<div><span><span><strong>“Bu feryad bülbül sesi mi?”</strong> başlığı altındaki yazısında <strong>Özhan Eren</strong>'in <strong>Nesimi</strong>'den bestelediği o "<strong>İlahi</strong>"yi eksen alarak <strong>Nihal Bengisu Karaca</strong>, “<strong>Gül'dür Gül</strong>” eşliğinde yer verdiği "bir dünya" isimlerle, cisimlerle, sanki <strong>çoook eski zamanlarda kalmış</strong> gibi, şimdilerin ne kadar da uzağına düşen “<strong>O günler</strong>”e götürdü bilen-bilmeyen herkesi bir anda…</span></span></div> <div><span><span>İşte, insanı sadece okuyup düşünmeye iteleyen ve ne bir söz, ne bir yoruma gerek bıraktırmayan o yazı</span></span></div> <div><span><span>:</span></span></div> <div><span><span><strong>Erdoğan</strong> yerel seçim manifestosunu ve yeni şehircilik anlayışını açıklarken "o" dizelerden alıntı yaptı <strong>“Nesimi'nin dediği gibi "Gülden terazi yaparlar, gülü gül ile tartarlar, gül alırlar gül satarlar, çarşıda pazar güldür gül."</strong></span></span></div> <div><span><span><strong>"Gönüller birleştiğinde ancak böyle şehirler kurulur"</strong> demek için telaffuz etti bu dizeleri. </span></span></div> <div><span><span>Bu dizelerin beyin motorlarımı ve hafıza enjeksiyonlarımı çalıştırıp beni zaman tünelinin koridorlarından <strong>1995</strong> yılına atacak <strong>özel bir şifre </strong>olacağını nereden bilecekti? Ben bile bilmiyordum. </span></span></div> <div><span><span>Hemen YouTube’dan <strong>Özhan Eren</strong>’in o ilahisini, bir zamanlar <strong>Kanal 7</strong>’nin en çok gösterilen ama hiç sıkmayan o güzel video klibini buldum.</span></span></div> <div></div> <div><span><span>Siz <strong>Özhan Eren</strong>’i <strong>Ak Parti</strong>’nin seçim şarkısı "<strong>haydi bir daha</strong>"dan biliyorsunuz. Olmadı, <strong>Kara Tren</strong>’den.</span></span></div> <div><span><span>Biz, <strong>90’lı yılların</strong> ilk çeyreğinin çocukları, <strong>Eren’i</strong> kuş bakışı <strong>Sultanahmet</strong> görüntüsüyle açılan, mütevazi ama insanın içine işleyen video klibinden; <strong>Nesimi</strong> <strong>şiiriyle</strong> bestelenmiş o güzel ilahisinden biliyoruz.</span></span></div> <div><span><span>*</span></span></div> <div><span><span>Gül olanın aslı güldür, Peygamberin nesli güldür,</span></span></div> <div><span><span>Girdim şahın bahçesine, cümlesi aşı güldür gül.</span></span></div> <div><span><span>Asmasında gül dalları, kovanında gül balları,</span></span></div> <div><span><span>Ağacında gül hâlleri, selvi çınarı güldür gül.</span></span></div> <div><span><span>Açıl gel ey gonca gülüm, ağlatma şeydâ bülbülün,</span></span></div> <div><span><span>Şu inleyen garib dilin, âh-u efgânı güldür gül.</span></span></div> <div><span><span>Gülden terâzi yaparlar, gül ile gülü tartarlar,</span></span></div> <div><span><span>Gül alırlar gül satarlar, çarşı pazarı güldür gül.</span></span></div> <div><span><span>Gel hâ gel gül ey Nesîmi, geldi yine gül mevsimi,</span></span></div> <div><span><span>Bu feryad bülbül sesi mi, sesi feryâdı güldür gül.</span></span></div> <div><span><span>*</span></span></div> <div><span><span>Sahiden çok güzeldi. </span></span></div> <div><span><span><strong>Arkadaşlarınızın, çevrenizin, takip ettiğiniz kişilerin ve kendinizin gerçekte kim olduğunu, nereden gelip nereye gittiğini hatırlattığı için topluca yok sayılmış bir hatıra apansız çıkageldiğinde ne olur?