- 31-08-2022 06:17
- 1975
Anında saf sevgi hissettiren nedir?
"Bebek." İlk sırada hep.
"Sevimli hayvanlar"
Cevaplar genelde bu yönde. Peki bunların ortak özelliği neydi?
Saf masumiyet, evet.
Büyüklerimizin; "Allah'ın günahsız kulları!" diye sevmeleri gibi...
Kendinin dahi farkında olmayan, umurunda olmayan saf masumiyetle karşılaştığımız an içimiz akar.
Zira alın bakın, 'sevimsiz' ise bu hissedilemiyor.
Bahçeye yetişkin halde getirilen ve ‘K-9’ eğitimi aldığı söylenen kurt köpeğimize zerre ısınamamıştım.
Sevimsiiiiz. Diğer hayvanları kıskanır, saldırır. Yalnız bize bildiğin it!
Aramızda geçen 'ufak' bir olay neticesinde hele bana kul-köle oldu resmen.
Şu 'eğitimlisi’yle tanışana kadar diğerlerinin hiçbirinden itlik görmemişim meğer.
Hayvana ne yaptılarsa artık... “Stockholm sendromu” ayarında.
Tam da kendisine üzülecek gibi olacakken pişman ederdi ve de...
Sevgi-Şiddet hatları birbirine girmiş.
Her 'bebek', saf aşk huşusuyla aktığı hayatın ilk tokatını yiyene kadar saf masumiyetle coşar.
İhtiyaçlarını gider yeter.
Sevgi tanıtıp, tokat atma yeter.
'Bilmeye', yapılanları fark etmeye başladıysa eğer, kendini de fark eder.
Bazıları ‘O an’ı hatırlar.
Şu 'travma' lafından da hiç hoşlanmıyorum. Tınısında kalıcı, aşması zor, yapışkan bir cızırtı...
Duygusal şok anı diyelim.
Neymiş, zalim hükümdarların hepsinin çocukluk travmaları varmış.
Ya iyi, ya çok kötü insan olurmuş bunlar....
Cidden; Fenalık geldi ama artık!
Çocukluk acıları yarıştırılıyor neredeyse.
Kazık kadar insanlar, sızlanarak ömür geçirmeyi, zaman yolculuğu yapmayı, kendilerine acımayı marifet sanıyor.
Duygusal bağımlılıkların otomatiğinde hapsolmuş bedenler. Sorsan babayiğit. Yardıma asla ihtiyacı yoktur.
Bilinçle baksaydı radarlar açık olurdu zaten.
İyi, güzel, doğru bildiklerinden, sabit fikirlerden caymadan hakikate erişimin kolay olmayacağı gibi...
**
İlkokul dört. Yer Berlin. Komşularımızın büyük çoğunluğu yalnız, yaşlı Alman kadınları.
Savaş şahitleri.
Neler neler anlatırlardı da meğer “çocuğuz diye”ymiş o kadarı da.
Karşı apartmandaki bir kadın, bazen pencereden sarkar ve avazı çıktığı kadar saydırırdı.
Sonunda sağlık görevlileri, alıp götürürdü.
Bir süre sonra yine… Birinde dışarıya bakmadım.
Pencerenin dibine oturup, duvara bakarken yalnızca söylediklerini anlamaya çalıştım. Hiddetten ağzı köpürdüğü, yer yer hıçkırdığı, sesi kısıldığı için anlaşılmıyordu.
'Şifre’yi zihnen çözdükten ve bir süre dinledikten sonra şoka girdim.
Bu olamazdı!
Bu, gerçek olamazdı!
İşte o an, çocuk masumiyetini kaybettim sanki.
O ana kadar ne olursa olsun muazzam varlığa coşkun, merakta, yani bir nev-i varlığıyla muhabetteydi kendince...
Birden boooom!
Duyduğum, okuduğum, bildiğim ne varsa kifayetsizdi artık...
İşte o an itibarıyla koca bir Alman neslini bu hale getiren her ne ise, bunu merak etmeye başladım.
Kütüphanelere üye oldum. Araştırdım. İsim, tarih sor; hiçbirini hatırlamam.
Fakat, takip edilen metotların aslında hep aynı olduğu kanaatine varabilmiştim.
O yaş, bir çocuğun düşünebildiklerini, o kadar liyakatli rütbeler düşünemiyor olamaz değil mi?
Yine de halen, bir yanım saf çocukmuş demek:
- Neyse ki artık insanlar akıllanmış görünüyor. Bu çağa doğduğumuz için şanslıyız.
Aynı hataları tekrar tekrar yapacak halleri yok herhalde..
Bu kişi, o kadar insanı nasıl bu kadar çılgınca işlere ikna edebilmiş?!
Şahsi düşüncem; Bu şahıs, baştan sona proje.
Değilse de 1. Dünya Savaşında keşfedip, itelemişler.
“Adolf” adının açılımı 'asil kurt' demek.
Şu isimlerin giydikleri bedenlerle çelişkisi.
Sonradan değişen parti ismi gibi de. Siyasal partilerin ne olmadığına bakmak için isimlerine bakmak hep yeterliymiş aslında.
