Politik söylemlerin Filistin davasındaki yeri: Mahmud Abbas örneği

Politik söylemlerin Filistin davasındaki yeri: Mahmud Abbas örneği

POLİTİK SÖYLEMLERİN FİLİSTİN DAVASINDAKİ YERİ: MAHMUD ABBAS ÖRNEĞİ

Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas, 15 Ağustos’ta Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde özel bir oturumda konuştu. Filistin yönetiminin uluslararası alanda ‘temsilciliğini’ yürüten Abbas ve ekibi, direnişe destek veren halkların benimsediği bir isim değil. Hamas’ın Filistin’in kurtuluşunun direnişle mümkün kılınacağına dair aksiyonları, bölgede söz sahibi olan İsrail ve yanlılarını rahatsız etmektedir.

2005 yılında gerçekleştirilen devlet başkanlığı seçimlerine katılmayan Hamas, 2006 yılında Gazze ve Batı Şeria’da gerçekleştirilen milletvekilliği seçimlerde ilk sırada yer almıştır. Hamas, ekarte edilerek Filistin’deki siyasal alan tekelleştirilmiştir. Mahmud Abbas’ın devlet başkanlığı görevi, günümüze kadar seçimsiz uzanmaktadır. Filistin’de İsrail adına potansiyel tehdit oluşturmayacak birinin yönetime gelmesiyle İsrail, saldırganlığını daha da arttırmıştır.

2006 yılından sonra defalarca seçim çağrısı yapılmasına rağmen Abbas yönetimi, bu çağrıya karşılık vermekten kaçındı.

Gazze ve Batı Şeria’da Hamas’a olan destek artarken, Abbas yönetimi, seçimlerin olmasıyla kendilerinin saf dışı kalacağını öngörmekteydi.

İsrail’in bölgedeki yayılma hamlelerinin diyalog yoluyla durdurulacağını savunan Abbas yönetimi, zamanla hakim konumda olduğu Batı Şeria’da da İsrail çizgisine geldi.

Aksa Tufanı Savaşı’ndan önceki savaşlarda İsrail’e karşı çıkan unsular özellikle Abbas yönetimi tarafından gözaltına alındı, yargılandı ve tutuklandı. Bazı bölgelerde ise İsrail ile Abbas güçlerinin ortaklaşa operasyonlar düzenlediği, medyaya yansıdı.

Abbas yönetiminin hakimiyet kurduğu Batı Şeria incelendiğinde Ramallah, Nablus, Cenin gibi büyük şehir merkezlerini içine alan A Bölgesi, Filistin Ulusal Yönetimi’nin otoritesi altındadır ve Batı Şeria’nın yüzde 17,2’sini oluşturmaktadır.

Batı Şeria’nın yüzde 23,8’ini oluşturan B Bölgesi, İsrail işgali altındadır ancak belediye hizmetleri ve mülki idareden Filistin Yönetimi sorumludur. C Bölgesi de Batı Şeria topraklarının yüzde 59’unu oluşturur, tamamen İsrail’in kontrolündedir.

Oslo Anlaşması’nda B ve C bölgelerindeki kontrolün zaman içinde Filistin otoritesine devredileceği kaydedilmiştir. İşgalin genişlemesiyle bölgelerdeki geçişler İsrail kontrolüyle yapılmaktadır. Batı Şeria, İsrail’e bağlı bir belde gibi hizmet vermeye devam etmektedir.

Gazze’deki direnişin Batı Şeria’ya sıçramasından çekinen bir yönetimin Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde dünya kamuoyuna sunacağı tek idea vardı; retorik.

Mahmud Abbas, İsrail’i tedirgin edici üsluptan uzak, diplomasi ışığında bir çizelge oluşturdu. Meclis’te konuşması doğru mu, yanlış mı tartışması gerçekleştirilirken, Türkiye’de bulunan bazı Filistinlilerin bu yaklaşıma şiddetle karşı çıktığına şahit olundu. Türkiye’de bulunan ve Hamas’a yakın isimlerin tepkisi, direnişin arka planda ne düşündüğü hakkında bizlere ipuçları verebilmektedir.

Abbas’ın, Türkiye halkının çoğunluğu tarafından kabul edilmemesinin gerekçesi ise Filistin direnişiyle olan sorunlu tutumu olarak ifade edilebilir.

Abbas, Meclis’teki konuşmasında Hamas Lideri İsmail Heniyye’ye şehit dedi, ekibiyle Gazze’ye gideceğini ve “bizim hayatımız Gazze’deki bir çocuğun hayatından daha değerli değil” diye konuştu. “Gazze’yi yeniden imar edeceğiz” diyen Abbas, Gazze’deki direnişin tek meşru sahibine de mesaj mı vermek istedi? Abbas’ın bu tezinin dayanağı; Pekin görüşmeleri olarak aktarılabilir.

Çin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mao Ning, aralarında Fetih Hareketi ve Hamas'ın da bulunduğu Filistinli grupların, Çin'in başkenti Pekin'deki görüşmelerin ardından imzaladıkları bildiriyle, geçici uzlaşı hükümeti kurma niyetlerini vurguladığını bildirmişti.

