- 20-03-2022 05:06
- 2677
Tekerlekli Sandalye Atletizm Milli Takımı ve Bağcılar Belediyesi Spor Kulübü antrenörü Ömer Cantay ile sosyal medya hesaplarımız üzerinden (instagram;ahmetgulumseyen) hoş bir sohbet gerçekleştirdik.
Sporun engelini kapatıp, kendileri için zenginlik olduğu vurgusu yapan Ömer Hocamızın, basketbolla başlayan örnek spor hayatı, atletizm branşıyla Paralimpik Oyunlara uzanan başarı hikâyesini dinlerken, bizler feyiz aldık.
İstedik ki engellerin bir bir nasıl aşılabildiği örnek olacak süreci yazıyla da paylaşıp, ilgili ve yetkililere mesaj, hayırlara vesile olsun.
BASKETBOLLA BAŞLAYIP ATLETİMLE DEVAM EDEN SPOR SERÜVENİ…
“Engellilik durumum çocuk felci olmamdan sonra oluştu. Adana’da, 17 yaşlarında sokakta gezerken, o dönem Federasyonda As Başkan Ali Duran Karakaya beni gördü. “Sen biçilmiş kaftansın, hiç sporla uğraşmıyor musun?” diye sordu ve ben uğraşmadığımı söyledim. Bu fizikle insan nasıl sporla uğraşmaz dedi.
Yıl 1998 veya 1999 olsa gerek, ben ilk zamanlarda Tekerlekli Sandalye Basketbolu diye bir sporun bile olduğunu bilmiyordum. Çünkü ne basında, ne de afişlerde görüyorduk. En alt bir amatör kulüp nasıl olur, bir faaliyetini bilmezsiniz ya, onun gibi bir şey. Ta ki başkanla tanışana kadar. O zamana kadar hiçbir şekilde ne tekerlekli sandalye basketbol veya atletizm branşı olduğunu bilmiyordum.
Adana’da Engelliler Tekerlekli Basketbol Takımı vardı. Antrenör Arif Kum ile eve geldiler. İlk basketbolla beni tanıştırdılar. Ben zaten hızlıydım. Sokaktaki tekerlekli sandalyeyi çok rahat kullanıyordum.
Beni de öyle gördüğü için yanıma geldiler. Basketbola öyle başladık. Atletiz yarışlarını televizyondan izliyordum. Tekerlekli sandalye atletizm şampiyonası olacağını duydum.
Eski bir sandalye buldum. Onla ilk yarışmaya katıldım. Yarışmaya 15 kişi katılmış ve 5. olmuştum. Milli takıma seçildim ve atletizm serüvenim de böylelikle başlamış oldu…
ÜST ÜSTE SPORTİF BAŞARILAR…
“Ondan sonraki sürçte, bir ara yarıştan sonra Avrupa Şampiyonası katıldım. Sonrasında 2004 Atina Paralimpik Oyunlarına katıldım.
Oyunlara katılan ilk erkek atletizm sporcusuydum. O zaman böyle farklı dallardan sporcular yoktu. Arkasından Dünya ve devamında Avrupa şampiyonlarına katıldım.
Üç defa Akdeniz Oyunlarına katıldım. Karadeniz Oyunları 1.’liğim var. Yurt dışında maratonlara katıldın. On beş yıllık Türkiye Şampiyonluğum var…
HIZLI VE GÜÇLÜYDÜM…
“Basketbolda zaten hızlıydım, hızım ön plana çıkıyordu. İlk maçıma çıktığımda, karşı tarafın antrenörü demiş ki “Benim yedeklerim oynuyordu. Niye böyle profesyonel sporcular oynatıp, bizi ezdiniz”.
Arif hocamızda benim için demiş ki “ İlk maçına çıkıyor.” Ben hızlıydım. Rakibin en iyi oyuncusuna beni verirdi, ben onu tutardım. Genellikle hızım vardı. Tekerlekli sandalye ile sokaklarda çok gezdiğim için, ayrıca kollarım güçlenmişti…
SPOR BRANŞLARININ TANINILIRLIĞININ ÖNEMİ…
“İlk Avrupa Şampiyonasına katılmıştım. O zaman basından, evime röportaj için gelmişlerdi. O mahallede yaşanan gurur bile ayrı bir şey. Basın mı geldi, niye geldi diye? Hani ailem de beklemiyor.
Eskiden engeller bir şey yapmayan, bir işe yaramayan gibi görünüyordu. O zamanda gazeteciler geliyor, Avrupa Şampiyonasına katılıyor diye röportaj yapınca, benim için de ailem içinde çok heyecan verici bir şeydi.
Basın çok önemli. Dediğim gibi, spor başlamadan önce benim bu branşlar, basketbol veya atletizmden haberim bile yoktu. Çünkü bu branşlar önem verilmediği için, gündemde yer almıyordu. Sonradan değer verilmeye başlandı…
İMKÂNSIZLIKLARDAN BUGÜNLERE GELDİK…
“İlk Türkiye Şampiyonasına katıldığımda, sporcuların kullandığı özel eldivenler hiç bilgim yoktu. İnternette yok, araştıramıyorsun.
Ben kendime, normal kaleci eldivenlerinden aldım. Antrenman yaptığımda ellerim soyuluyor ve kanıyordu. Yara bandı sürekli yanımızdaydı.