</strong></span></span></div> <div><span><span>O oldu.</span></span></div> <div><span><span>Ve hıçkırarak ağlamaya başladım.</span></span></div> <div><span><span>Bütün tel zımbalar kalbimin üzerine kapaklandı.</span></span></div> <div><span><span>Ultrasonda görünecek, steteskopta duyulacak, röntgenlere yakalanacak, mikroskopta izlenebilecek kadar somut bir acıydı.</span></span></div> <div><span><span>Çünkü sadece geçmişte kaldığı için güzel değildi bu beste. Bu dizeler. </span></span></div> <div><span><span>Güzel olduğumuz zamanların fonunda durduğu için güzeldi.</span></span></div> <div><span><span><strong>Peygamber sevgimizi, gül ile tartılma niyetimizi temiz bir dünyevilikle perçinleyeceğimizi sandığımız </strong>günlerin fonuydu bu beste. </span></span></div> <div><span><span><strong>Ne acayip günlerdi. </strong></span></span></div> <div><span><span><strong>Başörtülü olmak, kitap okumak demekti</strong> sözgelimi. </span></span></div> <div><span><span>Kadın olmak, evini değil kafanın içini dekore etmeyi amaçlamak anlamına gelmeliydi.</span></span></div> <div><span><span>Tek kötü huyumuz arkadaşımızın masasından<strong> Bilgi ve Hikmet</strong> dergisi aşırmaktı. </span></span></div> <div><span><span>İyi insanlardık.</span></span></div> <div><span><span>Ya da <strong>kötülük yapmaya</strong> henüz fırsat bulamamıştık. </span></span></div> <div><span><span><strong>İslami bir camia olarak insanlara güzel bir gelecek, normalleşmiş bir toplum, kimsenin mutsuz olmadığı, adalet ve özgürlük esasına göre dizayn edilmiş bir ülke vaadimizin olduğuna inanıyorduk.</strong> </span></span></div> <div><span><span><strong>Günü kurtarma </strong>argümanlarına, <strong>PR’a</strong>, <strong>propagandaya</strong> gönül indirmeye esrarkeşlik muamelesi yapılan bir iklimdeydik.</span></span></div> <div><span><span><strong>Dergiciliğin</strong>, kültür sanat yayıncılığının olduğu, itibar gördüğü, <strong>TV’lerimizde</strong> ve gazetelerimizde bunlara sahiden önem verilen günlerdi.</span></span></div> <div><span><span>"<strong>Enformatik</strong> <strong>Cehalet</strong>" kitabını ezberlediğimiz <strong>Nabi Avcı</strong>’nın “<strong>Walter Benjamin’in ‘Pasajlar’ı okundu mu?</strong>” diye sorduğu, <strong>İsmet Özel</strong>’in <strong>"şiir geldi</strong>" diyerek övdüğü <strong>Süleyman</strong> <strong>Çobanoğlu</strong>’nun akşamüstü kuşağında bir kültür sanat programında sunucu olduğu, şimdi devlette çalışan <strong>Ahmet</strong> <strong>Demirhan</strong>’ın uzun uzun <strong>Heidegger</strong> konuştuğu, "<strong>Bilginin İslamileştirilmesi</strong>" meselesine bakmayanın, <strong>Huntington</strong>’un <strong>Medeniyetler Çatışması</strong> tezini tartışamayanın adamdan sayılmadığı, <strong>İsmail Kara ve İsmet Özel</strong>’in şimdi hayal bile edemeyeceğimiz lezzette bir <strong>programı</strong> beraberce yaptıkları, değirmenin suyu <strong>Refah Partisi</strong> ve uzantıları olduğu halde dileyenin dilediği gibi <strong>Erbakan eleştirisi </strong>yapabildiği ama dışlanmadığı, en büyük skandalın başörtülü bir kızla bir yapımcı ya da kameraman arasında bir "<strong>aşk</strong>" yeşermesi ihtimalinin "<strong>görüldüğü</strong>" dedikodusundan ibaret olduğu, en büyük yolsuzluğun tuğla kalınlığında olan ve <strong>YKY’nin</strong> herkese göndermediği "<strong>Ulysses’imi kim aldı?