İnsanın en kirli huylarından biridir.
İnsana ait olmasaydı zaten kirli bir huy da olmazdı.
Ve insan bu huyunu Şeytan’dan alıp devşirdi ve sahiplendi.
Hasetin hemen ardından gelense yine aynı kirlilikteki dostu kibirdir.
Tutulanın vay haline!
Kurtulması zordur.
Tutulanda hayır kalmaz; hayır da gelmez haset ve kibir belasına tutulandan.
Hayır-hasenatı yok eden de bu ikisidir. İmanı da alır götürür Allah muhafaza!
Azdırır ikisi de. Bir yaradır ki iyileşmez.
Düşmanlık mı hasede sebep olup besler, haset mi düşmanlıktan olur!
"İtici olan hangisi!..” diye merakla yorulmaya da gerek yok. Ne fark eder sanki, var olduktan sonra!
Düşmanlık eğer hasede götürecek bir sebeptense ha hasetten düşmanlık olmuş ha öylesi bir düşmanlıktan haset doğmuş!
Düşmanlığın uzaktan değil, her zaman ve daima yakından daha etkili olduğu da apaçıktır.
Hasedi, basitçe “Kıskançlık” diye tarif etmeye kalkmak onu hafife almak olur. Basit değil “Şiddetli kıskançlık” olarak bile adlandırılamayacak şeytani bir haldir ki, onu edenin şerrinden sığınılacak yer de Allah’tan başkası değildir.
Hasedin tutuşturduğu ihanet ve sonrasında gelen kin, o ikisini öylesine yoğurup betonlaştırır ki artık katılaşan bu yapıdan kurtuluş da ihtimal dahilinden çıkar. Ölüm ve sonrasındaki “Hesap” akla gelse belki bu cehennem azabının imdadına o yetişir de tedavi yollarına bakılmak için çareler aranmaya başlanır. Olmazsa o azap, “Hasid”i bu dünyada yer bitirirken öte tarafa da dev bir yapı ile iltica eder.
-Şimdi bir “Mim” çakmalı buraya!
Da…
Gene "Adem ve Azazil" örneğine bakarak:
“Hased etti de mi ihanete gitti yoksa ihanete hep açıktı da hasedinden mi o hainlik yoluna girdi!”
Ve
“Kin”...
Nerede, hangi zamanda bunun ne yanına düştü!..
Hasedin de aynen ihanetteki gibi muhatabını en acıtan tarafı, apaçık belli bir düşmandan değil de yakın görülenden geliyor olmasıdır.
Düşmanın hasedi belki de besler seni; ammaaa dost bildikleri, insana hased etti mi gel de kurtul o beladan kurtulabilirsen.
Bir de "para-pula, mala-mülke" diye tarif ediliyor hep haset!.. Tam öyle de değil. Yaradılış kumaşına... Asaletin rengine... Yeteneğe... Bilgiye... İlime... Güzelliğe... Daha daha başka akla gelmez türlü "Şey"lere de...
Riya-kâr ve Sahte-kâr nereden ne bulduysa kâr addetti de her şeyi kendine; gerçekte de kâr etti mi acaba.
O kâr, kâr değil… Yalan!..
Ve de...
Yalanla, yalanlarla büyür büyütülür: Hased de... Kibir de… Kin de!..
Her biri bir ötekine paralel...
Ha cehennem yoluna girilmiş, ha cehennem için bir yola girilmiş.
Oldu mu!..
Şimdi burada asıl soru şu: Şeytan, hiç yalan söyledi mi!..
Yunus Fırat, dikGAZETE.com
İnsanın en kirli huylarından biridir.
İnsana ait olmasaydı zaten kirli bir huy da olmazdı.
Ve insan bu huyunu Şeytan’dan alıp devşirdi ve sahiplendi.
Hasetin hemen ardından gelense yine aynı kirlilikteki dostu kibirdir.
Tutulanın vay haline!
Kurtulması zordur.
Tutulanda hayır kalmaz; hayır da gelmez haset ve kibir belasına tutulandan.
Hayır-hasenatı yok eden de bu ikisidir. İmanı da alır götürür Allah muhafaza!
Azdırır ikisi de. Bir yaradır ki iyileşmez.
Düşmanlık mı hasede sebep olup besler, haset mi düşmanlıktan olur!
"İtici olan hangisi!..” diye merakla yorulmaya da gerek yok. Ne fark eder sanki, var olduktan sonra!
Düşmanlık eğer hasede götürecek bir sebeptense ha hasetten düşmanlık olmuş ha öylesi bir düşmanlıktan haset doğmuş!
Düşmanlığın uzaktan değil, her zaman ve daima yakından daha etkili olduğu da apaçıktır.
Hasedi, basitçe “Kıskançlık” diye tarif etmeye kalkmak onu hafife almak olur. Basit değil “Şiddetli kıskançlık” olarak bile adlandırılamayacak şeytani bir haldir ki, onu edenin şerrinden sığınılacak yer de Allah’tan başkası değildir.
Hasedin tutuşturduğu ihanet ve sonrasında gelen kin, o ikisini öylesine yoğurup betonlaştırır ki artık katılaşan bu yapıdan kurtuluş da ihtimal dahilinden çıkar. Ölüm ve sonrasındaki “Hesap” akla gelse belki bu cehennem azabının imdadına o yetişir de tedavi yollarına bakılmak için çareler aranmaya başlanır. Olmazsa o azap, “Hasid”i bu dünyada yer bitirirken öte tarafa da dev bir yapı ile iltica eder.
-Şimdi bir “Mim” çakmalı buraya!
Da…
Gene "Adem ve Azazil" örneğine bakarak:
“Hased etti de mi ihanete gitti yoksa ihanete hep açıktı da hasedinden mi o hainlik yoluna girdi!”
Ve
“Kin”...
Nerede, hangi zamanda bunun ne yanına düştü!..
Hasedin de aynen ihanetteki gibi muhatabını en acıtan tarafı, apaçık belli bir düşmandan değil de yakın görülenden geliyor olmasıdır.
Düşmanın hasedi belki de besler seni; ammaaa dost bildikleri, insana hased etti mi gel de kurtul o beladan kurtulabilirsen.
Bir de "para-pula, mala-mülke" diye tarif ediliyor hep haset!.. Tam öyle de değil. Yaradılış kumaşına... Asaletin rengine... Yeteneğe... Bilgiye... İlime... Güzelliğe... Daha daha başka akla gelmez türlü "Şey"lere de...
Riya-kâr ve Sahte-kâr nereden ne bulduysa kâr addetti de her şeyi kendine; gerçekte de kâr etti mi acaba.
O kâr, kâr değil… Yalan!..
Ve de...
Yalanla, yalanlarla büyür büyütülür: Hased de... Kibir de… Kin de!..
Her biri bir ötekine paralel...
Ha cehennem yoluna girilmiş, ha cehennem için bir yola girilmiş.
Oldu mu!..
Şimdi burada asıl soru şu: Şeytan, hiç yalan söyledi mi!..
Yunus Fırat, dikGAZETE.com