Ay kararmış değil…
Ay kararmış değil…
- 10-06-2021 09:07
- 1639
- 10-06-2021 09:07
- 1639
Gökte tepsi gibi görülesi anında, ayın önünü kaplayıp kapatan kapkara o karartı, yavaş yavaş şehrin üstüne doğru ilerlemeye başladıkça, halesi de ayın kendi parlaklığı da ilk anda önündeki o kara daire etrafından sızan ışıklarıyla görülmeye başlanıyordu…
Ay doğmuş, gece henüz çökmemiş, 'tutulma'yı andıran o kütle ise hareketli şehrin üstüne doğru bütün ağırlığını göstererek ilerlerken, ortalığı kaplayan toz-duman arasında yaklaştığı her şeye savurduğu, yıkan - yırtan darbelerle gökyüzü parlaklığının da şehir ışıklarının da önünü kesiyordu…
Kaplayıp kapattığı ay önünden açılarak yaklaştıkça, ne olduğu da apaçık ortaya çıkanın, kirli-paslı eski demir parçalarından oluş-turul-muş, üst üste, iç içe bindirilmiş - giydirilmiş, her yanından sarkıntı ve sallantıları ile devasa bir metal yığını, yusyuvarlak bir kütle ve sanki tepesindeki zincire bağlı, tutanı görünmeyen ağır bir gürz gibi hafif hafif sallan-dırıl-arak, savurulup, önüne çıkan ne varsa deviren, deviremediğine ise ciddi hasar veren devasa bir küre olduğu alenen görünüyordu.
Şehrin kuleleri, ile yüksek yapılar, inen darbelerle ya devriliyor, ya alınan yaralarla oldukları yerde sarsılıp sallanıyordu.
Kargaşa hakimiyeti ile ortada kalan ve çıkan hengamede öteye beriye kaçışmaya çalışanlarla, o metal yığınının estirdiği fırtınaya yakalanan değişik yerlerdeki kalabalıklardaki şaşkınlık, ne yapacağını bilememenin getirdiği korku ve endişe de toz duman arasında kendine ayrı bir yer buluyordu!
Ay kararmış değil görünmez olmuş, şehrin ışıkları da oluşan toz-duman ile kara-sarı sis bulutları arasından sızan huzmelerle, olan bitenin belli belirsiz görülerek seçilmesini sağlıyordu…
Binalar arasında ağır ağır süzülerek gez-diril-en ve darbeleriyle bütün bir şehri kasıp kavuran o şeyin, kuyruk gibi sarkan, sallanan tel-metal uzantılarına tutunarak, kargaşadan kurtulma derdine düşenler ile yıkımın kendilerine doğru ne kadar sürede yaklaşabileceğini hesap edenler bir yana, olup-biteni çaresizlikle yahut ‘ne yapılabilir’ gayreti içinde seyredenler de umudun ve bekleyişin varacağı sonu, bulundukları farklı noktalardan değerlendirmeye alıyordu.
Varlığını böylesine açığa sürerek ‘Ay’ın önünü açması ile görünen o devasa kütlenin, kendini belli ederek çaresizlikle böylesine ortaya çıkması da mahvının sebebi olacaktı elbet.
-Mahvolacak olan her şey, mahvoluşuna sebep ne ise onu kendi bünyesinde tutar, onu bastıramaz, yok edemez, içinde sindiremezse mahvının sebebi de odur.-
Önünde durup karartmaya çalıştığı yerden, yukarı doğru yönelse, ışığın da bir parçası olacak, onunla bütünleşecek, aynı potada kalacaktı belki, şehre doğru manevrasıyla kendini de iyice belli edince, kaçınılmaz son da hızını alıyordu.
Böylesi toz-duman arasındaki sisli ortamda, ateşli bir pagan ayinin içinde imişçesine yaşananlar esnasında, kimsenin kimseyi gör-e-mediği, kimselere tahammülün olmadığı, maskelerin bir bir düştüğü, seslerin gürültüye karıştığı yerde, görünenlerin ardında arkasında, altında üstünde kalan örtülü gerçeğin de sıyrılıp açığa çıkması sanki “an meselesi” halinde bekleniyordu.
Her şeyin, mahvoluşunun sebebini kendi içinde tutması ve o sebebi bastıramadığı takdirde sonunda mahvolması gibi, bu gelen de ya kendi kendini yok edecek ya daha yukarıdan bir el, verdiği hasara bakmadan tutup o kirli küreyi, gürültülü bir biçimde yere indirecek.
