Demokratik ve sosyal hukuk devleti

Demokratik ve sosyal hukuk devleti

Bizde Batı’dan alınmış terimler birçok inançlı kişiye itici gelir ve güvensizlik doğurur. 

Bu sebeple; Hukuk Devleti düzenini istemeyenler de bu güvensizliği körükler.

Buna karşılık İslâmi terimler de başkalarında güvensizlik doğurur. Şeriat terimi belki bu konuda verilebilecek birinci örnektir. 

İster Batı’dan ister İslâm’dan gelen terimler kötüye de kullanıldığı için bu karşılıklı güvensizliğin kısmen açıklanabilir bir yönü vardır.

Karşılıklı güvensizliği ortadan kaldırmak için iyi niyetli görüşmelere ihtiyaç vardır. 

Ancak “iyi niyetli görüşme” diye adlandırılan görüşmeler de her zaman iyi niyetli olmaz. 

Bu da görüşmelere karşı güvensizlik doğurur ve uzlaşma istemeyenler de tepkileri körüklerler. 

Ancak akl-ı selim ve kalb-i selim sahibi olanlar, kelimelere değil söylenenin amacına bakarlar. 

Bir DAİŞ mensubu “Şeriat isteriz” derse güvensizlik ve korku haklıdır. 

Buna karşılık “kalb-i akul” sahibi bir müslüman “Şeriat” dediğinde Hukuk ve Ahlak’ın ortak evrensel ilkelerini anlar. 

Şeriat; “örf” adı verilen ve bu evrensel temel ilkelere aykırı olan törelerden ve güçlünün dayattığı kurallardan etkilenen, bozulan ve sözde “İslâmi hükümler” denen kuralları kapsamaz.

“Demokratik ve sosyal bir Hukuk Devleti”ne de bu tepki gösterilir. 

Yirmi yıl kadar önce ben bu terimi, “Medine-i fâzıla” karşılığı olarak kullandığımda bir yazarımız “insanın böyle dostu olunca, düşmana ne ihtiyacı olur?” demişti. 

“Medine-i fâzıla” terimi İslâm düşünce aleminde kullanılmadığı için de bu terim kullanılınca “erdemli Ankara! diyecek yerde Medine’den ne söz ediyorsun?” veya “felsefik (!) terimleri ne demeye kullanıyorsun?” haykırışıyla insanı söylediğine pişman ederler.

Kötü niyetliler de bu karşılıklı düşüncesizlikten çok hoşlanıp, iki tarafı daha fazla birbirine düşman kılmaya çalışırlar. 

İyi niyetle, “gafil”leri uyarmaya çalışanları da bu kavga ortamında usulünce “etkisiz hale getirirler”.

Emîr-ul-mü’minîn’nin çok önemli bir uyarısı vardır: 

“İnsanlarla Hakk’ı tanıyamazsın, önce Hakk’ı tanı, sonra kimin hakk ehli olduğuna karar ver!”

Yine buyurmuştu ki 

“İki karşıt dava sahipleri birbirleriyle savaşır hale gelmişlerse ikisi de Hakk’da olamaz, Hakk; Hakk ile savaşmaz, şu halde ya bunların birisi veya her ikisi batıl’dadır.”

İnsanları gaflette bırakarak, kendi bencil çıkarlarını sağlamak isteyenler, gafilleri birbirine düşürmenin çeşitli yollarını çok iyi bilirler. 

Deli görünür, veli görünür ve kuyuya öyle taşlar atarlar ki, taşları çıkarmaya çalışanları bu çalışmaları sırasında bertaraf edebilsinler.

“Medine-i fâzıla” yıkıldı ve bir daha kurulamadı. 

Kurulabilmesi için, hiç değilse toplumun üçte birinin gafil veya düzenbaz değil, kalb-i akul sahibi olması gerekir. 

Belki toplumun onda biri ile de olur.

Demokratik Devlet, “yönetimi şûrâ ile olan devlet”tir. 

Gerçek sosyal devlet, Emîr-ul-mü’minin buyurduğu gibi, ülkenin uzak bir bucağında tek bir kişi dahi aç ve çaresiz kalmış olması ihtimalinden titreyip, yiyeceğini en yoksulun yiyebileceğine göre belirleyen Yönetici’nin Devleti’dir.

Laik Devlet, kasten bu perde ardında İslâm düşmanlığı yapan bir yönetim olmamalıdır. 

Lâ ikrahe fîd-dîn ilkesine uymak ve vicdan hürriyetini tanımak Hukuk Devleti’nin gereğidir.

Sevgiyle!

