Boşuna değiliz hiçbirimiz, boş yere yaratılmadık hâşâ…

Boşuna değiliz hiçbirimiz, boş yere yaratılmadık hâşâ…

Güneş nereden doğar?" başlığı altında, Gökhan Özcan, gene her cümlesinin altı çizilesi bir yazıya imza attı
Yukarıya başlık olarak oturttuğumuz o cümleden başka pek çok cümlesinin daha başlığa çıkarılabilmesi gereken ve işte okurken düşündüren, düşündürerek kendini okutan yazı

:

Uzun bir gecenin içinde hapsolmuş gibi ümitle güneşin doğacağı zamanı bekliyoruz.


Bu çaresizce bekleme hali bize bir şey yapıyormuşuz hissi veriyor, oyalanıyoruz bununla.

Kendimizi gönüllü içine teslim ettiğimiz bu hal bir uyuşma hali.

Yaşadığımız ânı -ki o tek gerçek zaman- ıskalıyor, onun elimizden kayıp gitmesine hiç aldırmadan muhayyel bir zamana atıyoruz oltalarımızı.

Ümitvar olmak iyi…

Ama hangi çiçek açar günü gününe sulanmadan…

Hangi tarla hasat verir toprak sürülüp hazırlanmadan, tohum o toprağa atılmadan, suyu gübresi verilmeden, otu dikeni temizlenmeden…

Ümit, içimizden hiç eksik etmememiz gereken bir şey….
Ama aynı zamanda hiç ihmal etmeden besleyip büyütmemiz gereken bir şey...


“Dünya kötüye gidiyor” dedi biri. “O zaman biz onun peşinden gitmeyelim” dedi yanındaki.


Sanıyoruz ki bir şey olup bittiğinde, bir durum ortaya çıktığında biz konumumuzu belli edersek, duruşumuzu gösterirsek var oluşumuzun gereğini yerine getirmiş oluruz.

Bu gerekli, evet!

Ama hayat sadece maruz kaldığımız şeylerden mi ibaret?

Biz inandığımız hakikati görünür kılacak insanı, hayatı, tefekkürü, irfanı, ahlakı içimizde ve dışımızda inşa etmeye de memur değil miyiz bu dünyada?

En azından bu yolda gayret sahibi olmakla mükellef değil miyiz?

Hep maruz mu kalacağız bir şeylere, dünyaya arz edeceğimiz bir şey olmayacak mı bizim? 

İşte şu insan gibi insan, işte şu hayat gibi hayat, işte bu iklim bizim iklimimiz, işte bu bizim kandillerimizden yayılan aydınlık, işte bu bizim insanlığa serinlikler taşıyan irfanımız demeyecek, demeye gayret etmeyecek miyiz?

Dünyayı değiştiremiyorsak, bir kenara mı çekileceğiz, vaz mı geçeceğiz her şeyden, ağıtlar mı yakacağız sadece, öfkeler mi biriktireceğiz hiç durmadan? 

Her insan bir âlem değil miydi?

Kendimizi değiştirmemize engel olan ne? 

Bir insanı yeni baştan inşa etmeye niyetlenmemizin önündeki hangi engel var?

Biziz o engel, kendimizi işgalci meşguliyetlerin eline teslim eden kaybetmişliğimiz! 


“On sekiz bin âlemi seyr eylemek lâzım değil
Her nefeste feyz-i Hak bir özge âlemdir bana” diyor Nef'î, rahmet olsun.


Vazgeçmek ve yeniden başlamak için sadece tek bir âna ihtiyacımız var, sonra dünyanın güzelliklerine kazanmaya doğru adımlarımızı atabiliriz. 

Uçmayı deneyen bir yavru kuş gibi… 

Bize gereken, her şeyi değiştirecek o kritik kararı verebilecek kadar cesaret… 
Sonrası için sadece nefes alıp vermeye ihtiyacımız var.


Boşuna değiliz hiçbirimiz, boş yere yaratılmadık hâşâ… 

Bizden murad edilen bir şey var. Bir hikayenin içini doldurmak, bir cümleyi tamamlamak, bir ezgiyi yankılandırmak, hayatı eksik bırakmamak için var edildik. 

Hepimiz o mükemmel bütünlüğün yerini doldurması gereken bir parçasıyız. 
Ve şu bir gerçek ki, belki de bir tek biz hariç, âlemde bulunan her 'yaratılmış' bunun farkında...


“Sonra bu güvercinler niye varlar

Bir anıyı yaşatmak için mi

Ölümsüz bir ses mi taşımak için ötelere
Avuç içlerinde camilerin” deyi yazmış rahmetli Erdem Bayazıt, kabri pürnûr, mekânı cennet olsun.


Duruşuyla hayata istikamet veren, kurda kuşa yol gösteren insanlar da var.


