- 09-12-2019 10:04
- 1948
Suudi Arabistan parçalanmasına parçalanacak da bu bölünmenin faili kim olacak? Görünürde iki aktör ön planda. İngiltere ve Amerika.
Aslında Türkiye’nin gücü yeter ama şimdilik konjonktür uygun değil. Türkiye’nin Arabistan'da uyuyan hücreleri Ankara’dan gelecek fermanı bekliyor. Ancak “Suriye ve Irak Birleşik Türkmen Federe Devleti” önceliğimizde.
Her şeyin sırası var.
Arabistan elleri Arab'ın yalellisi…
Hz. Muhammed’in torunu Hz. Hasan'ın nesebinden torunu (olduğu iddia edilen) Mekke Şerifi Haşimi Hüseyin, İngilizlerle işbirliğini pişirdi sonra "-Din bizim dinimiz, Peygamber benim dedem, Kuran Arapça size ne?" deyip Osmanlı Devleti’ne isyan etti.
Bu ihanet sayesinde, Birinci Dünya Savaşı sona erdiğinde Osmanlı Ordusu sadece Hicaz bölgesinden değil tüm Ortadoğu’dan tasfiye edilmişti.
Şimdi yine İngiliz siyasetinin nüfuz ajanları Arap medyasındaki kiralık kalemleriyle Mısır ve Suudi Arabistan’a yönelik Ankara/Tahran odaklı kuşatma senaryolarını sıklıkla ve ısrarla gündeme taşımaya başladı.
“Diriliş Ertuğrul/ Kuruluş Osman”a karşı “Ateş Krallıkları”…
Mısır tarihi üzerinden Türk düşmanlığını, Arap kültür coğrafyasında güncelleme çalışması yapıyorlar. Başvurdukları yöntem propaganda, araç ise sinema-TV.
İşte bu amaçla çekilen "Ateş Krallıkları/Kingdoms of Fire/ ممالك النار /Mamalik Al naar" adlı Arapça dizi, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) merkezli ve Suudi Arabistan'ın sahibi olduğu MBC TV'de yayımlanıyor.
Dizi, Memlük ve Osmanlı savaşlarını konu ediniyor. Mısır'da Memlûklar’ın son günlerini ve bölgenin 16. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu'nun kontrolüne geçişini anlatıyor.
Mısırlı yazar Muhammed Süleyman'ın hazırladığı, Arap oyuncuların yer aldığı dizinin başrolünü Mısırlı bir aktör üstlendi.
Yavuz Sultan Selim’i oynayan Suriyeli aktör Abdülmun’im Amâyirî daha önce hep kötü, entrikacı ve kaba-saba adam rolleriyle tanınıyor.
Böylece Arap seyircisinin zihnine kötü adamın (!) Osmanlı Sultanı Yavuz Sultan Selim olduğu fikri baştan yerleştiriliyor.
Kahire'deki Amerikan Üniversitesi'nde Arap ve İslam Uygarlıkları Bölümü Profesörü Nelly Hanna ise dizinin amacının “Osmanlıları kötülemek değil, tarihi gerçeklikleri ortaya koymak” olduğunu öne sürüyor
Suudi sermayesi ile çekilen dizide, Memlük Sultanı Tumanbay’ın “işgalci” Yavuz Sultan Selim ile mücadelesi konu ediliyor. Asıl amaçları, Arap halkına Türk düşmanlığını aşılamak ve siyaset arenasındaki düşmanlığı TV ekranına yansıtmak.
Mısırlı yazar Muhammed Süleyman'ın hazırladığı, Arap oyuncuların yer aldığı dizinin başrolünü Mısırlı bir aktör üstlendi. 40 milyon dolar bütçeli dizi, Suudi Arabistan ve BAE ile Türkiye arasındaki medya mücadelesinde yeni bir perde açıyor.
Suudi medyasına göre dizi; “Osmanlıların işlediği suçların örtüldüğü ve tarihin tahrif edildiği bu dönemle ilgili pek çok gerçeği gün yüzüne çıkarıyor”
15'inci ve 16'ncı yüzyıldaki Osmanlı-Memlük savaşlarına 'farklı bir bakış açısı getiren ‘Ateş Krallıkları’, bazı Türk tarihçiler tarafından 'olayları çarpıtmakla' suçlanıyor. Yapımcısı "Osmanlı yönetiminin arkasındaki vahşet dolu tarihi ifşa edeceğini" söylüyor.