Şampiyonaya gittiğimde de ellerim hep kanamıştı. Eldivenim yırtılmıştı, ellerim çemberlere temas ettiği için, kanıyor ve her tarafı soyuluyordu. O zaman atletimde tek bendim. Federasyona anlatamıyor, bir şey aldıramıyorduk.
Sandalyemin eski lastiği patlıyordu, onu atmıyordum. Onun dışını soyup, sağlam tekerin dışına yapıştırıyordum. Bizim ev ile atletizm sahası arasındaki mesafe 5 km vardı. Onla gidiyordum antrenman sahasına. Beş kilometre gidip, beş kilometrede geliyordum.
Antrenmana gidene kadar zaten yoruluyordum. O zaman servis yok, bir şey yok. Arabam yok, hiçbir şeyim yok. Kendi imkânımla, sandalyemi sürerek antrenmana gidiyordum.
Bu duruma herkes şaşırıyordu. Beni yolda görenler kornaya basıyorlardı. Yani hiçbir malzememiz, hiçbir ekipmanımız yoktu. Lastik patladığında bütün dikişleri açıyordum, duble lastik.
Patlağını bulup yapıyorum, sonra tekrardan geri dikiyordum onu. Bir dikişle, bir günümüzün geçiyordu. O iç lastiğe de iğne geçmesin diye çaba sarf ediyorduk, ince bir iş. Yani bu süreçlerden geldik.
Belki o gün şuan ki imkânlar olsaydı, şuan farklı yerlerdeydik. Belki Olimpiyat şampiyonluğu veya olimpiyatlarda madalya alıyor olacaktır. Olimpiyatlara katıldım ama, belki madalya alırdım...
BAŞARMANIN BAHANESİ YOKTUR!..
“Ben televizyon, atletizm yarışlarını izlerdim. Yarışmalar dikkatimi çekerdi. Spor bir nevi hastalık. Parmağınızı değdirdiğinizde, kolunuzu kurtaramıyorsunuz.
Spora bulaştığınızda çıkamıyor, devamı geliyordu. Zorlukta olsa, kendi imkânlarınızla da olsa, hala kendi ilaçlarımızı kendi cebimizden aldığımız oldu.
Yol olsun, antrenman olsun, yeri geliyor kendinizden özveri yapıyorsunuz. Kendinden mutlaka bir şeyler harcıyorsunuz. İstiyorsunuz çünkü. Bu bir hastalık yani. Bir de başarı gelince, tadından yenmiyor tabi...
SPOR ADETA ENGELİMİZİ KAPATIYOR…
“Evliliğimin en önemli sebebi spordur. Eşimle ilk tanıştığımızda, olimpiyatlara ilk gittiğimde karşı tarafa da güven veriyor. Belki engelinizi kapatıyor spor.
Karşınızdaki kişi seni engelli olarak görmemesine neden oluyor. Çünkü insanlar size o gözle bakmıyor, başarınızla bakıyorlar.
Olimpiyatlara giden, Avrupa Şampiyonasına giden bir gözle bakıyorlar. Farklı şeyler söylüyor. Sosyal çevreniz genişliyor, bu sayede spor işiniz oluyor. Birçok değer katıyor. Aileniz en azından, anneniz ve babanız gurur duyuyor.
Babam önceden benim için “Bunun sonu ne olur? Biz öldükten sonra buna kim bakar? Kardeşleri sahip çıkar mı?” diye düşünürken, şimdi diğer kardeşlerini düşünüyorum, diyor bana. Sen bir şekilde arka planı çözdün, diyor. Bu da güzel bir şey aslında.
ANTRENÖRLÜK SABRI GEREKTİRİYOR…
Antrenör olmak, bu işin içinden geldiğimiz için, biraz sabrı gerektiriyor. Sporcu, yapamıyorum, elim ağrıyor dediğinde “Tamam bırak git!” demek çok kolay.
Önemli olan sabırla desteklemek. Yaparsın demek, yol göstermek. Bir çaba harcamak. Ben bunu sporcularımda gördüm…
SANDALYE BİR NEVİ BİZİM AYAKLARIMIZ…
“Sandalye bizim ayaklarımız. Çünkü, bizim bedenimize göre, ölçüleri bir santim eksik veya fazla olsa olmuyor. Koşamıyoruz. O yüzden bizim ayakkabılarımız.
Maraton koşacaklar tekerlekli sandalyeciler diyorlar, tekerlekli sandalye sürecekler demiyorlar. Bir nevi bizim ayakkabımız, ayaklarımız yani. Biz onlarla koşuyoruz.
Yaptığımız sporda malzeme çok önemli. Ayakkabınız bir numara küçük olsa giyebilir misiniz? Bir tarafı mutlaka ayağınıza vurur. Su toplar veya kanatır. Onun gibi düşünün…
SPORDA ALTYAPININ ÖNEMİ…
“Alt yapıyı oluşturmak lazım. Mesela bize Bağcılar dışından ulaşıyor ve spor yapmak istediklerini söylüyorlar. Ben onlara ulaşamıyorum.
Onlara ulaşıp, antrenmana getirsek yolda iki saat geçecek. Burada ne ön plana çıkan, spor branşlarının tüm belediyelerde olması.
