- 26-12-2023 08:32
- 11968
Terör Örgütüne İstihbarat Desteği Olabilir mi?
Cuma gününden beri gerçekleşen Bölücü Terör Örgütü’nün (BTÖ) saldırıları ile peş peşe gelen şehit haberleri alarak sarsıldık. Konuşulan, yazılan, değerlendirilen birçok konu oldu. Birçok “güvenlik uzmanı”, “Stratejist”, “Terör Profesörü” ve “diğer konularda uzmanlaşmış birçok şövalye” tarafından olay, günlerden beri konuşuluyor.
Elbette “hatalar ve noksanlıklar” konuşuluyor. Ve hala daha “…Ben olsaydım…” diye başlayan ama askerlik hayatı, postal dağıtmak, A4 kâğıtlarının senetlerini tutmakla geçen (E) askerler, ellerinde oklava ile yorumlar yapıyor harita karşısında.
Operasyon bölgesini iyi bilenler ve bu konuda “gerçek” tecrübe sahipleri ise acı içinde “geçici üs bölgesi” ve “iklim zorluklarıyla” ilgili birçok yorum ve paylaşımlarda bulunuyor.
Tüm bu yorumlar ve paylaşımlar içinde ciddiye alınacak ve değer – kıymet gösterilecek “veri ve bilgi” ise iki elin parmaklarını geçmiyor.
Özellikle BTÖ’nün bu iklimi beklediği, yığınaklarını buna göre yaptığı ve kurulan geçici üs bölgesinin yanlışlıkları hakkındaki yorum ve paylaşımlara katılıyorum. Oklavam olmadığı halde üstelik…
Ancak bir konu daha var ki, nedense çok fazla gündeme gelmedi.
“BTÖ’ne bu istihbarat nasıl geldi? Kimlerden geldi? Kendilerinin elde edemeyeceği aşikâr ve ortadayken nasıl ulaştılar bu verilere?”
Hiç şüphe yok ki, askeri bir birimle ilgili istihbarat geldiğinde salt olarak onların sadece “bulundukları geçici üs bölgesi” hakkında bilgi gelmez; “Ateş gücü, personel sayısı, sahip oldukları mühimmat ve ateşli silah türleri, ikmal kanalları, geri besleme noktaları, tedarik zincirleri, muhabere imkânları, sıhhiye ve levazım koşulları, ulaştırma kabiliyetleri” hakkında da birçok bilgi beraberinde gelir.
Eğer ki, bir askeri birliği, arazinin herhangi bir yerinde gördüğünüzde hesapsızca sıcak temasa girerseniz sonunuz pek eğlenceli olmaz. Bu da en bilindik savaş kuralıdır.
Tekrar ediyorum, asıl soru;
-Bu bilgiler BTÖ’ne nasıl ve nereden geldi?
Bu verilere sahip olmalılar ki bu eyleme kalkışsınlar. Bu kıymetli bilgiler olmadan böyle bir eyleme kalkışamazlar. Bu bilgileri BTÖ’nün öğrenme kabiliyeti ve imkânı var mıdır? Varsa ne kadardır?
Ki olmadığı bilinirken bu veriler nasıl ellerine geçmiştir. Üstelik bu bilgiler “Cari istihbarat” sınıfına girerken, istihbarat biliminde bu verilerin “en pahalı”, “en çok emek isteyen” ve “birden çok kaynaktan” sağlanması gerekirken nasıl bu kadar çabuk BTÖ eline geçti?
Evet, BTÖ’nün bu tip bir istihbarat ürünü oluşturacak ne çapı, ne teknolojisi, ne kapasitesi, ne imkânı, ne kadrosu, ne de kabiliyeti var…
O zaman?
İhtimaller ve sorular, “BTÖ’ne dışarından bir istihbarat desteği olduğu yönündedir…”
Elbette bu bir iddia ve bunu kesin bilebilecek olan devletin stratejik akıllarıdır. Ancak bunun iddia olmadığını artık herkes biliyorken, bunu yazmak ve dile getirmek bir “muhakemeden” fazlası mıdır azı mıdır?
Bu iddiaları çeşitlendirirsek konu “komplo”ya kayacaktır. Ancak olağan şüphelilerin listesini de yazmakta yarar vardır.
BTÖ’nün Suriye’deki uzantısının siyasi ve askeri kanadı olarak Suriye Demokratik Güçleri (SDG)? ABD desteği ile bölgedeki etkinliğini artıran SDG, bu istihbaratı vermiş olabilir mi?
Kürt Bölgesel Yönetimi (KBY)? BTÖ’nü Irak'taki uzantısının siyasi kanadı olarak kabul ediliyor. KBY, Irak hükümetiyle olan anlaşmazlıklarını çözmek için BTÖ’nün desteğine ihtiyaç duyuyor. Ve bu karşılıklı ticaret temelli olarak bu istihbaratı sağlamış olabilir mi?
Olur mu?
Düşünelim, bu iki unsurun da bu kadar etkili ve yaygın istihbarat ağlarının olmadığını biliyoruz…
Ve ihtimaller düşüyor!..
Daha global, entelektüel, teknolojik ve teşkilat olarak donanımlı bir istihbarat servisi lazımdır bu verilere sahip olabilmek için.
