlarında bir izolasyon tedbîri olarak bekletilmeleri âdet olur.

O 40 günlük mühlet, Orta Latince'de kırk mânâsına gelen quadraginta sözcüğünden türetilerek, "quaranta giorni" (kırk gün) olarak adlandırılır. Temelde, quattuor (dört)'dan gelir. Fransızca carré (kare) sözcüğünün Latince türevi olan quadrum'dan hareketle camları, kapıları sıkı sıkıya hastaların üzerine kilitlenip çehresi silahlı korumalarla sınırlanmış dört köşe vebâ evleri, bir tür karantina binâları, ufak yerleşimlerde tâûn kulübeleri veyâ hücreleri türer.

Bu sürenin belirlenmesinde iki ihtimâl bulunur.

İlki, biblical (Kitâb-ı Mukaddes de denen Ahit külliyâtı) bir üslûb taşıdığı yönündeki ihtimâl. İnanışa göre Nuh Tûfanı, Rabbin Mûsa'ya verdiği süre, İlyas'ın Horeb Dağı'na seyâhat müddeti ve İsâ'nın Yahudiye Çölü'nde geçirdiği zaman, 40 güne tekâbül eder.

Bir vakitler Edessa (bugünkü Urfa civârları) akademilerinin Yeni Ahit'i yazıda yekvücûd hâle getirme mâcerâsından evvel, bir Yahudi bayramını (Şavuot) tanımlamak için zikredilmiş ve hâlâ Yunanistan'da Paskalya'yı tâkip eden 50'nci günde kutlanmakta olan Pentekostí (Πεντηκοστή, “ellinci”) kelimesi ve bu kelimeyi mânâlı kılan öyküler üzerine Tessarakostí (τεσσαρακοστή, “kırkıncı”) kavramı binâ edilir. Bu adla kilise takvimine girer.

Evvelâ İtalyanlar ve diğer Avrupalılar için lent, caréme, quadragesima, quaresima adlarıyla anılan, ekseriyetle etli, yağlı yiyeceklerden uzak durma, dînen zevk veren şeylerden sakınma, vücûda zararlı, yâni tıbben muzır denilebilecek ve işin özünde günahlar için af dileyip bir daha dînî kabahat işlememeye niyetlenmeye veyâhût tevbe etmeye dayanan perhiz süresinin beklemek için uygun bir zaman dilimi olduğu inanışından kaynaklanıyor olabileceği ihtimâli.

Hristiyan dinî metinlerinde geçen bu 40 gün, Roma Katolik Kilisesi'nden İngiliz râhip Herbert Thurston (1856-1939)'ın Catholic Encyclopedia'da îzâh ettiği üzre, “Paskalya'dan önceki kırk günlük perhizi belirtmek için telâffuz edilen Easter sözcüğü başlangıçta sadece bahar mevsimini ifâde ederken, Anglosakson döneminden itibâren daha mühim hâle gelen Latince quadragesima kelimesini, yâni 40 gün veyâ daha gerçek mânâsıyla 40'ncı günü tercüme etmek için kullanılır.”

Beşinci yüzyıla kadar erken bir tarihte Papa I. Leo gibi bâzı kilise büyükleri, bu kırk günlük orucun Apostolik (havârilere ilişkin), yâni “kutsal gelenek” olduğu görüşünü destekler ve perhizi teşvîk eder. Tarih içerisinde kademeli şekilde perhiz süreci çeşitli münâzaralara konu olur, farklı fikirler ortaya atılır, bâzıları bir gün, kimileri gündüz ve gecede toplam kırk saat perhiz yapar, batı ve doğu kiliseleri arasında yerel koşullara bağlı olarak ihtilâflar oluşur, zamanla parvilas materia kavramı ortaya atılır ve böylece belirtilen ufak miktarlarda günde sadece bir kez içecek veyâ doğrudan öğün olarak alınmayan az miktardaki besinleri tüketme hoşgörüsü yavaş yavaş gelişir, Aquinas ve diğer ilâhiyatçılar sekiz onsu geçmemesi koşuluyla katı gıda alınmasında sorun görmez. Asırlar boyu süren bu fırtınalı teolojik tartışmalardan sonra günümüzde çeşitli pratiklerle yaşatılır.