Mesela atletizm branşını profesyonel olarak yapan sadece Bağcılar Belediyesi. Birçok şehirden arıyorlar, ben üzülüyorum yani. “Hocam bizde yapmak işitiyoruz” diyorlar. Gerçekten bu sporu yapacak birileri var, ama elden bir şey gelmiyor. Yaptığımız spor dalının malzemeleri de çok pahalı olduğu için, malzemeyi aldıramıyorlar.
İnsanlar bu sporu bilmedikleri için, belediye başkanları da yanaşmıyor. Bakıyor arabanın değeri çok pahalı. Yaygınlaşması lazım. Bu durum sadece atletizm değil, yüzme ve diğer branşlarda da aynı…
AİLELERİN YAPMASI GEREKENLER…
“Spor yaparken, babamın bana çok desteği oldu. Yemek yerken babam dedi ki bana “Oğlum bende olimpiyatlara katılacağım.” O sözünü hiç unutmuyorum.
Merak ettim, ne demek istediğini öğrenmek istediğimde, sen kuru fasulye ve bulgur pilavı yiyorsun, ben de aynı yemeği yiyorum dedi. “Senin bir ayrıcalığın olması lazım, söyle bana ne lazım. Tavuk mu, et mi istiyorsun? Ne istiyorsan alalım.” Yani aileler gerçekten önemli. Belki benle gurur duyuyorlar.
Her sene İstanbul Maratonunu canlı izliyorlar televizyondan. Bizimle gurur duydukları için, ağlayarak izliyormuşlar. Güzel bir şey bu.
O zaman verilen emekler hiç boşa gitmiyor. Ailelere sesleniyorum; “Çocuklarının yapacağı bir spor vardır.” Bizim branş olmaz ise, tenis, yüzme veya diğer branşlarda olur. Mutlaka bir yerden başlatsınlar. Kendi sağlıkları, kendi vicdanlar da içinde önemli anne baba…
ANNE VE BABALARIN ÜSTLENDİĞİ GÖREVLER…
“Kimlere ne gibi görevler düşmektedir? soruna gelince. Bağcılar Belediyesinin engelliler sarayı var, buraya başvurabilirler. Okçuluk, basketbol, bocce, tenis, atletizm yani mutlaka başlayacakları bir spor branşı var var. Biriyle başlamalılar. Ya da bu olmaz ise, yüzme branşında faaliyet gösterilen ilçeler var. İsteyenler, mutlaka ulaşırlar.
Burada önemli olan anne veya babanın çocuğuna spor yaptırmak istemesi. Anne ve babanın talebi “Gelsin çocuğumu evden alsın, spor yaptırsınlar!”. Böyle yapılırsa olmuyor.
Anne ve baba olarak kendileri araştırmalı ve çocuklarını spora teşvik etmeli. Ondan sonra karşılığı alınır. Bir yerden başlamaları gerek.
Hani derler ya “Her şeyi devletten bekleme”. İlk başta öncelik anne ve babada olmalı. Önce çocuğunu götürecek oraya, alıştıracak, yapabiliyor mu yapamıyor mu? Efendim, telefon açıp “Benim engelli çocuğum var, gelin bunu alın spor yapsın” demekle olmuyor…
ÖRNEK BELEDİYE BAĞCILAR…
Basında röportaj yaptığımda şunu söylerim. Belediye Başkanı Lokman Çağrıcı örnek bir başkan, çünkü yarışmalarımızı soruyor, yurt dışında yarışmalarımızı izlemeye bile geldi. Maratonlara geliyor. Kupa verilirken bizi ödüllendiriyor.
Bir şekilde takip ediyor. Böyle başkanlara ihtiyacımız var. Vardır tabii ki ama istediğimiz düzeyde değil, parmak sayısı kadar. Malzemelerimizi alıyor. Bir düşünün servis gelmese, antrenmanlara doğru düzgün gidemeyeceğiz.
Kendi imkânlarımızla, belki haftada iki üç gün gideceğiz, belki hiç gidemeyeceğiz ve bu spor branşı kapanacak. Şu anda Belediyenin bize verdiği destek her şehirde olsa çok iyi olur.
Servis bizleri alıp antrenmanlara, maçlara götürüp getiriyor. Malzemelerimizi, yarış sandalyemizi alıyorlar. Başkanımız bize, engelli sporuna önem veriyor.
HER BELEDİYE BİR BRANŞ AÇMALI…
“Biz mesela İstanbul ve Antalya Maratonuna katılıyoruz, rakibimiz çok az.
Şöyle 50 tane tekerlekli sandalyeli sporcu katılsa ne kadar güzel bir görsellik olur değil mi! Her Belediye’de böyle bir spor branşı açılmalı bence.
Tek atletizm değil. Basketbolu, okçuluğu. Bu spor yaygınlaşsın. Böyle bir sektör ‘Bende varım’ diye büyüsün yani. Yeteri kadar destek olmadığı için, az seviyede…”
TEKERLEKLİ SANDALYE BRANŞINA KATILIM NİÇİN AZ?
“Her branşın bir zorluğu var. İlk başta yarışları düzenleyen, organizasyon yetkililerine sesleneyim. Mesela biz Antalya’ya katıldık, sadece birinciye ödül verildi. Öyle olunca da üçüncü, dördüncü yarışmacı gelmiyor.