Dizinin yönetmeni İngiliz Peter Webber…
Dizinin yönetmenliğini ise Girl with a Pearl Earring (İnci Küpeli Kız), Hannibal Rising (Hannibal Doğuyor) ve Emperor (İmparator) filmlerinin yönetmeni İngiliz Peter Webber yapıyor.
1968 İngiltere doğumlu yönetmenin, 1 Mayıs 1999'da yayımlanan 'Physical Geography and People/Fiziki Coğrafya ve İnsanlar' başlıklı bir de kitabı var.
Türkiye'nin İslam dünyasında demokratik ve gelişmiş lider bir ülke modeli profili çizmesi ve Türk TV dizilerinin tüm dünyanın yanı sıra Arap ülkelerindeki etkisi uzun süredir Arap rejimlerini rahatsız ediyor.
Bu yazın Bükreş'te karşılaştığımız Londra’da yaşayan Pakistanlı aile “Diriliş Ertuğrul”u seyrettiklerini söylemişti.
İlk bölümü 17 Kasım'da yayınlanan, yüksek bütçeli -fazla değil 40 milyon dolar bütçeli- "Memalikü'n-nar" (Ateş Devletleri veya Krallıkları) adlı dizi, Türkiye'nin dizi sektöründeki etkisini kırmak için çekiliyor.
20. yüzyılda Soğuk Savaş sonlanınca, 21. yüzyıl başlarında ortaya çıkan ve bütün Orta Doğu'ya sıçrayan "Arap Baharı" isyanlarına karşı, Arap ülkelerinin diktacı rejimleri Batı'nın maddi-manevi büyük desteğiyle direnmeye devam ediyor.
İngilizlerin kuyruk acısı biraz eskiye uzanıyor.
İngilizlere karşı İbn Suud Operasyonunda MİT ve Fahrettin Paşa’nın rolü!..
Milli İstihbarat Teşkilatı’nın kuruluşunda Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak’ın, Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa tarafından görevlendirildiğini biliyoruz. Bu nedenle MİT genleri itibarıyla askeri bir hiyerarşisi vardı.
O nedenle Medine Müdafii Fahrettin Paşa’nın Milli İstihbarat Teşkilatı bünyesinde görev alması veya MİT ile koordineli çalışması yadsınmamalı.
MİT öncesi Teşkilatı Mahsusa; Birinci Dünya Savaşı sırasında Arabistan yarımadasında İngilizler’e karşı önemli görevler gerçekleştirdi.
Arabistan’ın ünlü şeyhlerinden Şammar Aşiretinden İbnü’r-Reşit, Teşkilatı Mahsusa mensubuydu. 1914-1915 arası dönemin Osmanlı istihbarat örgütü olan Teşkilat-ı Mahsusa’nın Arabistan kolunu, Eşref Sencer Kuşçubaşı sevk ve idare etmişti.
İstiklal Marşı şairi Mehmet Akif, 1915 yılının Mayıs ayı ortalarında resmen vazifeli olarak, “Teşkilat-ı Mahsusa”nın başkanı Kuşçubaşı Eşref Bey’in idaresindeki bir heyete katılmış, Arabistan’ın Necid bölgesine, dört buçuk ay süren bir yolculuk yapmıştı.
Bu seyahatin hedefi Riyad idi.
Şerif Hüseyin’in İngilizlerle anlaştığının ve isyan hazırlığı içinde olduğunun anlaşılması üzerine devlete sadık kalmış olan Necid meliki İbnürreşid ile kendisinin hükümet merkezi olan Riyad’da görüşülmüştü.
Teşkilat-ı Mahsusa ile İbni Suud Anlaşması…
Teşkilatı Mahsusa’nın Hicaz bölgesindeki en önemli hizmetlerinden birisi de günümüzdeki Suud hanedanlığının kurucusu İbn Suud ile gerçekleştirdiği anlaşmadır.
Bu anlaşmaya uyan İbn Suud, Birinci Dünya Savaşı sonuna kadar Osmanlı ordusuyla savaşmamış ve Osmanlı’ya isyan eden Mekke Şerifi Hüseyin’e katılmadığı gibi, onun emirliğini ve riyasetini asla kabul etmemiştir.
Anlaşma nasıl gerçekleşti?..
1914’de Enver Paşa, Suudi Arabistan’ın ilk kralı İbn Suud ile saldırmazlık protokolü gerçekleştirmesi için Teşkilat-ı Mahsusa’dan Binbaşı Ömer Fevzi’yi gönderdi.
