Son mesaj neydi!
Son mesaj neydi!
- 10-06-2022 19:58
- 5148
- 10-06-2022 19:58
- 5148
-Mevlana İdris’in dost yüzü hâtır(as)ına-
-Hayy-Allah!.. Bu ney sesi nereden geliyor?
-Neydi bu, şu yandan geldi, kim üfledi!..
‘Bol ahenk’ti “YaHû, YaHayy” ile…
Kısa, ince ve zarif bir neyin başparesi dudaklarında, o sûfi ahengiyle.
On parmak arası perde perde, dokuz boğumda salınan derinden ses.
Yapraktır düşer…
Ölümse…
Sıcak bir ikindi sonrası, Fatih Camii hünkar mahfili gerisinde, iki kapı arası yün halılar üstü bir pencere önü serinliğinde, huşu ve tevekkülde bulup, oturup söyleşmekten az öte…
Hakikatle yeni bir dünyaya doğmaktan dahası değilse ölmek de ne!
Ölüme soğuk kalmak ölümden beter.
Yeni bir kapı hasreti ile tutuşan-lar-a, bitiş korkusu ile kapanan değil, hep var olan sevdada açılan kapı.
-Sen haksın, adilsin Azrail, cellat değil!..
Yıllar yıllarca, günler gecelerle boş ve zararlı, tüketen, yoran, zorlayan, insanı yalanın ve hasedin idrakine vardıran, enerji soğuran tiplerle, dengesizlikler ve mecburiyet sandıkları-yla-, yorgunluklar, bıkkınlık ve öfke halleriyle geçirilen ömrün hasılasında arada zarafeti, itibarla iltifatı birarada yoğurup, hassasiyetle dokunup geçen zûrefadan bir dalın o serinleten yapraklarıyla okşaması da olmasa, insan olmak hüsrandan başka ne ki!..
Gecikmelerle, ertelemelerle yoğrulan bir hayatın içinde, derviş suretiyle var olup, yalnızlığın rahmetinde boğula boğula süregiden karmaşa içinde en kalıcı olan da bir anda pat diye gelense kula…
De;
-Allah Allah, şükren lillah… Hasbünallah ve ne güzel vekil Allah…
Ve…
Ölüm ötesi bir ses gelir gene dolaşır yeryüzünü, kimi varır farkına kimi oralı olmaz.
Kalpleri saran yılan kıvrımlarda değil kalbe nefes veren kanallarda durmalı esas.
Acı veren yaraların nasıl uyuşturulacağını, kendi kendine öğrenmekle, büyüye büyüye gelen o yorgunlukla, bitip tükenmeden…
Kalplere zar sallayanlardan ziyade, kalbin zarına dokunanlara bakmalı esas.
Hiçbir şey göründüğü ve sanıldığı gibi değil.
“Çok hırpalandım sevgilim…”
Yerle bir olmak yeni bir dirilişin de muştusu ya.
Göğüs kafesindeki kaburgalardan kancalanarak asılmış ve ayakları koparılmış bir bedense eğer şu tutunduğun; bir daha yere basmamacasına kanatlanıp uçmaktan başka ne ki çare.
De bir de;
-Hasretten daha büyük bir yara, sabırdan daha büyük bir derman bilmiyorum.
Bir “M!M” burada.
Büyüğü küçültmeden büyük gibi, küçüğü büyütüp de küçükte büyürken, büyükle küçülmeden büyük ve suskun ve narin bir gül-eda…
Varla yok arası, az konuşup çok dinlerken tebessümle, konuşunca susan, sustukça konuşan, az konuşup o çok söyleyeni, haddi aşmayanı, tanıyıp-tutar o muhabbetiyle -asultanım- severdin sen de.
Rabbişrahli-sadri ve yessirli emri…
.
Yunus Fırat, dikGAZETE.com
*
Ellerimizin Büyük Boşluğu
Burası dünya.
Gece gece gece
Burası dünya ve biz artık çok sıkıldık.
