Tarfet'ül Ayn
Dil verdiğimiz yâre nigâh-ı gazabından
Tasrîhe mecâl olmadı îmâ ile geçdik -Nâ'ilî-
Zaman akışı ve hız ne kadar görece olabilir?
Bir şeylerin değişimi ve dönüşümü ne kadar sarsıcı olabilir?
Mührü Süleyman’ın Sebe Kraliçesi Belkıs’ın tahtını göz açıp kapayıncaya getirmesi, bir şeylerin oluş hızına şüphesiz işaret eder. Öyleyse bir dünyalı, bu hızı kendi hayatında deneyimleyebilir mi?
Uzaydan dünyaya, dünyadan kendine, içine bakma yolculuğunun bir noktasında, biz o gün olanlara Sirenler gibi çığlık attık...
Venüs retrosunun sondan 4. günü Cupid’e yakalanmıştım.
“Ama bu sayılmaz ki! Dün bir bugün iki!” dediğimi iyi hatırlıyorum.
Biz o gün üç Siren bastık çığlığı; çünkü her şey “bas çığlığı baas” diyordu.
Bu çığlığın mahiyetini başkaları bilemez.
Zamana akan Dünya keyifle döndü.
Venüs de beraberinde döndü.
Dünyaya bahar hakimdi; Ta ki Merkür, Venüs ve Dünyaya “ben sizinle gelmiyorum” deyip akışı bozana kadar...
Akıntıya karşı yüzen Merkür, O’na Gül sandıktan nasıl bir mantık kanaviçesi çıkardıysa, hangi korku nakışlı gömleği giydirdiyse artık; Cupid’in büyüsü bozuldu. Afrodith’in oğlunun sırtıma sapladığı ok, ilk kez o gün canımı yaktı.
Bir an durup derin bir nefes aldım…
Solumda beliren Yaşlı Bilge Çınar’a sarıldım.
Yaşlı Bilge Çınar’a içimi döktüm; sonra onu dudaklarından öptüm.
Yaşlı Bilge Çınar bana bir sır söyledi.
Sır, ‘Ab-ı hayat’tı.
Ab-ı hayat dedikleri esasında akarsuymuş.
Kerameti göremeyen akışta kalamazmış.
Sudaki yansımadan Ay’ın karanlık tarafına giden kapıyı açtım.
Kendimden kendime bir seyri sülûk başlattım.
Gökte ne varsa yerde de o vardır demişti Hermes.
Gökteki yolculuk, yeryüzünde pek çok şeyi değiştirdi o gün. Kadim dostum, elimi tuttu.
Bana gösterileni işaret etti aynamdan.
Yeryüzünden gökyüzüne aktı su.
Ve gökten yeryüzüne rahmet olarak indi.
Rahmet, rahim enerjisini doğurdu.
Kadın olmanın, dişi enerjinin ışığıyla yıkandım. Gözyaşlarım avuçlarımı doldurdu.
Kimin kim olduğunu, senin ben olduğunu, benim O olduğumu anladım.
Afrodith de Afrodith’in oğlu da bendim; Cupid’e “o oku at”emrini veren de.
Kendi kendini yaralayan, kendi yarasından kendi gerçeğini çıkaran da bendim.
Bir an için hatırladım: “Akarsu” da ‘kaya’ değil ‘balık’tım. Denizlere, okyanuslara akan ve denizlerden okyanuslardan dar ve sığ bir akarsuya sığan bir balık.
Ya da seyir halindeki bir salik...
Başta teveccüh etmişim.
Teveccüh etmek hataymış!
İnsan, en üst erimine “kendine denk bir enerji©️”yle varırmış.
Bir gecede onbinlerce gece aştık.
Bir anlık karanlık; binlerce yıldız oldu…
Bir göz kırpma süresi içinde olup bitti bunlar…
Bu yüzden hikâyenin adı: Tarfet'ül ayn…