İstanbul Maratonunda ilk üç ödül veriliyor. Ödüller yüksekti önceden, şimdi git gide düşülürdü. Her şey pahalı oldu. Önceden içtiğimiz 200 TL lik ergonomik destek, şimdi 1000 lira olmuş. Bizim ödüller düşüyor.
Bu durumlarda, eski sporcular için cazip gelmiyor. Belki Türkiye’den 3-4 kişi daha çıkar. En basit örneği veriyorum. Yani bir değerde yok.
Aslında şöyle düşünüyorum. Engelli sporcuları el üstünde tutmak lazım. Nedir, hiç mi sponsor yok? Mesela bir İstanbul Maratonunda. Ne kadar sponsor var ise, bunlara haber verilmeli.
Bilgisayar mı, eşofman takımımı, tablet mi veriyorlar. Yapın, resimlerini çekin. Yani insanları, engelleri teşvik edin. Kaç tane var ki! Antalya Maratonuna gidiyoruz, bir kişiye dört gün tatil veriyorlar. Aslında biz ödül için gitmiyoruz.
Ben Urfa’ya 100 TL için gittim. Biz koşmayı, sporu seviyoruz. Mersine gidiyoruz, oranın ayrı bir havasını seviyoruz, Urfa’ya gidiyoruz oranın ayrı bir havasını seviyoruz. Hem geziyor, hem de spor yapıyoruz.
Bizim işimiz bu, koşmak. Biz koşmayı seviyoruz ama, verilende bir değer aslında. İnsanları teşvik etme. Türkiye’de ki engellileri bir nevi küstürüyorlar yani.
Bu basında yer alsa, on tane engelli katılsa belki basketboldan da bize rakip gelecek, diyecekler ki biz de yapmak istiyoruz. İstanbul’da kaç tane basketbolcu var.
Hatta birkaç kişi bana söyledi “Biz de İstanbul Maratonu’na gelelim mi?” diye.
Ödül kaç kişiye var, 3-4 kişiye cevabını duyduğunda vaz geçiyorlar. Yap on kişiye, geleni karşıla. Engelli kaç kişi var ki zaten, gelse 10 kişi ancak gelecek.
Gelenin de yol paralarını karşıla. Engelli bunlar, engelli sporcu. Bunları çoğaltmamız, değer vermemiz lazım. Bu çok büyük eksik.
BİLGİ VE TECRÜBE PAYLAŞIMININ ÖNEMİ…
“Danışan, soran konusunda bugüne kadar olmadı. Olsa da her şeyi söylerim yani. Mesela Antalya Maratonu için bana sorsalar, en başta yarış güzergâhındaki köpekler derim.
Yarışmacı olarak, bize köpekler müdahale edecek diye koşamıyoruz. Devamlı onlara bağırmaktan, durmaktan koşamıyoruz. Sorsalar, bunların hepsini anlatırız. Bize 3-4 polis verecekler, yarışlarda köpeklerden korunmak için bizi çember altına alacaklar, savaşa gidiyor gibi, gideceğiz.
Yokuşlar var, bazı kaldırımlar var, mesela diyorlardır ki “Bunlar tekerlekli sandalye, bir şekilde giderler” diye. Ama öyle değil. Oralara da halı sermek gerekiyor.
Oradaki çıkıntılar, bizim tekerleklerimizi patlatıyor. Tekerlek patladığı vakit, bizim orada işimiz biter. İnce konular var. Hayvanları tabii ki seviyoruz. Ama başıboş dolaşan sokak köpeklerinin doğası yok.
Kaç gündür haberlerde görüyoruz. Kaç tane can gitti, çocuklar gitti. Yazık günah ama. Bunun bir önlemi alınmalı yani. Tek spor anlamında değil. Bu bir sorun olmaya başladı.
BAĞCILAR BELEDİYESİ VE SPONSORLUK…
“Biz Belediye’de olduğumuz için sponsorluk olayı geri planda kaldı. Bizim giydiğimiz kıyafetlerimizde bile Bağcılar Belediyesi yazıyor. Belediyemiz bize destek veriyor.
Şu an sponsorluğa başvursak başkanımız belki “Ben hallederim” diyecek. Bu güne kadar her istediğimi yaptırdı, yarışa bile gönderdi yurt dışında. Yarış bisikletlerimizi alıyor. O yüzden şuan öyle bir sponsorluk peşine düşmedik.
Yarışma programız dışında, Antalya Maratonuna gittik. Otellerde hep doluydu mesela, yer bulamadık. Beş yıldızlı bir otelle görüştük, sağ olsunlar iki gün bizi ağırladı.
Anlattım durumu, biz milli sporcuyuz yer bulmadık deyince adamlar bizi hemen aldılar. Belek’te bir otelde ağırladılar. Hava alanında aldılar yarışa götürüp getirdiler, bütün desteklerini verdiler bize. Bu güzel bir şey aslında...
BAĞCILAR BELEDİYESİNİN SEÇKİN İSİMLERİ…
“Ben Bağcılara ilk transfer olduğum dönemde Feyzullah Kıyıklık Başkanın gittiği, Lokman Çağrıcı Başkanımızın geldiği bir dönemdi.