Oyun bitti, zifiri karanlıkta belalar uçuşuyor
Dünyanın yalanları, uçakları ve bombaları arasında solup giden ömrümüzü
Kuşa çeviren yasalardan, yönetmeliklerden, nizamnamelerden sıkıldık
Telefon seslerinden, akıp giden televizyon görüntülerinden, bilgisayar tıkırtılarından, gazete hışırtılarından
Alıp başımızı gitmek istiyoruz
Alıp başımızı sana gelmek istiyoruz
Sana gelmek
Sana gelmek, orada kalmak istiyoruz
Çok unuttuk hatırlamak istiyoruz
Başımızın okşanmasını, gözyaşımızın silinmesini, kolumuza girilmesini istiyoruz
Yağmurunu ve meleklerini yeniden istiyoruz
Rüzgârın sesini, ırmağın sesini,
Dağların dağ, denizlerin deniz, kadınların kadın, çocukların çocuk
Erkeklerin erkek, ekmeğin ekmek, nanenin nane olduğu bir dünyayı yeniden isterken
Seni istiyoruz aslında Bunu söyleyemiyoruz
Her yer gece, çok gece
Ve biz meleklerini istiyoruz Rabbim
Çok yenildik yetmez mi
Bir bankanın önünde, bir koltuğun altında, bir ziyafetin ortasında, bir günahın tenhasında
Büyütüp durduk siyahı
Kuşlar gibi bakarken
Kuşlar gibi vurulan çocuklarla
Çok yenildik yetmez mi
Bir mermiyle değişirken dünyamız
Kulağımızda uluslararası bir kınama
Büyük büyük yokluk yurdunun uğuldayan sorusuyla giriyoruz toprağa
Dünya değişti ama kapı nereye açılacak
Biteni biliyoruz şimdi ne başlayacak
İşaretler ortadayken çöllere daldık
Kalp verdin korkunç yaralandık
Akıl verdin, iyiliği esir aldık
Ekranda kıtadan kıtaya atılan bir füze
Gazetede karşı kaldırıma geçerken çiğnenen bir adam
Durmadan dönen bir dünyada nerede olunabilirse
Orada bile değiliz ve bilmiyoruz böyle nasıl
Çamur olabilir kan olabilir karanlık olabilir böyle nasıl
Ele geçirir dünyayı gece
Gece gece gece
Her yağm
..........
.......... -Mevlâna İdris Zengin-
-Mevlana İdris’in dost yüzü hâtır(as)ına-
-Hayy-Allah!.. Bu ney sesi nereden geliyor?
-Neydi bu, şu yandan geldi, kim üfledi!..
‘Bol ahenk’ti “YaHû, YaHayy” ile…
Kısa, ince ve zarif bir neyin başparesi dudaklarında, o sûfi ahengiyle.
On parmak arası perde perde, dokuz boğumda salınan derinden ses.
Yapraktır düşer…
Ölümse…
Sıcak bir ikindi sonrası, Fatih Camii hünkar mahfili gerisinde, iki kapı arası yün halılar üstü bir pencere önü serinliğinde, huşu ve tevekkülde bulup, oturup söyleşmekten az öte…
Hakikatle yeni bir dünyaya doğmaktan dahası değilse ölmek de ne!
Ölüme soğuk kalmak ölümden beter.
Yeni bir kapı hasreti ile tutuşan-lar-a, bitiş korkusu ile kapanan değil, hep var olan sevdada açılan kapı.
-Sen haksın, adilsin Azrail, cellat değil!..
Yıllar yıllarca, günler gecelerle boş ve zararlı, tüketen, yoran, zorlayan, insanı yalanın ve hasedin idrakine vardıran, enerji soğuran tiplerle, dengesizlikler ve mecburiyet sandıkları-yla-, yorgunluklar, bıkkınlık ve öfke halleriyle geçirilen ömrün hasılasında arada zarafeti, itibarla iltifatı birarada yoğurup, hassasiyetle dokunup geçen zûrefadan bir dalın o serinleten yapraklarıyla okşaması da olmasa, insan olmak hüsrandan başka ne ki!..
Gecikmelerle, ertelemelerle yoğrulan bir hayatın içinde, derviş suretiyle var olup, yalnızlığın rahmetinde boğula boğula süregiden karmaşa içinde en kalıcı olan da bir anda pat diye gelense kula…
De;
-Allah Allah, şükren lillah… Hasbünallah ve ne güzel vekil Allah…
Ve…
Ölüm ötesi bir ses gelir gene dolaşır yeryüzünü, kimi varır farkına kimi oralı olmaz.