</strong>" üzerinden döndüğü bir Kanal 7’den bahsediyorum. </span></span></div> <div><span><span>Aramızda çalışma şartlarını beğenmeyip <strong>Magna Carta</strong> tadında bir talep listesi oluşturarak grev yapanlar oldu sonra. Elbette <strong>işten atıldılar</strong> ama kimse<strong> davaya ihanetle</strong> suçlamadı, dışlanmadılar.</span></span></div> <div><span><span>Çünkü <strong>main stream dindarlık</strong>tan daha farklı bir dalga boyunda salınmak mübahtı. </span></span></div> <div><span><span>Hatta muteberdi.</span></span></div> <div><span><span><strong>Tarkovsky</strong>’nin "<strong>Ayna</strong>"sını anlamamayı sorun addeden İslamcılardık. </span></span></div> <div><span><span>Öyle bir dönemdi.</span></span></div> <div><span><span><strong>Ayşe Şasa</strong>’nın tekkeye dönen evinde<strong> Halit Refiğ</strong> sineması ve <strong>İbni Arabi</strong> sohbetleri yapmak, <strong>İhsan Kabil</strong>’den <strong>Antonioni</strong> <strong>sineması</strong> üzerine bir panel dinlemeye gitmek ve <strong>Nilüfer</strong> <strong>Göle</strong>’nin <strong>Modern Mahrem</strong>’ini tartışmaya vakit ayırmak önemliydi. </span></span></div> <div><span><span>Günün en güzel süprizinin <strong>Ayşe Böhürler</strong>’in evinde, <strong>Müslüman</strong> olduktan sonra<strong> Abdülkadir es-Sufi</strong> ismini alan <strong>Ian</strong> <strong>Dallas</strong>’ın "<strong>Gariplerin Kitabı</strong>" kitabını bulmak olduğu günlerden bahsediyorum. </span></span></div> <div><span><span><strong>Edward Said</strong>’den <strong>Batı’nın</strong> <strong>organize</strong> <strong>işleri</strong>ni okuduğumuz, <strong>Roger Garaudy</strong>’ye yapılanları tel’in ettiğimiz, ama <strong>Aliya İzzetbegoviç</strong>’in <strong>Doğu Batı Arasında İslam’</strong>ıyla şekillendiğimiz; <strong>Rimbaud</strong>’u, <strong>Goethe</strong>’yi, <strong>Rilke’</strong>yi çıkarmış bir <strong>Batı</strong>’dan vazgeçilemeyeceğini de bildiğimiz yıllar.</span></span></div> <div><span><span><strong>Hilmi Yavuz </strong>sayesinde <strong>Iris Murdoch</strong>’u keşfettiğim, <strong>Giovanni</strong> <strong>Scognomillo</strong>’nun teşvikiyle sinema yazmaya başladığım dönem. </span></span></div> <div><span><span><strong>Mü’min</strong>, iletişimci ve bir müzik doktrineri olan <strong>Yalçın</strong> <strong>Çetinkaya</strong>’nın <strong>İhvan-ı Safa’da Müzik Düşüncesi</strong> kitabı o yıl çıkmış… Ama gençlere "<strong>Kur’anı iyi öğrenin, bir de enstrüman çalmayı…</strong>" öğüdünü çok daha önceden vermeye başlamıştı o. </span></span></div> <div><span><span>Nitekim, <strong>Türk müziğine viyolonseli</strong> adapte eden <strong>Fırat</strong> <strong>Kızıltuğ</strong>’dan <strong>Türk Edebiyatı Vakfı</strong>’nda, sonra <strong>Yusuf</strong> <strong>Ömürlü</strong>’den <strong>Kubbealtı</strong>’nda nazariyat ve enstrüman dersleri alma pahasına okulu asmama vesile olan da bu nasihat…</span></span></div> <div><span><span><strong>Ahmet Turan Alkan "Üç noktanın söylediği</strong>" kitabını yeni yazmış. </span></span></div> <div><span><span><strong>Muhiyddin Şekur</strong>’ün kitaplarıyla o yıl tanışmışım. </span></span></div> <div><span><span><strong>Cafer Turaç</strong> bürokrat değil sadece şair… </span></span></div> <div><span><span><strong>Susan Sontag</strong> ile <strong>İbni Teymiye</strong>, "<strong>Ne Kitapsız Ne Kedisiz</strong>" <strong>Bilge Karasu</strong> ile <strong>Abdülkerim Es Surüş</strong> aynı masada. </span></span></div> <div><span><span>Hepsine yer var çünkü normal bir hayatta. </span></span></div> <div><span><span>Hakikat, <strong>"O ya da bu!"