- 25-06-2023 01:10
- 3733
Yok, çok sevilen bir TV dizisinden değil, muhalefetin mevcut halinden söz etmeye çalışacağım ki, sevilir mi bilemiyorum ama, bu mevzu da rahatlıkla bir politik dizinin konusu olabilir.
Biz ne kadar demokrasi gibi ideallerden bahsedersek bahsedelim, sonuçta siyaset, bir düşünce paneli değil, güç ve rekabet alanıdır.
Nitekim, tarihsel olarak demokrasi, bu güç ve rekabet alanının farklı görüşlerin, çıkarların rekabetinin modern hukuk kurum ve normları çerçevesinde düzenlenmesi sonucu, bir siyasal sistem olarak yerleşti.
Belli bir siyasal görüş ve onun etrafında şekillenen siyasal güç, diğerlerini tasfiye etmek yoluna girdiği ve buna gücü yettiği ölçüde, demokrasi zemini ortadan kalkar.
Türkiye’de olan budur.
Son Başkanlık seçiminde muhalefet cephesini, doğrudan Millet İttifakı, dolaylı olarak HDP desteği çerçevesinde bir araya getiren ortak hedef, Türkiye’de demokratik siyaset zeminini yeniden tesis etmek idi. Bu ortak paydada buluşmak idealist bir fantezi değil, bir zorunluluktu.
Ancak bu buluşmayı tahkim etmenin yolu, bu zorunluluğun gereklerini içine sindirmekten geçiyordu.
Öyle olmadığı, seçim sonrası yaşanan gelişmeler ile iyice ortaya çıkmış oldu.
Evet, Türk milliyetçisi bir partinin (İYİ Parti) Kürt siyasetinin temsilcisi bir parti (HDP/YSP) ile yan yana durması zordu, aynı şey HDP/YSP için de geçerli idi.
Diğer taraftan Kılıçdaroğlu’nun adaylığı konusunda fikir birliği yoktu, zoraki bir süreç yaşandı.
Tüm bunlar, siyasetin tanımı gereği anlaşılır şeyler olabilirdi. Ancak siyaset, özellikle de Türkiye’nin içinde bulunduğu koşullarda, aynı zamanda uzun vadeli bir stratejik vizyonu hayata geçirmeyi gerektiriyordu.
Bu noktada, ikna edici olmak için öncelikle siyasi aktörlerin öncelikli hedefe odaklanmayı içselleştirmesi şarttı. Yani, karnından konuşmak yerine, bir yanında İYİ Parti, diğer yanında HDP olan bir siyasi çıkışın topluma izah edilmesi gerekiyordu.
Öyle olmadı, siyasi aktörlerin çoğu “kan içtik, kızılcık şerbeti dedik” havasındaydı.
Akşener, ne HDP ile dirsek temasına, ne Kılıçdaroğlu’nun adaylığına razı idi.
CHP içinde Kılıçdaroğlu’nun adaylığı tartışmalıydı.
Kısacası, muhalefetin sergilediği tablo, Türkiye’ye demokratik bir ufuk açmak üzere samimi bir mücadele değil, kavgalı bir ailenin zoraki fotoğraf çektirmesi olarak yansıyordu.
Bu açıdan ikinci turda muhalefetin ulaştığı oy oranı, muhalefetin performasından çok, mevcut iktidara karşı tepki ile açıklanabilir.
Nitekim, seçim sonrası kavgalı aile, hızla birbirine düştü, önce tüm aktörler, seçim yenilgisinin faturasını birbirine çıkarma yarışına girdiler.
Bir adım sonra, son olarak Akşener’in partisinin kongresinde yaptığı konuşmadan görüldüğü gibi kılıçlar çekildi. Diğer taraftan, İstanbul Belediye Başkanı olduğu günden itibaren siyasi liderlik yarışına girmiş olan İmamoğlu, iyiden iyiye kazan kaldırmış vaziyette.
Öte taraftan HDP, Meclis seçimlerinde yaşadığı gerilemeyi dahi muhalafet cephesine destek vermiş olması ile açıklıyor.
Her şey bir yana, öncelikle bir sonraki yarış olan mahalli seçimler, tanımı gereği bir ittifakı ayakta tutmak imkanı vermiyor.
Diğer taraftan herkes kendi açısından haklı; İYİ Parti HDP ile yan yana görünmekten bu denli rahatsız olduğu durumda, üstelik ‘kazanamayacak aday’ olarak gördüğü Kılıçdaroğlu’nun adaylık ısrarının gerisinde HDP desteğini görüyor.
İmamoğlu, Erdoğan karşısında seçim kazanmış yegâne aktör olarak, siyasal liderlik ısrarını meşru görüyor.
HDP, içinde Türk milliyetçilerin olduğu bir ittifaka destek vermesinin seçmenini küstürdüğünü düşünüyor.
Kılıçdaroğlu ve taraftarları, tüm çabalarına karşın yenilginin tüm sorumluluğun onlara yüklendiğini düşünüyor.
Sonuçta, hiçbiri çok da temelsiz iddialar değil.
Hepsinin gözden kaçırdığı husus ise, başından itibaren muhalefetin tüm aktörlerinin, Türkiye’de demokratik bir ufuk açmak şeklindeki ortak hedef doğrultusunda ‘elhemi mühime müreccah’ (en önemliyi önemliye tercih) bir vizyon ve siyaset sergileyemedikleri.
Daha doğrusu, değil toplumu ikna etmek, kendilerinin yeterince ikna olmamış olması. Bu sorun sadece seçim süreci ve muhalefet ittifakına ilişkin bir sorun değil, asıl sorun muhalefet parti ve aktörlerinin demokratik bir gelecek adına siyasetlerini gözden geçirmek konusundaki isteksizlik ve/veya başarısızlıkları.
İYİ Parti’nin ‘Türk milliyetçiliği’ siyasetini ‘demokratik vatanseverlik’ siyasetine dönüştürmek gibi bir vizyonu olmaması.
HDP’nin Kürt siyasetinin, silahlı bir hareket ile bağlantılı olmak açısından temel sorunlarını görmezden gelmesi.
CHP’nin Kürt siyaseti konusunda, mesela yeni bir ‘Barış Süreci’ önermek gibi esaslı çıkış yapak yerine, kaçak oynamayı tercih etmesi.
CHP içinde ‘değişim’in gerektiğine inanların ve başta İmamoğlu’nun seçim sonrasını beklemek yerine, ‘değişim’ talebi ve liderlik iddiasını zamanında açıkça ilan etmemesi.
CHP içinde muhafazakârlar veya muhafazakâr değerler ile uzlaşma siyasetini beğenmeyenlerin, zamanında kendi alternatif vizyonlarını netleştirmek yerine, ‘muhafazakârlara katlanmak’ tavrı sergilemeleri.
Kısacası, tüm tarafların Türkiye’nin demokratikleşmesi konusunda esaslı bir vizyon üretmek yerine, zoraki bir arada durmayı çare olarak görmesi.
Dahası, bu eksikliklerini fedakârlık olarak takdim etmeye çalışması ve halen ‘biz demiştik’, ‘nelere katlanmak zorunda kaldık’, ‘kan içtik, kızılcık şerbeti dedik’ imalarına sığınmaya devam etmeleri.
.
Nuray Mert, dikGAZETE.com