Necid’in kudretli aşiret reisi İbn Suud, Osmanlı’ya isyan halindeydi.
Enver Paşa, İbn Suud ile anlaşma sağlamak istiyordu. Paşa’nın İbn Suud ile anlaşma yapması için seçtiği kişi bir binbaşıydı.
Binbaşı, Harbiye Nezareti’ne bağlı Umur-ı Şarkiye Dairesi (Teşkilatı Mahsusa) emrindeydi.
Trablusgarp, İran, Mısır, Irak, Kafkasya ve Arabistan’da Teşkilat’ın operasyonlarına katılan bu binbaşı Ömer Fevzi Bey, bölgede araştırmalar yapmış, Kuveyt Şeyhi Mübarek ve Muhammare Şeyhi Hazal Han’ı da ziyaret etmişti.
Temaslarının ardından İbn Suud ile yapılacak anlaşmanın mahiyetine ilişkin bir raporu Enver Paşa’ya sundu. Kuveyt Şeyhi Mübarek’le yaptığı görüşmeyi şifreli telgrafla iletti.
Şeyh Mübarek’e göre, Osmanlı Hükümetinin, İbn Suud ile gizli bir anlaşma sağlaması Umman, Maskat ve Bahreyn’e el atılmasında çok kolaylık sağlardı.
İbn Suud bu bölgeleri işgal ederdi, bu fiili durum Osmanlı’ya resmi sorumluluk getirmezdi.
İbn Suud’un Osmanlı Devleti’ne asi olduğu söylenerek işin içinden çıkılabilirdi.
Nitekim öyle de oldu, plan tıkır tıkır işledi.
Hatta 2 yıl 7 ay Medine savunmasını başarıyla tamamlayan ve kutsal emanetleri de İstanbul’a yollayan Fahrettin Paşa; İngiliz hempası Şerif Hüseyin’in ordusuna şehri teslim etmek istemediğinden Suudi Arabistan’ın kurucusu Emir İbn Suud’a mektup yazmış, Suud aşiretini ve ordusunu Medine’ye davet etmiş, şehri kendilerine teslim etmek istediğini belirtmişti.
Torunun ifadesine göre mektupta şunlar yazıyordu; “Gel, sana teslim edeyim Medine’yi. İngilizlerin yanında yer alan Şerif Hüseyin’e değil. Emir Suud oğlu Abdülaziz Paşa, İslam âleminin yüzünü döndüğü yer, İngiliz himayesi altına kalmasın. Bunun için biz kanlarımızı çok ucuz döktük. Bu demek değildir ki, sınırlarımızı büyük etmeye veya Hicaz’da olan yer altı kaynakları için çalıştık.”
Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra “İngiliz İslamcıları”nın iddia ettiği gibi asla Mekke ve Medine’nin bulunduğu Hicaz bölgesi ile ilgisini kesmedi.
Cumhuriyet’in yönetici kadrosu İngilizlerin kışkırtmasıyla İstanbul’a başkaldıran Mekke Şerifi Hüseyin’in hainliğini asla affetmedi ve krallık kurmasına izin vermedi.
Mekke Şerifi Hüseyin “peygamber torunu” olduğunu savunduğu için, Halifelik makamının kendisine ait olduğunu iddia ediyordu. Lawrens’in kuklası Şerif Hüseyin’e en şiddetli tepkiyi Necid’deki Suudiler gösterdi.
Ankara ile temastaki Suudiler, Ağustos 1924’te önce Taif’i, ardından Mekke’yi ele geçirdiler. Şerif Hüseyin tahttan çekildi ve yerine oğlu Ali geldi.
Böylece Hüseyin’in halifelik hayali sonlandı.
Cidde’ye çekilen Ali de 1925 Aralık ayında tahtından çekildi Irak’a sığındı.
Hicaz bölgesi, Suudiler’in eline geçti. 1926 Ocak ayında İbn-i Suud kendisini Necid Sultanı ve Hicaz Kralı ilan etti.
Türkiye, Suud Krallığını ilk tanıyan ülkelerden…
Bu krallığı ilk tanıyan ülkelerden biri de Türkiye Cumhuriyeti’ydi.
1926 Mayıs’ta, Tebriz eski Baş Şehbenderi Süleyman Şevket, sabık Yemen valisi Mahmud Nedim ve İskenderiye Şehbender Vekili Feridun Fahri beyler, Türkiye’nin Büyükelçilik görevlileri olarak Hicaz’a gittiler.