</strong> şeklinde cereyan etmez, "<strong>hem o, hem bu</strong>" diyebilmekle bulunur.</span></span></div> <div><span><span>O zamanlar öyle.</span></span></div> <div><span><span></span></span></div> <div><span><span><strong>Lale Müldür, Ahmet Güntan</strong> ve <strong>Thomas Stearns Elliot</strong> şiirine bayılan <strong>Müslümanlarla</strong> çevrili olduğum, biran önce <strong>Kayıtlar</strong> dergisinin bütün sayılarını bulunduran bir sahaf bulamazsam; <strong>Defter, Gergedan</strong> ve <strong>Argos</strong>’un nüshalarını edinmezsem, iyi bir insan olamayacağımı hissettiğim o iklim. </span></span></div> <div><span><span>Ne kadar kısaymış ömrü.</span></span></div> <div><span><span><strong>Cüneyt Arkın</strong>’ın <strong>Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi</strong>’nde <strong>"Kötülüğün Şeffalığı diye bir kitap var, yazarı Baudrillard diye bir adam"</strong> diye konuşup, kalabalıkta da kitabı okumuş olan ben dahil en az beş kişinin olduğu sahne, şimdi <strong>fantezi</strong> gibi geliyor, ama değil. Gerçek. </span></span></div> <div><span><span><strong>Medya</strong> propaganda aracı değil; <strong>yandaşlık, iktidar-medya ilişkilerinin bunalımı, kabine belirleyen GYY'ler</strong> yine var, ama <strong>zıttına</strong> da yer var.</span></span></div> <div><span><span><strong>Medyayı</strong>, <strong>her çiçekten bal süzmeyi sağlayan bir okul</strong> olarak değerlendirmek isteyenlere fırsat var. </span></span></div> <div><span><span>Nitekim, <strong>İhsan Oktay Anar</strong>’ı yayına çıkaramadığımız için, <strong>Sezai Karakoç</strong>’u <strong>TV</strong>’ye çıkmaya ikna edemediğimiz için "<strong>helal olsun, ne büyük adamlar</strong>" diyen medya mensuplarıyız ve bu tutumumuzun verdiği <strong>oximoron</strong>dan ayrıca lezzet almaktayız.</span></span></div> <div><span><span><strong>Ünsal Oskay</strong> "<strong>Yıkanmak İstemeyen Çocuklar Olalım</strong>" dediğinde neden bahsettiğini anlıyoruz ve mesajı alıyoruz.</span></span></div> <div><span><span>İlginçtir, "<strong>Cemaat</strong>" de henüz <strong>FETÖ</strong> değil, "<strong>Dinlerarası Diyalog nereye kadar?</strong>" dosyasında "<strong>bu işten hayır gelmez abiler, gençler</strong>" temasını işlemişim ve <strong>Aksiyon</strong> <strong>Dergisi’</strong>nde "<strong>kapak</strong>" olmuş. </span></span></div> <div><span><span><strong>Dönemin GYY'si</strong>nin masasının arkasındaki duvarda bir poster var. <strong>Rahmetli Çeçen lider Dudayev</strong>’in posteri.</span></span></div> <div><span><span><strong>İslami camiadaki patronların</strong> hanım çalışanlarla görüşecekleri zaman <strong>kapılarını aralık</strong> bıraktığı, <strong>İslam fıkhı</strong>na göre davranıp yaşadıkları günlerdeyiz ama ama <strong>din </strong>kadar<strong>, din felsefesi </strong>de<strong> </strong>var<strong>,</strong> modern felsefe, sinema, müzik de var hayatımızda, yanyana; siyasete ilgimize <strong>siyasete bıyık altından gülebilen bir sense of humour</strong> eşlik edebiliyor, ve bu ayıp değil.