Hamas'ın Ulusal İlişkiler Ofisi Başkanı Hüsam Bedran ise Filistinli gruplar tarafından imzalanan bildirinin en önemli noktasının “Gazze ve Batı Şeria'da Filistin halkını yönetecek, yeniden inşa faaliyetlerini denetleyecek ve seçim koşullarını hazırlayacak bir Filistin ulusal mutabakat hükümetinin kurulması” olduğunu ifade etmişti.

Abbas’ın Gazze vurgusu bu bağlamda iki şekilde değerlendirilebilir.

Birincisi, Hamas’ın da ifade ettiği uzlaşı hükümetinin tüm Filistin’i idare etmesi. İkincisi ise Gazze’nin direnişten koparılarak yönetilme çabaları.

Filistin Yönetimi, Gazze'nin savaş sonrası yönetimini planlamak için kendi çabalarını ortaya koydu ve “Filistin Hükümeti'nin Gazze Şeridi'nde Ertesi Güne İlişkin Hizmet ve Planı” başlıklı 101 sayfalık bir belge hazırladı.

İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant ise aylar önce İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun onayıyla ABD'ye gittiğinde ABD’li mevkidaşı Lloyd Austin'e Gazze’ye barışı koruma gücü konuşlandırılması önerisini sundu.

Gazze’yebarışı koruma gücü” konuşlandırmayı kabul eden ABD, İsrail planının uygulanabilir olduğunu düşünmekteydi.

Washington, konuyla ilgili temaslara başlarken elde edilen bilgilere göre bu konuda ilerleme de kaydedildi. Medyaya yansıyan bilgilere göre; ABD, savaş sonrası Gazze’yi İsrail’e tehdit oluşturmayacak bir düzleme çekip, bölgedeki Arap rejimlerinin de söz sahibi olduğu pasif merkeze dönüştürmek istemekteydi.

Pekin deklarasyonundan sonra İsrail gazetesi The Times of Israel, ismini açıklamadığı bir Arap yetkiliden aldığı bilgilere dayanarak Ürdün, Katar ve Suudi Arabistan’ın, Gazze’de savaş sonrası oluşturulacak barış gücü için asker gönderme taleplerini geri çevirdiğini ortaya attı.

Yine Ağustos ayı içerisinde ABD’li yayın kuruluşu Politico’da yer alan bir habere göre; Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, ülkesi ile İsrail arasındaki ilişkileri normalleştirme peşinde koştuğu için hayatının tehlikede olduğunu açıkladı. Prens Selman, İsrail ile ilişkilere önem verirken, bölgedeki Filistin hassasiyetini göz ardı edip farklı bir isimle anılmak istememektedir.

Abbas’ın TBMM konuşması tüm bu parametreler üzerinden okunduğunda daha sağlıklı sonuçlar verebilmektedir.

Türkiye’nin Abbas’ı davet etmesinin gerekçesi, Mısır, Suriye gibi coğrafyalardan edindiği birikimle ilintili olabilir. Olay, spesifik bir şekilde ele alınırsa; Abdulfettah El-Sisi’nin darbe yapmasıyla Mısır ile köprüleri atan Türkiye, İhvan’ın Filistin kolunun haklarını gasp eden ismi Meclis’te konuşmuştur.

Uluslararası ilişkilerde makyavelist normlar, istenmese de tezahür etmiştir. Türkiye, duygusal anlamda halkta tatmin düzeyini tartıştırmakla Filistin’e önem atfetmektedir. Devletlerarası ilişkiler değil uluslararası ilişkiler seçeneği tercih edilmiştir.

Abbas’ın Doğu Kudüs başkentli bir Filistin Devleti için çaba gösterileceğini dile getirmesi ve Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın “sadece Hamas değil, bütün Filistinliler, 1967 esas alınarak kurulacak Filistin devletine razısöylemiyle yeni sürecin başladığı belirtilebilir.

Abbas’ın tek Filistin perspektifini ortaya koymasının ana nedeni, Aksa Tufanı ile direniş tarafından askeri ve diplomasi alanındaki tercihlerin Filistin halkında kabul görmüş olmasıdır.

Hamas’ın ateşkes sürecinde yürüttüğü diplomasi trafiği, devlet geleneğine sahip ülkelerin hareket tarzına yakın bir girişim olarak karşılanmıştır.

Abbas’ın konuşmasının satır aralarına bakıldığında; direniş güçlerinin, Filistin yönetimine karşı elde ettiği kazanıma ortak olunması yorumu çıkarılabilir.

Mahmud Abbas’ınYa zafer ya şehadet” söylemi, “Filistin yönetiminin saha gerçeklerine pragmatist yaklaşımı” şeklinde anlamlandırılabilir.

Sonuç olarak; Türkiye’nin daveti, saha gerçekleriyle uyuşmasa bile Batı kamuoyu tarafından kabul edilen bir sistemin Filistin’e yarar sağlayacağı tezi üzerinden inşa politikası sürdürülmektedir.

Asıl önemli olan Hamas’ın, Abbas yönetiminin vereceği sınavdan sonraki tavrıdır. Filistin halkının belirleyiciliği, Batı dünyasının kullanacağı aparatlara indirgenemeyecektir.

.

Mahmut Muslihan, dikGAZETE.com

...