Bu arada Emir İbn Suud, 70 kadar delegenin katıldığı Hilafet konferansını 6 Haziran 1926 tarihinde Mekke’de, şehrin batı kapısının çıkışında bulunan tepenin eteğinde bulunan Türk Topçu kışlasında topladı.
Mustafa Kemal Paşa konferansa temsilci Edip Servet Bey’i göndermişti.
İran ve Irak’tan katılım olmamış, Yemen, Afganistan ve Mısır delegeleri de Türkiye delegesi gibi geç gelmişlerdi.
Konferansın dili Arapça idi.
Edip Servet Bey, Arapça bilmediğini, bu yüzden tercümanı aracılığı ile konuşacağını belirtmişti.
Mustafa Kemal’in konferansa başarı dileyen mesajını okuyarak konuşmasına başlayan Edip Servet Bey “Türkler bu bölgeden korkuyorlardı, ama Kral Abdülaziz’in gelmesiyle bu korku zail oldu (giderildi). Bunun için, bu kongreye davet edildiğimiz zaman mutlu ve sevinçli bir şekilde geldik.
Bu diyara girerken silah da taşımıyordum. Ben mutmaindim (emindim). Kral Abdülaziz’e, tavafım esnasında Haremeyn’i muhafaza etmesi ve güvenliğini sağlaması için dua ettim. Bu heyetin, ülkenin faydası için kararlar almasını umarım, tüm üyelere selamet ve başarı dilerim,” dedi.
Mustafa Kemal Paşa, yeni kurulan Suud Emirliği’ni tanımakla kalmamış, büyükelçilik açılmasını sağlamış, Edip Servet Bey’i Hilafet Konferansı’na temsilci göndermişti.
1926’da Mekke’de toplanan hilâfet kongresine Türkiye delegesi olarak katılan Edib Servet Bey’in bir başka görevi de Suud Kralı Abdülazîz ile Yemen Emiri İmam Yahyâ Hamîdüddin el-Mütevekkil-Alellah arasındaki ihtilâflarda aracılık girişiminde bulunmaktı.
1929’da Türkiye Cumhuriyeti ile Hicaz ve Necid Krallığı arasında dostluk antlaşması imzalandı. Bu görüşmelere Fahrettin Paşa’nın da katıldığı anlaşılmaktadır.
1 Haziran 1927 tarihli ve Gazi Mustafa Kemal imzalı bir kararnamede, hac mevsiminde Cidde’de bir Türk tabibi bulundurulmasına Necid ve Hicaz Hükümeti’nce muvafakat edildiği, buraya Sıhhıyye ve Muavenet-i İçtimaiye Vekaleti (Sağlık Bakanlığı) mütehassıslarından Doktor Şerafeddin Bey’in gönderildiği yazılıydı.
Yeni Cumhuriyet idaresi, Müslüman hacıların sağlığı ile yakından ilgileniyordu.
İki ülke arasındaki ilişkilerin bir adım daha ilerlemesi, 3 Ağustos 1929 günü Mekke’de imzalanan dostluk anlaşması ile oldu. Ancak Suudi tarafı anlaşmayı ancak Kasım 1930’da onayladı.
İki ülke arasındaki en ciddi yakınlaşma, Melik Abdülaziz’in oğlu Emir Faysal’ın Haziran 1932’de Türkiye ziyareti sırasında yaşandı. 1932’de Abdülazîz’in oğlu Emîr Faysal, Türkiye’yi ziyaret ederek babasının mektubunu Mustafa Kemal’e takdim etti.
Emir Faysal’ın akıcı bir İstanbul Türkçesi ile konuşması gazetecileri şaşırtmıştı. Bunda şaşıracak bir şey yoktu çünkü Emir’in dedesi Muhammed es-Sanayan, Osmanlı ordusunun bir mensubuydu ve savaşta ölmüştü.
Faysal’ın yaverliğini ve tercümanlığını yapan Binbaşı Halid Bey de Çanakkale gazilerindendi.
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, ziyaretin ardından, Suud kralına hediye olarak Yüzbaşı Celâl Bey ve silah fabrikası ustalarından Nuri Efendi ile ‘milli imalat’ tüfekler gönderdi.
Ayrıca Suudi Krallığı’nın uçuş eğitimi görmek üzere 10 öğrenciyi Ankara’ya göndermek istemesine, 24 Nisan 1933 tarihli Bakanlar Kurulu kararıyla onay verildi.