</span></span></div> <div><span><span><strong>Dindarız</strong> ve "<strong>hermenötik</strong>" bir suç değil, <strong>Kur’an</strong>’ın ve <strong>hadisler</strong>in anlamının felsefenin kelamın imkanlarıyla nasıl genişletilebileceğini, <strong>İslam’ı</strong> hayatın içine çekmenin yolları "<strong>rahatça</strong>" konuşuluyor ve kimse bunu yaptığı için linç edilmiyor.</span></span></div> <div><span><span>Gençler için, <strong>İlesam</strong>’da <strong>Dergah</strong> dergisinin <strong>Mustafa Kutlu</strong>’su ile karşılaşmak ve konuşmak, <strong>Hakan Albayrak</strong>’ın son <strong>Bosna</strong> ziyaretinin izlenimlerine vasıl olmak, bir politikacının kapısında eyleşmekten çok daha ‘<strong>cool</strong>’ bir durum. </span></span></div> <div><span><span><strong>Recep Tayyip Erdoğan</strong>’ın <strong>İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanlığı</strong>nı kazanmış olmasının verdiği bir özgüven, cesaret ve onun siyasete çok büyük anlam katacağının sezgisi, sevinci var. </span></span></div> <div><span><span>Ama zafer sarhoşluğu, fetih özlemi, "<strong>diz çöktüreceğiz</strong>" <strong>beklentisi</strong> yok. </span></span></div> <div><span><span>Cümle içinde, kapalı kapılar ardında bile. </span></span></div> <div><span><span>Bilakis, sorunlar olsa da, <strong>toplumsal barış</strong> beklentisi artmış durumda. </span></span></div> <div><span><span><strong>Abdurrahman Dilipak ve Toktamış Ateş’in</strong> <strong>Kemalistler</strong> <strong>ve</strong> <strong>dindarlar</strong> arasında kurmaya çalıştığı köprünün anlamı ve derinliği her kesimden insanı etkiliyor. </span></span></div> <div><span><span>Dindarların ‘<strong>walkman</strong>’lerinde <strong>Ahmet Kaya </strong>var. </span></span></div> <div><span><span><strong>Müzik caiz mi değil mi </strong>diye tartışan mutaassıplar bile, <strong>Ahmet</strong> <strong>Kaya</strong> dinliyor. </span></span></div> <div><span><span><strong>Kürt meselesi</strong>nde, otorite ve tahakküm eleştirisi <strong>dindarları ve kürtleri yakınlaştıran ortaklaştıran bir kaide</strong> temin ediyor.</span></span></div> <div><span><span><strong>Dergah, İzlenim, Kaşgar, Yedi İklim</strong> sadece okunmuyor, ayrıca satıyor da. </span></span></div> <div><span><span><strong>Rasim Özdenören, Beşir Ayvazoğlu, Nazif Gürdoğan, Dücane Cündioğlu, Mehmet Aydın, İlhan Kutluer, Mustafa Özel</strong> gibi isimler güncel politika ile hemhal olmayan edebiyat, iktisat, felsefe ve ilim insanları olarak, popüler siyaset yorumcuları kadar ilgi görüyorlar, seviliyorlar.</span></span></div> <div><span><span><strong>Liberallerle</strong> de, <strong>solcularla</strong> da ortak noktalar var, birikimlerine saygı duyulmakta. </span></span></div> <div><span><span>İsmi "<strong>ortak payda</strong>" olan programlar var <strong>TV</strong>’lerde.</span></span></div> <div><span><span>Ortak payda arayışı muteber bir arayış çünkü.