Tabii ki o da ilk kurucularından, buradan selam ve sevgilerimizi gönderiyoruz. Rabbim uzun ömürler versin, Feyzullah Başkanımıza. Ondan sonra Lokman Başkanımızın bizim sporumuza büyük emeği oldu, çok büyük destek verdi.
Belki destek vermese şimdi bende burada olmazdım. Fatma Şahin Başkanımız öyle. Hepsi değerli insanlar. Hepsine buradan selam ve sevgiler gönderiyorum. İnşallah hep birlikte daha güzel başarılara ulaşacağız...
SOSYAL SORUMLULUĞUN NETİCESİ…
“Engelli sporun yatırım, sosyal sorumluluğun bir neticesidir. Lokman Başkanımız bunu üzerine bir görev, bir sorumluluk olarak edinmiş. Engelli çocuğuna sahip çıkılmayan bir anneyi ve Babayı düşünün.
Engelli bir çocuğunuz var. İlk başta da konuştuk ya, telefon etmekle değil, peşine düşmekle oluyor. Ben kendimi bir belediye başkanının yerine koyduğumda, onlar benim çocuklarım gibidir. Çünkü ben onların başındayım. Bir dertleri olduğunda bana geliyorlar.
Sorunlarıyla ben ilgileniyorum. Böyle çocuklarında hayata kazandırmak için, onlar sporla ilgileniyorlarsa böyle bir adım atarız. Bir de başkanımızla şöyle bir şey oldu. Belki başkanımızda ilk başta böyle bir başarı beklemiyordu.
Ben geldiğimde böyle başarılar yoktu. Hamide olsun, Zübeyde olsun, eski resimlere bakın hepsi çocuklar.
Yeni gelişmekte olan bebek gibi. Başkan bunlardan büyük bir şey beklemiyordu. Başkanımız başarıyı görünce, verdiği emeklerinde boşa gitmediğini gördü. Bir de kendisi de belki övgüler aldı.
Çünkü Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan da bize birçok kez ziyarete geldi. Başkanımızın Cumhurbaşkanımızdan övgüler alması belki hoşuna gidiyor. Bunlar hep güzel şeylerdir. Bir amacınız var ve oraya ulaşılıyorsunuz. Bir anne baba gibi.
Nasıl çocuk başarı aldığında çocuğuna sahip çıkarsa, bu da onun gibi. Bizim başkanımız sahip çıkmış, emeklerin boşa gitmediğini görmüş. Bundan da mutlu oluyor. Bu sorumluluk yani…
DEVLETİN SPOR POLİTİKALARI…
Cumhurbaşkanımız engellere bir ayrım yapmıyor. Ödüllerde olsun, olimpik maaşlarda olsun, kamplar olsun, engelli olan olmayanda aynı değeri alıyor.
Asla bizi ayırmıyorlar. Bu güzel bir şey. Tabii ki ufak tefek eksikler var.
Onlarda tecrübeyle giderilir diye düşünüyorum. Ama şuan sporculara verilen değer çok güzel…
ALT YAPIYLA İLGİLİ ÇALIŞMALAR…
“Engelli çocukları bulmak için, Bağcılar Belediyesi olarak okullarda bir tarama yapma düşüncemiz var.
Daha farklı branşlar, ayakta koşan kolu ampute olan sporcular gibi. Tek tekerlekli sandalye değil, biraz onlara da ağırlık vermek istiyoruz.
Değişik branşlarda da başarılar gelsin. Yeni sporculara ulaşmak için, alt yapı taraması gibi bir proje sunacağım belediyeye…
ENGELLİ Mİ YOKSA ÖZEL GEREKSİNİM Mİ?
“Klasik bir ifadeyle, biz engelimizi aştık diyelim. Dışarıda bir çocuk gördüğünde “Anne bu adam yürüyemiyor” dediğinde biz o söyleme alınmıyor, bozulmuyoruz. Çünkü bu işi artık çözdük.
Ama bundan alınan insanlar var. “Sen sakat mısın, ne zaman sakat olduk?” gibi ifadeleri kaldıramayan insanlar, engelliler var. O yüzden seçici olmak lazım ama, bence biraz doğalına bırakmak lazım. Yani adı olmaması lazım.
Bu sene özel sporcular, önümüzdeki sene engelliler diyelim. Bunları bence kullanmamak lazım. Doğalına bırakmak lazım.
Bu insan sarışın, bu insan beyaz diyorsak, bu da engelli şeklinde görmek lazım. Bu insan engelli ibaresini kullanalım diye, insanları zorlamamak lazım...
TRİBÜNDEKİ TÜRK BAYRAĞI, BÜTÜN ENGELİMİ ALDI…
“Çok kısa sürede Oyunlara gitmiştim. İkinci yarışım, yani Atina Paralimpik Oyunlarında 100 metrede ilk starta gittiğimde o kadar büyük heyecanlıydım ki, sanki içimde davul çalınıyordu.
Sonra tribünde bir avuç Türk çocuk seyirciler gördüm. Orada Ömer Abi diye bağırıp, bayrak salladıklarını gördüğümde, bütün heyecanım gitmişti o zaman.
Hiçbir şey olmamış gibi bir rahatlama geldi. Onları gördüğümde o kadar çok rahatladım ki. O güzel bir anıydı. O tribünde Türk Bayrağını görmek, guru verici bir şey. Bütün engelimi aldı o. Ben sayısız kez yurt dışına gittim.