Ve…
Durduğu konumdaki enerjisinin ateşiyle başlayan hareketin, inişe geçmesi ile aynı enerjiyi başka yerlerden devşirme umudu da tükenince, oluşan yıkım ve hasar ise çok daha farklı bir yenilenmenin önünü açmış olacak nihayetinde.
Ismarlama geçen günlerin ardından bir kerre daha pagan ayinine teslim edilen insanlık, enkaz yığını üzerinden doğrularak sonunda kendine gelecek.
Ve sonra bütün kullara yönelik “…yevme eyyühel mücrimin” hitabı ilahisi ile başlayan ayrışma ile her bir kul, neyin ne olduğunu anlayacak!
Kuyruğuna takılıp, yanına katıp sürükledikleri ve kayıt altına alınan pisliğe bulanık ayinlerle, nefislerde oluşturulan fırtınaların, “ruh fırtınaları” diye yansıtılması ile o “ruh” alt edilemeyecek.
Gözleri önünde, sisler içinde yaşanan ve her şeyin apaçık görülebildiği o kirli sahnede, seslerini duyup, kokusunu aldıkları, tam içinde değil, hemen önünde - ardında - üstünde durdukları ve mesafe açısından yaklaşamadıkları bir manzarayı seyreder halde, bir baba-kız da işte orada o zamanda…
Bütün o sürmekte olan karma-karışıklığı, başı-sonu, gelişi gidişatı ile sanki çok daha öncelerde de defalarca yaşamış gibi yanında durup, elini tuttuğu küçük kızına anlatan adam, kulağına eğildiği kızının, zihnine daha iyi işlesin diye kesin bir ifade ile konuşur:
- Bak üstümüze doğru geliyor o şey! Gelsin… Bize ulaşamayacak…
Evvel-Allah’ın izni keremiyle, başıbozuk, aslı bozuk, cinsi bozuk bu şey de, kalkıp geldiği gibi düşecek; yukarı bak!..
Bak göreceksin!
Korkma!
Bu kirli ayin son bulacak!
Paganları yeneceğiz.
.
Yunus Fırat, dikGAZETE. com
Gökte tepsi gibi görülesi anında, ayın önünü kaplayıp kapatan kapkara o karartı, yavaş yavaş şehrin üstüne doğru ilerlemeye başladıkça, halesi de ayın kendi parlaklığı da ilk anda önündeki o kara daire etrafından sızan ışıklarıyla görülmeye başlanıyordu…
Ay doğmuş, gece henüz çökmemiş, 'tutulma'yı andıran o kütle ise hareketli şehrin üstüne doğru bütün ağırlığını göstererek ilerlerken, ortalığı kaplayan toz-duman arasında yaklaştığı her şeye savurduğu, yıkan - yırtan darbelerle gökyüzü parlaklığının da şehir ışıklarının da önünü kesiyordu…
Kaplayıp kapattığı ay önünden açılarak yaklaştıkça, ne olduğu da apaçık ortaya çıkanın, kirli-paslı eski demir parçalarından oluş-turul-muş, üst üste, iç içe bindirilmiş - giydirilmiş, her yanından sarkıntı ve sallantıları ile devasa bir metal yığını, yusyuvarlak bir kütle ve sanki tepesindeki zincire bağlı, tutanı görünmeyen ağır bir gürz gibi hafif hafif sallan-dırıl-arak, savurulup, önüne çıkan ne varsa deviren, deviremediğine ise ciddi hasar veren devasa bir küre olduğu alenen görünüyordu.
Şehrin kuleleri, ile yüksek yapılar, inen darbelerle ya devriliyor, ya alınan yaralarla oldukları yerde sarsılıp sallanıyordu.
Kargaşa hakimiyeti ile ortada kalan ve çıkan hengamede öteye beriye kaçışmaya çalışanlarla, o metal yığınının estirdiği fırtınaya yakalanan değişik yerlerdeki kalabalıklardaki şaşkınlık, ne yapacağını bilememenin getirdiği korku ve endişe de toz duman arasında kendine ayrı bir yer buluyordu!