O zaman;
İran? Türkiye’yi zayıflatma, Türkiye’nin bölgedeki etkinliğini azaltma adına BTÖ’ne silah, eğitim ve lojistik destek verildiği biliniyor. Peki, bu istihbaratı da vermiş olabilir mi?
Evet, olabilir!..
Ve değerli müttefiklerimiz AB ve D; AB ülkeleri için BTÖ eylem ve faaliyetleri Türkiye’nin boğuşması gereken önemli bir nekroz, ciddi bir kanser… Onun iyileşmesini asla istememeleri de normaldir. Türkiye’yi hep meşgul tutmak için BTÖ ve eylemleri gerekli bir aparattır.
Diğer yandan ABD ise IŞİD’e karşı mücadelede açıkça desteklerini sunmuş ve İran’ın gizliden verdiği destekleri onlar aleni vermiştir.
Peki, bu önemli istihbaratı da vermiş olamazlar mı?
Ki ellerinde bu kadar yaygın bir istihbarat ağı ve teknolojisi varken pek sorun olmamalı onlar için?
AB ülkeleri?
Bu baş ağrıtan ve mide bulandıran sorunu daha da kronikleştirmek için bunu sağlamış olamazlar mı? Onlar için de çok pahalıya mal olduğunu sanmıyorum…
İsrail?
Evet, Hamas & İsrail savaşında, resmi politikamız ve deniz ticaretimiz aksini iddia etse de halk nezdinde ciddi bir reaksiyon olduğunu söylemek yanlış olmaz. Kahve içenleri bile linç ettik elhamdülillah. Bu etkiye, tepki olarak İsrail istihbarat servisleri böyle bir bilgiyi BTÖ’ne vermiş olabilir mi?
Bu verilere sahip olmaları çok zor değilken onları vermemek için tutan – engelleyen ne olabilir ki?
Elbette ki vermiş olabilirler…
Diğer Dış Güçler / Mihraklar?
Yo, sanmıyorum. Onlar daha çok soğan – patates ve hıyar fiyatlarıyla ilgileniyorlar ülkemizde. Yağ – şeker ve unun her üç günde bir zamlanması ile meşguller. İşleri başlarından aşkın. Bu tip bir operasyon düzenleyeceklerini ben şahsen hiç sanmıyorum. Cem Yılmaz, Athena Gökhan ve Tarkan bile olabilir ama onlar yine de olamaz…
Peki, kim?
Elbette ki, bir de BTÖ unsurlarının o kış – kıyamette, bu bilgileri gözlem ve / veya “obserbiyonaj” tekniği ile elde etmiş olma ihtimali de var. Ancak ne kadar sağlam veriler olur bunlar, orası da muamma?
Hatta akıl dışı…
Ki bu yolla oluşan istihbarat ürünleri hiçbir zaman güvenilir olmaz. Özellikle açık arazide ve karşınızda profesyonel bir ordu varken… Bu yüzden bu ihtimali direk elemek en mantıklısı olacaktır.
Sonuç itibariyle;
Birileri bu bilgileri, bu verileri verip hatta bir istihbarat ürünü haline getirip BTÖ’ne iletmiş olmalı.
Bu şüphe götürmez bir gerçek!
Ki kendilerinin asla sahip olamayacağı, kıymetli istihbarattır bunlar. Öyle ya da böyle bir şekilde ellerine geçti.
Peki, kim bunları veren?
Sahnedeki olanlarla fazla ilgilendiğimiz için acaba cambazı göremiyor muyuz?
Artık oturup, kim dost – kim düşman diye düşünmenin değil karar vermenin zamanlarını yaşamıyor muyuz?
Bu kan, bu acı, bu gözyaşları dinsin diye eğri oturup, doğru konuşmanın günlerinde değil miyiz?
Hava taarruzu ve lokal müdahaleler yerine topyekûn bir konvansiyonel kara harekatı zamanında değil miyiz?
“Piyadenin ayak basmadığı yer bizim değildir” diyoruz peki neden yapmıyoruz?
Ne tutuyor bizi?
Ne engelliyor?
Daha çok kerpiç kaplı eve şehit haberi gelmesini mi bekliyoruz?
Kürsüde fıkralar anlatmak için “şehit sayıları”nın (!) daha mı çok olması gerekiyor?
Testis kanseri teşhisi ile çürük alanların daha çok mu nara atması gerekiyor; “Ordu Filistin’e” diye?
Para ile satın alınılan tezkerelerin, yoksulluk ile ödenen bedeli daha çok mu geçmesi gerekiyor?
Daha mı çok yetim, öksüz ve gözü yaşlı aile lazım?
Ne tür bir pazarlık lazım?
Ne tip “Eyvallah” lazım birilerine?
Ne tip gizli görüşmelerde “sahtekâr tüccarlıklar” lazım?
İlle de bir askeri için koca bir ilçeyi silmeyi göze alan bir Mustafa Kemal mi lazım?
Doğru ya… Biz o hakkımızı kullandık… Bundan sonra elde olanlarla idare edeceğiz… Onlarla da anca bu kadar oluyor işte…
Fıkralar, komiklikler, şakalar… “Vatan sağ olsun”lar ve sonra bir baldır-bacak haberi ile… Geriye kalan, elde olan sadece “Unutulanlar…”
Peki ya hiç “Unutmayanlar? Unutamayanlar?”
.
Serkan Yıldız, dikGAZETE.com