</span></span></div> <div><span><span>Sivil toplum ve sivil toplum kuruluşları şehirli muhafazakarlığın ihtiyaçlarına uygun olarak son derece yapıcı roller oynuyorlar. <strong>Birlik Vakfı, Ensar Vakfı, İlim Yayma, Bilim Sanat, İlesam, Türk Ocağı</strong> dolup taşıyor; hem dayanışma, hem ahlaki harita temin etme, hem <strong>Müslüman</strong> kamunun entelektüellerle buluşma mekanları. </span></span></div> <div><span><span></span></span></div> <div><span><span><strong>Ablalar,</strong> tesettür şeklimizi beğenmiyor, çıngıraklı kahkahalarımız <strong>Müslüman</strong> <strong>kızlara</strong> yakışmıyor itirazlarıyle eleştiriliyor, ama <strong>internet</strong> yoluyla kucağımıza düşen <strong>hocaların kadınlar için sarfettikleri sapkın ayar verme girişimleri</strong>nden haberdar olmayabilme lüksümüz var; <strong>hem dindar ve tesettürlü hem neşeli</strong> olduğumuz için kendimizle gurur duyuyoruz. Dindarlığımıza eşlik eden <strong>dünyevileşmenin tonları çok masum </strong>henüz. </span></span></div> <div><span><span>Kimseyi yaralamayan, <strong>haram sınırlarını aşmaya cüret etmeyen, ihtirasta ve şehvette gözü olmayan, parayı zenginliği, otorite sembollerini alabildiğine aşağılayabilen bir dünyevilik </strong>içindeyiz. </span></span></div> <div><span><span>Tüm bunlar olurken, <strong>Ramazan</strong>'da, <strong>Şaban</strong>’da da, <strong>Muharrem</strong>’de; dostlarla edilen iftarlarda ve televizyonun açık olduğu pek çok anda, hep o var. O müzik.</span></span></div> <div><span><span><strong>Gül olanın aslı güldür, Peygamberin nesli güldür,</strong></span></span></div> <div><span><span><strong>Girdim şahın bahçesine, cümlesi aşı güldür gül.</strong></span></span></div> <div><span><span>Gel de özleme.</span></span></div> <div><span><span>Kalbimizi ısıtıyor, <strong>Hz Muhammed</strong>’i odamıza getiriyor, ayağına panduf verip çay ikram etmeyi istettiriyor. </span></span></div> <div><span><span>Anne yeleği gibi bir beste, o kadar çok yayınlanıyor ki, başımızı her yasladığımızda orada olacağını sanıyoruz, şeker ve baharat kokacak, üzerinde saçımızın teli kalacak… Zaman öyle donacak, o hal üzere gidecek.</span></span></div> <div><span><span>Ama öyle olmuyor.</span></span></div> <div><span><span></span></span></div> <div><span><span><strong>28 Şubat</strong>, <strong>çalışan bir saç kurutma makinesini su dolu küvetimize atıp çekiliyor</strong>. </span></span></div> <div><span><span>Çarpılıyor ve çarpıtan eğip büken bir aydınlanma yaşıyoruz.</span></span></div> <div><span><span>Dünya kaç bucak görüyoruz.</span></span></div> <div><span><span><strong>Avcı tarafından kovalanan filler</strong>, bazen bir noktada durup dişlerini ağaçlara çarpa çarpa kırar, dişlerini arkadan gelen avcıya bırakır, bedenlerini kurtarma üzerine <strong>sözsüz bir pazarlığa </strong>girişirler.</span></span></div> <div><span><span>Öyleyiz biz de.</span></span></div> <div><span><span>Yaralı hayvanlara dönüşüyoruz. </span></span></div> <div><span><span>Bütün öncelikler yeniden belirleniyor. </span></span></div> <div><span><span>Dişlerimizi kırıp, kalanıyla devam ediyoruz.</span></span></div> <div><span><span><strong>Siyaset de, para da, iktidar da</strong> anlamlı makamlara terfi ediyorlar yavaş yavaş.</span></span></div> <div><span><span><strong>Özgür</strong> olmak için iktidara sahip olmalısın, <strong>iktidar</strong> için reel siyaset yapmak ve medyayı etkin kullanmak zorundasın ve bunlar para olmadan olmaz, noktasına geliniyor. </span></span></div> <div><span><span>Her yeni denemede<strong> siyasetin finansmanı meselesindeki zaruret eşikleri </strong>biraz daha hızlı geçiliyor.