Ay kararmış değil görünmez olmuş, şehrin ışıkları da oluşan toz-duman ile kara-sarı sis bulutları arasından sızan huzmelerle, olan bitenin belli belirsiz görülerek seçilmesini sağlıyordu…
Binalar arasında ağır ağır süzülerek gez-diril-en ve darbeleriyle bütün bir şehri kasıp kavuran o şeyin, kuyruk gibi sarkan, sallanan tel-metal uzantılarına tutunarak, kargaşadan kurtulma derdine düşenler ile yıkımın kendilerine doğru ne kadar sürede yaklaşabileceğini hesap edenler bir yana, olup-biteni çaresizlikle yahut ‘ne yapılabilir’ gayreti içinde seyredenler de umudun ve bekleyişin varacağı sonu, bulundukları farklı noktalardan değerlendirmeye alıyordu.
Varlığını böylesine açığa sürerek ‘Ay’ın önünü açması ile görünen o devasa kütlenin, kendini belli ederek çaresizlikle böylesine ortaya çıkması da mahvının sebebi olacaktı elbet.
-Mahvolacak olan her şey, mahvoluşuna sebep ne ise onu kendi bünyesinde tutar, onu bastıramaz, yok edemez, içinde sindiremezse mahvının sebebi de odur.-
Önünde durup karartmaya çalıştığı yerden, yukarı doğru yönelse, ışığın da bir parçası olacak, onunla bütünleşecek, aynı potada kalacaktı belki, şehre doğru manevrasıyla kendini de iyice belli edince, kaçınılmaz son da hızını alıyordu.
Böylesi toz-duman arasındaki sisli ortamda, ateşli bir pagan ayinin içinde imişçesine yaşananlar esnasında, kimsenin kimseyi gör-e-mediği, kimselere tahammülün olmadığı, maskelerin bir bir düştüğü, seslerin gürültüye karıştığı yerde, görünenlerin ardında arkasında, altında üstünde kalan örtülü gerçeğin de sıyrılıp açığa çıkması sanki “an meselesi” halinde bekleniyordu.
Her şeyin, mahvoluşunun sebebini kendi içinde tutması ve o sebebi bastıramadığı takdirde sonunda mahvolması gibi, bu gelen de ya kendi kendini yok edecek ya daha yukarıdan bir el, verdiği hasara bakmadan tutup o kirli küreyi, gürültülü bir biçimde yere indirecek.
Ve…
Durduğu konumdaki enerjisinin ateşiyle başlayan hareketin, inişe geçmesi ile aynı enerjiyi başka yerlerden devşirme umudu da tükenince, oluşan yıkım ve hasar ise çok daha farklı bir yenilenmenin önünü açmış olacak nihayetinde.
Ismarlama geçen günlerin ardından bir kerre daha pagan ayinine teslim edilen insanlık, enkaz yığını üzerinden doğrularak sonunda kendine gelecek.
Ve sonra bütün kullara yönelik “…yevme eyyühel mücrimin” hitabı ilahisi ile başlayan ayrışma ile her bir kul, neyin ne olduğunu anlayacak!
Kuyruğuna takılıp, yanına katıp sürükledikleri ve kayıt altına alınan pisliğe bulanık ayinlerle, nefislerde oluşturulan fırtınaların, “ruh fırtınaları” diye yansıtılması ile o “ruh” alt edilemeyecek.
Gözleri önünde, sisler içinde yaşanan ve her şeyin apaçık görülebildiği o kirli sahnede, seslerini duyup, kokusunu aldıkları, tam içinde değil, hemen önünde - ardında - üstünde durdukları ve mesafe açısından yaklaşamadıkları bir manzarayı seyreder halde, bir baba-kız da işte orada o zamanda…
Bütün o sürmekte olan karma-karışıklığı, başı-sonu, gelişi gidişatı ile sanki çok daha öncelerde de defalarca yaşamış gibi yanında durup, elini tuttuğu küçük kızına anlatan adam, kulağına eğildiği kızının, zihnine daha iyi işlesin diye kesin bir ifade ile konuşur:
- Bak üstümüze doğru geliyor o şey! Gelsin… Bize ulaşamayacak…
Evvel-Allah’ın izni keremiyle, başıbozuk, aslı bozuk, cinsi bozuk bu şey de, kalkıp geldiği gibi düşecek; yukarı bak!..
Bak göreceksin!
Korkma!
Bu kirli ayin son bulacak!
Paganları yeneceğiz.
.
Yunus Fırat, dikGAZETE. com