Her seferinde mutlaka bir Türk görmüşüzdür. Onlar bizi buluyorlar. Yarışmamız olduğunu duyuyor ve yanımıza geliyorlar. Güzel bir şey oluyor. Onlar da seviniyor.
Belki çoğu bilmiyor, böyle bir branşın olduğunu. Onlar bizi görünce mutlu oluyor. Aslında Türk Konsolosluklar yarışları takip etse, son zamanlarda bu yapılıyor, Türk seyircileri yarışlara getirip izletseler, çokta güzel olur...
ANTRENÖR SPORCU OLMAK…
“Aslında avantajı daha fazla tabii ki. Çünkü hem kendi sporumu bırakmıyorum hem de sporcularıma destek vermiş oluyorum.
Dezavantajı da belki yoruluyorum. Kendimden biraz fazla fedakârlık yapıyorum ama değiyor. Çünkü kamplarda bile elime kronometreyi alıp işte soğuklarda bile hadi koşun demiyorum, o soğuğu ben de yiyorum onlarla.
Ben de koşuyorum onlarla, ama değiyor aldığımız başarıları görünce…
ÜLKEYE BAŞARI GELİYOR AMA VİCADANLARA BAŞARI GELMİYOR!..
“Özellikle sporcudan başlayayım. Bizim Türkiye’miz çok büyük, gerçekten. Kendi insanımıza güvenmemiz lazım. Bu sene başarı gelmiyor diye gidip de yabancı arayışına girmememiz lazım.
Yabancı, takım sporlarında olabilir, çünkü bu dünyada da var. Takım sporuna destek olabilir. Ama bireysel sporlarda olmaması lazım. Çünkü kendi insanlarımız olimpiyat şampiyonu olduğunda, Avrupa şampiyonu olduğunda yüzde yüz, içten sevinelim.
Gidip de bir Amerikalı birini getirdiğinde o Türk vatandaşı olsa bile, o gururla sevinemiyor. Ülkeye başarı gelebiliyor ama vicdanlara başarı gelmiyor.
Vicdanlarımızın da sevinmesi lazım. Buradaki sporcuların bir kere şevkini kırıyor. Şimdi şöyle düşünün, oradaki bir sporcu, hani derler ya sporcu doğulur diye.
İnsana bakıyorsun ki, Fizikli, kemikli ve kaslı. Birde spora başladığını düşünün. Sen bunu hiçbir emek vermeden yurt dışından seçiyorsun. “Ben sana şu kadar maaş vereceğim” diyor ve getiriyorsun Türkiye’ye. En güzel otellerde kamp yaptırıyorsun.
Ki buna şahitiz de. Türkiye’nin en güzel otellerinde üç yıl kalanlar var. Yeri geliyor bizler, on veya onbeş günlük kampları zorla alıyoruz. Şimdi bu diğer Türk sporcuların şevkini de kırıyor, üzüyor da.
Bu konuda sporcularımız biraz buruk. Özellikle engelli de çok yok bu. Ama engellilerde yeni yeni başladı, bizde de başladı. Üzücü bir şey. Türk sporcusunu kırmamak lazım. Yabancıya verilen emeği, Türkiye’dekine de vermek gerek.
Türkiye’dekine bir verip, ona iki veriliyor se, o zaman başarı hiç çıkmaz. Kırgın bir insandan başarı beklenmez. Antrenör de aynı. Benim bir iki tane arkadaşım var.
Engelli sporcusu olmayan, yıllarını spora vermiş antrenörler var. Adamlar bana örnek veriyor ve diyorlar ki “Adamı getirdiler, şu kadar şu kadar maaş alıyor. Biz ise işimizi harcırahla yapıyoruz” diyor.
Bunun gibi şeyler duymak da üzücü yani. Onlarda küsmüşler hep. Adam diyor ki “Ben ne sporcuyla uğraşacağım” diyor. Böyle bir üzücü tarafı var.
Seçmece, kendi ülkende yetiştirdiğin bir meyve gibi. Yetiştirdiğin meyve belki biraz eğri. Sen onu nasıl doğrulturuz diyeceğine, dışarıdan alıp getiriyorsun. Bu da sporcuların psikolojisini de bozuyor.
Adam yıllarını vermiş, bir yere gelmiş 100 metreci. Dışarıdan getiriyorsun, buradaki adamın şevkini kırıyorsun. Elindeki insanı, sporcunu da öldürüyorsun. Onda şöyle bir düşünce var.
Sen ona fazla vermiyorsan belki ama, o veriyor diye düşebiliyor. Niye geldi bu, diye düşünüyor. Orada Ahmet, Mehmet dururken, basın gelip ona öncelik veriyor. Bu durum sporcuyu üzüyor. Her yerde bir darbe yiyoruz, devşirme sporculardan. Yerli ve Milli olmasını istiyoruz…
YERLİ MALZEME TEMİNİ MÜMKÜN MÜ?..
“Tokyo’ya giderken sporcuma aldığımız yarış sandalye bisikletin maliyetin 112 Bin liraydı. Malzemeyi dışarıdan aldığımız için pahalıya geliyor.