Kalpleri saran yılan kıvrımlarda değil kalbe nefes veren kanallarda durmalı esas.
Acı veren yaraların nasıl uyuşturulacağını, kendi kendine öğrenmekle, büyüye büyüye gelen o yorgunlukla, bitip tükenmeden…
Kalplere zar sallayanlardan ziyade, kalbin zarına dokunanlara bakmalı esas.
Hiçbir şey göründüğü ve sanıldığı gibi değil.
“Çok hırpalandım sevgilim…”
Yerle bir olmak yeni bir dirilişin de muştusu ya.
Göğüs kafesindeki kaburgalardan kancalanarak asılmış ve ayakları koparılmış bir bedense eğer şu tutunduğun; bir daha yere basmamacasına kanatlanıp uçmaktan başka ne ki çare.
De bir de;
-Hasretten daha büyük bir yara, sabırdan daha büyük bir derman bilmiyorum.
Bir “M!M” burada.
Büyüğü küçültmeden büyük gibi, küçüğü büyütüp de küçükte büyürken, büyükle küçülmeden büyük ve suskun ve narin bir gül-eda…
Varla yok arası, az konuşup çok dinlerken tebessümle, konuşunca susan, sustukça konuşan, az konuşup o çok söyleyeni, haddi aşmayanı, tanıyıp-tutar o muhabbetiyle -asultanım- severdin sen de.
Rabbişrahli-sadri ve yessirli emri…
.
Yunus Fırat, dikGAZETE.com
*
Ellerimizin Büyük Boşluğu
Burası dünya.
Gece gece gece
Burası dünya ve biz artık çok sıkıldık.
Oyun bitti, zifiri karanlıkta belalar uçuşuyor
Dünyanın yalanları, uçakları ve bombaları arasında solup giden ömrümüzü
Kuşa çeviren yasalardan, yönetmeliklerden, nizamnamelerden sıkıldık
Telefon seslerinden, akıp giden televizyon görüntülerinden, bilgisayar tıkırtılarından, gazete hışırtılarından
Alıp başımızı gitmek istiyoruz
Alıp başımızı sana gelmek istiyoruz
Sana gelmek
Sana gelmek, orada kalmak istiyoruz
Çok unuttuk hatırlamak istiyoruz
Başımızın okşanmasını, gözyaşımızın silinmesini, kolumuza girilmesini istiyoruz
Yağmurunu ve meleklerini yeniden istiyoruz
Rüzgârın sesini, ırmağın sesini,
Dağların dağ, denizlerin deniz, kadınların kadın, çocukların çocuk
Erkeklerin erkek, ekmeğin ekmek, nanenin nane olduğu bir dünyayı yeniden isterken
Seni istiyoruz aslında Bunu söyleyemiyoruz
Her yer gece, çok gece
Ve biz meleklerini istiyoruz Rabbim
Çok yenildik yetmez mi
Bir bankanın önünde, bir koltuğun altında, bir ziyafetin ortasında, bir günahın tenhasında
Büyütüp durduk siyahı
Kuşlar gibi bakarken
Kuşlar gibi vurulan çocuklarla
Çok yenildik yetmez mi
Bir mermiyle değişirken dünyamız
Kulağımızda uluslararası bir kınama
Büyük büyük yokluk yurdunun uğuldayan sorusuyla giriyoruz toprağa
Dünya değişti ama kapı nereye açılacak
Biteni biliyoruz şimdi ne başlayacak
İşaretler ortadayken çöllere daldık
Kalp verdin korkunç yaralandık
Akıl verdin, iyiliği esir aldık
Ekranda kıtadan kıtaya atılan bir füze
Gazetede karşı kaldırıma geçerken çiğnenen bir adam
Durmadan dönen bir dünyada nerede olunabilirse
Orada bile değiliz ve bilmiyoruz böyle nasıl
Çamur olabilir kan olabilir karanlık olabilir böyle nasıl
Ele geçirir dünyayı gece
Gece gece gece
Her yağm
..........
.......... -Mevlâna İdris Zengin-