“İçinden bir kerecik aşk ile 'ah' desen” dedi meczup, “şu karlı dağların içine bir ateş düşer”
Gökhan Özcan, Yeni Şafak -22 Eylül 2016-

:

Yazıda var olan paragrafları, fazladan bir boşluk ara ile bırakıp, her bir cümleyi bir paragraf olarak almamız, daha rahat okunmasını sağlamak içindi. Şiir dizeleri ve isimleri siyahlaştırmak da bize aittir.

dikGAZETE.com

Güneş nereden doğar?" başlığı altında, Gökhan Özcan, gene her cümlesinin altı çizilesi bir yazıya imza attı
Yukarıya başlık olarak oturttuğumuz o cümleden başka pek çok cümlesinin daha başlığa çıkarılabilmesi gereken ve işte okurken düşündüren, düşündürerek kendini okutan yazı

:

Uzun bir gecenin içinde hapsolmuş gibi ümitle güneşin doğacağı zamanı bekliyoruz.


Bu çaresizce bekleme hali bize bir şey yapıyormuşuz hissi veriyor, oyalanıyoruz bununla.

Kendimizi gönüllü içine teslim ettiğimiz bu hal bir uyuşma hali.

Yaşadığımız ânı -ki o tek gerçek zaman- ıskalıyor, onun elimizden kayıp gitmesine hiç aldırmadan muhayyel bir zamana atıyoruz oltalarımızı.

Ümitvar olmak iyi…

Ama hangi çiçek açar günü gününe sulanmadan…

Hangi tarla hasat verir toprak sürülüp hazırlanmadan, tohum o toprağa atılmadan, suyu gübresi verilmeden, otu dikeni temizlenmeden…

Ümit, içimizden hiç eksik etmememiz gereken bir şey….
Ama aynı zamanda hiç ihmal etmeden besleyip büyütmemiz gereken bir şey...


“Dünya kötüye gidiyor” dedi biri. “O zaman biz onun peşinden gitmeyelim” dedi yanındaki.


Sanıyoruz ki bir şey olup bittiğinde, bir durum ortaya çıktığında biz konumumuzu belli edersek, duruşumuzu gösterirsek var oluşumuzun gereğini yerine getirmiş oluruz.

Bu gerekli, evet!

Ama hayat sadece maruz kaldığımız şeylerden mi ibaret?

Biz inandığımız hakikati görünür kılacak insanı, hayatı, tefekkürü, irfanı, ahlakı içimizde ve dışımızda inşa etmeye de memur değil miyiz bu dünyada?

En azından bu yolda gayret sahibi olmakla mükellef değil miyiz?

Hep maruz mu kalacağız bir şeylere, dünyaya arz edeceğimiz bir şey olmayacak mı bizim? 

İşte şu insan gibi insan, işte şu hayat gibi hayat, işte bu iklim bizim iklimimiz, işte bu bizim kandillerimizden yayılan aydınlık, işte bu bizim insanlığa serinlikler taşıyan irfanımız demeyecek, demeye gayret etmeyecek miyiz?

Dünyayı değiştiremiyorsak, bir kenara mı çekileceğiz, vaz mı geçeceğiz her şeyden, ağıtlar mı yakacağız sadece, öfkeler mi biriktireceğiz hiç durmadan? 

Her insan bir âlem değil miydi?

Kendimizi değiştirmemize engel olan ne? 

Bir insanı yeni baştan inşa etmeye niyetlenmemizin önündeki hangi engel var?

Biziz o engel, kendimizi işgalci meşguliyetlerin eline teslim eden kaybetmişliğimiz! 


“On sekiz bin âlemi seyr eylemek lâzım değil
Her nefeste feyz-i Hak bir özge âlemdir bana” diyor Nef'î, rahmet olsun.


Vazgeçmek ve yeniden başlamak için sadece tek bir âna ihtiyacımız var, sonra dünyanın güzelliklerine kazanmaya doğru adımlarımızı atabiliriz. 

Uçmayı deneyen bir yavru kuş gibi… 

Bize gereken, her şeyi değiştirecek o kritik kararı verebilecek kadar cesaret… 
Sonrası için sadece nefes alıp vermeye ihtiyacımız var.


Boşuna değiliz hiçbirimiz, boş yere yaratılmadık hâşâ… 

Bizden murad edilen bir şey var. Bir hikayenin içini doldurmak, bir cümleyi tamamlamak, bir ezgiyi yankılandırmak, hayatı eksik bırakmamak için var edildik. 

Hepimiz o mükemmel bütünlüğün yerini doldurması gereken bir parçasıyız. 
Ve şu bir gerçek ki, belki de bir tek biz hariç, âlemde bulunan her 'yaratılmış' bunun farkında...


“Sonra bu güvercinler niye varlar

Bir anıyı yaşatmak için mi

Ölümsüz bir ses mi taşımak için ötelere
Avuç içlerinde camilerin” deyi yazmış rahmetli Erdem Bayazıt, kabri pürnûr, mekânı cennet olsun.


Duruşuyla hayata istikamet veren, kurda kuşa yol gösteren insanlar da var.


“İçinden bir kerecik aşk ile 'ah' desen” dedi meczup, “şu karlı dağların içine bir ateş düşer”
Gökhan Özcan, Yeni Şafak -22 Eylül 2016-

:

Yazıda var olan paragrafları, fazladan bir boşluk ara ile bırakıp, her bir cümleyi bir paragraf olarak almamız, daha rahat okunmasını sağlamak içindi. Şiir dizeleri ve isimleri siyahlaştırmak da bize aittir.

dikGAZETE.com