Melik Abdülaziz’in oğlu Emir Faysal, Türkiye’ye gelmeden meşhur Medine Müdafii, Lawrence’ın ‘Çöl Kaplanı’ lakabını taktığı, Akıncı beyi Bali Bey Malkoçoğlu’nun anne tarafından torunu Fahrettin Paşa, İbn Suud’un talebi üzerine Hicaz’a bizzat Mustafa kemal Paşa tarafından gönderilmiş bulunuyordu.
Suud ailesinin Fahrettin Paşa’yı istemelerinin nedeni hem yeni kurulan krallık ordusunu tahkim ve talim ettirmesi olduğu gibi kendisine duyulan güven ve itimattı.
Çünkü Fahrettin Paşa, Enver Paşa’nın talimatıyla Türkler’le anlaşma imzalayan ve bu anlaşamaya sadık kalan Abdülaziz İbn Suud’a Hz. Muhammed’in kabri şerifinin bulunduğu Medine’yi teslim etmek istemişti.
Binghamton Üniversitesi’nde Doktora Öğrencisi ve Osmanlı Tarihi, Modern Orta Doğu ve Güney Asya, Din, Mezhepçilik konularında çalışmalarda bulunan Ömer Faruk Topal’ın, ABD arşivlerinde rastladığı Medine kahramanı Fahrettin Paşa’nın 1930 yılında Atatürk tarafından özel bir heyetle İbn Suud’a gönderildiğine dair belgeler, MİT’in bu sahadaki faaliyetlerine yeni açılım sağlamaktadır.
Ömer Faruk Topal; heyetin asıl amacının Necid bölgesinde Türkiye’dekine benzer bir jandarma gücü kurmak olduğunu belirtiyor. Çok iyi Arapça bilen Fahrettin Paşa’ya yine Arapça bilen 4-5 Türk subayın eşlik ettiğini öğreniyoruz.
Bu subayların tamamının Necid ordusu içinde üst düzey mevkilere atandığı ve maaşlarının İbn Suud tarafından altın olarak ödendiği anlaşılıyor. İşin ilginci ise bu bilgiyi veren kişinin Amerikan askeri ataşesi Albay J.D. Elliott olması.
ABD petrol şirketleri (Amerikan Socal -şimdiki Chevron) ile Suud Krallığı arasında anlaşma yapmasını sağlamak için Abdülaziz İbn Suud’la görüşmeye gelen bu görevli; Türkler’in çok gizli çalıştıklarını, kendilerinin aldıkları bilgiye göre, “Türklerin asıl amaçlarının İngiliz etkisini kırmak olduğunu, bu sırada Fahrettin Paşa’nın Yemen’e de gidip orada da faaliyetler gösterdiğini” kaydediyor.
Fahrettin Paşa daha birkaç yıl önce savaşıp esir düştüğü yerlere bu sefer Türk sistemine uygun bir jandarma gücü kurmak ve İngiliz etkisini kırmak için geliyor.
Amerikan ataşesi Elliott’ın tuttuğu raporlarda Atatürk’ten sürekli “Gazi” diye bahsettiği, Gazi’nin yakın dostlarından İstanbul vekili Edip Servet’in de Fahrettin Paşa oradayken Necid’e gelip İbn Suud ile görüştüğü, Ömer Faruk Topal’ın sayesinde gündeme taşınıyor.
Bir başka bilgi de Hasan Çandari adında bir Yemenli’nin Fahrettin Paşa ile Ankara arasında kuryelik yaptığı; atta Yalova’da Edip Servet Bey’in de olduğu bir ortamda Gazi ile görüşüp Fahrettin Paşa’dan gelen haberleri Gazi’ye ilettiği şeklinde.
Burası çok ilginç: Amerikan askeri ataşesi diyor ki; Fahrettin Paşa İbn Suud üzerinde öyle bir etki kurdu ki Necid’teki bütün askeri birlikler onun emrine girdi. Ayrıca Türkler İngiliz etkisini kırmak için top ve mühimmat da gönderdiler.
Şehitlerimizin ruhu şad olsun!
Ortadoğu’da 5 ülke, 14 devlete bölünecek…
Parçalanma potansiyeli taşıyan devletler Irak, Suriye, Suudi Arabistan, Yemen ve Libya olarak belirlenmişti.
Suudi Arabistan hariç diğer dört ülke bölünmenin eşiğinde.
6-7 yıl önce, Pentagon araştırmacısı Ortadoğu uzmanı, dış politika analisti ve gazeteci Robin Wright gelecekte en büyük parçalanmayı Suudi Arabistan’ın yaşayacağını gündeme getirmişti.