Sert mizaçlı baba öldüğünde, 13 yaşında.
Okulu bırak. Ressam olma sevdasına düş derken, akademiden iki defa reddedilmiş. Mimarlık önerilmiş. Bunda da diploma engeline takılmış malum...
Savaş çıkınca Alman ordusuna katılmış. Almanları ve Avusturyalıları hiçbir zaman farklı görmezmiş zaten.
Savaştan sonra Almanya'ya yerleşmiş.
Artık kendisi, kendince bir savaş kahramanı. Bunun için yaratılmış hatta. Hissiyatı buna benzer olmalı.
Alman İşçi Partisine katılır. Kısa zamanda hitabet ustalığı ile dikkati çeker.
Partinin adını Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi olarak değiştirir.
Delikanlı sokak çetelerinden devşirdikleri ‘SA’ Fırtına timi için ilk olarak, mitinglere güvenlik denmiş.
Bunlar bir ara toplanıp “Birahane darbesi” olarak tarihe geçecek bir kalkışma için topluca yollara dökülmüşler...
Haliyle polis, çatışma ile durdurmuş ve tutuklanmışlar.
Bir general de Nazilerin güçlü öncülerinden o zamanlar.
Bu general sonradan beraat etmiş.
Adolf ise vatana ihanetten yalnızca 5 yıl ceza almış.
Düşün; o zamanlar çoğu yerde bunun cezası idam...
Çok ilginç...
Daha da ilginci 8-9 ay sonra salıverilmiş bir de.
Yok artık!
Bu tutuklanma, Adolf'un geniş kitleler tarafından tanınmasına, popüler olmasına da sebep olmuş haliyle.
“Kavgam” adlı kitabını buradaki koğuş arkadaşlarına dikte edip yazdırdığı söylenir.
Ne hikmetse artık, tüm ışıltısıyla siyasete döner. Daha hırslı, daha coşkulu, daha organize, daha paralı...
Bir de üstüne şansölye -başbakan- atanmaz mı?!
Ne şanslı insanmış bak; Neymiş, çocukluğunda babasından iki tokat yemişmiş de, çok etkilemiş de, psikolojisi bozukmuş da.. Evinde otursunlar o zaman.
Yaptığı ilk iş genel seçime gidilmesi kararı.
Seçim sürecinde pat; Reichstag Yangını!
Ve temizlik!..
Tek muhalif kalmayana dek...
General ile arası çoktan açılmış. General çekilmiş. Artık tek adam...
General'in atamayı yapan başkana sitem ettiği mektup gerçekse, özetle:
“…Almanya ve ulusumuz adına çok pişman olacaksınız!..” demiş.
İçerik, sonradan olacaklara bire-bir öngörü niteliğinde.
Bazı kaynaklara göre, başbakanlığa giden yolda:
"Senin önünü açarız ama bir günah keçisi lazım. Şu çete yapıyı temizle!..” denmiş.
İşine gelmiştir en fazla.
‘SA’ liderinden gelen cızırtılar da hemen halledilir elbet.
‘SS’, ‘SA'nın alt grubu o zamanlar. Gestapo ve SS, SA etkisiz hale gelince semirtilmeye başlandı.
Sonradan bunların lideri olacak tipler, işin en başından beri ceremesini çeken SA liderini bir gecede sattılar.
Kollarına da meymenetsiz doktoru takıp, ilaç şirketlerine canlı araştırmalar yapacak kadar insanlıktan çıkmışlar.
Tıpta bilinen çoğu bilinç açık, canlı dayanıklılık haddi nazilerden kalma...
Böylece, içlerinde asıl davalarında samimi ve ısrarlı olanlar teker teker ayıklanmış...
Uzun Bıçaklar Gecesi
Kendi döneminde darbe girişiminin baskılanması olarak anons edilmiş.
Aslında birkaç gece süren operasyonlarda üst ve orta düzey SA liderleri öldürülmüş.
İş 'level' atlamaya gelince; İlk iş, biatçı maşalarını harcamışlar yine yani...
Bir tarih klasiği...
**
Yine tarihte bir ara, bir de baktık herkes bir acayip hemfikir;
- Bebeklerin, çocukların masumiyetini çaldınız.
- Açık havada maske taktırdınız…
- Büyüklerine hastalık bulaştıran bir mikrop gibi anlattınız TT!
- Yetmedi burunlarından beyinlerini deştiniz!
- Yine yetmedi beş yaş üzerine adı 'aşı' kampanyası ha!
- TTB, dsö müridlerinden kim varsa bu kafada...
- Temizlensin artık bu ülkeden.
Anne - babaları çocukların sahibi değildir.
Kurumlar hiç değildir.
Yettiniz!
Aman sırası mıymış, ortalık karışıkmış!..
Medet umduklarının amacı halis olsaydı buna kafayı takardı önce...
TÜM ÇOCUKLARIMIZIN MASUMİYETİNE!
Güç kavgalarının tam çapraz ateşinde 'kimsesiz' bırakılmış MİLLETİN ÇOCUKLARI bunlar!
Bu niye, koca bir ‘milli güvenlik meselesi’ olsun ki değil mi ama?