Bu Türkiye’de üretilir mi? Tabii ki üretilir. Bunun bir motoru, bir elektronik aksamı yok. Bir çok mühendisimiz bunu yapar, eminim. Çok büyük işler yapılıyor, çünkü.
Normal bildiğimiz tekerlekli sandalyeleri yapmaya başladılar. Türkiye’de bu branşı yapan kişi sayısı az.
Tekerlekli sandalye atletizmi profesyonel olarak yapan bir biz varız. Tek tük yeni hazırlananlar var, ama profesyonel olarak biz yapıyoruz. Seri üretim olmadığı için, yarışlarda kullandığımız tekerlekli sandalye yapımına kimse yanaşmıyor.
Türkiye de bu sporu yapan kişi sayısı sınırlı olmasından dolayı, kime satacağız, diye düşünüyorlardı. Onun için bu işe girmezler yani.
Türkiye’dekiler ise 2-3 sandalye için uğraşmazlar...
ÇOK AMATÖR KALDIK…
“Neye geldik yine, bu branşın yeteri kadar tanınmaması. Çok amatör kaldık. Bu branşı yapan sporcu sayısı az. Bireysel sporlarında çok büyük başarı gelir.
Halter, basketbol, okçuluk gibi branşlar da yer alanlar gelseler, o güçle belki de büyük başarılara imza atavaklar. Dediğim gibi, belediye başkanımızın verdiği önem gibi tüm ülke de, tüm şehirlerde branşlar açılmalı, destek verilmeli.
Bunlar at ile deve değil ki. Bir branş açıp da, iki tane sporcu bulup, en fazla bir 100-200 bin lira harcarsın, sandalye ve malzemeleri alıp bir yerden başlarsın…
ATLETİZM FEDERASYONU İLE ORTAK ÇALIŞMA…
“Atletizm Spor Federasyonu ile ortak çalışmamız yok. Aslında, böyle bir çalışma olması güzel olur.
İki taraf içinde hem reklam, hem de sponsorluk açısından güzel olur. Düşünün bir yarış oluyor, engelli ve engelsiz yarışçılar yarışıyorlar. Bir de gösteri yarışı koyarsın.
Tekerlekli Sandalyeli sporcu koşarken, engeli olmayan sporcu da ayakta koşar. Görüntüye bakar mısınız! Bu tür projeler yürütülebilir.
Ama, dediğim gibi o konuya pek giremiyorum, antrenörüm. Bu girişimi federasyondaki, yönetimdeki arkadaşlar yapması lazım. Yapılsa tabii ki güzel olur, bence…
AKDENİZ OYUNLARINA BİRLİKTE GİTMEK…
“Atletizm Spor Federasyonuyla Akdeniz Oyunlarına beraber gidiyoruz. O da tabii ki çok güzel oluyor.
Aynı atletizm sahasında iken bizim 1500 metre koşuluyordu. TRT geliyor, yarışımızı gösteriyordu. Olimpiyatlarda böyle olsa iyi olur ama, iki taraf çok kalabalık olduğu için, kaldırmıyor.
Akdeniz Oyunlarında çok fazla yük olmadığı için hep birlikte gidiyoruz, tabii ki çok güzel bir duygu oluyor. Ama Türkiye’de böyle ara yarışlarda beraber organizasyon yapılması iyi olur, güzel bir düşünce.
GURUR YAŞATAN GÖREV…
“Bir antrenör olarak, Olimpiyatlara hem sporcu hem de Milli Takım antrenörü olarak giderek, çifte bir gurur yaşadım. İki duyguyu yaşamak, gurur verici bir şey.
Önümüzde tabii ki daha çok Olimpiyatlara katılmak var. Onun içinde çok çalışmak lazım. Elit sporcular yetiştirmek lazım. Sadece bir sporcuya bağlı kalmamak lazım.
Burada benim hedeflerim, farklı branşlarda daha çok sporcu yetiştirmek. Olimpiyatlara belki 5 veya 10, daha çok sporcuyla gitmek. Kendimi devamlı geliştirmeye çalışıyorum.
Etrafta yeni sporcular arıyorum. Hedeflerimde bunlar var. Hep başarmak. Başarının sonu yok.
Önümüzde Paris Paralimpik Oyunlar var. Öncelikli hedefimiz o. Ondan sonra hedefler hiç bitmiyor. Hedefim, yeni sporcular yetiştirmek ve Paralimpik Oyunlara daha fazla sporcuyla gitmek var…
BAŞARI REÇETESİNDE NELER VAR?
“İlk başta yapacakları sporu sevsinler. Benim fiziğim uygun, ben bu spora gideyim, değil.
Öncelikle sporu sevmeniz lazım. Ben bunu yaşadım çünkü. Bir iki tane, çok iri vücutlu birilerini buldum, bu sporu yaparsınız, dedim. Bir iki koştular, ya bu soğukta koşulur mu, dediler.
Bizim zaten işimiz bu. Hep sıcakta veya soğukta koşuyoruz. Hiç ona aldırmıyoruz ki. Bir işe gider gibi. Bir memur nasıl masasına, bilgisayar başına gidiyor, oturmakta ayakları veya beli ağrıyor ise, bizimde ağrıyan yerimiz soğuk, ya da sıcak yemek.