Wright'ın analizine göre Suudi Arabistan'da krallık, ikinci kuşak prenslere geçtikçe, Suudi öncesi dönemden kalan derin kabile ayrımlarının derinleşerek bölünmeyi başlatma olasılığı ağır basıyor.
Bu senaryoya göre ülke, Hürmüz Körfezi bölgesindeki Doğu Arabistan, Hicaz'da Batı Arabistan, Yemen'e yakın bölgede bir Güney Arabistan ve kuzeyde bir Kuzey Arabistan kurulacak.
Ülkenin orta kesiminde ise Riyad merkezli bir Vehhabi Arabistan oluşacak.
Suudi Arabistan bölünme sendromunu yaşayan bir ülke.
Onların bölünme korkusu tavan yapmış durumda çünkü en az beş parçaya bölünmeleri söz konusu.
Yemen’de Husilerle giriştikleri savaş, ülkeyi bölünme noktasına getirdi.
Suud Krallığı, siyasi ve ekonomik krizin pençesinde.
Petrol kaynaklarının gelirine rağmen ekonomisi ha çöktü ha çökecek.
Suudi Arabistan’ın düşen petrol gelirleri ve farklı ülkelerdeki grupları ölçüsüz desteklemesine krallığın sonu gözüyle bakılıyor.
Uluslararası Para Fonu IMF bir raporunda Suudi Arabistan’ın beş yıl içinde iflas edeceğini belirtmişti.
Suudiler, Türk Silahlı Kuvvetleri’ni ülkelerindeki karışıklığı bastırmak için çağırabilirler…
Ta Atatürk döneminde imzalanan ikili anlaşmalar var.
Türkiye, şartlar oluştuğunda askeri müdahalede bulunabilir.
Arabistan coğrafyası kırk yamalı bohça.
Sökükler dikiş tutmuyor. Dini fanatizm ve batı toplumlarına yöneliş büyük toplumsal handikap. Şii nüfus, Kum odaklı.
Kızıldeniz jeopolitiğinde yabancı askerî kuvvetlerin varlığı artarak devam ettiği gibi yöneticilerin reformları halkın beklentisini karşılamaktan uzak. Bir de buna İngilizler’in entrikalarını ekleyin.
Mayıs 2012'de Türkiye ile Suudi Arabistan arasında askeri eğitim işbirliği anlaşması imzalandı.
Yapılan anlaşma çerçevesinde Suudi Arabistan ile Türkiye arasında askeri öğrenci değişimi yapılabiliyor, Suudi Subayların, Türkiye'deki Harp Okulları’nda eğitim almasına imkan sağlanıyor.
Şubat 2016'da Türkiye-Suudi Arabistan Savunma Sanayii Alanında İşbirliği Anlaşması çerçevesinde, Türkiye'nin savunma sanayi alanında önde gelen şirketi ve Türk Silahlı Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı'nın (TSKGV) bir kuruluşu olan ASELSAN ile Suudi Arabistan kamu şirketi TAQNIA Defense and Security Technologies (DST) şirketi arasında Suudi Arabistan Savunma Elektroniği Şirketi kurulmasına yönelik ortak şirket anlaşması imzalandı.
Türk Ordusu, Suudi Arabistan’da… Ateş yanmayan yerde duman tütmez!..
Türk askerleri Suriye, Irak, Katar, Somali, Bosna Hersek, Kosova, Arnavutluk, Lübnan, Afganistan, KKTC ve Azerbaycan’da görev yapıyor.
“Suudi Arabistan sınırları içerisinde özel görevle ve özel izinle tahsis edilen gizli bir askeri üssümüz var” desem!…
Hatırlayın bir kaç yıl önce Körfez ülkeleri ile Katar arasındaki kriz hakkında açıklama yapan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Katar’da faaliyete geçen benzer bir askeri üssün Suudi Arabistan’da da kurulmasını teklif etmişti.
Suudi bir yetkili de ülkelerinde Türkiye’ye ait bir askeri üsse ihtiyaç olmadığını ve bu sebeple bunun hoş karşılanmayacağını falan söylemişti.
Yazının bundan sonrasını siz kurgulayın.
Tahayyülünüze yani hayal gücünüze sonsuz güvenim var.
.
Ömür Çelikdönmez, dikGAZETE.com
Twitter'da bizi takip edin: @oc32oc39 , @dikgazete