İkinci ihtimal ise bir hastalık için en kritik günün kırkıncı gün olduğuna dâir görüşleri bulunan Kos'lu Hippokrat'a bağlılık yemîni etmiş İtalyan tıbbiyelilerinin vebâ illetini de bu süre içerisinde çözebileceklerine olan inançları.

*

Tıbbî bir önlem olarak quaranta giorni, Meninski'nin izinden giderek Osmanlıca, Arapça ve Farsça söz varlığının peşine düşen leksikograf Antonio Ciadyrgy'nin 1834 tarihli lügâtine göre quarantina ve quarentina kelimelerini türetir. Hattâ İtalyanca îzâhının sonuna Türkîdeki karşılıklarını ekler: kyrklyghy (kırklık), kyrk ģüni (kırk gün), karantina...

Fransız yazar Alphonse de Lamartine'in tâbiriyle tâlihsiz sultânın (Genç Osman) saltanâtından geriye Osmanlı tarihinde cesedinden başka bir iz kalmayarak, tarih sahnesinden katledilmek sûretiyle cebren el çektirildiği çalkantılı siyâset dalgalarıyla çarpışırken 17'nci yüzyılın Osmanlı Istanbul'u, fusûl-ü erbâadan (dört mevsim) yaz aylarında ansızın patlak veren vebâ yüzünden şehrin caddelerinde ölülerin sayısı 1,000'e kadar ulaşır. Istanbul'un yangını, Anadolu'nun salgını deyimi ters yüz olur o senelerde. Ölüm, sefâlet, gözyaşı kol gezer. Dükkânlar, hânlar, pazarlar kapanır, ticâret durma noktasına gelir. Kervânlar, göçmenler ve seyyâhlar pâyitahta girmeden evvel, sur dışındaki kasabalarda nezâret altında tutulurken, Tıngır ve Sinapyan Efendilerin büyük bir özveriyle neşretmiş oldukları Fransızca-Osmanlıca teknik terimler lûgatında tanımlandığı şekliyle, bir nevî "ihtiyât karantinası" (quarantaine d'observation, احتياط قرانتينه سى) uygulanır ve Fransızca vâsıtası ile quarantaine sözcüğü, eski harflerle kaf, ra, elif, nun, te, ye, nun ve he harfleriyle yazılarak, قرانتينه karantina biçimiyle, 19.asrın yeni tıbbiyelilerine tanıtılıp eski Türkçe'nin söz varlığına dâhil olur.

.

Sami Mert, dikGAZETE.com

Kaynakça

Alphonse de Lamartine, Osmanlı Tarihi, çev. Serhat Bayram, Sabah Yayınları, cilt 2, 1991, s.608.

Ant. B. Tınghır et K. Sinapian, “quarantaine”, Dictionnaire Français-Turc des Termes Techniques, Imprimerie and Lithographie K. Bagdadlian, Constantinople, 1891, p.339.

Antonio Ciadyrgy, quarantina/quarentina, Dizionario İtaliano e Turco, Dalla Ditta Angelo Bonfanti, Milano, 1834, p.455-456.

Herbert Thurston, Lent, The Catholic Encyclopedia, ed. Charles G. Herbermann, The Knights of Columbus Catholic Truth Committee, The Encyclopedia Press, vol. 9, New York, 1913, p.152-154.

Joseph. E. Riddle, forty, A Complete English-Latin and Latin-English Dictionary, Longman, Brown, Green, and Longmans Publishing, London, 1843, p.135.

Richard Kenneth Emmerson and Bernard McGinn, The Apocalypse in the Middle Ages, Cornell University Press, USA, 1992, p.298.

...