İlk başta sevecekleri bir branşı bulsunlar. Çünkü, niye? Mutlaka bir yerde bırakırlar. İkinci ise yaptığı spordan ilk başta para beklememek. Ben birkaç kez buna da şahit oldum. Hep tecrübe bunlar.
Biliyorum ki bir insana “Gel, sen bu işi yaparsın, şampiyon olursun” dediğim zaman, o insan gerçekten bu işe yatkındı. Ama ilk bana söylediği laf şu; “Ne kadar vereceksiniz? Yol parası veriliyor mu? ” Bir kere bunu beklemeyeceksiniz. Hani dedim ya, sandalyemin lastiğini dikiyordum, kendim. Çünkü ben istiyordum bunu. İlk başta istemek lazım, bir yerden başlayacaksın. Devamı gelir.
Sen istemsen de, ya bir sponsor gelir, ya işe alırlar. Başarı geldikçe, bulur seni. Hiç bir şey bilmiyorsan, devlet sana maaş bağlar. Olimpiyat maaşını. O nedenle, ilk başta hiçbir maddiyat beklemesinler.
Burada para yok, ben gitmemeyim dediği zaman, kendi kaybeder. Bu iki husus çok önemli. Ve aileler destek vermeli. “Sen dersine çalış, spor yapamazsın. Spor yaparsan, dersi kaybedersin.” düşüncesi yanlış. Ben şu an oğlumu gülle branşına başlattım. Yaptığı sporu sevdi, istesem de bıraktıramam.
Oğlum dedim, bu dedim spor, senin okulun kadar önemli. Bir kere kötü alışkanlığı olmayacak. Ben kendimden biliyorum. Spor yapan adam sigara içemez. Alkol da alamaz.
Kötü alışkanlıklardan uzak duracak. Kötü arkadaş çevresi de olmayacak. Çıkıp sokak başlarında, gece 12’ye kadar oturmayacak. Sırf bunun spora başla dedim.
Zaten sen çalışırsan, rabbim sana nasip ederse başarı da gelir. Şu anda bütün desteğimi veriyorum, elimden geldiğince. Çünkü bizde bu işi bildiğimiz için, beslenme konusu, antrenman konusu olsun, bende desteğimi veriyorum.
Antrenörüyle çalışıyor. Aile desteği önemli bir şey. Ben çocuğumu spor başlatmasaydım, sokakta takılacak. O nedenle bu üçü çok önemli.
SPOR HER YÖNDEN ZENGİNLİKTİR…
Spor bir insanın ahlakını da düzeltiyor. Yaşamını da düzeltiyor. Yani her yönden zenginlik.
Vücuduna zenginlik.
İleri de başarılı olursan sana maddi anlamda bir güzellik katıyor. Sporun hiçbir zaman insana zararı yoktur.
SPORDA DEĞERLER EĞİTİMİ…
“Sporda değerler eğitimi küçük yaşta başlamalı. Yani küçük yaşta insanlara bunu öğreteceksin. Çocuk yaşta bunu öğreteceksin ki, büyüdüğünde bunun meyvesini alacaksın. Spora başlatacaksın, hocasına nasıl davranacak.
Eve nasıl gidip, gelecek. İlk eğitim bunlar verilmeli. Yani dopingin zararlarını. İnsanlara nasıl davranacağını. Sporun sana katacakları. Bunlar bir kere küçük yaşta verilmeli.
Çok içerik var. Kendimden örnek vereyim. Ben başarılar alıyordum. Antrenörken bile, dışarıdan başka bir antrenör gelip bana bilgi verdiğinde, ben asla ‘hayır’ demiyorum ona. Dinliyorum, evet güzel olur, diyorum. Hep bir saygı çerçevesinde. Hiçbir zaman kibirli olmadım.
Çevremize verdiğimiz enerji, yine bize geri yansıyor, aslında. Kibirli olmamak lazım. Sporcuyu böyle yetiştireceksin. Bir başarı aldığında çıkıp da “Evet, ben yaptım” dememeli. Ya da, bir arkadaşınızla maratonda beraber yarışıyorsanız, sen belli bir sebepten dolayı yenildin, o arkadaşın çıkıp da “Biz ölmedik, işte buradayız Efsane geri döndü” gibi laflar dememeli.
Sen biliyorsun ki o arkadaşın seni geçiyor, başarılı. Ona da saygı göstereceksin. Eğer sen onu yendiysen bile, o galibiyeti bile saygıyla kutlayacaksın.
Bunların hepsi, bu ahlak kalbe sokulmalı.
Ki büyüdüğünde insanlar gıcık almasın.
Demesinler ki “Olimpiyat Şampiyonu olmuş ama, adamda kişilik yok ki” deniliyorsa bitmiştir zaten. “Helal olsun, Ömer hak etmiş” dediklerinde asıl ödül odur zaten. Asıl öyle kazanırsın. Böyle değerler yetiştirmek lazım.
Her şeyi madalya veya kupaya odaklamayacağız. Biraz da böyle karakter, kişilik. İnsan ilk başta madalya aldıktan sonra şunu da söylemeli; “Bu madalya veya kupayı aldı ama, helal olsun çok iyi, efendi, saygılı”.
İnsanlara, bunları da söyletmeliyiz. Başarıdan ziyade, bunları da hatırlatmak çok önemli.”