.

Hüseyin Hatemi, Karar

Bizde Batı’dan alınmış terimler birçok inançlı kişiye itici gelir ve güvensizlik doğurur. 

Bu sebeple; Hukuk Devleti düzenini istemeyenler de bu güvensizliği körükler.

Buna karşılık İslâmi terimler de başkalarında güvensizlik doğurur. Şeriat terimi belki bu konuda verilebilecek birinci örnektir. 

İster Batı’dan ister İslâm’dan gelen terimler kötüye de kullanıldığı için bu karşılıklı güvensizliğin kısmen açıklanabilir bir yönü vardır.

Karşılıklı güvensizliği ortadan kaldırmak için iyi niyetli görüşmelere ihtiyaç vardır. 

Ancak “iyi niyetli görüşme” diye adlandırılan görüşmeler de her zaman iyi niyetli olmaz. 

Bu da görüşmelere karşı güvensizlik doğurur ve uzlaşma istemeyenler de tepkileri körüklerler. 

Ancak akl-ı selim ve kalb-i selim sahibi olanlar, kelimelere değil söylenenin amacına bakarlar. 

Bir DAİŞ mensubu “Şeriat isteriz” derse güvensizlik ve korku haklıdır. 

Buna karşılık “kalb-i akul” sahibi bir müslüman “Şeriat” dediğinde Hukuk ve Ahlak’ın ortak evrensel ilkelerini anlar. 

Şeriat; “örf” adı verilen ve bu evrensel temel ilkelere aykırı olan törelerden ve güçlünün dayattığı kurallardan etkilenen, bozulan ve sözde “İslâmi hükümler” denen kuralları kapsamaz.

“Demokratik ve sosyal bir Hukuk Devleti”ne de bu tepki gösterilir. 

Yirmi yıl kadar önce ben bu terimi, “Medine-i fâzıla” karşılığı olarak kullandığımda bir yazarımız “insanın böyle dostu olunca, düşmana ne ihtiyacı olur?” demişti. 

“Medine-i fâzıla” terimi İslâm düşünce aleminde kullanılmadığı için de bu terim kullanılınca “erdemli Ankara! diyecek yerde Medine’den ne söz ediyorsun?” veya “felsefik (!) terimleri ne demeye kullanıyorsun?” haykırışıyla insanı söylediğine pişman ederler.

Kötü niyetliler de bu karşılıklı düşüncesizlikten çok hoşlanıp, iki tarafı daha fazla birbirine düşman kılmaya çalışırlar. 

İyi niyetle, “gafil”leri uyarmaya çalışanları da bu kavga ortamında usulünce “etkisiz hale getirirler”.

Emîr-ul-mü’minîn’nin çok önemli bir uyarısı vardır: 

“İnsanlarla Hakk’ı tanıyamazsın, önce Hakk’ı tanı, sonra kimin hakk ehli olduğuna karar ver!”

Yine buyurmuştu ki 

“İki karşıt dava sahipleri birbirleriyle savaşır hale gelmişlerse ikisi de Hakk’da olamaz, Hakk; Hakk ile savaşmaz, şu halde ya bunların birisi veya her ikisi batıl’dadır.”

İnsanları gaflette bırakarak, kendi bencil çıkarlarını sağlamak isteyenler, gafilleri birbirine düşürmenin çeşitli yollarını çok iyi bilirler. 

Deli görünür, veli görünür ve kuyuya öyle taşlar atarlar ki, taşları çıkarmaya çalışanları bu çalışmaları sırasında bertaraf edebilsinler.

“Medine-i fâzıla” yıkıldı ve bir daha kurulamadı. 

Kurulabilmesi için, hiç değilse toplumun üçte birinin gafil veya düzenbaz değil, kalb-i akul sahibi olması gerekir. 

Belki toplumun onda biri ile de olur.

Demokratik Devlet, “yönetimi şûrâ ile olan devlet”tir. 

Gerçek sosyal devlet, Emîr-ul-mü’minin buyurduğu gibi, ülkenin uzak bir bucağında tek bir kişi dahi aç ve çaresiz kalmış olması ihtimalinden titreyip, yiyeceğini en yoksulun yiyebileceğine göre belirleyen Yönetici’nin Devleti’dir.

Laik Devlet, kasten bu perde ardında İslâm düşmanlığı yapan bir yönetim olmamalıdır. 

Lâ ikrahe fîd-dîn ilkesine uymak ve vicdan hürriyetini tanımak Hukuk Devleti’nin gereğidir.

Sevgiyle!

.

Hüseyin Hatemi, Karar