</span></span></div> <div><span><span>Bunlar bir kere meşrulaşınca, <strong>daha önce burun bükülen şeyler "gerekli kalemler"</strong> haline gelince, doz belirleyecek, dur diyecek adamlar da <strong>kamuoyunun akilleri</strong> olarak kalmak yerine "<strong>taşın altına elini koyma</strong>" zorunluluğu üzerinden <strong>danışman</strong>, <strong>bakan, bürokrat </strong>hayatına geçince, olan oluyor.</span></span></div> <div><span><span><strong>Neyin olduğunu uzun uzun anlatmayayım gayet iyi biliyorsunuz.</strong></span></span></div> <div><span><span>Hikaye, sarsıla sarsıla ilerlerken, dişlerden daha fazlasının kırıldığını, feda edilebildiğini de gördük, yaşadık. </span></span></div> <div><span><span>Mevcut sarsıntılar yetmemiş gibi, <strong>"Çoğunluk iktidarı olmanın dezavantajı çok kalabalık olmamız. Bir fitne çıkaralım da zayıflar elensin, alan bize kalsın"</strong> maksadıyla her gün yeni bir kavga yeni bir dava ve daldan armut silkeler gibi <strong>insan silkeleme yıkıcılığına tevessül edenler muteber</strong> hale geldi. "<strong>Öteki</strong>" ile olumlu yapıcı ilişkiler kurma idealinin yerini <strong>sahte ve satın alınmış uzlaşmalar </strong>aldığında işe koşulmuş pahalı devşirmelerin olana bitene çanak ve tempo tutması da evlere şenlik bir gerizekalılık görüngüsü oldu.</span></span></div> <div><span><span>Bütün bu işten bize özgü bir kültür, medeniyet tasavvurumuza uygun bir sanat teorisi filan çıkmayacaktı tabii ki.</span></span></div> <div><span><span><strong>Kültürel</strong> <strong>iktidar</strong> tartışmalarına bakıyorum da, sebebi "<strong>kültür adamımız yoktu</strong>" diye açıklamanın büyük haksızlık olduğunu düşünüyorum. </span></span></div> <div><span><span>Çünkü vardı. </span></span></div> <div><span><span><strong>Kültüre en meraklı nesil, 90’ların ilk çeyreğinde yaşadı, rol modelleri de vardı</strong> çünkü. </span></span></div> <div><span><span>Onlara, "<strong>Durun, yerinizde kalın, düşünün, üretin</strong>" diyecek zemin ve vizyon yoktu sadece. </span></span></div> <div><span><span>Süreçte, internetin, sosyal medyanın, <strong>insanların elli sayfa kitap okumak yerine 140 karakterden 20 tivit okuyarak</strong> tatmin olur hale gelişinin de etkisi var, ama çok değil, <strong>teknoloji</strong> mazeret olamaz.</span></span></div> <div><span><span>Netice-i kelam, günün sonunda bize kalan, <strong>Nesimi</strong>’nin sözlerine, <strong>Özhan Eren</strong>’in sesine “<strong>Bu feryad bülbül sesi mi, sesi feryâdı güldür gül</strong>” dizesine nazire yapan bir hüzündür.</span></span></div> <div><span><span>Bülbül değişik, gül plastik.</span></span></div> <div><span><span>Bahçe tarumar, ne bülbül ötmekte ne de açmakta çiçek.</span></span></div> <div><span><span>.</span></span></div> <div><span><span><strong>Nihal Bengisu Karaca</strong>, Haberturk -3 Şubat 2019, Pazar-</span></span></div> <div><span><span>.</span></span></div> <div><span><span>Yazıda siyahlaştırma vitalikmleştirmeler ile bazı paragraf atlatmalar bize aittir.</span></span></div> <div><span><span><strong>dikGAZETE.com</strong></span></span></div> <div></div> <div></div>